18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 NİSAN 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ulusal Egemenlik Aydınlığı... Demokrasi Diye Diye İsmet İnönü’dür Türkiye’de “demokrasi” adlı düzeni başlatan... Tek partiden çok partiye geçişi o sağlamıştır. Bile bile, yeni açılan bu yolda neler yapılacağını... Bizler yaşadık ve gördük göreceklerimizi... Tek partili yönetimde neler vardı, sonra çok partiliye geçince ne oldu! Halkevleri, Köy Enstitüleri ortadan kalktı. Eğitim ve öğretim çağdaş anlayışların dışına çıkarılmaya çalışıldı. Gelişmeler durduruldu, her şey gerilik çizgisine döndürülmek istendi. Bir öyle bir böyle kısır çekişmelerle bir sonuç alınamadı. Yürüdük, yaşadık, öğrenmemiz gerekenleri öğrendik ya da öğretildik! Hasan Âli Yücel’di çağdaş uygarlığı yaşamanın öncüsü. Çok sürmedi daha yaşarken bir yana itildi Yücel. Kadrosuyla eğitim dünyasından uzaklaştırıldı. Sirer dönemi başladı. Bir türlü durdurulamadı bu gerileme. Gide gide gerçek demokrasiye karşıt bu tutum yeni kuşakları da etkiledi. Geldik bugünlere. Şimdi anılarda kalan uyanış günlerindeki savaşımızı arada bir anımsıyoruz. Giden gitmiş. Geriye kalanla yetin! Demokrasiye geçmek? Unuttuğumuz o güzel döneme kavuşmak! Ama hiçbir zaman o güzel düzeni yaşamadık. Hep umutlandık, hep bekledik. Birkaç iyi niyetli politikacı yetiştirdik. Biz mi, bu halk mı? Kendi kendine mi belli kültürleri kazandılar ve çağdaşlık öncülerimiz oldular. Ama hepsi bu? Şimdi eski kitaplarda anlatılan atılımları acıyla anımsıyoruz. Kim kapattı Halkevlerini, Köy Enstitülerini? CHP diyeceksiniz. O kurdu, o kapattı. Nedeni de, toplum böyle istiyor diyerek. Gerçi öyleydi, halkın büyük çoğunluğu uygarlığın koşullarını sevmiyordu. Sindirilmiş gerici kafalar yeniden dirilmişti. CHP de o akışa ister istemez kendisini kaptırmıştı. Şimdi bir yol ağzındayız. Bir dönemeç mi, bir uygarlık kurtuluşuna mu? Eğitimci geçinen birtakım adları sayabiliriz. Ama hangisi Hasan Âli Yücel’in dönemindeki öğretmenlere benziyor? Hepsi çağdaşlıktan kopuk ters bir çizgide koşan adamlar. Sonu uçurum olsa da gidiş o yöne! u Cumhuriyet ve devrimin ‘kayıtsızkoşulsuz’ benimsediği duyarlılık, ulusal egemenlik erkine yönelik ilerici bir önemsemedir. Kişi, zümre veya hanedanlık yönetimleri; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana ideallere set çekerlerken, bilinçli bir halk da; elindeki egemenlik erkine ancak toplumcu ölçütlerle sahip çıkabilir. Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu Egemenlik, siyasal dış siyasetini ulusal anlamda bir ülkenin egemenlik üzerinde yaşamsal bütünlüğü yoğunlaştıran bir kuvvet, üzerine; ilke, esas ve “antiemperyalist” kurallar getirme erkidir. direncin de öncüsü Bu erk, kendi hukukunu olmuştur. da yaratır. Demokratik Tarih, Anadolu nitelikli etkin güç ihtilali çapında; kaynağı, doğrudan devrimci nitelikli ve doğruya halktır. Böyle bir insanlık hukukuna kudret, yönetsel iradeyi saygın mücadeleleri oluşturarak, yasalarla bulmakta zorlanır. şekillenen hukuksal Çünkü mücadele; düzenlemeyi de temsil sömürgecilere karşı eder. Öyleyse ulusal olduğu kadar “saltanategemenlik erki, halk hilafet” yöntemiyle adına devletteki varlığını; ulusal egemenlik yasama, yürütme ve erkine el koyanlara yargı yoluyla kamusal karşı da yapılmıştır. alanlarda gösterir. Emperyalizmi tersyüz Egemenlik hukukuna, ettikten sonra, hanedanlık baskı ve şiddet yoluyla eksenli “biat” rejimini el atanlar; monarşilerden söndürerek bir de tutunuz da dikta “meşruiyetçi” yola rejimlerine doğru gitmek ayrıcalıklı tarihsel sahneden hiç başarıdır. eksilmezler. Aidiyeti Kurtuluş Savaşı’nın, halk olan egemenlik içinden kimi kez iradesi adına tekeller bile yaman muhalefetlerin kurmaya kalkışırlar. Ama de belirdiği ama Atatürk’ün deyişiyle: her şeye karşın halk “Ulusal egemenlik iradesinin yansıdığı öyle bir aydınlıktır ki; “Meclis” kurumuyla karşısında zincirler erir, gerçekleştirilmesi taç ve tahtlar yanar, dikkat çekicidir. yıkılır. Tutsaklıklar Ulusun var oluşunu üzerine kurulmuş saptayacak anlarda; kurumlar da yıkılmaya siyasal karşıtlık ve mahkumdurlar.” engellemeler üretenlere bile dayanılmışsa, nadolu ihtilali demokrasiye saygı işte Saldırganlık hedefi orada kanıtlanmıştır. olan bir halk, “tam Demokratik işleyişin bağımsızlık” ilkesinde çatılarını çatmak ve yükselen görkemli gözetmek, kapsamlı kalkışmayla Cumhuriyeti, bir beceri olarak kan ve ateş pahasına “Kemalist” aydınlanma kurmuştur. İç ve sürecinin onurudur. Halk yönetimini kuran anlayış, ağırlıklı “nirengi” olan ulusal egemenlik felsefesinden esinlenmiştir. Devletin kamu yararına işlev taşımasını öngörerek devrimciliğin, kitlesel ivmenin enerjisi olduğunu da sergilemiştir. “Halkçıdevletçi” bakışın önderliğinde ulaşılan bu amaçlar, toplumsal çabanın kendisine özgü cevheridir. 1925, 1930 ve 1945’li yılların çok partili tablosuna yol açan çaba, Cumhuriyetin kurucu iradesinde saklı değil midir? Ama feodalite ve emperyalizmin içlidışlı işlerine bulaşanlar, demokratik gelişmeyi yozlaştırarak, devrime karşı saf tutmuşlardır. 1950’ler sonrasının çoğunluk “sultaları” eliyle de hak ve hukuku kıyasıya zedelemişlerdir. 1921 Anayasası, ulusal egemenlik düşüncesini; yüzyılların zincirlerinden çekip çıkaran devrimci bir hukuk portresidir. 1924 yılı anayasası, Cumhuriyetin başlangıç döneminin ürünüdür. Temel hak ve özgürlüklerden tutunuz da yargı bağımsızlığına kadar geliştirilmiş aşamalar taşır. Ayrıca 1937 tarihli değişiklik, egemenliğin Anayasal süreç anayasal ilkelerini; “Cumhuriyetçi, halkçı, ulusalcı, laik, devletçi ve devrimci” nitelikli “Altı ok” demetiyle olgunluğa erdirir. 1961 yılı anayasası da; egemenlik erkinin “ulusa ait” olduğunu belirterek, halkın temel hak ve özgürlüklerini, “sosyal devlet” kavramıyla birlikte pekiştirerek öne çıkarır. Anayasanın 1982 tarihlisi; “yarı başkanlık” sistemine özenen ve ulusal egemenliği, yürütme öğesi hesabına boyun eğdirmeye çalışan çabayı içerir. Günümüzde kimi çevrelerce estirilen devrim karşıtı rüzgâr; kurtuluş ve kuruluş yıllarının ulusal egemenlik bilincinden uzaklaştırıldığı sanılan toplumu biçimlendirmek içindir. Kimliksiz, duyarsız ve coşkusuz bırakılmış insan yığınlarının yaratılmasıyla, her sunulanın kabul edileceği tasarlanmaktadır. Anayasal değişikliklerle de Cumhuriyet kazanımlarının ortada bırakılacağı hayal edilmektedir. Emperyalist tahakkümün yanı sıra monarşinin yüzyıllarca sürdürdüğü yetkisel “gasp” da savrularak atılmıştır. Cumhuriyet değerlerini özümseyen bir halkın, demokratik devrimci dayanak olan egemenlik erkini, “ulusal namus” emaneti olarak; içte ve dışta koruyacağı kuşkusuzdur. Birey Laik Olamaz mı? Ya Çocuk İşçi İstismarı? Anayasa Mahkemesi’nin son 4+4+4 eğitim yasasının iptaline ilişkin ret kararı, 12 Eylül 2010 referandumunun yargıda oluşturduğu yeni dengeleri bir kez daha vurguladı... Dilerim Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin “Demokratik ve Laik Sosyal Hukuk Devleti”ni, AKP’nin çoğunluk diktatörlüğü anlayışını yansıtan “İleri Demokrasi” düzenine kurban etmez! HHH Mahkemenin karar metnine bakıldığında derhal göze çarpan bazı sorunlu alanlar var: Birey laik olamaz mı? AKP iktidarının ve onun lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Laiklik devletin niteliğidir, birey laik olamaz” dediğini biliyoruz... Bu görüşün arkasında, “Müslümanlar laik olamaz; ya laiksin, ya Müslümansın” biçimindeki yanlış bir dayatmanın olduğunu da! Anayasa Mahkemesi, kararın başlangıcında, anayasanın ilgili maddelerine atıf yaparak “Diğer bir ifadeyle, laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir” diyor; sanki anayasa başka biçimde bir düzenleme yapabilirmiş gibi! Sanki, demokrasi, sosyal devlet, hukuk devleti gibi kavramlar birey ya da toplum tarafından benimsenemez, birey ya da toplum, bunlardan yana olamazmış gibi. Anayasa Mahkemesi’nin bu sakat ifadesine göre birey ve toplum demokrat da olamaz; çünkü demokrasi de devletin bir niteliğidir! Hukuk diline ve anayasa metnine uygun da olsa, bilimsel olarak yanlış bir yargıyla işe başlaması, Anayasa Mahkemesi’nin “Yeni zihniyetinin” bir yansıması sanıyorum. Çoğunluk dinine ayrıcalık ne demek? Türkiye’de Sünni bir çoğunluk baskısı olduğu, “mahalle baskısı” denilen bu yaklaşımın artık gözle görülür, elle tutulur hale geldiği ve ne yazık ki devletçe de benimsendiği son olaylarla iyice belirginleşti. Böyle bir ortamda, Anayasa Mahkemesi, bu çoğunluk baskısını devletin de benimsemesini, “Hemen her ülkenin din eğitim ve öğretimi, hâkim dine belli bir ağırlık vermekte, diğer dinler karşısında çoğunluk dininin mensuplarına bazı öncelikler tanımaktadır” diyerek meşrulaştırmaktadır! Ayrıca kararın, laiklik anlayışı konusundaki başka tartışmalı görüşleri yanında, çocuk işçi çalıştırılmasının önünü açması konusunda da çok sakıncalı yanları var. Sanıyorum, bu karar daha çok tartışılacak: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, hem “ulusal egemenlik” hem de “çocuk” kavramlarının yozlaşmasına yönelik tohumlar taşıyor içinde! Sonuç A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle