25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2013 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 14 santralistanbul koleksiyonu satışına karşı çıkan imzalara Yüksel Arslan da eklendi ‘Peynir ekmek gibi satmak tatsız’ EVRİM ALTUĞ 17 Şubat’ta Maçka Mezat tarafından İstanbul Nişantaşı The Sofa Hotel’de yapılması planlanan anonim çağdaş sanat müzayedesinde yer aldığı bilinen 70 kadar sanat eserinin santralistanbul koleksiyonuna ait olduğunun anlaşılması üzerine ortaya çıkan hukuki ve etik zemin tartışmalarına, Paris’ten yeni bir boyut eklendi. Satışa sunulacak koleksiyon yapıtları listesinde bir eseri de “bağış” olarak yer alan ve “Arture” adını taşıyan birçok çalışması da aynı mezatta görücüye çıkacak olan ressam Yüksel Arslan, yaşananlar karşısındaki kaygı ve üzüntüsünü, Paris’ten telefonla Cumhuriyet’e şöyle anlattı: “Ben bunları müzeye verdim. Üniversitelerin kendi ufak müzeleri vardır. Bunları satmak çok üzücüdür. Bu işe çok karşıyım. Üniversite müzesinde bu yapıtlar kalabilir. Üniversitelerde dünyanın her yanında arşivler, tablolar ve değerli kitaplar vardır, demek ki bunlar üniversite malı olarak kalabilir. Bu konuyla hukuki yönde kızım uğraşıyor. Ben uğraşamayacağım. Bakalım, üniversite de bu konuda toplanmış diye duydum. Bu resimleri peynir ekmek gibi satmak tatsız bir olaydır. O işleri ben Oğuz Özerden’e satmıştım. O üniversiteyi satınca, üniversite de bunları satmaya karar vermiş. Çok tatsız bir olay.” Öte yandan, yapıtları 2010 yılında yine santralistanbul’da Garanti Bankası sponsorluğunda düzenlenen dev bir retrospektifle sergilenen Yüksel Arslan, halen “Arture” dizisinin 730. parçası üzerinde çalışıyor. Ressam, bu uğraşı için “bir yazarın günlük tutması gibi” benzetmesini yapıyor. Yapıtları son olarak geçen yıl İsviçre’nin Zürih ve yine geçen yaz Almanya’nın Düsseldorf kentinde belli başlı kültür kurumu ve müzelerde sergilenen Arslan’ın çalışmaları şu sıralar Avusturya’nın başkenti Viyana’daki Kunsthalle Wien’de sergileniyor. u İstanbul AKM’nin hayalete dönüştürüldüğü, Duru Tiyatro’nun yerinden dışarı itelendiği, Genco Erkal’a Karaca Tiyatrosu’nun kapılarının kapatıldığı, İBBŞT’nin taze yapımı “Zengin Mutfağı”nın devre dışı bırakıldığı, genç oyuncuların tutuklandığı bu “gidiş” içinde, tiyatro amansız bir sevgisizlik kıskacında bunaltılıyor. KÜLTÜR Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ La Scala, müzik eleştirmeni Paolo Isotta’yı kara listeye aldı Akün ve Şinasi sahnelerinin Ankara’yı bir kültür sanat kenti olarak yaşatmadaki işlevini vurgulamak gerek Sevgisizlik kıskacında tiyatro Eren Aysan, 1 Şubat tarihli Cumhuriyet’in Ankara Eki’ndeki yazısında, Şinasi ve Akün sahnelerinin bulunduğu Kavaklıdere’deki binanın bir kamu ortaklığı olan Emek İnşaat tarafından ihale yoluyla satılacağı bilgisini, Richard Sennett’in “Kamusal İnsanın Çöküşü” başlıklı yapıtının kamusal alanlara ve kent kültürüne ilişkin saptamalarıyla buluşturuyor, bu iki sahnenin Ankara’nın sanatseverlerini bir araya getirmede taşıdığı rolü vurguluyor. Söz konusu binanın satılmasıyla, uzun yıllardır kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılan bu iki sahneye ne olacağı bilinmiyor. Manşetlerde “2. Emek Vakası” olarak nitelenen olay, İBBŞT’nin kullandığı Beyoğlu’ndaki salonun nasıl tiyatronun elinden alındığını anımsatıyor. Geçen pazar günü, “Şinasi ve Akün Halkındır Platformu”nca düzenlenen protesto gösterisinde sunulan bildiride dile getirildiği gibi, kamuda ilk gözden çıkarılan yerler halkın benimsediği kültür sanat uzamları oluyor. Artık biliyoruz, sesler zamanında yükseltilse bile atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Yine de Akün ve Şinasi sahnelerinin, Ankara’yı bir kültür sanat kenti olarak yaşatmadaki işlevini vurgulamak, hiç olmazsa bellekleri tazelemek adına önemli. Bugün, Tepebaşı’ndaki Dram ve Komedi tiyatrolarının, Şan Sineması’nın ve onlar gibi yok olmuş (edilmiş) nice İstanbul sahnesinin öykülerini, tarihin derinliklerine gömülmüş olaylar olarak algılıyor gençler. Oysa, bu uzamlarda yaşanan sanat olaylarına birinci elden tanıklık eden kişiler günümüzün de etkin seyircileri arasında. Aynı yapı içinde yer alan Akün ve Şinasi sahnelerinin, Ankaralı kültür sanat izleyicilerinin yaşamına girişi, 1970’lerin başına rastlar. Ankara’nın en büyük sinema salonu olarak bilinen Akün, 2000’li yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosu’na geçti. Günümüzde, çerçevesiz sahnesinin sunduğu sahneleme/dekor/ışık olanaklarıyla deneysel çalışmaların yapılabildiği, dahası, kent merkezine epeyce uzak düşen, İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi ve Stüdyo Sahne’deki “Bir Delinin Hatıra Defteri” gibi sıradışı yapımların seyirciyle daha kolayca buluşturulabildiği bir tiyatro uzamı olarak da hizmet veriyor. 1988’de Ankara DT’ye geçen Şinasi Sahnesi’nin eski adı Çağdaş Sahne bugün bile kullanılıyor. 70’li yıllarda, DT oyunlarına alternatif olabilecek çalışmaların yer aldığı bu uzamda, başka toplulukların turne oyunları yanında, rejisini Yılmaz Onay’ın yaptığı, Nâzım Hikmet’in “Yusuf ile Menofis”i, Nihat Asyalı imzalı belgesel “Grev”, Gladkov’un romanından Asyalı’nın uyarladığı “Çimento”, Ali Taygun’un sahnelediği “Kuvayi Milliye Destanı” gibi dünya/Türkiye prömiyerleri yer almıştı. Şinasi Sahnesi’nin kuruluşuyla, Ankara’nın güneye doğru büyümekte olan bölgesine devlet eliyle daha yoğun tiyatro hizmeti götürülmesine olanak sağlandı. Kentin her yanından kolayca ulaşılabilen Şinasi ve Akün sahneleri, her yıl İstanbul’dan gelen onlarca özel topluluğun oyunlarının da gösteri uzamı oldu. Bu iki sahne, DT’nin düzenlediği festivallere ve Ankara Tiyatro Festivali’nin oyunlarına da ev sahipliği yapıyor. Yapılacağı ilan edilen ihaleyle belki de yok edilecek olan işte bu zenginlikte bir tiyatro hizmeti… İstanbul AKM’nin hayalete dönüştürüldüğü, Duru Tiyatro’nun yerinden dışarı itelendiği, Genco Erkal’a Karaca Tiyatro’nun kapılarının kapatıldığı, İBBŞT’nin taze yapımı “Zengin Mutfağı”nın devre dışı bırakıldığı, genç oyuncuların tutuklandığı ve/ ya da ceza yediği bu “gidiş” içinde, tiyatro amansız bir sevgisizlik kıskacında bunaltılıyor. Bu arada, nitelikli kültür sanat üretiminin yolları birer birer tıkanıyor. İtalya’nın en çok satan gazetesi Corriere della Sera’nın müzik eleştirmenini gazetecilik etiğini zorladığı gerekçesiyle dışladı. ‘Sana davetiye yok!’ u Milano’nun ünlü La Scala Operası, Kültür Servisiİtalya’nın önde gelen müzik eleştirmenlerinden Paolo Isotta, yazılarında “gazeteciliğin etik kurallarının sınırlarını aştığı” gerekçesiyle, Milano’nun ünlü La Scala Operası tarafından “kara liste”ye alındı. Isotta’nın zaman zaman “yıkıcı” bir nitelik kazanan yazılarının yayımlandığı İtalya’nın en çok satan gazetesi Corriere della Sera’nın genel yayın yönetmeni Ferruccio de Bortoli, La Scala yönetimini eleştirmenin “kellesini istemekle” suçladı. La Scala’nın direktörü Stéphane Lissner ise gazeteye gönderdiği mektupta, “saygın bir eleştirmenden beklenen ölçütleri fazlasıyla aşan” bir dizi yazısından sonra La Scala ile Isotta’nın arasına mesafe koymaya karar verdiklerini açıkladı. Lissner, bundan sonra müzik eleştirmeni Isotta’ya davetiye verilmeyeceğini belirterek, “Isotta bir müzik eleştirmenine yakışmayacak saldırı kampanyaları yürütüyor ve yazılarını kurumlara ve sanatçılara karşı bir ‘silah’ olarak kullanıyor” dedi. Yazılarında müzisyenler, orkestra şefleri ve opera şarkıcıları hakkında “uygunsuz” nitelemeler kullandığı ileri sürülen Isotta, bir zamanlar Pavarotti’nin “müzikten bihaber” olduğunu söylemiş, bir keresinde de “Prometheus” operasıyla ilgili eleştirisine “Hanımlar ve beyler, müzik bitmiştir!” diye başlamıştı. Isotta, son olarak, La Scala’daki bir konserle ilgili yazısında, İngiliz şef Daniel Harding’in Wagner’i “eşcinselmiş gibi” yorumladığını yazmıştı. u Kültür Servisi “Believe” turnesi kapsamında 2 Mayıs’ta İTÜ Stadyumu’nda Türkiye’den dinleyenleriyle buluşmaya hazırlanan Kanadalı R&B şarkıcısı Justin Bieber’ın konser biletleri satışa çıktı. Son albümü “Believe”i dört farklı versiyonla çıkaran ve albümünde Ludacris, Nicki Minaj, Drake ve Big Sean gibi ünlü isimlerle çalışan Bieber, bu çalışmasıyla “18 yaşında rekor kıran tek sanatçı” olarak 2013 Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. u Kültür Servisi Eserlerinde, geleneksel Kore kâğıdı olan “Hanji”yi kullanan Koreli sanatçı Suh, Jeong Min’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisi 13 Şubat’ta açılacak. Sanatçının, minik kâğıt rulolarını, düz bir zemine yerleştirdiği eserlerinden meydana gelen “Sonsuza dek Eternally” sergisi, 23 Mart’a kadar Gallery Linart’ta izlenebilir. Suh, Jeong Min sergisi İstanbul’da Justin Bieber biletleri satışta Zeynep Emeç’in ‘Kavalalı Ailesi’ adlı belgesel araştırması Kavala’dan İstanbul’a bir ailenin öyküsü LEYLA TAVŞANOĞLU Zeynep Emeç genç bir gazeteci. Bugünlerde kitapçıların raflarında boy gösteren “Kavalalı Ailesi” isimli bir belgeselaraştırmaya imza attı. Kitabın kapağında “Kavala’dan İstanbul’a bir beyaz Türk ailesinin öyküsü” yazıyor. Zeynep, ağabeyim, gazeteci, kültür insanı, Cumhuriyet’in Kültür Servisi’nin önceki yöneticilerinden rahmetli Aydın Emeç’in gelini, gazeteci Ali Selim Emeç’in eşi. Zeynep, Ali Selim’in, Kavalalı olan anneannesinin ailesinin öyküsünü kitapta anlatıyor. Kitap esas olarak anneanne Nakime Çullu’nun anılarına dayanıyor. Bu kitabı yazma projesinin nasıl oluştuğunu Zeynep’in ağzından dinliyorum: “Ben Ali’yle arkadaşlığımdan kısa süre sonra anneannesiyle tanıştım. Anneanne geçmişine çok bağlıydı. Özellikle babası Hüseyin Kavalalı’yı çok seviyordu. Hüseyin Kavalalı zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında vatanı için çok önemli işler başarmış. Türkiye İş Bankası’nın kurucuları arasında yer alıyor. Her zaman Atatürk’ün yanında olmuş bir kişilik. Üstelik Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya Kavala’dan büyük silah yardımında bulunmuş. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da Atatürk’le temelleri çok sağlam bir dostluk oluşturmuşlar. Hüseyin Kavalalı, Türkiye İş Bankası kuruculuğundan sonra İstanbul Tica u Kavalalı ailesi, 1929 ekonomik bunalımı dahil, büyük bir savaş, darbeler yaşamış. Ama bunların hepsinin üstesinden gelmeyi bilmiş. Aile bireyleri oraya buraya savrulmamış. Hep, her şey güzel olacak, ülkemizde daha mutlu olacağız umuduyla yaşamışlar. ret Odası Başkanlığı yapıyor. Bunun da nedeni tamamıyla Atatürk’ün ısrarı. Hüseyin Kavalalı ticaretten çok iyi anlayan bir kişi. Üstelik Batılı bir yanı da var. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de ticaret bilen yok. Atatürk, Kavalalı’dan Türk insanına ticaret öğretmesini istiyor. Yine Atatürk’ün isteğiyle CHP’den üçüncü dönem milletvekili seçiliyor.” Zeynep burada çok önemli bir noktaya değiniyor; Hüseyin Kavalalı’nın kız çocuklarının eğitimine nasıl önem verdiğini anlatıyor: “Hüseyin Kavalalı’nın üç kızı var. Bu üç kızın eğitimine çok önem verdiği gibi yabancı dil öğrenmelerinde de ısrar ediyor. Kızlarını gerçi Fransız okuluna gönderiyor ama gelecekte dünya dilinin İngilizce olacağını daha 1920’li yıllarda öngörerek onların İngilizce de öğrenmelerinde ısrarlı oluyor. Bu da tabii ki müthiş bir vizyoner olduğunu gösteriyor.” Zeynep, anneanne Nakime Çullu’nun anlattıklarından dede Hüseyin Kavalalı’nın öyle parada pulda gözü olan bir insan olmadığının anlaşıldığını söylüyor: “Bir evimiz olsun. Benim bir işim var. Bu bize yeter, dermiş. Hüseyin Kavalalı ailesi için çok büyük yatırımlar yapabilirdi. Ama hiçbir zaman öyle bir kaygısı olmamış.” Söz, anlatımlarıyla kitabın oluşmasını sağlayan anneannenin yaşam öyküsüne de geliyor: “Anneanne Nakime Çullu’nun evlen dikten sonraki yaşamı da çok ilginç ve güzel, bana göre. Ben köşk kültürünü çok severim. En sevdiğim kitaplardan biri ‘Kiralık Konak’tır. O eski köşk kültürünü sevdiğim için de bu kitap ortaya çıktı. Anneanne dönemsel olarak o köşk kültürünü çok güzel yaşamış. Hele anneannenin evinde aslında çalışan ama emektar ve anneanneye abla gibi davranan bir hanım özel bir kişilik. Anlatılanlardan ortaya çıkan gerçek kimsenin malında gözü olmadığı, sevgi ve saygı dolu bir ortamda yaşamın sürdüğü bir köşk hayatı.” Peki, “Kavalalı Ailesi” kaç yılda ortaya çıktı? “Toplam 5 yılda. Anneanne yaşamını çok güzel anlatırdı. Bir de insanlar yaşları ilerledikçe hep geçmişteki güzel anıları hatırlıyor; kötü günleri anımsamak istemiyor. Aile 1929 ekonomik bunalımı dahil, büyük bir savaş, darbeler yaşamış. Ama bunların hepsinin üstesinden gelmeyi bilmiş. Aile bireyleri oraya buraya savrulmamış. Hep, her şey güzel olacak, ülkemizde daha mutlu olacağız ve gün gelecek çok rahat edeceğiz, umuduyla yaşamışlar.” Zeynep, kitabı hazırlarken nasıl bir teknik kullandığını da şöyle anlatıyor: “Ses alma aygıtı da kullandım, not da tuttum. Kaynakçalardan yararlandım. Türkiye İş Bankası Müzesi’ndeki Hüseyin Kavalalı’nın belgelerine ulaştım. Ama kitabın temel dayanağı anneanne Nakime Çullu’nun anılarıydı.” KAMİL KÜLTÜR MASARACI l ÇİZİK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle