19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ARALIK 2013 CUMA 2 Ceza hukukumuz cezaların ağırlığına yüzeysel ve neredeyse sadistçe denebilecek bir ağırlık vermiş gibidir. Hukukun, özellikle de ceza hukukunun önleyicilik ve terbiyetkârlık bakımından bu ölçüde basit ve çocuksu yollara sapmış olması hüzün vericidir. Örneğin yıllarının hayret ve dehşet verici biçimde artırılmasından daha insanca, daha akıllıca yolları bulunamaz mıydı? Suçlulukla ilgili bilimlerimizin böylesine yavaş gelişmekte olması üniversitelerimiz ve adalet dünyamız açısından üzüntü verici sayılmaz mı? elki de böyle bir durumun vebalini sadece birkaç kesimin sırtına yüklemek yerine genel ekonomik ve sosyal sistemde aramanın daha doğru ve verimli olabileceği söylenebilir. Ama, doğrudan doğruya ilgili Adalet Bakanlığı gibi belirli ve sorumlu merciler varken başka yerlerde çareler aramak da sorun çözmekten kaçışın bir örneği sayılmaz mı? Adı sanı belli ve sorumluluğu belli makamların en azından sorunların varlığını haber vermek ve sistemin öbür parçalarını ortak eylemlere çağırmak gibi birtakım görevleri yok mudur? OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Derhal’in Devamı GÖZALTILARIN, tutuklulukların, hükümlerin, müebbetlerin, tahliyelerin ünlü avukatı Turgut Kazan çok iyi bilir; ceza hukukunun anlı şanlı bir sözcüğü, anlatımındaki kesinliğiyle ve saniyelere bile tahammül edemeyecekmiş izlenimi veren “derhal” sözcüğü, yarattığı hız beklentisinin aksine, genellikle çok uzun sürecek zaman dilimlerinin habercisidir. Salıverilme, hükmün tefhimi, yerine getirilmesi, saat ölçülerine sığacakmış gibi söylense de asla gerçekle ilgisi olmayan bir uzunluk kazanır: Derhal, sözlüklerin birkaç harflik “derhal”i değildir; algılanması, etkisi, unutulmazlığı, bazen günlerce, yıllarca, ömür boyunca sürer. Öyle olduğu içindir ki, yargıçların mahkeme hükümlerini telaffuz edişlerindeki sıradanlık ve tekdüzelik insanların çoğuna çok tuhaf, hatta insafsız ve zalimane gelir. erimlerinin söylenişi bile derin duyarlık isteyen ceza hukuku gibi alanda hoyratlık gibi kusurlara elbet yer olmamalıdır ama asıl sorun orada değil, cezaların kendisindedir. u Gezi Parkı’na yapılan saldırı, şimdilik püskürtülmüştür... İyi bir model ve örnek ortaya konulmuştur... Ama Polis Meslek Yüksek Okulu, İstanbul’daki 22 adet ilk ve ortaöğrenim kuruluşu, ODTÜ Ormanı, İstanbul’un kuzey ormanları vb. “kamu malları” sınıfına giren tüm varlıklar, erkin niyetlerine göre değerlendirilen varlıklara dönüştürülmektedir. Prof. Dr. EROL KÖKTÜRK Kamu Mallarının Talanına Direnmek Gerekir S B T orgulanması gereken bir konu değil mi şu: Gezi Parkı’na yapılan saldırıya karşı gösterilen yığınsal tepki, diğer kamusal alanlara yapılan saldırılarda neden yinelenmiyor? Başka alanlar “kamusal alan” olmaktan çıkarılıp “özel alanlara” dönüştürülürken neden ilgisiz kalabiliyoruz? Okullarımızın olduğu alanlar, iskeleler, lojmanlar, ormanlarımız talan edilirken Gezi’de yaşadığımız direnme duygusunu neden bir kez daha ayağa kaldıramıyoruz, aynı duyarlılıkları neden çoğaltamıyoruz? Kamuoyunun oylarıyla yetkilendirilen yöneticiler, kamusal erklerini, kamusal alanları yok etme hovardalığı içinde sürdürdüklerinde, neden alanların sahibi gibi değil, sahipsizi gibi davranabiliyoruz? Sorular çoğaltılabilir... Bir Özelleştirme Yasası var... Amacı, sözüm ona “kamunun kamburu” olan KİT’leri “ekonomiye kazandırmak...” Son 25 yılda özelleştirilen kaç tane KİT, özelleştirildikten sonra, aynı doğrultuda ekonomiye hizmet eder oldu? Büyük çoğunluğu “arazisi” için elden çıkarılan bu alanlar, yalnızca kamusal olmaktan “özel” olmaya dönüştürüldü... 4046 sayılı yasa ile kurulan Özelleştirme İdaresi, 2001 yılından 21.11.2013 tarihine kadar, “Tesis ve Varlık Satışı veya Devri” bağlamında 2.441 işlem yapmıştır. Bu işlemlerden 2.261 adedi (yüzde 93), taşınmaz, arsa, arazi, lojman, daire, dükkân, restoran, bina, sosyal tesis gibi varlıkların satışı veya devri işlemleridir. Özelleştirmenin amacına ve ruhuna uygunluğu söylenebilecek olan işletme, işletme hakkı, taşıt aracı, iş makinesi, tersane, kaya tuzu, markalar, tuzla, kombina, gemi, feribot, otel, tatil köyü, HES, termik santral, elektrik dağıtım şirketi, banka, iştirak payı gibi işlemlerin sayısı ise yalnızca 146... Yani Özelleştirme İdaresi, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün rakibi bir kuruma dönüşerek taşınmaz satışıyla uğraşmaktadır. Bunun nedeni de Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK) “imar planı ve/veya değişikliği yapma yetkisi”dir. ÖYK, 20092013 aralığında, 131 parsel için plan değişikliği kararı almıştır. Bu kararların ayrıcalıklı, parsel ölçeğinde, rant amaçlı, çoğunluk mekân bütününe aykırı kararlar olduğu, yaşadığımız pratiğin sonuçlarıdır... Bilindiği üzere bu değişikliklere, o alandan sorumlu kurumların 5 yıl boyunca itiraz etme hakları yoktur... Öte yandan en güncel ve popüler uygulama olan 6306 sayılı ya Sİ ZİN İÇİN BİRİKTİRİYORUZ BU SEFER DE ÖDÜLLERİ 2013'te Akbank beş büyük uluslararası kuruluş tarafından “Türkiye’nin En İyi Bankası” ve“Türkiye’nin En Değerli Banka Markası”seçildi. Bu başarıyı borçlu olduğumuz siz değerli müşterilerimize sonsuz teşekkürler. Brand Finance Türkiye'nin En Değerli Banka Markası The Banker Türkiye'nin En İyi Bankası Euromoney Türkiye'nin En İyi Bankası World Finance Türkiye'nin En İyi Bankası Global Banking & Finance Review Türkiye'nin En İyi Bankası saya dayalı risk altındaki alanların dönüştürülmesi konusunda da ilginç gelişmeler yaşanmaktadır. Riskli alan kararı verme yetkisini elinde tutan Bakanlar Kurulu, 9 Kasım 2013 tarihinde verdiği son kararlarla 99 karar almış, 150 alan riskli alan olarak duyurulmuştur. Bunlardan Namık Kemal Mahallesi (Ankara) kararını Danıştay iptal etmiştir. 25 kararın alındığı İstanbul’da 42 alan riskli alan olarak belirlenmiştir. İşin ilginci, en riskli ilçelerden biri olduğunu bildiğimiz Avcılar’la ilgili tek bir karar alınmamıştır. Ama Etiler (Beşiktaş) Polis Meslek Yüksek Okulu alanı için “riskli alan” kararı verilebilmiştir. Bu karar, ilginç bir örnektir. Okulun çoktan boşaltıldığı bu alandaki “riskli alan” sınırı, parsel sınırı ile örtüşmektedir. Bu ölçümleme nasıl yapılabilmiştir? Komşu parsellerde risk yok mudur? Komşu yapılar risk altında değil midir? Yoksa 6306 sayılı yasadan yararlanarak bu kamusal alan, “risk” tehdidi gerekçesiyle, yeni bir kullanıma, daha açık deyişle rant alanına dönüştürülmek mi istenmektedir? Öyle olduğu, basına yansıyan haberlerden öğrenilmektedir. 32.000 m2 yüzölçümü olan bu alana, 2.5 emsal üzerinden 100.000 m2 inşaat (Tabii ki AVM’li vs) yapılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bu tekil olay şunu düşündürmektedir: Acaba karar alınan 150 alan içinde başka kamusal alanlar da var mıdır? Bizim gibi “karma mülkiyet” anlayışını benimseyen ülkelerde kavramlaştırma “özel mülkiyet”, “kamu mülkiyeti” biçiminde yapılmaktadır. Ancak kamu mülkiyetinin, aslında her koşulda “toplumun” mülkiyeti anlamına gelmesi beklenir. Sözcük anlamlarında böyle bir örtüştürme yapılır. Ancak kamuda yetkili olanların, katılımcı süreçlerle karar vermediği durumlarda, bazı kamusal alanlar, o kentte yaşayanların, ülkemizde yaşayanların ortaklaşa sahibi oldukları varlıklar, kamudaki karar vericilerin kendi niyetlerine göre değerlendirdikleri alanlara dönüşmektedir. “Kamu yararı”, “toplum yararı”nın da bu bağlamda kavramlaştırılması gerekir. Bu iki yarar da her konuda örtüşük yararlar değildir. Örtüşmeleri bir demokrasi sorunudur. Kamu yararı kararı, müzakere edilerek tüm tarafları sürece katarak, tartışılarak alınırsa, toplum yararına yaklaşabilir. Tersi durumda bu yararlar, 2 ayrı yarar olarak kalırlar. Gezi Parkı’na yapılan saldırı, şimdilik püskürtülmüştür... İyi bir model ve örnek ortaya konulmuştur... Ama Polis Meslek Yüksek Okulu, İstanbul’daki 22 adet ilk ve ortaöğrenim kuruluşu, ODTÜ ormanı, İstanbul’un kuzey ormanları vb “kamu malları” sınıfına giren tüm varlıklar, erkin niyetlerine göre değerlendirilen varlıklara dönüştürülmektedir. Oysa “hiç kimseye ait olmayan ama aynı zamanda herkesin pay sahibi olduğu varlıklar”, ancak ve ancak katılımcı süreçlerle verilecek kararlar sonucu yeni tasarrufların konusu olabilmelidir. Bazıları ise hiçbir tasarrufun konusu olamamalıdır; ormanlar gibi... Bu süreçte, daha fazla kamusal alanı koruma mücadelesi, Gezi Direnişi ruhunun yeni müdahaleler karşısında zenginleşmesini ve pekişmesini sağlayacaktır. Kamu malları statüsündeki alanlar, erklerin diledikleri gibi at koşturduğu alanlar değil, toplumun pay sahibi olduğu alanlardır... Yöneticiler, karar vericiler, kamu mallarının sahibi gibi değil, paydaşı gibi davranmak zorundadırlar... Valiler Kimin Valisidir? Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen temsil eden iki makam vardır: Yurtdışında büyükelçiler, yurtiçinde valiler! HHH Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Ulan...”, “Yahu...”, “Sen...” biçiminde bir üslup sahibi olduğunu kamuoyuna yansıyan konuşmalarından artık öğrendik... Üst üste seçim kazandıkça, gücü arttıkça, bu üslubu iyice yerleşti ve sertleşti. Bu kibirli ve buyurgan üslup, sadece belli bir kültürün sonucu değil, aynı zamanda belli bir siyaset ve devlet anlayışının dışavurumu olarak da ortaya çıkıyor galiba! HHH Herhalde Başbakan Erdoğan, seçim kazanmayı devletin mutlak ve değişmez sahipliğini ele geçirmek zannediyor... Bu nedenle de başta bakanları olmak kaydıyla bütün devlet görevlilerinden birinci tekil iyelik zamiri ile “Benim” diye söz ediyor. Belki “Benim” zamirine en yakın görev sahibi olanlar bakanlık koltuğunda oturanlar... Her ne kadar Cumhurbaşkanı’nın onayına ve Meclis’in güvenoyuna muhtaç olsalar da, bakanları Başbakan seçtiği için, nezaket kurallarına çok uygun olmasa ve karşısındakilerin gururunu incitici de olsa, onlara “Benim” demesi pek çok kişiyi yadırgatmayabilir. HHH Başbakan’ın “Benim...” zamiriyle başlayan cümlelerindeki en çok rahatsız eden söylemi “Benim valim...” deyişidir. Çünkü vali atamalarını iktidar da yapıyor olsa, valiler Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ederler... Onlar devletin valileridir! Hadi diyelim ki “Devlet” kimliği, valileri tepeden bakan soyut bir yere yerleştirir ve asıl görevleri halka hizmettir: O zaman da onlar halkın valileri olur... Ama herhalde Başbakan Erdoğan’ın “Benim” zamiriyle nitelenebilecek, bir kişiye ait olan görevliler değildir! HHH Başbakan’ın bu söylemi, “Devlet benim!” anlayışının da bir ifadesi galiba... Başbakan kendisini devlet olarak görüyorsa, devletin valilerine de “Benim” diyordur herhalde! HHH Üzücü olan nokta, bazı valilerin gerçekten Erdoğan’ın bu nitelemesini hak eden tutum ve davranışlar içinde olmasıdır... Türkiye’nin idarecilik tarihi onları hayırla yâd etmeyecektir!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle