13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 MART 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER T’lerin Encamı BOĞAZINA kadar borca batmış ve hepsi parsa bekleyen yandaşlarca çevrilmiş mirasyediler her zaman ne yaparsa, PTT ve telefon hizmetlerini satmak isteyenler de öyle yaptılar. Telgraf işletmenin sorunları zaten ileri teknolojiyle genel olarak çoktan çözülmüştü. Dolayısıyla interneti, telefonu da içermek üzere her türlü elektronik işletişimin gelirini yabancı sermayenin katılımıyla paylaşmak elbet çok kârlı olabilir ve yerli yabancı herkes kazançlı çıkabilirdi. Ama bizim öyle yapmamıza gerek var mıydı? Kendi başımıza daha da kârlı olabilirdik. Türkiye’nin üniversiteleri ve hele savunma sanayinin elektronik alandaki gelişme düzeyi bu alandaki teknolojik zemini sağlayamaz mıydı? Ayrıca, sayısı iki yüze yaklaşmış üniversitelerin fen ve işletme fakültelerinde yetişen binlerce genç bu amaç için seferber edilemez miydi? Geliri çok yüksek böyle bir alanın kazancını ulusal kalkınma için kullanmak varken, o kazancı anlaşılmaz bir cömertlikle yabancı ceplere aktarmak pek mi akıllıca olmuştur? ikkat etmişsinizdir, böyle bir satış furyası başlar başlamaz, Batılı kurnaz sermayedarla kucaklaşmış Arap ve tatlı su Frengi ne kadar yabancı varsa hepsi Lübnan’dan ve Körfez emirliklerinden kalkıp Ankara’nın paylaşma kapılarına üşüşmüşlerdi. Her şey başıbozuk bir gidişin, ulusal potansiyeli çarçur edişin, eğitimi ülkenin ve toplumun gereksinmelerine uygun biçimde planlayamamış olmanın sonuçlarını ortaya koymuş oldu. Cep telefonunu elinden düşürmeyen bir toplum bu konuya kafa yormadan ve akıllıca çözümler üretmeden nasıl durabildi? Artık fark etmeliyiz ki; kendi elimizle ve kendi seçtiğimiz yöneticilerce başkalarının bizi soymasına, bizi oyalamasına, bizi aldatmasına yol açmış duruma düştük. Büyük ayıbımız budur. Her aynaya bakışta utandıran. öyle olduğuna göre, bu durumu sürdüren bir iktidarı değiştirememiş olmak, yahut tersinden bakıldığında, bunca yıldan sonra onu değiştirebilecek bir ana muhalefet çıkaramamış olmak da hepimizin ortak ayıbı değil midir? Şehir Hastaneleri: Kim İçin, Ne İçin? Bu beş yıldızlı hastanelerden kim yararlanacak? Özel sektör, devlet gibi mi? Paran kadar sağlık kuralı işleyecek. Sigortan yoksa yandın. Sigortan yetmez ise tamamlayalım. Öde bakalım primi. Ya da gel sana özel sigorta yapalım. Bu arada sağlık turizmini patlatmayı da unutmayalım. K Prof. Dr. Erdener ÖZER başlanır. Hastane kuyrukları, sağlık alanında yolsuzluklar, hantallaşan sağlık bürokrasisi, ilaca ve doktora ulaşmada zorluk çıkarma gibi olumsuzluklar, bu dönem için belleklerde yerini alır. D B amuözel ortaklığı ile yapılacak şehir hastanelerinin kurulmasına olanak sağlayan yasa birkaç gün önce yürürlüğe girdi. Böylelikle devletin; sağlık alanından elini ayağını çekerek, kamusal olması gereken bu alanı özel sektöre devretme sürecinde son aşama da tamamlanmış oldu. AKP iktidarı, “sağlıkta dönüşüm” olarak isimlendirdiği reform programını, 10 yıla aşkın bir süredir uyguluyor. Vatandaş tarafından anketlerde genel olarak başarılı bulunan bu dönüşüm ile ilgili olarak, iki önemli noktayı vurgulamakta yarar var. Birincisi bu programın ne yaratıcısı, ne de sahibi AKP iktidarı değil. İkincisi bu programın ülkemizde izini sürmek için, 24 Ocak 1980 kararlarına kadar gidilmesi gerekir. Tarihsel sürece bakıldığında, emekten yana devlet politikasından ürken kapitalist düzen, küreselleşme aracı olan neoliberal politikaları, bu tarihte ülkemizde devreye sokar. Sağlık alanında devletin güvenilirliğini, sunduğu sağlık hizmeti ile ilgili vatandaş memnuniyetini olumsuz etkileyecek koşullar oluşturulmaya ağlıkta özelleştirme Böylelikle 2002 yılına gelindiğinde, sağlık alanında özelleştirme yapmak için olumlu iklim sağlanmış olur. Öncelikle hastanelere başvuruda sosyal güvence farklılıklarından kaynaklanan engellemenin kaldırılması, ilaca ulaşmada kolaylıkların sağlanması ve sağlık çalışanlarına performansa bağlı ek ödeme sisteminin getirilmesi ile toplumda genel bir hoşnutluk yaratılır. Bununla beraber birinci basamakta aile hekimliği sistemi ile sözleşmeli insan çalıştırma gibi liberal sistemin izlerini taşıyan uygulamalar devreye girer. Bu arada aile hekimliği eğitimi, dışarıya bağımlı aşılama dışında koruyucu hekimlik ve basamaklar arası sevk zinciri bir kenara itilir. Tanı ve tedavi harcamaları adeta kışkırtılır, yoksulluk ve stres hastalıkların artmasına zemin hazırlar. Buna rağmen S nitelikli olmasa da sağlık hizmetine ve ilaca ulaşmak çok kolay olduğundan, vatandaş hâlâ memnundur. Sıra bir sonraki aşamaya gelir. 2011 yılında bir dizi kanun hükmünde kararname ile öncelikle kamudan özele hekim geçişine hizmet edecek “Tamgün Yasası” devreye girer. Sağlık harcamalarında özel sektörün aldığı pay misliyle artar. Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısının hukuksal olarak yeniden kurgulanması ile devlet, sağlık alanındaki otoritesini, özel sektör dinamiğine sahip kamu hastaneleri birliklerine bırakır. Birinci basamak dışında devlet kadrosunda kalan, özele geçmeyen sağlık çalışanlarını sözleşmeli yapma fırsatı da kamuözel ortaklıkları şeklinde, sağlık kurumlarının yeniden yapılanması ile ilgili düzenlemeyle elde edilmiş olur. Böylelikle devlet, sağlık gibi yurttaşlık hakkı olan bir alanı terk etmektedir. Bu perspektiften bakıldığında şehir hastaneleri ya da sağlık kampusları, kesinlikle vatandaştan yana bir yapılanma değildir. Bu kurumlar bir işletme mantığı ile çalışacaktır. Yapım finansmanı özel, muhtemelen de uluslararası fonlar ile karşılanacak ve tesisler finansörlere 25 yıllık süre ile kullanılabilirlik ilkesine göre kiralanacaktır. İşin ilginç yanı; bu tesisler için söylenenler, sağlık kurumlarından çok, alışveriş merkezlerini anımsatıyor. Bu modelle yapılacak olan hastanelerin ‘beş yıldızlı otel’ ayarında olacağı, şehir hastaneleri kampuslarının içinde ödeme işlemlerini yapacakları banka ATM’lerinin de olacağı söyleniyor. Sunulan hizmetlerin arasında klinik otel, konukevi, anne evi, yürüyen bantlı koridorlar ve helikopter pistlerinin de bulunacağı ifade ediliyor. Hatta farklı dinlere mensup insanlara ibadet alanlarının da sunulacağına vurgu yapılıyor. Örümcek... O da vaziyeti anladı... Örümcek Adam namaza durdu... H Bakarsınız Pekos Bill okul kitaplarında umreye gidiyor... Hacı Tommiks, iftar topunu beklemekte olan Konyakçı’ya “Kıble ne tarafta hafız” diye sorarken... Süperman, çılgın proje olarak İstanbul’un altından iki delik açıyor “Ya Allah, bismillah” diyerek... Red Kit orucunu yiyenleri kovalıyor o sırada... H Ne bilelim biz... Türkiye’yi ele geçirmiş dinci devrim altyapısını tamamladı... İstila etmediği tek kurum kalmadı memlekette... Artık kendi neslini yetiştirerek, çocukların zihnine yerleşerek, geri dönüşün yolunu kapatmaya bakıyor... Örümcek Adam bu nedenle namaza başladı... H Şu sıralarda olanlardır sadece: Spor müsabakaları türbana açıldı... Tiyatroyu “erkek”, “bayan” diye ayırdılar... Türbanlı milletvekili, yargıç, savcı dönemi başlıyor... İçki yasağı uygulanan il sayısı arttı... Okullardan sonra yurtlarda da Kuran kursu açılıyor... Harem selamlık otobüsler birçok ilde seferde... Namaz kılan çocuklara promosyon olarak tablet veriyorlar, 180 namaza bir tablet... Gençlik kamplarında kız, erkek ayrıldı... İmam hatibe dönüştürülecek okul sayısı belli oldu; 5 bin... Çocuklara dağıttıkları kitaplarda Penguen başörtüsü takarken, Örümcek Adam namaza durdu... H Say say bitmez... Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çağdaşlaşma çabalarının tam tersi güçte bir değişim... Planlı... Programlı... Örümcek ağıdır... H Ama asıl dinci baskıyı ve değişimi şu seçimlerden sonra görürsünüz, kamyonetlerin arkasına doluşup kapınıza dayandıklarında... H Amaç dinci karşı devrimi yeni kuşağın zihnine yükleyerek, Kemalizmin muhtemel dönüş yolunu tümden kapatmak... H Örümcek Adam dahi anladı... Namaza durdu... imler yararlanacak Peki bu beş yıldızlı hastanelerden kim yararlanacak? Özel sektör, devlet gibi mi? Paran kadar sağlık kuralı işleyecek. Sigortan yoksa yandın. Sigortan yetmez ise tamamlayalım. Öde bakalım primi. Ya da gel sana özel sigorta yapalım. Bu arada sağlık turizmini patlatmayı da unutmayalım. Vatandaş gelmez ise boş ver. Nasıl olsa yabancı müşteri hazır. Doktor çalışmaz ise boş ver. Nasıl olsa ucuza çalışacak yabancı doktor hazır. Peki şehirdeki diğer kamu hastaneleri ne yapacak? Aman batarsa batsınlar. Nasıl olsa yasası var, özel sektöre devrederiz. Peki kamuda direnen sağlık çalışanları ne olacak? Aman ne kadar dayanabilir ki? Ek ödemeleri kesilince sözleşmeli oluverirler. Sosyal Güvenlik Kurumu da ne oluyor? İlaç harcamaları, tetkik harcamaları derken bu kadar borç. Aman hiç düşünmeyin, onu da özelleştirirler, olur biter. K Surlar, Bizler, Ötekiler… İstanbul, havada uçuşan parlak projeler ile oyalanırken ve bizler, İstanbul açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken… Bu topraklarda tarih boyunca üretilmiş sekiz bin yıllık kimi değerlerin de kentin kimi sakinleri gibi en sefil dönemlerini yaşadıkları söylenebilir. toplumun. Bu insanları, Bizans duvarlarının dışına çıkarıp, düzgün bir yer edinmelerini de sağlama konusunu hiç tınmayanlar, örneğin TOKİ yetkilileri ise kilometrekare ile imal ettiği konutlarından sermaye üretmeye devam ederlerken, güçlerinin belirli bir bölümünü sistemin marjinalleştirdiği yaşamlara, gerçek evsizlere, yersizlere harcamayı düşünse? Belki üç yüz belki bin kişi için insanca bir yaşam çevresi üretmenin maliyeti nedir ki? Söyleyeyim; “Taşı toprağı inşaat” olan bu dünya metropolünde bir “plaza” katının bedelidir. İstanbul, havada uçuşan parlak projeler ile oyalanırken ve bizler, İstanbul açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken… Bu topraklarda tarih boyunca üretilmiş sekiz bin yıllık kimi değerlerin de kentin kimi sakinleri gibi en sefil dönemlerini yaşadıkları söylenebilir. Son kez surlara dönelim. Günler geçti, “Olay Mahalli İnceleme Ekipleri” artık bürolarına dönmüştür. Diyarbakır’ın ünlü surları 5 kilometredir. Paris’in 24 kilometrelik surlarının neredeyse tümü bir “çılgın proje” uğruna yıkılarak çevre otoyoluna dönüştürülmüştür. Atina, Roma gibi eski İstanbul’un yanında köy boyutunda kalan yerlerde eski kent surlarının izlerini bile bulmak ise neredeyse olanaksızdır. Dünyada, kentin son dönemde gördüğü tüm zulme karşın en iyi “kalmışkorunmuş” metropol surları bunlardır: 14.5 kilometresi kıyı boyunda olmak üzere toplam 22 kilometrelik bir hazine. Yeni barbar istilaları (en azından top tüfek ile) olmayacağına göre bunları şimdilerde moda olduğu gibi “ihya” etmeden korumanın bir yolu da olmalı. Elbette Bukoleon, Blahernai, Yedikule gibi kalelerini de otele veya yavan kültür merkezlerine dönüştürmeden. Sulukule gibi yakıp yıkmadan, belki de bu duvarlara yaslanıp yaşayan, onlarla bütünleşen kimi evleri bile koruyarak. Bir gün keyif ve güvenle surlar boyunda yürüyen, bisiklete binen, resim çeken İstanbulluları ve “yabancı”ları hayal ediyorum. Taşı ile, kuşu ile, insanı ile barışık bir İstanbul hayali. İşe Konstantin gibi şehir surlarından başlasak. Çılgın bir proje mi yoksa bu? Belki de şöyle düşünüyordu “yabancı kadın”: “Artık buralarda yalnızca İstanbul’un kuşları barınsa… Bu şehrin kara surlarına kargalar, kıyı surlarına martılar yakışır. Güvercinler dini yapıların yakınlarında yaşar herhalde. Geceleri baykuşlar da olabilir, ama yarasa olmasın…” B Haydar KARABEY Mimar birkaç dakika sonra çekeceği ise sahilde, günbatımı sonrasının ışıkları olabilir. Son dakikalarda, bu güzel ama lanetli kentte gün batarken, aklından neler geçtiğini hiç bilemeyeceğiz. Ama çektiği resimleri izlerken, derhal, “herhalde uyuşturucu kuryesidir bu…” diye yorum yapmaya koşullanıyoruz. Bir dernek ise “Suçu buralara sığınmış zavallıların üzerine atmaya hakkınız yoktur” diye görüş bildiriyor. Kafamız karışık. Suç var mı, varsa suçlu kim? Elbette, kimi toplumlarda olduğu gibi birileri, sokakta da yaşamayı seçebilmeli. Metropole karşı bir protestodur belki bu tavır. Ama belli ki buralarda yaşama tutunmaya çalışanların, “ötekilerin” keyfi değil, zorunlu bir tercihi bu. Taşların yerine oturduğu bir toplumda bu ve benzeri dernekler, çoktan kent toplumundan, yerel yönetimlerden, TOKİ’den hesap sormalı, bu insanlar için farklı projeler üretebilmeliydi. Dinleyen olursa. Bu yersiz yurtsuzlara verecek hiçbir şeyi yok mudur gerçekten bu izler; İstanbul, açık kent, kültürel miras, turizm, kamusal alan diye konuşurken… Buraları merak eden ve resim de çekmeye meraklı bir yabancı “kadın”, yalnızca bizlere ait olmayan bu dünyamızı paylaştığımız bir sürü insandan biri, kendince bir çaba göstererek 20 bin kilometre yolu geçip geliyor ve sürdürmeyi, paylaşmayı beceremediğimiz insanlığın bu ortak kültürel mirasının, bu kamusal alanın izleri üzerinde dolaşmaya başlıyor. Her yabancı kadını potansiyel bir yem olarak algılamaya mahkum ettiğimiz kimileri; ırza geçip taşla baş ezen erkek egemen toplumun kimi üyeleri bu arada, bu lanetli kentin karanlık köşelerine sığınmış olabilirler. Kendilerine ait kıldıkları bölgelerine giren bu “yabancı kadın” da “doğallıkla” onların, ötekilerin malı olacaktır, onunla istedikleri gibi oynayabilirler. Sonra da kırık bir oyuncak gibi bir kenara bırakabilirler. Kadının birkaç dakika önce çektiği resim, bu kentten batıya doğru uzanan hüzünlü bir demiryolu görüntüsüdür,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle