13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çirkin Görüntüler... İnsan kendi askerini tutuklar mı? Yıllarca hapishanelerde tutar mı? Bir ordunun önemli bir bölümü cezaevlerinde yatarken o ülkede gerçek bir barış olur mu? Bir örnek istiyorsanız uzağa gitmeye gerek yok! Ülkemizin topluma yararlı insanlarının çoğu suçlu mu? Aydınlar, okumuşlar, yazmışlar, kendilerini yurt için, vatan için her an harcamaya hazır olanlar!.. Bugün cezaevlerinde yüzlerce, binlerce insanımız yatıyor? Neden? Büyük bir suçları var, o da yurtlarını sevmek!.. Kim, hayır onlar sevmiyor ülkelerini, diyebilir? Akıldışı bir tutum içindeyiz. Yaptığımızın yanlışlığını nasıl göremiyoruz? Koskoca generallerin bile kolayca suçlandığı, görevlerinden alınıp cezaevlerine tıkıldığı gözler önünde. Ben yaşlı bir yazar olarak hem kızgınlık hem de üzüntü içindeyim. Vatanını seven her insan bu çirkin görünüş karşısında niye susup kalıyor? Susmak niçin? Korkudan mı? Başıma neler gelir diye susması bu yüzden mi? Türkiye’de hiçbir zaman böyle bir durum yaşamamıştık? Bir düşünün, devletin en seçkin insanları neredeyse durup dururken yakalanıyor, içeri atılıyor, aradan da dört beş yıl geçiyor. Mektuplar alıyorum hapishanede yatanlardan. Hiç yüzünden yattıklarına inanıyorlar. Haklılar, çünkü herhangi bir suç işlememişler. Bir garip korku mu yetkilileri böyle davranışlara itiyor. Cezaevlerinde binlerce mi daha mı çok insanımız var. İyi ki idam uygulaması ortadan kalkmış, yoksa sıra sıra idam sehpalarıyla dolu kentler görecektik... Verilen cezalara bakın, en az on beş yıl!.. Koskoca emekli generaller bile bu uygulamadan kaçamıyor. Bizler sizler oturmuş bu olayları izliyoruz. Anlamsız, saçma, çirkin bir ülkede miyiz? Yoksa bu ülke değişti mi, daha açığı ortadan kalktı mı? Kim kaldırdı? Elbet iktidardakiler diyeceksiniz, kim seçimde oy alarak gelmişse. Ama bir karşı çıkan yok mu, olmayacak mı? Rastgele seçim kazananlar her istediklerini rahatça yapacaklar mı, yapabilirler mi? İyi ki yaşlandım diyorum. Böyle çirkin manzaraları fazla göremeyeceğim için. Bir kurtuluştur zamanında çekip gitmek! Bugünkü ülkenin durumu hiçbir umut vermiyor. Günden güne bir batağa gitmekte olduğumuzu düşünmek korku verici bir yaşantı... Vahşi Kapitalizmin Sinekten Yağ Çıkarma Siyaseti I Mal veya hizmetin satıcısı, yüklendiği edimi yerine getirmenin gereği olan her bir hareket ve işlemi atomize edip ayrı ayrı hizmetlermiş gibi, fazladan her biri için haksız bedeller fatura etmektedir. Sözleşmenin egemeni, avını gırtlağından yakalamış, istediği kadar koparacaktır. B Ali GÜZEL Emekli Anayasa Mahkemesi Üyesi ilindiği üzere borçlar hukukunda sözleşme, kısaca; tarafların, hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun biçimde açıklamaları olarak tanımlanır. Yüzyıllar öncesinden beri bu mealde kabul gören bu tanım, genellikle eşit veya birbirine yakın güçte olan tarafların belli konu veya konularda müzakere ve pazarlık yaparak özgür iradeleri ile belirledikleri şartlarda mutabakat sağlayıp anlaşmalarını ifade eder. Ancak; sanayileşme, şehirleşme, sermaye birikimi ve kapitalistleşme (ve öbür yanda geniş kitlelerde mülksüzleşme) sonucunda genellikle sözleşmelerin tarafları arasındaki güç dengesi bozulmuş; öte yandan bilim, teknoloji, ulaşım, iletişim, sanayi, ticaret alanlarında birbirlerini etkileyen ve tetikleyen gelişmeler, sosyal ve ekonomik ilişkilere yoğunluk ve çeşitlilik getirmiştir. Bu ilişkiler ağındaki değişim ve dönüşümlerden sözleşmeler de nasibini almıştır. Bugün artık sözleşmelerin yapılmasında ve içeriğinin belirlenmesinde özellikle bir tarafı tüketici olanlarda tarafların denkliğinden ve eşit iradelerin uyuşmasından söz etmek olanağı kalmamıştır. Bir tarafta büyük ekonomik güce sahip, alanında tekel olan veya benzerleriyle paralel uygulama yürüten piyasa aktörleri (satıcılar); karşı tarafta ise sayıca çok fakat iktisaden güçsüz, örgütsüz bireylerden (tüketiciler) oluşan geniş kitleler. patlama ihtimaline karşı emniyet süpabı niyetine, zayıf taraf olan tüketiciyi koruma kuralları koymaya başlamışlardır. Ülkemizde de halen bu nitelikte en genel düzenleme, 1995 yılında yapılan, sonraları değişiklik ve eklemelere tabi tutulan ve halen de yeniden değişiklik çalışmaları yapıldığı söylenen 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’dur. Tüketici hukuku ile sınırlı olmayarak yeni Borçlar Kanunu’nun 2025. madddeleri de anılmaya değer. (Bankacılık, elektrik piyasası, elektronik haberleşme vs. alanlarındaki yasal düzenlemelerde tüketiciden bahsedilmesi ender olduğu gibi bu alanlarda oluşturulan düzenleme ve denetleme kurum ve kurullarının tüketici hakları konusunda kayda değer icraatlarına da pek rastlanmamaktadır.) Güçlü taraf; uzmanları vasıtasıyla, hukuk düzeninin bütün olanaklarını kullanıp, kendi çıkarlarını üstün tutan ve aleyhine gerçekleşebilecek hiçbir ihtimale açık kapı bırakmayan genel işlem şartlarını belirleyip standart bir kurallar demeti oluşturur ve karşı tarafa dayatır. Karşı tarafın yapacağı ne vardır? Ya elektirik, su, doğalgaz, tellitelsiz telefon, televizyon (Allah saklasın; diziler, futbol geyikleri, üstün yetenek yarışmaları, hayırlı kısmetler ne olacak!) vs. kullanmayacak; banka ile işi olmayacak ya da medeniyetiniz sizin olsun deyip dağ başına gidecek! (Dağa çıkma meselesine girmeyeyim, Başbakan’ın da pek sevdiği Mehmet Akif’i rahmetle anayım: “Medeniyet denilen maskara mahluku görün / Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”) Dağda, ormanda yaşamayı göze alamayan tüketici, esasen çoluğu çocuğu ile birlikte reklam ve bilumum tüketim kültürü bombardımanı ile beyni aklanmış paklanmış vaziyette, kendisine dayatılan şartları içeren sözleşmeyi imzalar. Sayfalar tutan ve önceleri karınca duası gibi okunamaz küçüklükte iken sonraları kanun hatırıyla okunabilir puntolarla yazılan o sözleşme metinlerini biz tüketiciler hangi zamanda okuyabileceğiz, içerdiği genel işlem şartlarının ne kadarını anlayabileceğiz, anlasak ne yapabileceğiz? “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyen ekonomik liberalizmin ağababası Adam Smith, azgınlık ve gözüdoymazlık karşısında bir zaman sonra, adalete ve ahlaka davet etme ihtiyacı hissetmişti! Klasik borçlar hukuku teorisi kapitalizmin sınırsız kâr hırsını kontrol etmede yetersiz kalınca, bazı devletler toplumsal Karşı tarafa dayatma Çare olmuş mudur? Bu haliyle olması mümkün müdür? Cevap ne yazık ki olumsuzdur. Mal veya hizmetin satıcısı, yüklendiği edimi yerine getirmenin gereği olan her bir hareket ve işlemi atomize edip ayrı ayrı hizmetlermiş gibi, fazladan her biri için haksız bedeller fatura etmektedir. Sözleşmenin egemeni, avını gırtlağından yakalamış, istediği kadar koparacaktır. Örneğin elektrik konusunda; dağıtım bedeli, sayaç okuma bedeli, perakende hizmet bedeli, tesis yenileme bedeli, kayıpkaçak bedeli, ne oldukları faturalardan anlaşılamayan başka kalemler. Aynı şekilde bankalar asli işlerinin normal getirisiyle yetinmemekte, binbir dil dökerek müşteriyi bağladıktan sonra, edimlerinin doğal gereği olan her işlem parçacığı için çeşitli isimler altında ücret almaktadırlar. Hesaba bakma, hesaba para yatırma, bakiye görüntüleme, hesap işletimi, hesap özeti gönderilmesi, kredi kartı ücreti, krediler ve yeniden yapılandırılmaları için abartılı ve mükerrer dosya masrafı, krediyi erken kapatma cezası, konut kredisi borcu tamamen ödendiğinde ipotek kaldırma masrafı gibi. Yaşadığım bir olay: 2012 Ekim ayında bir gün, oğlumun bir banka şubesindeki vadesiz hesabına iki yüz lira yatırmak üzere aynı şubeye başvurdum, otuz lira ücret istediler. Aptal yerine konulmak karşısında kalbiniz sıkışmaz mı? Şube müdürü ile konuştum, sizdeki hesaba para yatırıyorum, cebinize para koyuyorum, bunun için benden neden ücret alıyorsunuz, bunun adı bankacılık, ticaret olamaz dedim. Müdür, düşüp bayılacağımdan korktu herhalde, yukarılardan gelen birtakım yazıları gösterdi, “Bütün bankalarda uygulama böyle, siz en iyisi makinede parayı yatırın, beş lira ücret ödersiniz” dedi, öyle yaptım. Hayır dua okumadığım tahmin edilir herhalde. Standart sözleşmelerdeki haksız şartları veya sözleşmede yer almasa bile uydurma bahane ve isimlerle tüketicilere fatura edilen çeşitli ücretleri gördükçe, artık mazide kalan bakkal amca şimdi olsaydı, terazi tartı ücreti, kese kâğıdı ücreti, veresiye defteri ve yazma ücreti ister miydi merak ediyorum. Yüzsüzlüklere maruz kalmak, hesapta olmayan zaman ve enerji kaybetmek kaygısıyla ve güvensizliğiyle, yaşama sevincini örseleyen bu durumlar karşısında ne Haksız bedeller yapılmaktadır, ne yapılabilir? Çoğunlukla bir şey yapılmamaktadır. Genel kural olarak 4077 sayılı kanunun 6. maddesinde “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine  dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir” denilmektedir. Ancak hakların farkında olamama, tüketici hakları hakem heyeti ve yargıya başvuru yollarını bilememe veya uğraşmayı göze alamama, geri alacağı parasal değeri yevmiye kaybına, dolmuş parasına ve sair maliyetlere değer görmeme, haksızlıkları kanıksamışlıktan kaynaklı duyarsızlaşma gibi nedenlerle, tüketicilerin çok büyük kısmı haklarını aramaktan çok uzak kalmaktadırlar. En yaygın yakınma ve itiraz konusu olarak; kredi kartı üyelik ücreti veya benzeri isimlerle yıldan yıla yaklaşık elliyüz lira civarında bankalarca alınan ücretlerin haksız şart olduğu, iyi niyet kurallarına uymadığı ve tüketiciye iade edilmesi gerektiği yargı organının devamlılık arzeden kararları ile yerleşmiş bir hukuki gerçeklik iken ve bu durum ilgililerce bilinmekte iken, bankalar bu ücreti almaya devam etmektedirler. (5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nu da hatırlatmalıyım. Bankanın kredi kartı ücreti almasını haklı gösterme çabasıyla en yetkili bürokratik ağızlardan tüketici hukukunun hangi ihtiyaçtan doğduğu ve amacı gözden kaçırılmışçasına “Her hizmetin bir bedeli vardır, sözleşme yapıp yapmama serbestliği vardır” mealinde sözler duyulmaktadır. Oysa bedelsiz hizmet isteyen yok, haksızlığa itiraz vardır! Zira banka, kredi kartı ile ilgili üye işyerlerinden komisyon alarak veya başka yollarla o hizmetin bedelini ve kazancını sağlamaktadır. Bu kartla tüketiciye sağlanan vade veya taksit avantajı, satıcı üye işyeri tarafından üstlenilmektedir. Öte yandan belirtmeliyim ki, birçok ödeme ve işlemlerin banka aracılığı ile yapmaya tüketicinin mecbur kılınması ve bankaların birbirlerine benzer şekilde ücret almaları nedeniyle alternatif olanağı kalmaması karşısında kredi kartı sözleşmeleri, iltihaki nitelik kazanmaktadır.) Bu durumu kabullenemeyen tüketici, önce bankadan talepte bulunup belki de dalaşacak, olmazsa hakem heyeti ve sonucuna göre mahkemeye gidecektir. Bir tarafta hukukçu ordusuyla korunan devasa bir güç, diğer tarafta yalnız ve mağdur tüketici! Üstelik bireyin “sözde” yüceltildiği çağımızda! Sonuç: Kullanımda olan yaklaşık elli milyon kredi kartının ücretlerinin yüzde doksan dokuzundan fazlası, takipsiz ve haksız olarak bankalara kalmaktadır. Görülüyor ki bulunduğumuz sosyal gerçeklik içinde, mevcut mevzuat, bireylerin korkusuz yaşama hakkını, haksızlıklardan masuniyetini sağlamada, diğer ifadeyle hukuk güvenliğini hayata geçirmede yetersiz kalmaktadır. Nankör... Haberi gözüne sokmak isterim ya... Okuma huyun yok... H Finans dergisi Forbes’in en zenginler listesine göre Türkiye “Milyarder” sayısında Avrupa 2’ncisi oldu... Çok milyarder var... H Öte yandan... Nüfusun tümü ele alındığında ise “yoksulluk” sıralamasında, aynı Avrupa ülkeleri arasında yine 2’nci sırada... Ve çok yoksul var... H Gel çöz... Yoksullar ülkesi, en çok “milyarder” yetiştirebilmiş... H Batılılar salak oldukları içindir... Az gelirliler; kendileri sefilken, mantar gibi “milyarder” yaratan partilerine oy vermiyorlar... Dağı taşı çalan, devleti soyan, yoksulun oyu ile iktidara gelip zenginlerini besleyen... Vurguncu, beleşçi, avantacı, hırsız, yalancı politikacılar onlardan oy alamıyor... H Yoksulu, açı, çıplağı az olan Batı ülkelerinde arada bir sosyal demokratlar iktidara gelir... Şu anda da çoğunda sosyal demokratlar iktidarda... Türkiye’de ise yarım asırdan fazladır sosyal demokratları bir kez olsun tek başlarına iktidar yapmadılar... Onun için zaten; hem “yoksullukta” başta, hem “milyarderlikte” başta olmak gibi tuhaf bir dereceye sahip vatan... H Zenginler dahi kimi zaman isyan edip solcu oldular da, yoksullar milyarder yaratan sağ partilerin peşini asla bırakmadılar... H Bunun sırrı ise “avantada” yatar... Yoksulun payına bir yeşil torba kömür, öbürünün payına ormanın altındaki kömür ocağı düştü... Yoksulun payına çocuk başına yarım altın, öbürünün payına altın ocakları düştü... Yoksulun payına iki kilo bedava nohut, öbürünün payına TMO siloları düştü... Yoksulun payına kaçak elektrik, öbürünün payına baraj düştü... Yoksulun payına kaçak kat, öbürünün payına yeşil alana kule düştü... H Sonunda... En çok “yoksula” sahip ülke, en çok “milyardere” sahip oluverdi... İtiraz eden gence, önceki gün Başbakan kızdı zaten: “Nankör olma...” Kredi kartları SÜRECEK... Sevgi ve Aşk Üstüne… Erdener Yurtcan S Hocam Prof. Dr. Aydın Aybay’ın anısına... evgi nedir diye aklımdan geçirirken sözlüğe bakayım dedim. Şöyle bir tanımla karşılaştım. “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.” Dilbilimciler böyle bir tanımda birleşmişler. Tanımın içinde neler yok ki. İnsan, bir şeye ya da bir kimseye yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelmeli, böyle bir duygu taşımalı. Kişiye gösterilecek olan sevgide o denli çeşitlilik olabilir ki. Annebaba sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi en başta gelenler tabii. Tanımda geçen “şey” kavramının çerçevesini çizmek de hayli zor olsa gerek. Doğa sevgisi, okuma sevgisi, spor sevgisi gibi. Sabırsızlananlar elbette gözümden kaçmıyorlar. Karşı cinse duyulan sevgi nereye girer, sorusunu gözlerden okumam o kadar kolay ki. Ama ben ona sevgi demem, aşk derim. Aşk bambaşka bir şeydir. Aşk, insanın ayağının yerden kesilmesidir; beyin hücrelerinin tıkanması, tek bir eksen de dönmesi, yalnız bir yüzü hatırlaması, onsuz bir yaşam düşünememesi, geceleri uyuyamaması, kan ter için yatakta dönmesi, bir sağa bir sola. Dünyanın tüm koyunlarını sayması, fakat yine de fal taşı gibi açık, kızarmış gözlerle tavana bakması. Kimse kusura bakmasın ama bu duygu, bir kimseye duyulan ilgi ve bağlılık göstermek değildir. Bunun adı aşktır, bunun tanımı da yapılamaz. Aşk yalnızca yaşanır. O, kendiliğinden gelir, yüreğin başköşesine oturur. İlk görüşte aşk dedikleri nasıl anlatılabilir ki. Böyle bir duyguyu anlatabilecek insanoğlu var mıdır yeryüzünde? Yoktur elbet. Aşkın dehayla, bilgiyle, eğitimle, öğrenimle bir ilgisi yoktur ki anlatılabilsin. Aşkın da türleri var kendi içinde. Tatlı aşklar, acı aşklar, kahreden aşklar, ölümcül aşklar, yasak aşklar. Tüm bunlar bu dünyada yaşanarak ortaya çıkmış anlatımlardır. Bunlar planlı, programlı olaylar hiç değildir. Yaşamın döngüsü içinde karşı karşıya kalınıveren olgulardır aşklar. Dilbilimciler bence çok yanılıyorlar aş kı aşırı sevgi ve bağlılık duygusu olarak tanımlayınca. Hepsi bu mu, aşkla sevgi arasındaki fark aşırılık mı yalnızca? Hiç de değil. Aşk, dozu yüksek sevgi değildir. Aşkı aşırı sevgi ile açıklamak istemek, aşkı küçümsemek olur; aşkı önemsizleştirmek olur. Oysa aşk o denli yücedir ki, hiçbir tanıma sığmaz. Ama elden ne gelir ki! Dilbilimcilere bir tanım yapınız, biz bunu sözlüğe yerleştireceğiz, denildiğinde, sevgi ile aşk arasında bağlantı kurulmuş ve “doz ayarı” yapılmıştır. Bu yaklaşımla da aşkın o engin, o yüce, o ulaşılmaz etkisi de kaybolmaya itilmiştir adeta. Ama insanoğlu asla cesaretini yitirme, sev, sevil, âşık ol, ayakların yerden kesilsin, ne çıkar. Ben de âşık oldum, sevdim, ölesiye sevdim, demek gibi yüce bir duygu var mı bu dünyada? Bu ülkenin insanının sevgiye ve aşka başka ülkelerin insanlarından çok daha fazla ihtiyaç duydukları gerçeği karşısında, çoğu şeyi istesek de çabalasak da başaramıyoruz ne yazık ki. Böyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız. Bari sevmeyi, âşık olmayı başaralım, ne dersiniz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle