10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MART 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Köprücülük YAVANLIK, ancak bu kadar olabilir: Reklamcı, propagandacı ve kısaca “tanıtımcı” dediğimiz insanlarımız uzman oldukları alanda biraz daha anlamlı bir başka kavram bulamazlar mıydı olimpiyatlara konukluk etme iddiamızı öne çıkarmak için? Taze düşünce bulma zahmetine girmeden “köprü” kavramına sarılıp tanıtım “tema”sı ya da “slogan”ı olarak bula bula yine “köprü”cülüğe başvuruluyor: Dünya halklarını bir araya getirip bütün spor dallarıyla sportif oyunlarda kıtalar ve uygarlıklar arasında “hep birlikte köprüler” kurulacakmış. Bu kadarı, zaten klasik olimpiyat bayrağının iç içe girmiş çemberleriyle yeterince anlatılmaktaydı. Sanki başka kavram yokmuş gibi, İstanbul’un adaylığını sağlamak için o bayrakla aşağı yukarı aynı anlama gelen bir kavrama sıçramanın yeniliği nedir? oplum olarak kendimizi anlatıp tanıtmak isteyince acaba neden hep bu köprü kavramına sarılırız? Haritaya bakıldığında Asya’nın Yakındoğu’sundan Güneydoğu Avrupa eteklerine uzanan tek kara geçit olarak Anadolu yarımadasının çarpıcı görüntüsü mü? Tarihin derinliklerinden beri DoğuBatı eksenindeki akınlarla fetihlerin çoğu bu yoldan geçti diye mi? Peki, başkaları genellikle hep buna benzer sözler ediyor diye bizim de aynı sözcükleri, hatta aynı kavramları neredeyse sevinerek hemen benimsememiz gerekir mi? Köprü bekçisi miyiz? Gelip geçenleri ağırlayıp dinlendirmek ve kalan çöpleri toplamak mıdır işimiz? “Köprü”den daha şık, daha anlamlı sözlüklere kıran mı girdi? Bölgenin merkez ülkesi durumuna yükselmiş olmak, az çok başarılı siyasal rejim ve uygarlık sentezlerini anlatmak ve onlarla övünmek köprücülükten daha etkili olmaz mıydı? anıtıcıların bunları biriki sözcüklü sloganlara sığdırmaları beklenemez elbet. Ama, hiç değilse, şimdiden olimpiyat günlerine kadar spor alanında edinilmiş uluslararası başarı sayısını çoğaltmak ve o hedefe yönelik ciddi planlar yapıp uygulamaya başlamak böyle bir olimpiyat düzenleme tercihini kazanmak için aslında en etkili ve onurlu tutum değil midir? Sporcu gözüyle bakınca en çok alkış alacak ve gurur verecek olan da öylesidir. Yoksa, düzenlenmesi üstlenilen ve uğrunda çaba harcanan bir olimpiyatı önemli olimpik zaferleri kazanmadan kapatmak çok hüzünlü olmaz mı? Toprak ve Emek Kardeşliği Bu anayasa yalnız Türklerle Kürtlerin hukukunu belirleyen bir belge olmayacak, birçok bakımdan Türkiye’nin yakın geleceğini biçimlendirecek, tüm sınıfsiyaset ilişkilerinin hukuksal kalıbını dökecektir. AKP’nin rejim değişikliği planının destekçisi olmak, Kürt ve Türk emekçilerinden, emek kardeşliğinden uzaklaşmak anlamına gelecektir. Bu sürecin hikâyesi uzun. Bugüne gelelim. Tehlikeli konjonktürden halkçıbarışçı çıkış için ürkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı Siyasal Kürt hareketinin, devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti”, resmi dilinin Türkçe olmasına, üniter devlete itirazı yok. Demokratik özerklik, Kürtçe eğitim bu çerçevede öne sürülüyor. “Türklük” kavramının etnik özelliği nedeniyle yeni anayasada yer almaması isteniyor. Bu durum, Cumhuriyetin getirdiği yurttaşlık kavramının etnik temelli olmadığını savunanlara içtenliklerini ve tutarlılıklarını kanıtlayacak bir olanak sunuyor. Yurttaşlığın, etnik anlamlı “Türk” yerine, teritoryal (topraksal) anlam taşıyan “Türkiye yurttaşlığı” biçiminde tanımlanması, toprak kardeşliğine ve Kürtlerle Türklerin gönüllü birliğine hizmet edecek bir formüldür. “Türkiyelilik” ortak paydasını “ilericilik”, “antiemperyalistlik” adına bölücü ve gerici bulanlara, “Türkiye”, “Türkiyelilik” kavramlarını 1960’lı yıllardan bu yana bu toplumun kulağına ve belleğine solcuların, sosyalistlerin taşıdığını anımsatmak gerekiyor. Bugün, asıl bölücülük ve gericilik, milliyetçiliği körükleyerek, tam da AKP’nin istediği bir kutuplaşma çizgisi yaratmaktır. T D Haluk YURTSEVER Türkiye Cumhuriyeti, etnik farklılıkları, din ve mezhep ayrılıklarını aşan bir üst siyasal örgütlenmeyi, “ulus devlet”i hedeflediği için tarihsel olarak ileri bir adım olarak ortaya çıktı. “Ülke” ölçeğinde pazar gereksiniminin, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanmacılık süreçlerinin ürünü olan Batı’nın ilk ulus devletleri, aynı ülke toprakları içinde yaşayanları hiçbir ırk, etnisite, dil, din, cins ayrımına ve ayrıcalığına gönderme yapmadan eşit sayan “yurttaşlık” kavramını icat etmişlerdi. Kurtuluş Savaşı sırasındaki egemen söylem bu yurttaşlık kavramına uygundu. Lozan’dan ve Cumhuriyetin ilanından sonra, etnik “Türklük” öne geçti. Sonunda bu yaklaşım anayasa hükmü oldu: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Böylece toprak ve yurttaşlık temelli ulus devlet yolundan, Osmanlı’nın son dönemindeki “milleti hâkime” anlayışına, dinetnisite temelli ulus devlet inşası yoluna dönülmüş oldu. T T ünyamız, nasıl sonuçlanacağı önceden bilinmesi zor kaotik bir ara dönemden geçiyor. Kapitalizmin derinleşmekte olan ekonomik krizi, ona eşlik eden uygarlık bunalımı, hegemonya ve paylaşım mücadeleleri, bunların patlayıcı madde deposu Ortadoğu coğrafyasındaki yansımaları, ülkemizdeki tüm toplumsal konu ve sorunların içine her zamankinden daha güçlü biçimde işliyor. Türkiye toplumunun bugününe, ne yaptığını bilen, totaliteryayılmacı bir rejim yolunda, planlı adımlarla ilerleyen bir tek parti iktidarıyla ona karşı ne yapacağını bilemeyen, zihni bulanık, ufku dar, güçleri dağınık bir toplumsal muhalefet damgasını vuruyor. Kürtlerle Türklerin bu topraklardaki bin yıllık ilişkisine ve bugünkü duruma yukarıdaki iki paragrafta özetlemeye çalıştığım koşulları ve konunun sınıfsalsiyasal içeriğini gören bir açıdan yaklaşmanın, güncel koşullanmaların ötesini görmeye yardımcı olacağını düşünüyorum. Teritoryal ulus devlet Temmuzu’nda TESEV için hazırladığı, “Dağdan İnişPKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” raporunda yetkili kişilerin görüşü olarak yer alıyor. Türkiye’yi yönetenler, herhangi bir “çözüm”ün öncelikli koşulu olarak, bu önder kadroların tasfiyesini gerekli görüyorlar. Daha da sayılabilir. Ama bu üç neden, Kürt hareketinin AKP eliyle kurulmakta olan İslamik totaliter düzene sığmayacağını gösteriyor. Siyasal olarak bağımsız, kitlesel ve eylemli bir halk hareketi totaliter devlete sığmaz. Bu koşullarda, estirilen iyimser havaya rağmen “çözüm” ve “barış” aslanın ağzındadır. Ortadoğu’daki kaynaşmanın ve Türkiye’deki “yeni anayasa” sürecinin yarattığı son derece kritik iki nokta var. Birincisi şu: Son aylarda Kürt hareketinin değişik sözcüleri, bir klişeyi tekrarlayıp duruyorlar: “Barış” gelir, Kürt sorunu “çözülürse” Türkiye bölgenin süper gücü olur! Silahların susturulması, akan kanın durdurulması Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğunun desteklediği, gerçekten haklı ve acil bir istemdir. Öte yandan, savaş ve barış, siyasetin değişik araçlarla sürdürülmesiyse eğer, araçlar kadar siyasetin içeriğine de bakmak gerekir. Bugün Ortadoğu düzleminde gündemde olan, ne yazık ki barış değil savaştır. Dolayısıyla bugünkü konjonktürde kimin kimle, ne için savaşacağı ve barışacağı soruları büyük önem taşımaktadır. Birinciye bağlı olarak ikincisi, Başbakan’ın “C” planı ve BDP kuruluyla görüşmeden sonra Abdullah Öcalan’ın gazetelerde yer alan “Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” açıklamasıdır. ABD’nin Ortadoğu operas yonlarının taşeronu olmaya aday Türkiye’nin yayılmacı bölgesel emellerine “uyum”un Kürt ve Türk emekçilerine refahtan pay değil, daha ağır sömürü, kan ve gözyaşı getireceğinin bilinmesi gerekiyor. Kürt hareketinin ABD taşeronu Türkiye’nin “hizmeti”ne girmesi, bu hareketi isteklerden bağımsız olarak Ortadoğu emekçi halklarının karşısına geçirecektir. Bu anayasa yalnız Türklerle Kürtlerin hukukunu belirleyen bir belge olmayacak, birçok bakımdan Türkiye’nin yakın geleceğini biçimlendirecek, tüm sınıfsiyaset ilişkilerinin hukuksal kalıbını dökecektir. AKP’nin rejim değişikliği planının destekçisi olmak, Kürt ve Türk emekçilerinden, emek kardeşliğinden uzaklaşmak anlamına gelecektir. Oysa uluslararası konjonktürdeki ve Türkiye güncelindeki şaşırtıcı, kimi zaman paradoksal gelişmeler ne olursa olsun, Kürtlerle Türklerin ve Ortadoğu halklarının barışa ve toplumsal eşitliğe ulaşması, her türlü ulusal dar görüşlülüğü aşan, pragmatik “çözüm”lere kanmayan bir toprak ve emek kardeşliğinin kurulmasından geçiyor. İki kritik nokta rtadoğu konjonktürü ve AKP’nin Kürt stratejisi İsrailABDTürkiye üçlüsüyle SuriyeIrakİran karşıtlığı, Kürtlerin, bu karşılaşmada ne yapacağını, hangi tarafta yer alacağını pratik bir sorun haline getirdi. “İmralı süreci” ile 2009’daki “Kürt açılımı” arasındaki fark buradadır. Türkiye’yi yönetenler ve AKP için, “Kürt sorunu” çözüm vadesi gelmiş bir sorundur. “Çözüm” ve hatta “barış” ise farklı sınıflar ve siyasal hareketler için farklı anlamlara gelmektedir. AKP’nin stratejisi Kandil’i, Avrupa’sı, BDP’siyle var olan Kürt siyasal hareketini parçalamak, tasfiye etmek üzerine kurulmuştur. Bu “çözüm” ve “barış” stratejisinin sınıfsal/ideolojik içeriğini görmek gerekiyor. O ürt hareketinin sınıfsal/siyasal içeriği Burada kısaca üç noktanın altını çizmek istiyorum. En başta, Kürt siyasal hareketi, önderliği ve toplumsal dokusuyla bir emekçiyoksul halk hareketidir. Bu sınıf kimliği, tarafların konuya yaklaşımında ilk bakışta göründüğünden daha önemli bir rol oynamaktadır. İkincisi, Kürt hareketi, Ortadoğu’da bu kitlesellikteki tek seküler harekettir. Seküler bir hareket olmasının en önemli sonuç ya da göstergelerinden biri, yüz binlerce Kürt kadınını siyasal olarak aktif ve yönetici konumlara getirmiş olmasıdır. Üçüncüsü, bu harekete “1970’lerin Alevisolcu geleneğinden” gelen kadrolar önderlik ediyor. Bu ifade, Cengiz Çandar’ ın 2011 K Ceyhun Atuf Kansu’yu Anarken Daver DARENDE / Emekli Diplomat Yazar H alk ozanı, “Şairlerin Cumhurbaşkanı” Ceyhun Atuf Kansu otuz beş yıl önce aramızdan ayrıldı. Ceyhun Atuf Kansu ülkesini ve insanını yüreğinde taşıyan, yurt sevgisi ile dolu gerçek bir aydındı. Toplumsal lirizmin öncüsü idi, tüm evrensel değerleri kucaklayan, bağımsızlık ve antiemperyalist duruşu ile halkımızın ozanıydı. Bağımsızlık ve devrimle biten ilk Kurtuluş Savaşı’ndan, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinden, onun emsalsiz kişiliğinden söz ederdi denemelerinde, şiirlerinde… Halk bilgesi Ceyhun Atuf Kansu’nun koca yüreği yaşamı boyunca hep yurdu ve halkı için çarptı. Karanlıklara başkaldırırken ruhunda hep sevgi ve özveri vardı. Her dizesi, her denemesi Anadolu gerçeğini yansıtırdı. Gelecek için “Umut Işığı”nı halkında aradı. Çağına karşı sorumluluk duygusu taşıyan, ülkesinin sorunlarını kendine dert edinen Ceyhun Atuf Kansu’nun Atatürk için söylediği “Ortaçağa savaş açmış başöğretmen” sözleri belleğimden hiç silinmedi. O başöğretmeni bu hüzünlü günlerde çok arıyoruz. Her zaman laik, halkçı ve devrimci bir Cumhuriyetten yana olan bilge ozan, düşünür Ceyhun Atuf Kansu’yu unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum. “Hoyrat ellerinden alıp o gülü Hangi ellerden? Uzak Teksaslı çobanların Bilmediği, uğruna can vermediği Türkiyeli o çileler gülü. Yerine koymak, kutsamak o gülü, Hangi yerine? Mustafa Kemal’in bahçesine Bir ulusun suladığı beslediği Yediveren bağımsızlık gülü!”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle