18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 NİSAN 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Emperyalizmin Gölgesinde Yükselen Saray... Denizdeki Bayrak DOĞU Akdeniz yine çalkalanıyor. Bu kez konu petrol ve doğalgaz arama alanları. Kıbrıs’ın güneyi ve doğusu ile Kuzey Afrika ve Yakın Asya’nın batısı arasındaki deniz diplerinde zengin enerji kaynaklarının varlığı yeni buluşlarla kesinlik kazanmaya başladıkça tartışmalı, hatta çekişmeli sorunların gündeme gelişi de artıyor. Bir gazete köşesi elbet bütün bu sorunların gözden geçirilerek incelenip tartışılması için elverişli bir yer sayılamaz. Ancak doğru sonuçlara varmak için yeterli çerçevenin iyi seçilmesi gerekiyor. er şeyden önce, “Doğu Akdeniz” kavramı... Bu, düşünceyi daraltıcı ve dolayısıyla yanıltıcı bir çerçeve. Karadeniz başta olmak üzere içdenizleriyle ve boğazlarıyla bir bütündür Akdeniz, öyle düşünülmelidir. Gerçi her deniz az ya da çok böyledir, ama tarihi ve uygarlıklarıyla Akdeniz’in bütünlüğü bir başkadır. İkincisi, siyaset, dış politika ve hukuk bakımından önemi: Haklı olmak ya da haklı sayılmak yetmiyor; her çağda hakkın arkasında kuvvetin olması gerekmiş, şimdi de öyle, ama değişik biçimde. Savaşmak, yıkıp kırmak anlamında değil, hatta çoğu zaman ekonominin gücüyle ve onun göstergesi sayılabilecek ayrıntılarla. İşte, deniz gücü bütün bunları kapsayan özellikleriyle, bunun için önemli. Bu bakımdan, yaygınlaşmış deyimiyle “bayrak göstermek” için dolaşan, hatta barışçıl olarak bir kentin ya da limanın açığına demirleyen bir filo ya da flotilladan daha etkileyici bir başka görüntü düşünülemez, Hele o görüntü “denizcilik gücü” denen daha da gerçekçi bir kavramla desteklenmekteyse. Kısacası denizde bayrağın gücü ve ağırlığı bir başkadır. yle olduğu içindir ki, iktidar sahiplerinin Cumhuriyeti hayalet gemiye dönüştürmek amacıyla donanmayı hedef alarak batırdığı izlenimi yaratılıp yayılmak isteniyorsa, deniz gücünü artırarak o izlenimi bir an önce mutlaka silmek, ülkenin saygınlığı açısından şimdi sanılanın çok ötesinde bir önem kazanmıştır. Denizciler, “denizle şaka olmaz” derler. Denizdeki bayrağa ihanet ise hiç olmaz ve deniz önünde sonunda hoyrat hainleri öyle bir çarpar ki, dünyaları şaşar... Son dönemlerde moda oldu pazarlıklar; kardeş denilene düşman, düşman denilene de kardeş olarak sarılmak. E tabii sesini özlediği büyük ağabey artık sabırsız. Ortadoğu’nun göbeğinde kendine bir saray inşa ediyor ve sarayı sahnelerle kuşatarak “padişahlık” rolü veriyor. “Y Ali KILIÇ – CHP Yurtdışı Örgütlenme Koordinatörü miş. Şimdi TBMM,  “Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan her şeyin kanun olmasına” kılıf arıyor. Çok şükür ararken “başkanlık kılıfını buldular”. Bu şekilde bir başkanlık talebi Magna Carta’nın gerisidir. Bunu savunan hukukçulara gülüyorum... Buna ses çıkarmayan hukuk fakülteleri “ne işe yarar” diye de şaşıyorum! Egemenliğin milli iradeye dayanması gerektiğini söyleyen J. J. Rousseau, “milli iradenin mutlak ve yanılmaz olduğunu, bölünmez olduğunu” söylüyordu. Ama onun karşısında kuvvetler ayrılığını savunan Montesquieu vardı... Rousseaucu anlayışlar Avrupa’da faşizme giden yolda iyi bir dayanak oldu. Karl Schmidt ve Ernst Forsthoff bu fikirlerle Hitler’in teorisyenleri oldu. Ama bunların hepsi tartışıldı ve geride kaldı. En azından biz öyle biliyorduk. Maalesef bizde bunlar gözden kaçıyor. Bakın Yunanistan anayasasının 14. maddesine, “Gazetecilik tıpkı yargıçlık gibi anayasal bir meslektir”.  Bizde gazeteciler kovulurken, “özgür sivil anayasa” yapılıyormuş. Buna kargalar bile güler... Ülkemizde yıllardır yüzlerce insan “darbeye teşebbüs etmekten” yargılanıyor ve hemen hemen ana med H Ö eni bir Türkiye” parolasıyla anayasa taslakları teslim edildi. Özellikle 12 Haziran döneminde kulaklarımızın sürekli çınlatıldığı “Darbe anayasasına son, sivil bir anayasa istiyoruz” nidalarının sahne arkası ortaya çıktı. Kısacası “takke düştü kel göründü”... İktidar partisinin anayasa değişikliği konusunda nasıl bir yol izleyeceğine dair ayrıntılar rötuşlu da olsa ortaya çıkıyor. Gün geçtikçe daha da belirginleşen iktidarın zihnindeki yeni Türkiye düzeni meydanlarda, üniversitelerde ve iktidarın söylemlerinde görünüyor. Adeta yeni anayasa da, çok yakından bilinen adalet saraylarının önündeki tanrıçanın elinden terazi ve kılıç alınarak yerine cop ve biber gazı verilerek bir özgürlük düşmanı canavar yaratılmak isteniyor. Batı demokrasisinin kralın otoritesine karşı kazandığı ilk savaş Magna Carta Libertatum olarak kabul ediliyor. Tarih 15 Haziran 1215. İngiliz toprak ağalarıyla Kral Johann Ohneland kendi aralarında, kralın ağzından çıkan her şeyin öyle basit bir şekilde kanun olmamasına karar verdiler. Yani ağalar, kralın egemenlik gücüne ortak olmuştu... Yıl 2013, aradan tam 798 yıl geç yanın hâkimiyetini üstlenen iktidar, medya tarafından darbelerle yüzleşiyor iddiasıyla parlatılıyor. Bunu söyleyenler de, 4. kuvvet, yani medya... 4. kuvvet var ama yasal ve anayasal güvencelerden mahrum... O yüzden sürekli AKP’yi övmeye mahkum... Kürek mahkumları gibi! Sivil anayasa ancak toplumsal uzlaşı ile gerçekleşir. Ama iktidar her işte olduğu gibi anayasa hazırlığında da şımarık bir çocuk edasında davranmayı yeğliyor. Bu süreci dışarıdan izleyen her kim olursa olsun bu gelişmelere yönelik yorumu “saçmalıklar silsilesi” olabilir. Elbette ki yaşanılanlar sadece bu kadarla kalmıyor. Ortadoğu yeniden şekillendirilmek isteniliyor. Yeni sınırlar çizilecek, bunun içinde emperyalizmin çıkarları uğruna son sürat icraatlar hayata geçirilecek. Başbakan’ın sabırsızlığı da buradan geliyor. Süreç içerisinde sürekli çark etmesi ve kabinesini de bu alışkanlığa alet etmesi hizmetin bir gereği. Anayasa Uzlaşma Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, sözleri ile bu söylediklerimi ispatlıyor. Tek amaç sermayeye ve onu var eden emperyalizme kusursuz hizmet. Deliğe süpürülseler halimiz nice olur! AKP, düşüşünün farkında ve kan üzerine kurulu pazarlık masalarında yürüttüğü krupiyerliğin her geçen gün daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığını fark ediyor. 2002 yılında halkın irade yetkisinin artırılmasını söyleyen ve siyasi partiler yasasının değiştirilmesi sözü veren parti bir anda “Halk fazla düşünmesin biz onun yerine yeterince düşünürüz” diyerek iradenin yetkilerini daha da kısmak peşinde. Son dönemlerde moda oldu pazarlıklar; kardeş de nilene düşman, düşman denilene de kardeş olarak sarılmak. E tabii sesini özlediği büyük ağabey artık sabırsız. Ortadoğu’nun göbeğinde kendine bir saray inşa ediyor ve sarayı sahnelerle kuşatarak “padişahlık” rolü veriyor. Son dönemlerde kaynağı belirsiz kayıt dışı para, tarihte görülmemiş derecede büyük oranlarda açıklanmaya başlandı. Ekonomi yönetiminin sadece 2008’den bu yana kullandığı para 20 milyar doların üzerinde…    Darbe karanlığına sığınan anlayışı 8 Nisan’da adaletsizliğin dağıtıldığı yerde, Silivri’de bir kez daha gördük. Üniversite ve bilim kurullarınca sahteliği ispatlanan dokümanlar belge olarak gösterilip insanlar yargılanıyor. “Yüzyılın soygunu” gibi, belgelerle ortaya konmuş ama ucu iktidara dokunan davalarda ise adalet sistemi göz bağını argüman olarak kullanıyor. Hukuk alanında yaşadıklarımızı en güzel 8 Nisan’da Silivri adaletsizliğine tanık olan Sosyalist Enternasyonal Genel Sekreteri Luis Ayala açıkladı. Şili’de Pinochet’in darbe yaptığı dönemde milletvekili olduğunu söyleyen Ayala “Burada gördüklerime inanamıyorum. Ne olduğunu anlamak mümkün değil” diyor. Buradaki önemli detay şu: Darbe görmüş bir milletvekili yaşadıklarını darbe dönemiyle dahi bağdaştıramıyor.  Uzun sözü kısası, ülkemiz ve ülkemizin bulunduğu bölgede kan üzerine pazarlıklar gerçekleşiyor ve bunun içinde görkemli saraylar yükseliyor. Emperyalizmin gölgesinde inşa edilen saraylarda, “padişahlık” oyununun sahnesi hazırlanıyor. Silivri, Şili’den de beter.. %0 ,69 FIRSATINI KAÇIRMAYIN FERAHLAYIN , Şimdi %0,69’dan başlayan faizlerle ihtiyaç kredisi Akbank’ta. Ne de olsa Akbanklı hep farklı. Fay Hattında Türkiye T Ahmet ÖZGÜNEŞ Yazar ürkiye giderek gerilen bir fay hattının üzerindedir. Laikler ile İslamcılar arasında süregelen ve son on yılda şiddetlenen toplumun geleceğini oluşturma mücadelesi, Kürt milliyetçi hareketi, Alevilerin inanç hürriyeti talep etmeleri ve nihayet toplumda artan gelir dağılımı bozukluğu bu gerilimin öğelerini oluşturuyor. Kürt sorunu diğer gerilimlerden bağımsız olmamakla birlikte asıl enerjisini milliyetçilikten alan bir sorundur. Diğer gerilimler ise, temelde laikilerici politik akım ile İslamcıgelenekçi politik akım arasında oluşmuş ana fay hattına bağlıdırlar. Laik ve ilerici gruplar ile İslamcı gruplar arasında olan mücadele yeni değildir, bu mücadele Osmanlı devrinde reformlar yapılması ile başladı, Atatürk ve arkadaşlarının devrim niteliğindeki reformları ile keskinleşti ve nihayet demokrasiye geçişle birlikte su yüzüne çıktı. Günümüzde geleneksel kültür ve kurumlara dönüş ve bu öğeler üzerinden yeni bir Türkiye oluşturmak isteyen politik akım iktidardadır. kültür yaratmaya çalıştılar. Başarıları açıktır. Anadolu 1920’li yıllarda fakir ve ihmal edilmiş bir bölge idi, ticaret, zanaat ve tarımsal üretimde önemli bir yeri olan Hıristiyanlar gitmişlerdi, sonu gelmez savaşlarda gençlerin en az yarısı telef olmuştu. Eğer Türkiye bu şartlarda başlayarak halkının çoğunluğu Müslüman ve başarılı olan tek ülke haline geldi ise bu büyük Atatürk’ün yaptığı kültür devriminin sonucudur. slami kurallara dayalı yönetim Toplumlardaki gerilimlerin nasıl sonuç vereceğini tahmin etmek zordur. Güney Amerika ülkelerinden İran’a kadar bir dizi ülkede gerilimler popülistotokratik yönetim ve durağan bir ekonomi ile sonuçlandı. Türkiye’ye daha yakın İran’a baktığımızda, seçimlerin ve parlamentonun olduğu ancak İslami kurallara dayalı ve otokratik bir yönetim görüyoruz. Türkiye’de de benzer bir oluşum gelişebilir. Bu oluşum sanat ve bilimin dizginlenmesi, toplumun geleneksel kültürün öğeleri ile kontrol altında tutulması ile sonuçlanacaktır. İran örneğinde böyle bir rejimin başarısız olduğu görülüyor ve çok uzun olmayan bir süre içinde değişmesi bekleniyor. Ancak İran gibi zengin bir tarih ve kültüre sahip bir ülke bu rejimin negatif etkilerini daha uzun bir süre taşıyacaktır. Kanaatimizce Türkiye için olasılığı yüksek olan sonuç gelişme ve modernleşmenin devam etmesidir. Tabiidir ki bu olasılık için gayret göstermek gerekiyor. Demokratik kurumları güçlendirmek öncelikli görevdir. Çağdaş demokrasi, çağdaş hukuku uygulayan bir yargı, bilime sanata önem veren bir eğitim ve meritokrasiye dayalı, yolsuzluğun suç olduğu bir devlet yönetimi oluşursa bu unsurlar büyük Atatürk’ün başlattığı kültürel dönüşümü bütün topluma yayar ve toplumun gelişmesinin motoru olurlar. Bu başarılabilirse çok uzun olmayan bir süre içinde Türk devrimini geriye döndürme gayretleri marjinal hale gelir. İ Kredi Tutarı (TL) 3.000 10.000 Faiz Oranı (%) 0,69 1,05 Kredi Vadesi (ay) 12 36 Taksit Tutarı (TL) 264 347 Kredi Kullandırım Ücreti (TL) 69 250 Sigorta Bedeli (TL) 34,9 116,2 Aylık Maliyet Oranı (%) 1,47 1,49 Yıllık Maliyet Oranı (%) 17,65 17,90 %0,69 faiz oranı ve 69 TL kredi kullandırım ücreti 3.000 TL ve 12 ay vadeye kadar geçerlidir. 3.000 TL üstü tutarlarda 0124 ayda %0,96, 2536 ayda %1,05, 3748 ayda %1,10, 4960 ayda %1,14 faiz ve 250 TL kredi kullandırım ücreti geçerlidir. Hayat sigortası yıllık prim tutarı kredi tutarının binde 11,62’si’dir. Kredi başvurularında 15 TL istihbarat ücreti alınmaktadır. Kampanyada üst limit 30.000 TL, maksimum vade 60 aydır. 4960 ay arası vadeler sadece bordrolu çalışanlar içindir. Bu tutar ve vade dışındaki talepleriniz için şubelerimizle görüşebilirsiniz. Banka gerekli görülmesi halinde ek bilgi / belge ve kefil isteme, kredi koşullarında değişiklik yapma ve kampanyayı durdurma hakkını saklı tutar. Akbank şubeleri smsKredi® 4425 CepKredi ® 444 00 11 WebKredi ® www.akbank.com ATMKredi ® Gelişmeyi, demokratikleşme, ekonomik gelişme ve sosyal adaletin sağlanması olarak tarif edersek; gelişmeyi veya durağanlığı belirleyen en önemli faktör kültürdür. Toplumların kültürleri onların kaderini belirler. Burada verilebilecek bir örnek Ortadoğu toplumlarıdır. Bu toplumların tamamı petrol gelirlerinin yarattığı geçici refahı bir yana bırakırsakdurağan, krizler içinde yaşayan; özetle başarısız ve ne yazık ki görülebilen zaman dilimi içinde başarısız olmaya devam edecek toplumlardır. Bu kısa yazı içinde bu toplumları başarısız yapan kültür öğelerini analiz etme olanağı yok; ancak açıktır ki başarısızlığın kaynağı kültürleridir. Büyük Atatürk ve arkadaşları şüphe yok ki Osmanlı Devleti’nin problemleri üzerine kafa yordular, aydınlanma ve teknoloji ile ileri giden Avrupa milletlerini gözlemlediler. Sonunda dünyaya, hayata, sanata, bilime değer veren bir Kültür faktörü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle