23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 HAZİRAN 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Altında Kalacak ürkler, çılgın T mılgın değildir. Akıllıdır, zekidir. GÖRÜŞ SÜHA UMAR Eve Dönüş çuk kardeşlerin anma toplantısında, çok çarpıcı bir konuşma yaptı. En kaba milliyetçiliği, en bağnaz şovenizmi, siyasal ihtiraslarının bayrağı yapanların, ulusalcılığın, laikliğin üzerinde tepindiğini belirtip ulusalcılığın tarihsel önemine değindi: “Ulusalcılık, siyasalsınıfsal bir olgudur. Etnik ve ırksal bir terim değildir. Bu terimlerin üzerinde, ortak bir ulusal dil, ortak bir ulusal coğrafya oluşturmayı öngörür. Dil ve coğrafya, ulusal devletin vazgeçilemez önkoşuludur. İtalyan birliğinin sağlanması sürecinde, halkın yüzde ikisiüçü İtalyanca konuşuyordu. İtalyan devlet adamı, Massimo d’Azeglio’nun ‘İtalya’yı yaptık; geriye yalnızca İtalyan yapmak kaldı’ sözü ünlüdür. Türkiye Cumhuriyeti ulusalcılığı; halkçıdır, laiktir, devrimcidir, hepsinden de önemlisi, antiemperyalisttir. Bu özellikleri nedeniyledir ki, Kurtuluş Savaşı, dünyanın bütün mazlum uluslarına örnek oldu. Tam da bu nedenle, tıpkı ‘laiklik’ gibi, ‘ulusal’ ve ‘ulusalcılık’ kavramlarının da bir nefretin, bir karalamanın aracı olarak kullanılması, entelektüel düzeysizliğin ucuz sermayesi haline geldi.” Arapça kökenli “millet” sözcüğünün din anlamına gelen “milla” sözcüğünden türediğine değinen Erdoğdu, bir gerçeğin altını çizdi: nsan hakları savunucusu, yazar İ Vahap Erdoğdu, geçen hafta Hacıbektaş’ta Turhan ve İlhan Sel MilliyetçiDinci Anlayış “İslamcılar, ‘millet’ sözcüğünü pek severler ve ‘ümmet’ anlamında kullanırlar. Sık sık kullandıkları ‘millet iradesi’ söyleminde kastedilen ‘halk çoğunluğunun demokratik iradesi’ değil, ‘dinin’, daha doğru bir anlatımla, murat edilen, belli bir mezhebin inancının iradesidir. Bu iradenin gerçekleştirilmesinde ‘demokrasi’ de bir araç olarak kabul görür, siyasal bir kavram ve toplumsal bir değer olarak algılanmaz. Ne denli ‘milliyetçiliği’ başkalarına yakıştırmış olurlarsa olsunlar, Türkiye’de milliyetçiliği İslamcılıktan ayırmak olanaksızdır. AKP iktidarının çıkış kaynağının ‘milli görüş’ oluşu bir rastlantı değildir.” Recep Tayyip Erdoğan’ın il il gezip yaptığı konuşmaları anımsayalım ve Vahap Erdoğdu’nun şu yorumunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: “Masumiyet ve zulüm edebiyatına sarmalanarak Türkiye Cumhuriyeti’ne yöneltilen saldırıların temelinde de bu milliyetçidinci anlayış yatıyor. Bugün İslam dünyasında egemen kılınmaya çalışılan, Müslüman Kardeşler’in, Ortadoğu’da Nazizmin en büyük destekçisi olmaları, bir rastlantı değildir. Müslüman Kardeş örgüt liderleri Alman Nazi partisiyle çok yakın organik bağlar kurmuşlardı. Bugün de bu örgütler Batı ittifakının silahşorluğunu yapıyorlar. O nedenle, siyaset İslamlaştıkça, iktidarların da İslamofaşist yönetimlere dönüşmesi doğal oluyor.” Baskıya, kulluğa, sömürülmeye gelmezler. Örnek mi istersiniz? Tarihe, tüm mazlum uluslara ilham kaynağı olan bağımsızlıkçı ulusal kurtuluş savaşını armağan etmişlerdir. Hem de tüm kibirli sömürgecilere diz çöktürerek. Başa gelip büyüklenmeye kalkanlar, halkın ensesinde boza pişirmeye kalktılar mı, yanıtlarını almışlardır. Benlik şişkinliği, bu toplumu hep patlatmıştır. Şimdikilerin büyük devlet adamı gibi gösterdikleri Turgut Özal’ın Kaf Dağı’ndaki burnu, işçilerin “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganları ile, Zonguldak madenci yürüyüşü ile, vizite eylemleri ile yerlerde sürünmüş, kurduğu ANAP ezitli Belediyesi, Zülfü M Livaneli’yi festivale çağırmıştı. Çağırdığına çağıracağına bin pişman yolsuzluk, uğursuzluk, yandaşçılık simgesi olarak tarihe kazınmış, yok olup gitmiştir. Kendi aydınlanmalarını yaratmış Türkler, softa diktatörlüğüne, Anadolu’yu parçalamaya yönelen kavimciliğe ve cemaatçiliğe yine kendine özgü bir halk hareketi ile karşılık vermiş, Taksim’den yükselen ve yine tüm dünyada dalgalanan direnişlerle kinin davacısı yobazlığa dur demiştir. Tökezlememek, dolayısıyla ulusa hesap vermemek için kendisini daha çok yetkilendirip halife sultanlığa özenen, aslında durumu anlamıştır. “Hesap soracağız” filan diyerek korkutmaya çabalaması bundandır. Ancak, anlamadığı tek şey var: Kurduğu korku imparatorluğu yıkıldı. Çekilmezse, altında kalacak. konuk edenleri yerden yere vurdu: “Bana bunu yapanın Taksim Parkı’nda gaz sıkanlardan farkı yoktur. Bunu yapan belediye memurlarını sizlere havale ediyorum, yüzlerine tükürün bunların. Ciğeri beş para etmez adamlar…” Sonra? Yüzüne tükürülmesini istediği Mezitli Belediyesi’nin, konaklama ve yol giderlerinin yanı sıra verdiği “60 bin lira+KDV”yi alıp evine döndü. Aptal Sorulara Aptal Yanıtlar! Bizi yönetenler çoğunlukla yabancı dil bilmez. Mizahtan anlamadıkları da Gezi Parkı direnişi sırasında gençlerin sergiledikleri, o ince ve şapka çıkarılacak mizahı “terör” eylemi zannetmelerinden, sosyal medyaya kızmalarından belli. Bir zamanlar MAD (Çılgın) adlı ünlü mizah dergisinde, “Aptal sorulara, aptal yanıtlar” diye bir bölüm vardı. İnsanların ne denli düşünmeden ve boş konuştuklarını vurgulamak için seçilmiş sorular ve yanıtlarını içerirdi. Sorular ve yanıtları basitti ama mesajları çok güçlüydü. Bilenler ve bilebilenler için devlet yönetimi, “basit sorularla”, “basit doğru yanıtlara” dayanır. Eğer bir ülkeyi yönetenler, gazete bile okumadığından şikâyet edilen bir gençliğin, “üç ağaç için” neden tarihte görülmemiş bir direnişi başlattıklarını sorup, “bizim çağdışı baskımızdan bunaldıkları için” basit yanıtını verememişlerse, o ülke yangın yerine döner ve zaten yıllardır süren yönetim boşluğu, baş edilemez hale gelir. “Gençleri ‘çapulcu’ diye aşağılamaya kalkarsam, onlar da, ‘Evet, çapulcuyuz’ derlerse ne olur?” sorusunun yanıtının, “artık kimse beni ciddiye almaz” olduğunu göremeyince, insanın dengesi bozulur. Ters yumruk alıp “kroke” olmuş boksör gibi sağa sola saldırıp, boşa yumruk sallar. Bir başbakan, “ülkesine dış güçlerin tuzak kurduğunu, bunların ülkeyi ilerlemekten alıkoymak amacını güttüklerini” düşünüyorsa, haydi “ama niçin ve neden şimdi” sorularını akıl edemedi diyelim “Bana düşen, bu oyunu bozmaktır. Bunun için de ulusun her ferdine, birlik ve beraberliğe ihtiyacım olacak” basit yanıtını bilmesi ve yangına körükle gidip, o güçlerin ekmeğine yağ sürmemesi gerekir. “Amerika neden beni, ülkemin ulusal çıkarlarına aykırı biçimde Suriye ile çatıştırdı, şimdi de Rusya ile anlaşıp beni dışlıyor” sorusunun yanıtının “demek ülkemin başına çorap örmek için benden yararlanmışlar” olduğunu neredeyse iki yılda bile göremeyenler, “iki haftaya gider” dedikleri Esad’dan daha önce gitme olasılığından dehşete kapılırlar. “İnfial içindeyim, her yerde oluyor, bize gelince tavır koyuyorlar. İki ayrı değil tek Türkiye vardır” demeyi düşünebilen bir dışişleri bakanı, “olaylara bu, ‘sadece bizim gibi düşünen, bize biat etmiş tek Türkiye’ yaklaşımı yol açmış olmasın sakın” sorusunu sorup, yanıtın “evet” olduğunu anlamamakta direnirse, duyduğu haksız infialin giderek artacağını bilmelidir. Bir de şu sorular sorulmalıdır: “İngiliz polisi, dama çıkmış göstericiyi bile kendisine zarar vermesin diye yakalayıp sadece damdan indirirken, bırak kendisine, kimseye zarar vermeden bir parkta oturup müzik çalan, kitap okuyan gençlere biz neden düşman üzerine gider gibi gazla, suyla, yıllardır özel olarak yetiştirdiğimiz bir güvenlik gücü ile saldırdık? Sonra da neden, önce ağaçlarını kestiğimiz parka ağaç diktik?” Ve bu soruların yanıtının “Çünkü biz hiçbir konuda doğru söylemeyerek inanılır olmaktan çıktık. Demokrasiye inanmıyoruz. Yönetici olamayacağımızı da kendimiz cihana gösterdik” olduğunu yadsırlarsa, “Allah bir” deseler insanlar Tanrı’nın tekliğinden kuşkuya düşer. Artık ülkeyi yönetemezler. Dış dünyaya meram anlatamazlar. Son basit soru, “Şimdi ne yapmalıyız” sorusudur ki bunun tek, evrensel ama aynı derecede basit bir yanıtı vardır: “Ülkeyi içinden çıkılmaz yeni badirelere atmamak için istifa etmeliyiz!” Devlet yönetimi karmaşık değildir. Basit sorulara verilecek basit yanıtların bilinmesi yeterlidir. Bunu yapmamak, tam MAD’liktir. oldu. Kendisine ayrılan kulis odasında flamenkocular soyundu diye sinirlendi. “CHP’li belediye bana saldırıyor” diye açıklama yaptı. Birkaç gün sonra da gazetedeki köşesinde “Bir fiske dahi almadım” diye yazdı. Belediye başkanı, milletvekilleri kendisinden özür diledi, yetmedi, çıktı sahneden kendisini Ayaklar, Başlar Üzerine Yazılan Destanlar ve Gerçekler Sadık ÇELİK Destan, yani kahramanlık öyküsü. Türk polisimiz Gezi protestoları sırasındaki müdahaleleri hususunda iktidar tarafından destan yazan kahramanlar olarak ilan edildi. Bu durumda destan kime karşı yazılmış oluyor? Gezi eylemcilerine karşı; bu ülkenin vatandaşlarına karşı. Yani polis destanını kendi halkına karşı yazıyor. En büyük destanlar savaş destanlarıdır. O zaman bu, polis ile korumakla yükümlü olduğu halk arasında açılmaya çalışılan savaşın destanı olmalı. İçinde 5 kişinin yaşamını yitirdiği, 8 bin kişinin yaralandığı, 12 kişinin gözünün çıktığı, onlarca travma geçiren insanın olduğu bir destan. Polis Akademisi’nin mezuniyet töreninde Başbakan’ın yaptığı konuşma sonrasında mezun polislerin hep bir ağızdan “Türkiye seninle gurur duyuyor” şeklinde yaptıkları tezahürat da polis teşkilatının nasıl siyasallaştığının somut göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir. Bugün geldiğimiz noktada, Ethem Sarısülük’e 5 metreden ateş edip ölümüne sebebiyet veren polis de, Antalya’da 2 Haziran’da otoparka sığınan üç genci feci şekilde döven polisler de, olaylarda orantısız şiddete başvuran diğerleri gibi serbest. Gazeteci Ayşe Arman’ın yaptığı röportajda Ethem Sarısülük’ün ağabeyi içi yanarak konuşuyor; “Başbakan kendisi zahmet etmesin, biz aile olarak madalya vereceğiz o polise takdim etmesi için.” Ve devam ediyor; “Özür, Anadolu’nun güzel bir geleneğidir. Bizler hatamız olunca hatamızı kabul ederiz, af dileriz. Ama onlar maalesef bizi ‘düşman’ ilan ettiler… Başsağlığı bile beklemiyoruz. Zaten sadece bizden değil, bütün halktan dilemeleri gerekiyor.” Faili belli, eylem ortada, sonuç en can yakıcı biçimde karşımızda duruyor ve bizden apaçık ortada olan bu gerçekleri görmezden gelmemiz bekleniyor adeta. Meşru müdafaa deniyor, mermi ağaçtan sekmiştir deniyor, eline taş geldiği için hedef şaşmış olabilir deniyor. Buna karşılık sosyal medya mecralarında tweet atanlar ya da slogan veya hatta karanfil atanlar gözaltında ya da tutuklu. Şiddet kullanımının, kötü muamelenin hak ettiği biçimde cezalandırılmadığı, aksine bunu yapanların sahiplenildiği, doğrudan veya dolaylı olarak takdir edildiği toplumlarda şiddeti, ne bireysel ne de toplumsal boyutta bitirmeniz mümkün olmaz. Tüm bu yaşanan akıl almaz olaylar sonucunda valinin görevden alınmasını talep edenlere karşı yanıtı Başbakan veriyor; “Sen hangi iktidara konuşuyorsun ya? AK Parti iktidarıyla bunlar konuşulur mu? Önce haddini bileceksin. Ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı?” Kâfi derecede kibirli, bertaraf edici, ayrıştırıcı, kırıcı ve dökücü değil mi? Aynı niteleme, 1 Mayıs’ı, 2008’de Taksim’de kutlamak isteyenlere karşı da kullanılmıştı; “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar.” Biraz daha geriye gidersek Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi karşısında aynı cümlenin kullanıldığını da anımsayabiliriz. Ayak ve baş çatışması… Bununla da bitmiyor. “Onlar milyonlarca tweet atsınlar, bizim tek bir besmelemiz oyunları bozar” da deniyor bizzat Başbakan’ın kendisi tarafından. Hemen arkasından Afyon’dan bir haber ulaşıyor elimize. Afyon Milli Eğitim Şube Müdürü İbrahim Özkul din öğretmenlerine bir çağrıda bulunuyor. Onları okul müdürlerinin başdanışmanları olarak atıyor ve artık işlerin okullardaki din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin kontrolünde gerçekleşeceğini müjdeliyor. Altını çizmeyi de ihmal etmiyor: “Bunu Ankara da böyle istiyor. Bunu valilik de böyle istiyor. Biz de böyle istiyoruz. Allah da böyle istiyor.” Bizim tek besmelemiz oyunları bozar derken kastedilen böyle bir şey miydi acaba? Bu arada Brezilya’da sokağa dökülen gençlerin taleplerini karşılamak üzere bir reform programı hazırlandı. Cumhurbaşkanı ve iktidar sürekli olarak sokağın sesini dinlemeleri ve anlamaları gerektiğini vurguluyor. Sokağına da sahip çıkarak halkın yüzde yüzünün başkanı olduğunu kanıtlıyor… sadik.celik.gorus@gmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Denizli’nin 1 Acıpayam ilçe 2 sine bağlı Do durgalar belde 3 sinde, sarkıt ve 4 dikitleriyle ünlü 5 bir mağara. 2/ Es6 kiden uzay boşluğunu doldurdu 7 ğu varsayılan es 8 nek madde... Do 9 lunay, mehtap. 3/ Ticarette, kulla1 2 3 4 5 6 7 8 9 nılması hemen müm 1 E L N İ N O A T kün olan paraya veri 2 N E O L O J İ Z M len ad. 4/ Değişik ve 3 şaşırtıcı nitelikte olan. 4 D O K M E R İ E N A Y İ İ Y E 5/ Titan elementinin 5 M N A N E A D simgesi... Bir kimseye P A R OD İ çalıştığı yerce verilen 6 İ T tatil. 6/ Bir nota... Du 7 K E M A L İ Y E MA Ğ S U A var içinde bırakılan gi 8 rinti... Eski dilde ayak. 9 K A L I N N A Ş 7/ Köy oyunlarını yöneten kimseye verilen ad... İnce kamış. 8/ Olumsuzluk belirten bir önek... Çirozluktan sonra yağlanmaya başlayan uskumru. 9/ Çiçeği, böreği ve terazisi vardır... Doğu Anadolu’da bir göl. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türk masallarının en tanınmış kahramanlarından biri. 2/ Tutsak... Adana’nın Yumurtalık ilçesinin eski adı. 3/ Sıvı. 4/ Fabrikasınca yapılmış olan, taklit olmayan. 5/ Boru sesi... “Hey efendi ver de gideyim/Arkam sıra ah çekip de ağlar var” (Karacaoğlan). 6/ Lantan elementinin simgesi... Ekolojide, bir canlının varlığını sürdürebildiği yaşama ortamının en küçük birimi... Panama’nın plaka imi. 7/ Bataklık... Telli bir çalgı. 8/ Sodyum elementinin simgesi... Tiren Denizi’nde, İtalya’ya ait bir ada. 9/ Kenar süsü... “Kenarın dilberi de olsa nazenin olmaz” (Nabi).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle