25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 MART 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cemevleri Bahane... Laflar ve Gerçekler SON duruma bakılırsa, henüz değişen bir şey yok: Sözler aynı, gerçekler de olduğu gibi duruyor. Bu tiyatrodan şimdilik kârlı çıkanın, inandırıcı olmadıkları halde, İmralı’daki “adabeyi” ile yandaşlarının olduğunu söylemek yanlış olmaz: “Akıllıca düzenlendiği” söylenen bir plan uygulanmıştır. Adabeyi, kendi suretini bile göstermeyen bir televizyon filmini devlet televizyonundan ve özel şirketlerin kanallarından yayınlatmayı ve herkese seyrettirip dinletmeyi becermiştir. “Tarihi” olduğu iddia edilen metne gelince, her tümcesinde, hatta her sözcüğünde saklı olan kavram saptırmalarına ve aldatmacalara zaman ayırmaya ve üzerlerinde akıl yormaya değmez. Hep aynı yaklaşım: Kendini kurnaz ve akıllı sayıp karşıdakini salak ve akılsız sayanların her zamanki oyunu. Silahların gölgesinde dikte edilmek istenen sözde insancıl ve barışçıl tuzakları yutturmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini yok sayarak paylaşılmasına ve peşkeş çekilmesine zemin hazırlamak. Uygulamanın ilk perdesini görmeden bunlar üzerinde durmaya değmez. Söylenenlerde bir damlacık içtenlik olsa, sözde mesajın okunduğu saatlerde Diyarbakır caddelerine büyük reisin posterleri asılmaz, Türk bayrakları toplanıp ortalıktan kaldırılmazdı. Kısacası, barış tiyatrosunun ilk perdesi Kürtçü kopuşçuların kendi alkışlarıyla kapanmıştır. imdiki “barış” sürecinin başarılı olabilmesi için bugün yapılanların, kurulmak istenen yeni düzenin ilkeleriyle kurallarına da uygun olması gerekir. Örneğin, “silah bırakmak”tan söz ediliyorsa, bunun “silah susturma ya da silahını alıp gitme”ye dönüşmemesi, silah sahibinin kimliğini kurallara uygun biçimde belirlemeyi ve resmi kayıtlardaki sicilini doğru temizlemeyi de içermelidir. Çıkış kapıları insanları suçluluktan ve suç araçlarından arındıran birer duş kabini ya da ucuz af makinesi olamaz. umhuriyet kurulurken hilafet ordularının mensupları Arap topraklarına, Avrupa ülkelerine kaçmış, dönüş kapıları “150’likler” listesiyle yüzlerine kapanmıştı. Yıllar sonra yine ulusdevlete karşı çıkmış olanların hiç değilse artık bundan böyle onu koruyanlara güçlük çıkarmalarını önlemek gerekmez mi? Sorunun çözümü, Aleviliği İslamdan az veya çok etkilenen yönleri bulunmakla birlikte kendine has sui generis inanç, itikat, ibadet ve pratikleri olan bir öğreti olarak kabul etmekten geçiyor. Dr. Hüseyin DEMİRTAŞ levilere yine belli çevreler tarafından yeni bir tuzak hazırlanıyor. Bu tuzağın adı, 30 Kasım 1925 tarihinde Atatürk’ün devrim yasaları kapsamında çıkarılan 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun’un kaldırılmasına yönelik girişimlerdir. Peki, tuzak ve hile bunun neresinde? Şurada: Aslında cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesinin önündeki en büyük engel Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun değildir. Çünkü tekke ve zaviye kavramı Alevilikte mevcut değildir. Aleviler cem yaptıkları mekâna kutsal bir anlam atfetmedikleri gibi, buraları “pirevi”, “meydanevi” ya da “dergâh” diye isimlendirmişlerdir. Kaldı ki zaten cemevlerinin resmen ibadethane kabul edilmesinin önündeki engellerin başında da söz konusu yasadan çok Türkiye’yi yönetenlerin tekçi zihniyet sorunu gelmektedir. Bu tekçi zihniyetin başını da hükümet, Diyanet ve yargı çekmektedir ve ortak yorumları, cemevleri camiye eşit ve denk konumda bir ibadethane olamaz şeklindedir. Buradan hareketle de cemevlerini bir ibadet yerinden çok tarikatlara has tekke ve zaviye kurumlarıyla bir tutarlar. Aslında bunu da tam yapmazlar. Yani bu zihniyetin mensupları Aleviliği tarikat olmaya bile layık görmediklerinden kendileriyle de çelişirler. Çünkü Alevilik onlara göre tarikatın da altında, İslamın bir alt kolu ve meşreptir. Böyle olunca da ana gövdenin yani İslamın Şiisiyle Sünnisiyle ortak ibadet mekânı sayılan cami ve mescitler otomatikman Alevilerin de ibadet yeri ilan edilir. Hâkim İslam yorumuna göre camimescit, bir kere ortak ve birincil ibadethane sayılınca da ikincil nitelikteki tekke ve zaviye gibi mekânlara doğrudan ve öncelikli bir ihtiyaç kalmaz. Dolayısıyla Alevi ibadet ve erkânının yürütüldüğü cemevleri kendiliğinden lüzumsuz hale gelir. Bu yorumdaki gizli amaç ise Sünni tarikatların camiden sonra vazgeçilmez ayin ve zikir mekânı olan tekke ve zaviyelerin üzerindeki yasağı kaldırmaktır. Yani bir taşla iki kuş vurulmak istenmektedir. Böylelikle aslında yerine getirmeyecekleri cemevlerinin statüsünü A tanıma vaadi öne sürülerek tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanun iptal edilecektir. Tarikat sınıfına bile sokulmayan Alevilik ise görmezden gelinecek, zaten fiilen bu kanunu çiğnemiş olarak faaliyetlerini sürdüren pek çok Sünni tarikatın önü açılacaktır. Hatta yasağın kaldırılmasıyla bunlar 1925’te el konulan mülk ve vakıflarına tekrar kavuşabilecekler ve kendilerine çok geniş bir rant alanı doğacaktır. Ş Cemevlerinin payına ise ibadethane olmak yerine sadece tarikat zikir ve ayinlerinin yapıldığı mekân sayılan tekke ve zaviyelere eş, iğreti bir denklik statüsü düşecektir. Ancak bu yeni statü pratikte hiçbir işe yaramayacaktır. Zira Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılmasına Dair Kanun’un çıktığı 1925 yılında, şehirlerde cemevi benzeri mekânlar henüz oluşmadığından, Alevilere iade edilecek neredeyse hiçbir mal mülk ve vakıf bulunmamaktadır. Daha da önemlisi, cemevlerine statü kazandırılması bahane edilerek tekke ve zaviyeleri yasaklayan ve kaldıran devrim yasalarının en hassas olanlarından birinin kaldırılmak istenmesi, cemevlerine ve dolayısıyla Aleviliğe büyük bir darbe vuracaktır. Eğer bu kanun yürürlükten kaldırılırsa, artık cemevlerinin cami, kilise ve sinagoglarla eşit bir ibadethane statüsüne kavuşması hayal haline geleceği gibi buralar ibadethanedir demenin zemini bile ortadan kalkacaktır. Hatta böyle bir iddiayı sürdürenlere ceza bile verilebilecektir. O takdirde cemevleri, tekke ve zaviyelerle yalnız görünüşte eşit bir yapıya kavuşacağından, yine birincil (primary) değil ikinciltali (secondary) bir dini mekân seviyesinde kalmaya mahkum olacaktır. Bu durumda, “Gidin İslamda birinci derecede önemli, temel ve farz bir ibadet kabul edilen namazlarınızı camilerde kılın, arkasından da isterseniz bizim ayinzikir saydığımız erkânlarınızı cemevlerinizde yerine getirin” denilerek Alevilere yine cami ve mescitlerin yolu gösterilmeye devam edilecektir. Sonuçta, mevcut statüko değişmeyecektir. Bir de üstüne üstlük devlet ve belediyeler imar planlarında sadece cami, kilise ve İğreti denklik sinagoglar için bir yer gösterebildiklerinden ve cemevi bu yeni statüde de şimdiki gibi adı geçen ibadethanelerle eşit sayılmayacağından yine devlet nezdinde üvey evlat muamelesi görecektir. Devletin cemevine biçtiği (yeni) rol nedir öyleyse? Cemevi özele aittir. Tekke ve zaviye gibi dinen zorunlu olmayan, isteğe bağlı faaliyetlerin yürütüldüğü kültürel bir mekândır. O nedenle bir hak iddiası durumunda kolaylıkla çıkıp “Nasıl ki, diğer tarikatlar tekkelerini kendi öz kaynaklarıyla yürütüyorsa, Aleviler de öyle yapsın” denilecektir. Kısaca devlet olası bu yeni konumda da sadece birincil ibadet mekânı saydığı camilere ve mescitlere desteğini sürdürecek, cemevleri yine şimdiki mevcut sorunlarıyla baş başa kalacaktır. O halde sorunun çözümü, Aleviliği İslamdan az veya çok etkilenen yönleri bulunmakla birlikte kendine has sui generis inanç, itikat, ibadet ve pratikleri olan bir öğreti olarak kabul etmekten geçiyor. Keza cemevleri de bu Anadolu’ya özgü inanç biçiminin özgün ibadethanesidir diye resmen tescil edilmelidir. Zira camisiz Alevilik olur/oldu/oluyor ama cemevi olmadan Alevilik olmaz ve varlığını sürdüremez. Bunun en büyük kanıtı da Alevi köylerinde, yasak olduğu halde cem yapılmak için kullanılan şahsa ait veya ortak kullanılan çok sayıda yapı bulabiliceğiniz halde adı cami olarak geçen hiçbir mekâna rastlayamayacak olmanızdır. Bulduklarınız ise Hacıbektaş’taki gibi genellikle sonradan yapılmıştır ve cemaatsiz camilerdir. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Alevilerin somut gerçeklikleri kabul edilmeyecekse, sorunlarının çözümü için en kolay adımlar bile atılmayacaksa söylenen ve yapılan her şey laftan ibaret kalır. Çözümsüzlük ve gerginlikler devam eder gider… Tekke ve zaviyelerin yasağının kaldırılmasıysa ancak Türkiye’yi laiklikten daha da uzaklaştıran ve şeriat devletine yaklaştıran bir adım olmaktan öte bir işe yaramaz. Tekke ve zaviyeler üzerindeki yasak illaki tartışılacaksa da, ki ben tartışılmasından yanayım, bu cemevleri üzerinden değil, bir başka zeminde yapılmalıdır. Zira Alevilik bir tarikat olmadığı gibi cemevleri de tekkezaviye cinsinden ikincil bir ibadethane değildir. Cemevleri aynen camikilisesinagog gibi Alevilerin birinci dereceden ibadethaneleridir. İyisiniz... Bir: Terörist, Başbakan’dan daha açık oynuyor, ne dediği belli oldu en azından... Hâlâ silahları bırakmaya karşılık ne sözlerin verildiğini bilmiyoruz ama... H İki: Olsun hadi... PKK silahı bırakıyor, öteki yana çekiliyorsa bu iyi bir şey... H Üç: Bundan memnun olmayan kimse yok... H Dört: Birbirlerini buldular hakikaten... Terörist ile Başbakan “İslam” unsurunda birleştiler... Gidenlere ayet okuması boşuna değilmiş... Bu ortaklıklarının süreceği anlamına gelir... Ne mutlu... H Beş: “Türklük”, “milliyetçilik” yerine artık bu ülkeyi ayakta tutacak tutkal; İslam... Bu nedenle “barış, kardeşlik” ilan edilen meydana zahmet edip de bir Türk bayrağı asmadılar... Hoşgörün artık... Bayrak da olmayıversin... H Altı: Siz Güneydoğu elden gidecek diyordunuz... Bakın sözünü ettiği “Misakı Milli” ile Musul’a kadar bize getiriyor... Müjdeyi verdi Apo... H Yedi: Silahlı teröristler gittiklerine göre “Barışa da varız, savaşa da varız” derken, neyle savaşacaklar dersiniz?.. Öcalan, Arap Baharı’ndaki modeli seçti... Tahrir Meydanı yöntemi... Bundan böyle kimse Diyarbakır meydanını boşaltamaz, savaş kentlerin meydanında... Demokratik diyelim... H Sekiz: Acele etmeyin... Bu oyunun sonunu bekleyin, biraz sabır... Türkiye Cumhuriyeti’nin hapistekine verdiği ödün nasılsa dökülecek ortaya... H Dokuz: Sakin olun... Barış sürecini bozarsanız maazallah... Apo’yu çıkarıp sizi kapatmasınlar... H On: Aklınıza bir şey gelirse, numara verip siz devam edin artık... Sonuç: Nasıl Bir Barış? Ercan COŞKUN Emekli Yargıç C H epimizin bildiği gibi son günlerde “barış” istekleri iyice ayyuka çıkmaya, iyice prim yapmaya başladı. Oysa şunun altını çizerek söylemek gerekiyor: “.. Barış, o kadar kolay değil..” Bu, hangi barış? Nasıl barış? Kimlerle barış gibi sorulara vereceğimiz cevaplara sıkı sıkıya bağlı.. Biraz engebeli bir yol. Ancak, ulaşmak, başarmak mümkün. Konuyu doğru kavramak açısından, maddeler halinde açmakta yarar var. Şöyle ki: 1 İlk yapılacak şey, tüm taraflar bir araya gelerek, çok aceleye getirmeden ve fakat pek fazla da gecikmeden, Irak’ın, Afganistan’ın, Mısır, Tunus ve Suriye’nin, kısaca, tüm Ortadoğu’nun “şipşak” fotoğraflarını çekip her örnek üzerinde doğru ve uzun yorumlar yaparak barış için acil çözümler üretmektir. 2 Çekilecek fotoğrafta görülecektir ki, Ortadoğu’daki tüm kavgaların da başaktörü, yine ABD’dir. Bu gerçeği görmeden yapılacak bir barış girişimi kalıcı olamaz. Bu nedenle, barışa taraf olanlar ABD’nin değil, kendi yazdıkları senaryolarla çıkmalıdırlar barış sahnesine.. Görünen köy kılavuz istemez. ABD hazırladığı ve uygulamaya devam ettiği son senaryosu ile Irak ve Afganistan yetmezmiş gibi şimdi de Suriye’yi yangın yerine çevirdi. Görünen o ki, Suriye’ye hâlâ bahar gelmedi, gelmeyecek de... Libya’ya, Tunus’a, Mısır’a bahar geldi mi ki, Suriye’ye gelsin? Hepsinde, kapkara bir kış, kargaşa, kan ve ölüm var. Bilindiği gibi ABD, bu kanlı senaryosunun son halkası ile de, Ortadoğu’da Şiiliğin en dirençli kalesi İran ile başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın da bulunduğu Sünni İslamı karşı karşıya getirmeyi düşlemektedir. Umarın ABD’nin bu yeni kanlı oyununa ortak olunmaz... Konumuz “barış” olduğuna göre, bu sadece kavga edenleri ilgilendirir. ABD bu kavganın tarafı değildir. O sadece petrolleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri için Ortadoğu’ya çöreklenmiş bir canavardır. ABD’nin barışa etkisini yazmaya çalıştığım şu anda, rahmetli Ecevit’in bir basın ordusu karşısında “Öcalan”la ilgili şu sözleri geldi aklıma: “.. Vallahi ben hâlâ Öcalan’ın ABD tarafından bize niye teslim edildiğini anlamış değilim!..” İşte, barışın anahtarı burada, bu sözde gizli... Barışın tüm tarafları ama Türkiye’de ama Ortadoğu’da, bahar mı geldi? Kış mı geldi? ABD kendi eliyle bize “Öcalan”ı niye teslim etti? “Açılım” nedir? Ortadoğu’da neler oldu, neler oluyor, daha neler olacak, gibi tüm sorulara doğru cevapları bulunmak zorundadır. Yoksa bu barış girişimi de bir kandırmacadan öteye gidemez... 3 Barışı sağlamanın en temel şartlarından biri de bu şölende herkesin yerini almasıdır. Türkler, Kürtler, Araplar.. Şiisi, Sünnisi, Şafisi, sağcısı, solcusu, dincisi... ve Ortadoğu’nun tüm halkları, barışa hazır mısınız? Hazırsanız işte meydan sizin, açın kollarınızı, kucaklayın dostça birbirinizi... Bitsin bu kan, bitsin bu savaşlar, tükensin tüm acılar, size bu yakışır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle