18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 MAYIS 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Türkiye, geçen yıl en kötü ekonomik performansı kaydeden ülkeler arasında yer aldı Ekonomiye makyaj Ekonomi Servisi Tüm ülkelerin küresel ekonomik kriz koşullarını hissetmeye devam ettiği 2012’de, hükümet temsilcilerinin “başarı” olarak gösterdiği Türkiye’nin ekonomik performansının çoğu ülkeden daha kötü olduğu, IMF verileri ile de ortaya çıktı. IMF’nin güncellenen verilerine göre AKP yönetiminde Türkiye, geçen yıl en kötü ekonomik performansı kaydeden ülkeler arasında yer aldı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın nisanda güncellenen IMF verileri üzerinden yaptığı araştırmaya göre Türkiye büyümede dünyanın gerisinde kaldı, enflasyon ve cari açıkta çoğu ülkeyi solladık. Oran’ın yaptığı araştırmada şu tespitlere yer verildi: * 2012’de acı fren yapan Türkiye ekonomisinin büyüme oranı, tüm istatistik makyajlarına rağmen yüzde 2.2 CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın nisanda güncellenen IMF verileri üzerinden yaptığı araştırmaya göre AKP hükümetinin anlattığının tersine büyümede 110 ülkenin, enflasyonda 134 ülkenin durumu Türkiye’den daha iyi. düzeyinde kalmıştı. AKP, 2012’deki performansı “yumuşak iniş başarısı” olarak lanse ederken, Türkiye yıllık GSYH büyüme oranı ile 187 ülke içinde ancak 111’inci olabildi. Yani geçen yıl 110 ülkenin ekonomisi Türkiye’den daha hızlı büyüdü. Türkiye’nin geçen yılki büyümesi, dünya ortalamasında yüzde 3.2 olan oranın da çok altında kaldı. * Türkiye, enflasyonda ise ülkelerin çoğunu solladı. Geçen yıl 187 ülkeden 134’ünün enflasyonu (TÜFE) Türkiye’den daha düşük, sadece 52’sinin ise daha yüksek çıktı. * Ekonomideki acı fren nedeniyle ithalatın azalması ve çeşitli istatistik makyajları sayesinde cari işlemler açığı 2012’de küçülmesine rağmen GSYH’nin yüzde 6’sı ile hâlâ yüksek düzeyde gerçekleşti. Türkiye, bu oranla dünyada 71’inci oldu. Türkiye cari açıkta 116 ülkeden daha kötü bir performans sergiledi. * Türkiye, 2012’deki milli gelir büyüklüğüne göre sıralamada 17’nci oldu. Geçen yıl hızlı küçülme yaşayan Hollanda’nın bir basamak düşmesi sayesinde bir basamak yükselen Türkiye’nin, 10 yılı aşan AKP iktidarı dönemindeki iddialı büyümekalkınma masallarına rağmen, milli gelir sıralamasındaki yeri 2000 yılındaki ile yaklaşık aynı. * Küresel krizin etkilerinin tüm dünyada kendisini hissettirmeye devam ettiği 2012’de, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türk insanının refahı ise göreli olarak geriledi. Kişi başına milli gelirde 2011’de 62’nci olan Türkiye, 2012’de bir basamak daha düşerek 63’üncülüğe indi. Böylece Türkiye, 62’nci olduğu 2000 yılındaki sırasının altına indi. Sermaye Eziyor! Geçenlerde iki çok büyük ölçekli yeni sermaye yatırımı kararı alındı. Ekonomik ve teknik açıdan yapılabilirlikleri ile ilgili sorunlar ve sorular bir tarafa, İstanbul’a yapılacak bir havaalanının 22 milyar Avro’ya ve Sinop’a kurulacak nükleer enerji santralının da 22 milyar dolara ihale edilmesine bakmayın, bunların harekete geçirecekleri diğer sermayenin büyüklüğü bu tutarlardan çok fazladır. Aslında bu ikili, yaşanmakta olan çılgın yapılaşmaya dayalı sermaye birikiminin doğal uzantılarıdır. Bu gidişin yalnız fiziksel ve ekonomik değil, toplumsal ve özellikle de siyasal boyutlarıyla doğru değerlendirilmesi gerekiyor. HHH Büyük kentlerde halkın büyük çoğunluğunun oturduğu gecekondudan apartmana geçiş AKP iktidarında hız kazandı ve çok büyük ölçüde tamamlandı. Gecekondudan apartmana geçiş kuşkusuz, kitlelerin yaşam ve davranış biçimlerini etkileyecek olumlu dönüşümdür. Kentleşmeye ve kentsel yaşama olası olumsuz etkilerinin öyküsü henüz yazılmayan bu dönüşüm, 2B uygulamasıyla tamamlanıyor. AKP iktidarı, başta İstanbul olmak üzere, ülkenin her tarafında halka ait orman alanlarında bu kez 2B kondu yaratıyor. Yapılaşmayla, kıyılar, dereler ve tarihi yerler de acımasızca talan ediliyor. HHH İş kazaları, çalışanların sosyal sigortası ve diğer işçi hakları konusunda bir türlü gelişemeyen, tersine sürekli ezici olan sermaye, bu yetmiyormuş gibi, yıllardır AKP’ye iyice sarılarak doğaya duyarsız, giderek saldırgan tutum sergiliyor. Sıra ülkenin toplumsal ve siyasal sorunlarına gelince de sermayenin tavrı, tam bir nemelazımcı aldırmazlığa dönüşüyor. Sermaye bu tutumuyla, aslında, kendisiyle çelişiyor. Şöyle ki, sermayecilik, yani kapitalizm, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı; insanın, aklıyla ve bedeniyle özgürleşmesi ve teknolojik yeniliklerin ürünüdür. Bu değerleri sahiplenmeyen bir sermaye kesimi, kendi varlık nedenini de reddetmiş, bindiği dalı kesmiş olur. Sermayenin bindiği dalı kesmesi kendi bileceği iştir denilemez. Çünkü, sermaye toplumsaldır: Sermayenin unutmaması gereken, hiç olmazsa kendini yaratan değerlere sahip çıkarak topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmesi olduğudur. Oysa günümüzde ülke sermayesi, kendini doğuran ve bugün tüm insanlığın malı olan değerlere sahip çıkmadığı gibi, bunları sahiplenerek savunan emekçilerin, basın çalışanlarının, öğrencilerin ve diğer hak arayan toplum kesimlerinin AKP iktidarı tarafından ezilmesine düpedüz seyirci kalıyor ve AKP’ye göz yummasının karşılığı, ormanların, derelerin, kıyıların, tarihi yerlerin yağmalanmasından doğan yüksek kârlar ve rantlar olarak kendisine dönüyor. Sermayenin bu tutumu, tümüyle yanlıştır. Çünkü, kendi varlığı ve yaşayabilmesi, yalnız ve ancak bu değerlerin varlığına bağlıdır. Burada sermaye ile AKP arasında bir büyük ticaret söz konusudur. Ancak niteliksel olarak kirli olan bu ticaretin, her kirli ticaret gibi, sonunun sermaye için de bir yıkım olacağı bugünden görülmelidir. HHH Yazıyı, iki önemli konuya değinerek noktalayayım. Çarşamba günü Havaİş Sendikası, 305 çalışanını acımasızca işten çıkaran ve yıllardır bu büyük yanlışını düzeltmeyen THYTürk Hava Yolları’nda greve gidiyor. Toplumun, hak arayan THY çalışanlarının yanında olması gerekiyor. Geçen hafta barışın, hukuk ve özgürlüklere dayalı demokratikleşme yönünü vurgulayan bildiriler yayımlandı. Bir uyanışı simgeleyen bu çok doğru ve olumlu girişimlerin, birlikte güçlü bir tek ses olması, 12 Eylül sonrasının Aydınlar Dilekçesi gibi kitleselleşmesi ve sermaye kesimi dahil, tüm topluma mal edilmesi gerekiyor. AKP yerinde saydırdı * GSYH büyüklüğüne göre en büyük 20 ülke arasında yer alan Türkiye’nin kişi başına GSYH’deki sırası ise 2000’li yıllar itibarıyla 5763’üncülük arasında geziniyor. * Türkiye, 2012’de cari fiyatlarla 786.3 milyar dolarlık GSYH’si ile dünya sıralamasında 17’nci oldu. IMF veritabanından yapılan belirlemeye göre, geçen yıl milli geliri hızlı bir küçülme kaydeden Hollanda’nın bir basamak düşerek 18’inciliğe inmesi, Türkiye’yi bir basamak yukarı itti. 2000’de 18’inci sırada bulunan Türkiye, 2001 ekonomik kriziyle birkaç basamak düştükten sonra 2004’te 17’inciliğe yükselmiş, 2011’de ise Endonezya’ya geçilerek 18’inciliğe düşmüştü. 2012’de Avrupa’daki ekonomik kriz nedeniyle Hollanda’nın yaşadığı sert düşüş sayesinde bir basamak yükselmekle birlikte, Türkiye’nin 10 yılı aşan AKP iktidarı dönemindeki büyümekalkınma masallarına rağmen, sıralamadaki yerinin 2000 yılındaki ile yaklaşık aynı olduğu görülüyor. MNG Kargo TIR’ı 35 bin kişiye ulaştı BURCU ÇAĞRI GAZİANTEP MNG Kargo’nun Anadolu esnafına ve küçük işletmelere destek olmak amacıyla başlattığı “Aç Kanatlarını Türkiye” projesinin 15. durağı Gaziantep oldu. MNG Kargo Yönetim Kurulu Başkanvekili ve Genel Müdürü Aslan Kut, proje kapsamında şu ana kadar 35 bin kişiye ulaşıldığını belirterek, “Esnaf, ticaret erbabı, sanayici büyürse Türkiye büyür, Türkiye büyürse, hepimiz büyürüz. Aç Kanatlarını Türkiye projesi de, şirketimizin bu anlayışı ile geliştirdiği bir ürün” dedi. 26 ili gezecek olan MNG Kargo TIR’ında konusunda uzman ekiplerle, teşvik destekleri, ürün geliştirme, dış ticaret, markalaşma ve gider tasarrufu ile pazara açılma konula rında iş dünyasına ücretsiz danışmanlık ve uygulama hizmetleri veriliyor. İlki İzmit’te ger çekleştirilen projenin Gaziantep’ten sonraki durağı Kahramanmaraş olacak. Haziran sonuna kadar devam edecek proje sonunda MNG Kargo TIR’ıyla 5 bin 950 km yol kat edilerek 80 bin kişiye ulaşılması hedefleniyor. Gaziantep’teki etkinlikte MNG Kargo’nun 10. yılı da kutlandı. MNG Kargo Genel Müdürü Aslan Kut, faaliyetlerinin 10. yılında MNG Kargo’nun sektöründe trend belirleyen konumuna geldiğini belirtti. Düzenlenen gala gecesinde 5. ve 10. hizmet yılını dolduran MNG Kargo çalışanlarına Aslan Kut tarafından plaket verildi ve MNG Kargo 10. yıl pastası kesildi. Türkiye hapı yuttu Ekonomi Servisi Türkiye’de geçen yıl kişi başı 20.62 kutu reçeteli ilaç tüketildi, bu ilaçlar için kişi başı 106 dolar harcama yapıldı. 2012’de Türkiye reçeteli ilaç pazarı kutu ölçeğinde yüzde 2.8 büyüyerek 1.56 milyar kutuya ulaştı. Tutar ölçeğinde ise pazar yüzde 5.9 oranında küçülerek 12.9 milyar liraya geriledi. Diğer yandan sağlık hizmetlerine ulaşmak nisanda ortalama yüzde 0.2 oranında zamlandı. Türk SağlıkSen tarafından yapılan araştırmaya göre, sağlıkta en dikkat çeken artış yüzde 3.3 artışla röntgen ücretlerinde oldu. Röntgen ücretleri nisanda 38.4 TL’ye çıktı. İkinci sırada yüzde 1.3 artışla diş çekme ücreti yer alırken; diş dolgu ücreti nisanda 81.1 TL’ye yükselerek yüzde 1.01 arttı. Doğum ücretleri ve ilaç fiyatlarında ise düşüş yaşandı. Araştırmaya göre ayrıca Türkiye’de 598 kişiye 1 hemşire düşüyor. Bu oranla Türkiye, AB ortalamasının oldukça gerisinde kalıyor. 100 bin kişiye düşen ebe ve hemşire sayısı AB’de 562, üst gelir grubu ülkelerde 709 olurken, bu sayı Türkiye’de 237’e kadar düşüyor. Sadece hemşireler dikkate alındığında ise Türkiye’de 100 bin kişiye sadece 167 hemşire düşüyor. OECD’ye göre, Türkiye 100 bin kişiye düşen hemşire sayısı sıralamasında, sonuncu sırada yer alıyor. AKP, bana Fransa’da Napolyon dönemini izleyen Bourbon Restorasyonu’nu (18181830), Prens Talleyrand’ın, “Hiçbir şey öğrenmemişler, hiçbir şey unutmamışlar” sözünü düşündürüyor. Burjuva sınıfının ünlü diplomatlarından Talleyrand, bir öğrenme, unutma uzmanıydı. Aristokrasiye sırt çevirerek Fransız Devrimi’nin ilk meclisine kilisenin temsilcisi olarak girdi, sonra kiliseye karşı uygulamaları destekledi. Napolyon rejiminde çalıştı, Napolyon devrilince Bourbon restorasyonu rejiminde çalıştı, hep iktidarda, Avrupa diplomasisinin merkezindeydi Talleyrand... Bourbon hanedanının amacı, 1789 Devrimi’nin kazanımlarını silerek “eski rejimi” restore etmekti. Napolyon Elbe’den kaçtıktan sonra, Bourbon yönetimini devirdi. Napolyon’un Waterloo yenilgisinden sonra Bourbon’lar tekrar yönetime geldiler. Bourbon’ların iktidara gelmesinde dönemin hegemonyacı gücü İngiltere ve Avrupa gericiliği belirleyici oldu: Aslında, Bourbon hanedanı “iktidara gelmedi”, “getirildi”. Bourbon restorasyonu “Üç Muhteşem Gün” / “Temmuz Devrimi” olarak bilinen 1830 ayaklanmasıyla, meşruti monarşiye dönüşmeyi kabul etti, ama bir daha asla istikrar kazanamadı, 1848 devrimci dalgasıyla yıkıldı. II. Fransız Devrimi olarak da bilinen 1830 ayaklanmaları, ağustos ayında Brüksel ayaklanmasına, İtalyan ve Polonya devrimci atılımlarına esin kaynağı oldu. Talleyrand’a göre, Bourbon’lar, ne 1789 Devrimi’ne yol açan olaylardan bir şey öğrenmişti, ne de o zamanki yolsuzluk, adam kayırma, devleti talan etme, rakiplerine ve halka karşı küstahlık alışkanlıklarını unutmuştu... Bourbon’ları, burjuva orta sınıfla kent proletaryasının cumhuriyetçi ittifakının üzerinde yükselen 1848 devrimci dalgası tarihin çöplüğüne süpürdü. Ne ki bu devrimci dalga, aynı zamanda burjuvazinin, proletaryayı sırtından bıçaklamasıyla bu iki sınıfın yollarını ayırmaya başlamasının da miladını oluşturur. Bundan sonra tarih, devrimlerde burjuva sınıfına yaklaşanların sonunda hep sırtlarından bıçaklandıklarını gösteriyor. Bourbons Alla Turca Siyasi iktidarı AKP hükümetinde ifadesini bulan Müslüman entelijensiyanın (Osmanlı egemen sınıfın bir kalıntısı olarak) Osmanlı dönemine geri dönme, onun yönetim biçimini, uluslararası ilişkiler anlayışını restore etme amaçlarını liberalpostmodern zevzekliklerden de (“öteki” söyleminden, kimlik siyasetinden, küreselleşmeci fantezilerinden) destek alarak dile getirdiklerini biliyoruz. Bugüne kadar da bu saçmalıkları, yaşamın maddesine her çarptıklarında, elimizden geldiğince göstermeye, tartışmaya çalıştık. Ama, bugünkü yazı, Kansu Yıldırım’ın “Hegemonik Proaktivizmin Eleştirisi: AKP Dış Siyasetinin Muhasebesi” denemesiyle (Kampfplatz, Cilt 1 / Sayı 2, Şubat 2013), Sedat Ergin’in “Başkanlık Sisteminde Osmanlı Geleneğinden Yararlanmak” başlıklı köşe yazısını, tesadüfen birlikte okurken şekillendi. Yıldırım, denemesinde esas olarak Davutoğlu’nun “Tarihsel gerçeklikten/küresel ölçekli üretim ilişkilerine dayalı tahlillerden uzak”... “ussal olanın gerçek olduğu” diskuruna dayalı olarak tanımladığı dış politika doktrinini, Hegel’e ve Lacan’a gidip gelerek, Gramsci, Harvey ve Arrighi’den yararlanarak başarılı bir biçimde eleştiriyor. “Cumhuriyetin uzamzamanını sıçrayarak atlayan”, “Osmanlı’nın coğrafi sınırlarına geri erişim”i amaçlayan bu dış politika doktrinine göre, “Kemalizm Osmanlı’nın tarihsel kazanımlarını boşa harcamıştır, bu aşamaya yabancılaşmıştır. Davutoğlu’na göre, AKP döneminde çizilen gerçeğinden uzak, bugünün dengelerinden habersiz bir “Bourbons Alla Turca” komikliği olarak görülebilirdi eğer elinde devletin şiddet araçları olmasaydı... Bu “Bourbons Alla Turca” ne yazık ki şaka değil, AKP liderliğinin “aklına geleni gerçek sanmasıyla” trajik sonuçlara yol açmaya aday bir fantezi. Bazı yanlarıyla piromani saplantısını da düşündürüyor: Ya bu ateşle oynama aymazlığı evi yakacak ya da “büyükleri” ateşi ellerinden alarak onları, soğukta yalnız bırakacaklar. Suriye skandalına bakmak yeterli: “Kardeş Esad” vıcıklığından, “Esad rejimi yıkılmalıdır” saplantısına geldik. Buraya gelirken yolda, Avrupa ve ABD’de AKP “hayranlığının” yerini, “Türkiye Selefileri, El Kaide türevlerini destekliyor”, “Veziristan’a gitmek yerine Türkiye üzerinden kolayca Suriye’ye geçiyorlar” “yüzbinlerce sığınmacı var ya geri dönmezlerse ne olacak” gibi kaygılar almaya başladı. Düne kadar AKP’yi cilalamaktan elleri nasır bağlamış Hugh Pope gibi tipler, Edelman, Abramowitz gibi AKP’nin doğumuna ebelik etmiş olanlar Suriye politikasının iflasından söz ediyorlar. ABD, Irak yönetimi, hatta İran, “Türkiye Kürtlerle anlaşarak, Irak’ı bölerek, petrollerine sahip olmaya kalkıyor” kaygısında, bu kaygı Erbil ile Bağdat’ı anlaşmaya zorluyor. Bağdat PKK savaşçılarını (hepsi TC vatandaşı) bize göndermeyin diyor, Barzani ile PKK’nin çatıştığına ilişkin haberler geliyor, durum gittikçe sarpa sarıyor. Bu sırada, nükleer santral projesi, Fukuşima felaketinden, “orman kes havaalanı yap”, “çayır yok et AVM yap” kafası, küresel ısınmadan, ülkede büyüyen çölleşme tehlikesinden bir şey öğrenilmediğini, ama Osmanlı’nın sanki “yarın” diye bir şey yokmuş gibi yaşayan talancı kafasının da unutulmadığını gösteriyor. Cuma gecesi bu yazıyı, “Ateşle oynayan AKP Türkiyesi’ni acaba başka ne bekliyor” sorusuyla bitirmiştim. Cumartesi günü bu sorunun cevabına ilişkin ilk acı işaretler gelmeye başladı... Ateşle oynayanlara dair AKP’nin restorasyon projesi proaktivizm ve dinamik diplomasi, bu yabancılaşmayı tersine çevirebilecektir” (abç). Sedat Ergin, Başbakan Erdoğan’ın 29 Nisan tarihinde Kızılcahamam’da düzenlenen il başkanları toplantısında yaptığı konuşmadaki “Başkanlık sistemi tartışılıyor.. bu bize yabancı bir anlayış da değil. Çünkü bizim ecdadımıza, tarihe baktığımız zaman bunun benzerini Osmanlı yaşamış...” (abç) ifadelerini aktarıyor. Ergin, “Başbakan, tarihe kutsadığı bir yolgösterici olarak bakıyor, aynı zamanda “bugün”ü “dün” ile ilişkilendirerek, güncel olanı tarihsel bir bağlama oturtma çabasına giriyor. Bu anlamda kendisine ve iktidarına, tarihin çizgisini bugüne taşıyan bir misyon atfediyor” diyor ve ekliyor. “Bu bakış, Başbakan’da ve onun konuşmalarını kaleme alan metin yazarlarında çok kuvvetli bir duygu olarak karşımıza çıkıyor”. Kısacası, karşımızda, toplumdaki din merkezli, dönüşümlerin yanı sıra uluslararası ilişkilerde Osmanlı nüfuz alanlarına, dış politika kültürüne, içerde, Osmanlı sultanlarına göndermeyle tanımlanmaya, meşrulaştırılmaya çalışılan, güçler ayrılığından (kurumsal denetimdenbu sermaye sınıfının denetiminden kurtulmuş anlamına da gelecektir) “kurtarılmış” bir başkanlık sistemi projesi var. Bu, Cumhuriyet döneminin burjuva devrimin getirdiklerini ortadan kaldırarak, Cumhuriyet öncesi “bir şeyi” restore etmeyi amaçlayan bir projedir. “Bir şey” diyorum, çünkü “Cumhuriyet öncesi”, artık bir imparatorluk değil, çürümekte olan bir cesetti. Bu proje, 19 yüzyılın Osmanlı Taksit isteyen müşteri aidat ödeyecek Ekonomi Servisi Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, kredi kartı aidatı konusunda hazırladıkları tasarıyla ilgili “Bu alanda da çözüm formülü şu; bütün bankalar hiç ücret almadıkları, tüketicinin sadece alışveriş için kullanabileceği ücretsiz bir kredi kartını hizmete sunmakta yükümlü olacak” dedi. Yazıcı, bankaların tüketici kartlarına yönelik uygulamaları özendirmek için taksitlendirme ve puan gibi çeşitli alternatifler ürettiğini, bu alternatifleri kullanmak isteyen tüketicinin ise aidat ödeyeceğini söyledi. Yazıcı “Onu isteyen tüketici de onu alacak. Düzenlemeyle ‘Niye benden ücret alınıyor, kredi kartı aidatı alınıyor’ gibi yakınmaları ortadan kaldıracağız” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle