25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 MAYIS 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TBB Genel Kurulu’na Doğru Şöyle Bir Bakış İç politika, dış politika... Yazmak istediğim konular çok. Ama yazmayacağım, daha doğrusu yazmakla ne elde edeceğim? Bunca yıl hemen her gün yazmakla ne kazandım? Topluma ne kazandırdım? Arada bir düşünürüm, boşuna mı ömür tükettim! Elli yıl, altmış yıl. Biraz daha yaşarsam daha da çok... Hepsi yitip gitmiş zamanlar. Masa başında, gazeteleri okuyarak, kitapları karıştırarak, kendi eski yazılarımı bir daha gözden geçirerek... Bir sorunu ele almışım, üst üste yazılarla sorunu çözmeye kalkışmışım. Dolaplar dolusu, yırtıp atamıyorum. Bunlar benim yaşamımdan parçalar. Şimdi yanlışlığını anlamaya çalışıyorum. Nerden başladım, nereye vardım! Önemli yazılar mıydı durmaksızın yinelemek istediklerim? Demokrasi, demokrasi, demokrasi... Bir sözcük o kadar. Kitaplıklara koşarsanız bu konularda sayısız yapıt görürsünüz. Okuyabildikleriniz yetmez, demokrasiyi daha iyi anlatmak, gerçek değerini okurlara sunmak, gide gide bütün topluma sevdirmek, benimsetmek, yaşatmak gereğiyle... Yirmi yaşlara daha gelmeden başladı bu tutku, bu hırs. Evet bir hırstır yazarak önce çevrendekileri, sonra da içinde yaşadığın toplumu birazcık aydınlatmak hevesi... Başardım mı? Sen de bilirsin bir şeylerin eksik kaldığını, gücünün yetmediğini... Silivri’deki adalet oyunları. Varsa bulmak, yaratmak, uygulamak çabaları. Sen belirli yaşın içindesin, bir türlü toplumunun gerçek yolu bulamadığını acıyla görüyorsun. Zaman zaman şu politika çiziktirmelerini bırak, git şiiri, güzelliği bul. Kendini boş yere kandırma yazılarınla topluma yeni görüşler, duyuşlar veriyorum diye. Bütün bu gündelik çabalar yerine şiiri, güzelliği ara, yarat... Bugün mayısın 15’i. Takvim yapraklarında Cemal Süreya’nın bir şiiri karşıma çıktı. Sevgili şair arkadaşımı özlemle anımsadım. “Bir düelloda / Daha büyük bir şey vardır / Ve daha acıdır bu / Ölümden de ölüm korkusundan da / Bakarsın dün en güvendiğin kişi / Karşı tarafın şahidi olmuş / İşte acıdır bu da / Ölümden de korkusundan da / Daha da acısı / Kılıcın elinde / Alnında bir tutam güneş / Kalakalıyorsun ortada” Şöyle bir bakmak yeter, ülkemizin görünüşü başımızı döndürür. Şaşkınlık mı, ahmaklık mı, geri zekâlılık mı? Bir karmaşa içinde politikacılarımız, yazarlarımız, yöneticilerimiz. Birbirini tutmayan kararlarla, görüşlerle serseme çevirirler yurttaşlarını. Sen bendensin, hayır sen ondansın, öyleyse düşmanımsın. Tut yakasından at içeri, kalsın bilinmez bir tarihe kadar. Nice gerçekler var göz önünde görüp seyrettiğimiz. Hoşlarına gidiyor güçlüler takımının sizleri bizleri uyutmak... En iyisi şiir yine, hemen herkes şairdir. İşte halktan birimiz Dr. Kamuran Yılmaz şöyle yazmış bir ilkyaz sabahında: “Neşeli türkülerle doldu bahçeler bağlar / Azur mavisi deniz, mora bürünmüş dağlar / Müjde! Müjdeler olsun, geldi yine ilkbahar” Bir anlık mutluluk, hepsi budur. Not: Yalnızlığımız artıyor. Dört sevgili dostun beklenmedik ayrılışları; Canan Eronat, Gülçin Çaylıgil, Reha İsvan ve Ertin Akgüç... Unutulmaz anıları hep yanımızda, sevgilerimizde... Hep özlemlerimizde, yüreklerimizde... Canan, Gülçin, Reha, Ertin yok olmak yakışmaz onlara. Saygıyla, sevgiyle. Yakın planda resmin kareleri nelerdir? Yargıçlar ve savcılar, terimi bağışlayınız, asarım, keserim, duruşma salonundan atarım, tavrını bırakacaklar, yasanın kendilerine verdiği disiplini sağlama görevini yerine getirirken uygun olan durumlarda disiplin yaptırımlarını da uygulayacaklar. Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Barosu 25 26 Mayıs’ta Türkiye Barolar Birliği (TBB) genel kurulu toplanacak. Bu toplantı önemli, çünkü TBB’nin yeni yönetimi belirlenecek. Bu genel kuruldan Türk hukuku adına, avukatlık mesleği adına, avukatların ülke sorunlarına sahip çıkmaları ve seslerini duyurmaları adına, beklentilerimiz var. Bu vesileyle hukuk uygulamasında kamuoyunu derinden rahatsız eden konulara kısaca değinmek istedim. Türk insanı bir şeyin farkında olmalı. Ülkemiz artık ceza soruşturmaları ve buna bağlı olarak ceza davaları ülkesi. Bu uzunca zamandır böyle. İster gazete okuyucusu olun, isterseniz internet üzerinden güncel olayları izleyin, her satırda karşınıza çıkacak olan bu husus değişmez. Savcılık filan kişi/kişilerin ifadesini aldı; filan mahkemede dün yapılan duruşmada şunlar şunlar oldu. Hele “Silivri davaları” adı verilen yargılamalarda yaşananlar Nasreddin Hoca’nın kar helvasından beter. Bunu ne yapanlar beğeniyor olmalı ne de yemeleri için kendilerine sunulanlar. şündüğüm her yazımı kaleme alırken kendime bir doğrultu veriyorum. Bu yazı yalnız hukukçulara hitap etmeyecek, bunu unutma diyorum. Bu bağlamda bu ülkenin insanının bilmek hakkıdır ki, daha bizim duruşma salonlarımızda kim nerede oturacak, kim ne zaman ayağa kalkacak, bu bile tartışmalara neden oluyor. Bu tartışmalara hiç gerek yoktur. Sanığı ve şikâyetçiyi avukatlarıyla yan yana oturtursunuz, sanık ya da şikâyetçi onlara danışırlar ve beyanda bulunurlar. Kalabalık davalarda bu nasıl olacak, sorusunu duyuyorum. İşte çözüm: Sanık sorguya çekilirken ya da şikâyetçi beyanda bulunurken bu formülü hayata geçirirsiniz, hiç yoktan iyi olur. kafadan bir ses çıkarsa hiçbir yere ve amaca ulaşılamaz. Bir kez daha vurgulamak isterim, güven eksikliği her ortamı karıştırmaya yeter de artar bile. Çözüm nedir ve nerededir? Sözü uzatmaya hiç mi hiç gerek yoktur. Önce karşılıklı güven, yasalara ve hukuka saygı, sonra hakkına razı olmak hak arayanlar için, yetkisinin sınırlarını bilmek ve onları aşmamak hak dağıtanlar için. Bu düzlemde yaşanır ve yaşatılırsa olay, ortalık süt liman, sessizlik egemen olur. ABD Uyandı Gibi… Ya Bizimkiler? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisine ilişkin genel bir bilançoyu salı günü özetlemeye çalışmıştım. Benim yazımdan önce ve sonra çıkan yerli ve yabancı yorumlar, çözümlemeler, bu bilançomun oldukça gerçekçi olduğunu gösterdi. Bugün, bu geziden çıkan çok önemli bir işaretin üzerinde ayrıca durmak istiyorum: “ABD’nin, demokrasi maskesi altında gelişen, ‘ılımlı’ ya da ‘radikal’, siyasal İslamın oluşturduğu tehlikenin farkına varmakta olması.” Elbette bu “farkındalık” ne ölçüdedir, ne kadar gerçekçidir, ABD’nin Ortadoğu politikasını ne kadar etkileyecektir belli değil… Bu bakımdan, daha şimdiden çok ciddi ve kalıcı sonuçlar çıkarmak yanlış olur… Ama en azından, bugüne kadar sürdürülen “ılımlı İslam” veya “Amerikancı İslam” politikası açısından bir duraksama, bir kuşku yaşandığı muhakkak! Şimdiye kadar sürdürülen bu dine veya mezhebe dayalı “İslamı kullanma” politikalarının, gerek ABD’nin çıkarları gerekse bölge barışı bakımından çok da istenen sonuçlar vermediği nihayet görüldü galiba. HHH ABD’yi büyük ve etkili devlet yapan faktör sadece teknolojik ve askeri gücü değildir… ABD, geç de olsa, yavaş da olsa, hatalarından öğrenen, içerdeki farklı görüşlere ve eleştirilere kulak veren bir siyasal yapıya sahiptir. Bu çerçevede, galiba Afganistan, Irak, Libya, Mısır, Tunus, Suriye deneyimlerinden ders almaya başlamış… Ortadoğu’da izlediği laiklik ve demokrasi karşıtı, İslamlaştırma, hizipleştirme politikalarının yanlış ve eksiklerini gördüğüne ilişkin ipuçları, Erdoğan’ın ABD seyahatinde iyice ortaya çıkmış gibi! HHH Güya demokrat olan İslamcı isyancılardan Ömer el Faruk Tugayı komutanı Abu Sakkar adıyla anılan Halid el Hamad’ın, Esad yanlısı askerin kalbini bıçakla çıkarıp yediği video bile bizimkilerin aklını başına getirmemiş galiba… Ya da bizimkilerin zaten ülkede de, Ortadoğu’da da, “demokrasi” gibi bir dertleri pek yok… Ama halkımız Suriye’de izlenen yanlış politikanın bedelini, Cilvegözü ve Reyhanlı olaylarında olduğu gibi ödemeye başladı bile! Asarım keserim tavrı Yakın planda resmin kareleri nelerdir? Yargıçlar ve savcılar, terimi bağışlayınız, asarım, keserim, duruşma salonundan atarım tavrını bırakacaklar, yasanın kendilerine verdiği disiplini sağlama görevini yerine getirirken uygun olan durumlarda disiplin yaptırımlarını da uygulayacaklar. Avukatlar savunma ayağında meramlarını tam ve eksiksiz anlatabilmek için, stratejilerini iyi kuracaklar, anlattıklarıyla hedefi on ikiden vurmaya çalışacaklardır. Zamansız ve gereksiz anlatımların ne kendilerine ne de savundukları kişilere bir yarar sağlamayacağını dikkate alacaklardır. Unutmamak gerekir ki, duruşmada çok konuşmak, iyi hukukçuluğun göstergesi değildir. Önemli olan kişinin sözlerinde ne kadar “iyi hukuk” olduğudur. Bu bağlamda sanıklar elbette birinci derecede önem taşırlar. Öyle ya, her şey sanık adı verilen kişinin yarattığı iddia edilen bir olaydan kaynaklanır. Bu nedenle sanığa da meramını anlatma olanağının sağlanması kaçınılmazdır. Her sanık açısından her ceza davası haksız, yersiz ve mesnetsiz açılmış bir davadır. İnsan psikolojisinin bir sonucudur bu düşünce ve duygu ağı. Böyle bir ortam içinde, olay ceza adaleti boyutunda öyle yaşanmalı ve yaşatılmalıdır ki, sonuçta her sanık, ben bu sonucu hak ettim, demelidir. Son söz: Yargılamanın süjeleri olan herkes bir “iç muhasebe” yaparsa, yolun yarısını geçmişiz demektir. Bu düşüncelerle TBB genel kuruluna başarılı çalışmalar diliyorum. Yargıçların tutumu Çoğu yargıç duruşmada avukatları ayağa dikmeye pek meraklıdır. Bunu yaparken mahkemenin otoritesini göstermek amacı başköşede. Yukarıda tören dedim, tören disiplini dedim, işte uygulaması. Yasaya bakıyorsunuz, hüküm (son karar) verilirken herkes ayağa kalkar diyor. Demek ki avukat da kalkacak. Onun dışında bir mecburiyet yok. Ama gelgelelim, nice yargıç kalktınoturdun tartışmasında disiplin mekanizmasını işletmeye kalkıyor. Bu tavırlar yanlıştır. Silivri’de havalar nasıl diye sorarsanız, hava kurşun gibi ağır, ortalık toz duman. Herkesin kendi doğrusu var, üst tarafı lafügüzaf (saçma sapan söz). Kimse karşısındakini ne dinliyor ne de onun söylediklerine değer veriyor. Peki bu neden kaynaklanıyor? Sanıyorum “karşılıklı güven eksikliğinden”. Oysa, adalet dağıtılan yerler olmaları kaçınılmaz olmaları gereken mahkemeler ve duruşma salonlarında görev yapan tüm unsurlar önce muhataplarına güvenecekler, sonra yasaların kendilerine biçtiği rolü oynayacaklar ve adaleti arayacaklar. Her eza sisteminin yapı taşları Oysa bu böyle olmamalı. Ceza adalet sisteminin yapı taşları bellidir ve bunlar kaya gibi sağlamdır. Kurallar önceden konulmuştur ve herkes için bağlayıcıdır. Hatta toplumun gözü önünde yaşanması planlanmış olan duruşma devresi, bu konuda teorisyenlerin sevdiği bir terimle, bir törendir. O törenin her adımı bellidir, aynen Amerikan filmlerinde gördüğünüz nikâh törenlerinde olduğu gibi. Tören aslında bir disiplinin de göstergesidir. Bu disipline herkes uymak zorundadır. Bu sayfada yayımlanmasını dü C 2020 İstanbul Olimpiyatları Hayal mi? Oraya buraya, “İstanbul’a Olimpiyat Yakışır” şeklinde afişler asmak yetmez; halk desteğinin varlığı da yetmez. Önce, İstanbul’da olan biteni İstanbul’a yakışır hale getirmek gerekir. Doğan HASOL B ilindiği gibi İstanbul, 2020 Olimpiyat Oyunları için aday. Bir süre önce Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) ilgili değerlendirme komisyonu üyeleri İstanbul’a gelerek incelemelerde bulundular. Kendilerine bizim de ilk kez duyduğumuz kimi projeler sunuldu. Örneğin Harem’de yapılacağı belirtilen 70 bin kişilik geçici stadyum gibi… Bu stadyum konusunu daha önce Cumhuriyet’te yazdım: “Şehrin planlarında bile olmayan önerilerle IOC’nin gözü boyanamaz. IOC yöneticileri konularını çok iyi bilirler. Önerilen stadın İstanbul’a zararlı olacağını düşünüp kötü puan bile verebilirler.” Şunu hemen belirteyim: Olimpiyatların İstanbul’da yapılmasından yana olduğumu yıllardan beri yazıyorum. Ne var ki olimpiyatların ülkeye sağlayabileceği bazı avantajların yanı sıra başta ekonomi olmak üzere getirebileceği sakıncaları da iyi hesaplamak gerekiyor. rarını verir. Karar öncesinde de olimpiyatları düzenlemeye aday şehirler çeşitli yönleriyle didik didik irdelenir. Şimdi bu evredeyiz. Şu anda aday sayısı 3’e inmiş durumda: İstanbul, Tokyo ve Madrid. day sayısı 3’e indi Son karar her durumda Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne bağlı. Komite, yıllarca yaşadığı olumluolumsuz deneyimlerin ışığında son ka A Geçenlerde Başbakan Erdoğan, Sinop’ta kurulması söz konusu olan nükleer santral için Japonya Başbakanı Shinzo Abe ile buluştu. Başbakan Erdoğan o buluşmada, 2020 Olimpiyatları adaylığında İstanbul’un rakibi olan Tokyo’nun çekilmesini esprili bir dille önermiş. Erdoğan, “Daha önce olimpiyat yaptınız. Siz Tokyo Valisi’ne talimat verin, bu olimpiyattan çekilin, bunu da biz yapalım. İnanıyorum ki kendileri de bunu anlayışla karşılayacaklardır” diye konuşmuş. Abe ise bu teklifi nazikçe reddederek “Biz de Japon halkına olimpiyatların zevkini tattırma düşüncesindeyiz” demiş. Evet, Tokyo 1964 yılında olimpiyatları düzenlemiş, olimpiyatlar ve sonrasındaki atılımlarla, havası kirli, bakımsız bir şehir olmaktan kurtulmuştu. Burada şunu hemen belirtmekte yarar var. IOC, dünyanın en büyük spor örgütlerinden biridir ve kararların Erdoğan’ın esprisi da kendi başına buyruktur. Bu tür pazarlıklardan, baskıdan, dayatmalardan hiç hoşlanmaz. Öneri şaka şeklinde yapılmış olsa bile aleyhimize sonuç verebilir. Yine üzerinde durmamız gereken başka noktalar var… IOC, olimpiyatların yapıldığı ülkede huzur ve güvenlik arar. 1972 Münih Olimpiyatları’nda yaşanan terör olaylarına benzer olayların bir kez daha yaşanmasını hiç istemez. Bu, Almanya’nın düzenlediği ikinci olimpiyattı ve 1936’da Nazi rejimi altında Berlin’de yapılmış olandan daha iyisi amaçlanıyordu. Oyunların resmi sloganı “The Happy Games” (Mutlu Oyunlar) da bunu gösteriyordu. ‘Münih katliamı’ Yeni tesisler üstün bir mimari özen ve ustalıkla hazırlanmıştı. Ne var ki oyunlar, “Münih katliamı” ile gölgelendi. Filistinli terör örgütü Kara Eylül’den bir grup, Olimpiyat Köyü’nde İsraillilerin kaldığı iki daireye baskın yaptı; ilk çatışmada İsrailli bir sporcu ile bir antrenör öldürüldü. Daha sonra saldırganlar 7 sporcu ile 2 antrenörü rehin aldılar ve sağlanan helikopterle havaalanına geçtiler. Ancak orada düzenlenen kurtarma operasyonu sırasında bazı militanların yanı sıra bir polis memuru ile rehinelerin tümü öldü. Olaylar sırasında oyunlar durdu, birçok spor kafilesi Münih’i terk etti. “Mutlu Oyunlar” tatsız bitmişti. İşte bu deneyimden dolayı da biliniyor ki, IOC için, dünyanın en büyük spor organizasyonunu üstlenecek ülkede birçok özellik aranır; ancak her durumda huzur ve güvenlik esastır. Son zamanlarda ülkemizde yaşanan olayların ne yazık ki IOC’nin nihai kararını olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmek fazla karamsarlık sayılmamalı. 1 Mayıs’ta İstanbul’da yaşanan ve bir bayramı zehir eden olaylar, 11 Mayıs günü HatayReyhanlı’da en az 50 kişinin ölümüne, pek çok kişinin yaralanmasına, yüzlerce binanın, taşıtların hasar görmesine neden olan bombalama eylemleri ve bunlara ek olarak komşu ülkelerdeki siyasal ve toplumsal çalkantıların IOC’nin kararında etkili olmaması beklenemez. IOC her zaman sporun gücünü polisin gücüne tercih eder… Terörden de hiç hoşlanmaz. Oraya buraya, “İstanbul’a Olimpiyat Yakışır” şeklinde afişler asmak yetmez; halk desteğinin varlığı da yetmez. Önce, İstanbul’da olan biteni İstanbul’a yakışır hale getirmek gerekir. Daha da önemlisi, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle, içte insan haklarına dayalı gerçek demokrasi, kardeşlik ve özgürlük ortamının yaratılması, dışta ise komşu ülkelerle dostça, barışçı ilişkiler kurulması öncelik taşıyor. Ülkede huzur ortamı yaratılmazsa pek çok iyi şey gibi 2020 İstanbul Olimpiyatları da hayal olmaktan öteye geçmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle