18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 NİSAN 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Nasihat Heyeti... Evlatlara Sesleniş! “Sen niye bu kadar tembelsin evladım! Yapma evladım, biraz oku evladım! Öğren, ondan sonra konuş evladım.” O evlatlar söz anlar mı? Boşuna mı yazmış Uğur? Yıllar yıllar öncesiydi! Bu haklı öğütler nereye uçtu? Belleklerde izi kaldı mı? Yoksa hep aynı karanlık, aynı gerilik!.. Uğur Mumcu diye bir yazar, bir düşünür, yok artık! Yaşlandı da bir kenara mı çekildi? Savaşçı yazarlar ölmezler, ölüme karşı direnirler! Yazarlar, savaşlarını sürdürür!.. Mumcu’nun bizlere seslenişi daha yıllarca etkisini sürdürecek! “Sen faşist de olamazsın evladım. Faşizmin de ne olduğunu bilmezsin, sen körkütük cahilsin evladım. Niye böyle yapıyorsun evladım. Niye böyle yapıp kendini el âleme rezil ediyorsun evladım.” 1986’da Uğur Mumcu böyle yazmıştı. O günler için mi, yoksa bugünler ya da gelecek için mi? Yaşam sürüp gidiyor. Hiçbir şey iyiye, doğruya doğru gelişmiyor. Tam tersi karanlık yollara yeni yollar ekleniyor. Bir zindana dönüyor her şey. Sen istediğin kadar ben bu hengâmenin içinde değilim, ahlaksızların esiri olmam de dur. Bindiğin gemi seni bambaşka yerlere götürüyor. Farkında bile değilsin, biliyorum. Bunu Uğur da biliyordu. Bunları başkaları da bildiği için bir bomba yetti, onu arabasıyla birlikte havaya uçurmaya... Bilgisiz, görgüsüz, şaşkın kişiler mi düşmanımız? Nasıl alt etmeli bilgisizliği, gerçek adıyla cahilliği? “Oku, oku” demiş yazar! Okuduğu neyse ona bağlı; ya okuduğu şey tam tersi ise? Bir zamanlar iyi, güzel, yararlı, toplum için gerekli yazılar biraz aydınlık yaşatırdı. Hiç değilse toplumun bir kesimini aydınlatırdı. Yetmezdi, daha çok, daha çok aydınlık gerekliydi. Ama karanlıkçı kafalar buna izin vermediler. Hâlâ da vermiyorlar. Bilgi diye dinsel sömürülerini daha çok yaygınlaştırmaya çalışıyorlar! Yirminci yüzyıl değil, yirmi birinci yüzyıldayız. Her yeni yıl toplumda bir aşama yaşatırdı. Ama şimdi her şey geriye döndü, daha beteri bir batağa itildi, saplandı! Heyetler halka “barışın ancak koşulsuz teslim ve düşmanı kızdırmamakla sağlanacağını” anlatmakla görevlendirilmişlerdi. Bu temel düşünce aslında Padişah Vahdettin ve Damat Ferit’in düşüncesiydi. Bugünkü akil adamlarla paralellik kurulur mu? Onun değerlendirmesini okuyucu yapacaktır... T Alev COŞKUN İngilizler hemen Musul’u, Fransızlar da Doğu Trakya’yı işgal ettiler. Antlaşmanın imzalanmasından 14 gün sonra 13 Kasım 1918’de; İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan savaş gemilerinden oluşan karma donanma İstanbul’a merasimle girdi ve İstanbul’u fiilen işgal etti. 20 Kasım 1918’de Türk donanması İstanbul ve İzmit’te gözaltına alındı, etkisizleştirildi. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği Müsteşarı Hohler, Londra’ya gönderdiği raporda “İstanbul’un Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için, şimdiki şartlardan yararlanılmazsa çok yazık olacak” diyordu.(1) 6 Aralık’ta İngilizler Kilis’i, 11 Aralık’ta Fransızlar HatayDörtyol’u işgal ettiler. 21 Aralık 1918’de Osmanlı Meclisi padişah tarafından kapatıldı. Aynı gün Fransızlar Adana’yı işgal ettiler. 18 Ocak 1919’da I. Dünya Savaşı’nın galipleri Paris’te toplanıp Osmanlı Devleti’nin parçalanma haritasını görüşmeye başladılar. erör, Kürt ya da Güneydoğu olarak adlandırılan sorunun çözüm sürecinin bir aşaması olarak geçen hafta “akil adamlar” adı verilen 63 kişilik bir liste oluşturuldu. Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Rakel Dink, Osman Kavala ve Hülya Avşar’ın listeye girme konusunda kendilerine yapılan öneriyi geriye çevirdikleri belirtildi. Listenin bizzat Başbakan tarafından saptandığı, oluşmasında BDP’nin önerdiği on isme de yer verildiği biliniyor. Akil adamlar listesinin “AKP görüşüne yakın olan isimlerden oluştuğu” da yazılı ve görsel basın organları tarafından kabul ediliyor. Yedi ayrı bölgede, 9’ar kişilik gruplar halinde halkla konuşacak olan bu “akil adamlar” ne yapacaklar? Onların asıl olarak “kamuoyu oluşturma” ve “kamuoyunu ikna” görevi yapacakları da kabul ediliyor. Gazetemiz muhabiri Bahadır Selim Dilek, konu ile ilgili olarak siyaset bilimci Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı ile görüştü. Prof. Pazarcı bu kurulu mütareke sırasında, Sadrazam Damat Ferit tarafından oluşturulan “Heyeti Nasiha” ile aynı paralelde gördüğünü, çünkü “Heyeti Nasiha”nın bir “ikna ve nasihat” kurulu olduğunu işaret etti. (Cumhuriyet, 3 Nisan 2013) Böylece “akil adamlar”la, 1919 yılında Sadrazam Damat Ferit tarafından kurulan “Heyeti Nasiha” arasında paralellik konusunda basında yorumlar yapıldı. Sadrazam Damat Ferit tarafından oluşturulan “Heyeti Nasiha” nedir? Bugünkü akil adamlarla paralellikleri var mıdır? Halk huzursuz 19 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, Londra’ya gönderdiği raporunda “... Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde şimdi valileri atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polisleri yönetiyor, basınlarını denetliyoruz... Politikamız süngünün keskin ucuna dayanır... Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor” diyordu.(2) 12 Şubat 1919’da İstanbul’a gelen Fransız General F. D’Esperey, büyük bir törenle karşılandı ve sanki İstanbul’un fatihiymiş gibi beyaz bir atın üzerinde Galata’dan Beyoğlu’na nümayişlerle gitti. İşte böyle bir ortamda istifa eden Tevfik Paşa’nın yerine 4 Mart 1919’da sadrazamlığa Damat Ferit getirildi. Göreve gelir gelmez, 9 Mart’ta Amiral Webb’i ziyaret eden Damat Ferit yaptığı açıklamada, “Padişah ve ben, Allah’tan sonra ümidimizi İngilizlere bağladık” dedi.(3) Hemen ertesi gün, eski sadrazamlardan Sait Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ve birçok İttihat Terakki lideri tutuklandı ve Bekirağa tutukevine gönderildi. Olanbitenler, Anadolu’da, Ege’de ve Trakya’da acıyla üzüntüyle izleniyordu. 13 Mart 1919’da İzmir’de Müdafai Hukuk Cemiyeti kongresi toplandı, üç gün sürdü ve “herhangi bir saldırıya silahla karşı konulması” kararı alındı. 30 Mart 1919’da Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorphe’yi ziyaret etti ve “Padişahımızın izlediği gaye, Osmanlı hükümetini İngiliz devletine mutlak teslimiyetle bağlamaktır” dedi. 1213 Nisan 1919’da İngilizler Kars’ı işgal ettiler. 18 Ocak 1919’dan beri çalışmalarını sürdüren Paris Konferansı’nda Yunan Başba kanı Venizelos etkin çalışmalar yapıyordu. Oradan gelen haberler hiç de iç açıcı değildi... Yakında İzmir’in işgal edileceği söylentileri dolaşıyordu. Anadolu’da ve Trakya’da yandaş değil, ama halkın içinde olan aydınlar bu durumlara karşı çıkıyor, halkı uyarıyorlardı. Anadolu’daki bu kıpırdanışlar hükümeti rahatsız ediyordu. İşte böylesi bir ortamda, halkı aydınlatmak için, 4 Nisan 1919’da hükümet tarafından “Heyeti Nasiha”lar kuruldu. Damat Ferit, 5 Nisan’da Amiral Webb’i ziyaret ederek “Heyeti Nasiha”nın yapacağı görevler konusunda bilgi verdi. Ayrıca kurullarda İngiliz subaylarının da bulunmasını istedi, İngilizler bu öneriye sıcak bakmadılar. Yandaş gazeteler yazılar yayımlıyordu. 14 Nisan 1919 tarihli Sabah gazetesi “Anadolu’ya nasihat heyetleri gönderilmesi, dışarıda lehimize bir durum yaratıyor” diye yazdı. 18 Nisan’da İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, “Heyeti Nasihaların amacı, Osmanlı milletleri arasındaki barışı sağlamaktır” diye açıklama yaptı. Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki birinci kurul 16 Nisan 1919’da İstanbul’dan hareket etti, 20 Nisan’da Bursa’da toplantı yaptı. Oradan Balıkesir, Manisa, Uşak, İzmir, Aydın, Burdur, Isparta, Antalya, Konya’ya gidildi. “Öğüt kurulu” hükümet konağı önünde toplanan halka önce padişahın bildirisini okuyordu. Padişah asayişin korunmasını ve hükümete itaat edilmesini istiyordu. Ayrıca, heyetteki bir paşa veya yüksek dereceli bürokrat konuşuyordu. Her kentte kurul şerefine ziyafetler veriliyordu. 26 Nisan’da, “öğüt kurulu”nun İzmir’e gidişi büyük bir gösteriye dönüştü. Oysa bu gösteriden, sadece 19 gün sonra İzmir, Yunan silahlı güçleri tarafından işgal edilecekti. 29 Nisan günü Aydın’a giden öğüt kuruluna, Aydın’daki Kuvayı Milliyeci din adamları “Nasihata (öğüte) ihtiyacımız yok” diye gelenlere karşı çıktılar. Şehzade Cemalettin Efendi başkanlığındaki ikinci kurul, 28 Nisan’da Trakya’ya hareket etti. Aynı usullerle kentleri ziyaret ederek çalışmalarını sürdürdü. Öğüt kurulları ne yapıyorlardı? En temel gündem maddesi halkı yatıştırmaktı. Heyetler halka “barışın ancak koşulsuz teslim ve düşmanı kızdırmamakla sağlanacağını” anlatmakla görevlendirilmişlerdi. Bu temel düşünce aslında Padişah Vahdettin ve Damat Ferit’in düşüncesiydi. İşte 94 yıl önce Nisan ayında kurulan Osmanlı’nın “nasihat heyeti”nin nitelikleri buydu... 2013’te yine Nisan ayında kurulan “akil adamlar” grubunun da temel işlevinin kamuoyunu “ikna” olduğu açıkça belirtiliyor. Paralellik kurulur mu? Onun değerlendirmesini okuyucu yapacaktır. (1) Salahi R. Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Araştırma Merkezi, 2010, s.10 (2) age, s.12 (3) Hadisat gazetesi. 12.3.1919, T. Özakman, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi, 1999, s.52. Kanırta Kanırta Olmaz! Basit bir soruyla başlayalım: Bugün Türkiye’ye baktığınızda nasıl bir siyasal ve toplumsal ortam görüyorsunuz? Barış, dinginlik, uzlaşma, demokrasi ve özgürlük ortamı mı… Mücadele, öfke, çatışma, otoriterlik ve baskı ortamı mı?.. HHH Böyle bir ortamda, geçici bir barış, bir mütareke bile zordur... Kalıcı barış ise hayaldir! HHH Dışardan bir dış güç, ülkeye “Hadi barış yapın!” diyor... Bastırıyor! Çünkü içerde çatışan tarafları, bölgede, kendi çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde kullanmak istiyor. İçte de büyük bir kamuoyu zaten barışa susamış vaziyette. HHH Oysa çatışan tarafların, barıştan başka gündemleri, ihtirasları, hedefleri var... Herkes “barışı” kendi gündemlerini gerçekleştirmek için bir ara hedef olarak görüyor. HHH Dışarda, bölgeye yönelik planlar... İçerde, tek adamlık ve inanca dayalı ideolojik bağnazlıktan kaynaklanan rejim değişikliği stratejileri... Hem içerde, hem dışarda etnik kimliğe dayalı, özerklik, bağımsızlık, egemenlik hedefleri, petrol paylaşım hesapları... Ve bütün bunların arasında sıkışıp kalmış, 75 milyonun, tarihten gelen dinamiklerle, büyük bedeller ödenerek kurulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti’nin yazgısı! HHH Herhalde böyle bir ortam içinde barışın yöntemi, kanırtmak, bastırmak, zorlamak, öfke şimşekleri çaktırmak, yaptığının tersini söylemek, söylediğinin tersini yapmak, tehdit etmek, adaleti yozlaştırmak, muhalefeti dışlamak, susturmak olmamalıdır! HHH Gerçek ve kalıcı bir barış, demokratik bir ortamda, özgürce tartışarak ve uzlaşarak, iç ve dış bütün taraf ve güçlerin ortak bir noktada buluşmasıyla oluşturulabilir... Dıştan ve içten uygulanan baskılarla, Meclis oyunlarıyla, yozlaştırılan adaletle, kamuoyu oluşturma heyetleriyle, aynı anda birden çok hedefe yönelmekle, otoriterlikle, biat kültürüyle değil! Paralellik Halka öğüt “Heyeti Nasiha”, nasihat heyeti, bugünkü dille, “öğüt kurulu” demektir. Halka öğüt vermek, yol göstermek amacıyla Nisan 1919’da Sadrazam Damat Ferit tarafından iki ayrı kurul olarak oluşturuldu. Ege Bölgesi’ne gidecek kurulun başına Şehzade Abdürrahim Efendi, Trakya’ya gidecek kurulun başına da Şehzade Cemalettin Efendi getirildi. “Bu nasihat heyetleri neden kuruldu” sorusunun yanıtını o günün olaylarına ve koşullarına bakarak bulabiliriz. 30 Ekim 1918’de, I. Dünya Savaşı’nı bitiren Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış, Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybettiği resmen belgelenmişti. Çağdaşlık Çalınırken… Nusret ERTÜRK Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart” adlı eseri, içte ve dışta ilgiyle karşılanmıştı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasıydı. İçte, özgür konuşma yazma kısıtlıdır. Yapıt, Mozart’ın ülkesi Avusturya’da büyük sevinç yaratır. Oradan bir televizyon ekibi Nadir Nadi ile söyleşi yapmaya gelir. Nadir Nadi, onlara sadece kemanını konuşturur! Söylemek istediklerinin daha çoğunu bu duruşuyla dile getirir. Bir tepki göstermesi gerekiyordu. Baskıya, kemanıyla karşı koyar. İnceliğe bakar mısınız? Yasakların en katmerlisini şimdi yaşıyoruz. Yunus Emre’nin şiirine tarihte ilk kez sansür uygulanıyor! Hepsi sayılsa sayfalar yetmez. Nadir Nadi kemanıyla diklenirken biz ne yapıyoruz? Ses getirecek etkili bir karşı duruş olması gerekmez mi? Başbakan, “Batsın böyle ba sın!” buyurdu. Hedefteki gazetenin en önemli iki kalemi anında durduruldu… Gelen işaretle gazete yönetiminin iki gazeteciyi kapıya koyduğu haftanın satışına baktım. Okurun tepki vermesi gerekmez mi? Tam tersi olmuş. Gazetenin satışı artmıştı! Erzurum’un İspir ilçesini, kimisi fasulyesiyle bilir. Bir yöre, önce insanıyla, insan emeğiyle öne çıkmalı. Ben İspir’i, emekli Milli Eğitim Müdürü Mehmet Türkgücü ile tanıyorum. Türkgücü’ne açılan ilk kapı, Köy Enstitüsüdür. Dünya klasikleriyle orada dost olur. Mozart’ı, Bach’ı, Beethoven’i mandolinle seslendirir. On sekiz yaşında öğretmenliğe başlar. Milli eğitim müdürlüğü, bakanlık üst düzey yöneticiliği izler. Türkgücü, her konuya eğitim penceresinden bakıyor. O, eğitimin niteliğini Atatürk’ün bir özdeyişiyle vurguluyor: “Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız ve onurlu kılar ya da tutsak ve köle yapar”. Eğitim dinselleşiyor, bilimsellikten uzaklaşıyor. Günümüz eğitimini yerlerde sürünür görünce, Mehmet Bey gibi milyonların içi eziliyor… Sunay Akın, televizyonda liseli gençlerle söyleşiyordu. Birinciye sordu: “Bir şair adı söyler misin?” Yanıt alamadı. İkinciye sordu: “Bir romancı adı?” Yanıt yok. Sıra üçüncüde: “Siz bir öykücü söyleyiniz.” Karşılık yine gelmedi. Aman Tanrım bu ne? Çağdaşlığın damarları kurutulmuş, anlaşılmıyor mu? Gençler sorumludur, sanılmasın. Onlar üzerinden oyun oynayanları görelim. Çağdaşlık çalınırsa, geriye bir şey kalmıyor. Köleye sormuşlar. “Özgür ve bol paran olsa, önce neye sahip olmak istersin?” Köle anında yanıtlamış: “Çok kölem olsun isterim!” Galiba biz bu dönemi yaşıyoruz… Bundan acısı var mı? Çağdaşlık çalınıyor…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle