20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 ARALIK 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 kalabalık ülkesi olmakla kalmayıp, modern zamanların çekim merkezi Hindistan; kadınların otobüs, tren gibi toplu taşıma araçlarında sık sık toplu tecavüze uğradığı, hatta tecavüz sonucu öldürüldüğü bir vahşet beldesi olmakla şaşırtıyor. Oysa Hindu kültüründeki “pipi” egemenliğine bakılırsa, bu toplu tecavüzler tahtından devrilmekte olan bir tanrının öfke tezahüründen ibaret ve şaşmak abes! Hindu müminlerin, varlıkta taştan, yoklukta tahtadan oydukları 12 adet “pipi tanrı”sı var. Bunlara “lingam” deniyor. Tanrıların tanrısı Shiva’nın, yeraltından çıkıp gökyüzüne uzayan, yani sonsuzluğu simgeleyen pipisi, insan boyunu çoook aşıp tasvir edilemiyor. Ama Shiva’nın “bölünmez bütün” kabul edilen kutsal pipisine iman, daha ulaşılır boyutlarda 12 lingama ibadetle mümkün oluyor. Bu 12 sayısında ne var, bilmiyorum, ama gördüğünüz gibi çoktanrılı olsun, tektanrılı olsun, en eskisinden en yenisine, hemen tüm dinlerde ne bir eksik, ne bir fazla, hep 12 makamdan oluşan kutsal bir heyet var… Ve “Baba Tanrı”nın kutsadığı bu makamlara ister 12 put otursun, ister 12 kutlu kişi, hepsinin ortak özelliği; parça ya da bütün halinde erkek oluşları. HHH Neyse... Hindulara saralım biz yine: İngiliz araştırmacı yazar Tom Hickman’a göre: “Batılılaşma, lingam kültünü küresel çapta azalttı. Ama Hindistan, penise tapınmanın gelenek, görenek ve efsaneleriyle tarih öncesinden beri kesintisiz sürdüğü yegâne dünya köşesi.”* Öyle bir dünya köşesi ki, 1947 yılından öteye bağımsızlığını kazanan Hindistan’da, binlerce yıllık bir ayin sonra dünyanın en Çin’den eski uygarlık beşiği ve en Paldır küldür tahttan indirilmek kolay mı? Küçükbaş Hindu, artık pipisine tapmayan kadını, yalnız yakaladığında, hemcinsleriyle birlikte alçalıp, toplu tecavüz gibi “Tanrısal” bir hınçla cezalandırıyor. HHH Ne var ki, bu hınç türü salt Hindularda yok. Çünkü Kama Sutra’nın çevirmeni Fransız tarihçi Alain Danielou’ya bakılırsa, bilimsel adıyla “Phallus kültü” diye anılan pipiperestlik izi taşımayan hemen hiçbir din yok… Dolayısıyla kuşkusuz İslamiyet hariç !!! tektanrılı dinlerde bile, erkeğin “kutsal takıntısı”na düşmanca yaklaşan kadınların şiddetle cezalandırılması öngörülüyor. Yahudilik, erkeğin “gizli bölgesi”ne saldıran kadının elini kesiyor. Hıristiyanlık, ilk başlarda değilse bile ortaçağda, böyle bir suça teşebbüs eden kadını “içine şeytan kaçmış” diye, işkence, ateş falan, topyekun imha ediyor. Zaten Hıristiyanlar, “pipi put”larına veda etmekte de çok zorlanıyorlar. 5. yüzyıla kadar, kiliselerde haç ile penis yontusu, yan yana duruyor. Ruhban sınıfı pipiperestliği bitirmek için canhıraş bir mücadele veriyor, ama pek de başarılı olamıyor. Ortaçağ Avrupa’sında bile papazlar, cinsel sorunları olan müminleri son çare, her bölgede mutlaka bulunan antik bir taş pipiye yönlendiriyor. O çağlardan günümüze kiliselerde kalan “phallus kültü” izi, ayinlerde yakılan ve eritilmişi vaftiz kurnasına spermayı temsilen dökülen mumlar. Ama “pipiperestliğin” istisnasız tüm toplumlarda asıl bıraktığı izi, iman ve itaat edilmeyen erkeğin, kadına yönelttiği şiddette görüyoruz, sayın seyirciler… Tanrılıktan azledilmek, kolay değil. *God’s Doodle/Square Peg, 2012 Devrik Putun Öfkesi “Hıristiyanların Tanrısı, çocuklarından çok elmalarıyla meşgul bir babadır.” DENIS DIDEROT Fotoğraf: ISKARTA LİNGAMLAR ugün saat B 15.30’dan öteye Kadıköy Belediyesi’nin biçimi, Kraliçe Victoria dönemi İngiliz sömürgecilerine zor anlar yaşatırdı: Her gün belli bir saatte tapınaklardan çıkıp sokakları dolaşan çırılçıplak Shiva rahipleri, ellerindeki küçük çanları çalarak kadın müminleri “kutsal takım taklavatı” öpmeye çağırırlardı! Bir ölçüde Hıristiyanlığın, büyük ölçüde de İslamiyetin yayılması ve zaten hemen hiçbir ülkenin dışında kalamadığı Batılılaşma, Hindistan’ı da değiştirdi zamanla. Shiva yine etkin ve yetkin bir tanrı, ama rahip pipisi öpüp, 12 lingama tapan kadın sayısında ciddi bir azalma var. Buna karşılık, ülkede pipiperestliğe düşman bayrak açan kadın nüfusu giderek artıyor. Oysa erkek Hindu nüfusun küçükbaşı, bin yıllardır öpüle koklana tapıldıktan sonra, ne bu ilgisizliği sinei testise çekebiliyor, ne de düşmanlığı… birbirinden güzel etkinlikler düzenlediği Caddebostan Kültür Merkezi’nde olacağım. Gazeteci, yazar ve beş yıldan beri hapis yatar Tuncay Özkan’ın müthiş romanı “Ötekiler’i, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin standında, onun adına imzalayacağım. Ali Sirmen’in dün Cumhuriyet’te yayımlanan nefis yazısında söylediği gibi: “… Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, polis zulmüyse ve astığı astık kestiği kestik özel yetkili mahkemelerse ve de kılıfıysa eğer vatan, faili meçhul cinayetlerinizin…” Evet, ben de vatan hainiyim ve vatan hainliğinden müebbede mahkum arkadaşım Tuncay Özkan’ın yerine imzalayacağım kitabını! Türküm, Doğruyum, Çalışkanım! Andımız’ı severiz ama bakalım davranışlarımız Andımız’la uyuşuyor mu? İşte ben de bunu merak ediyorum. Biz bize benziyoruz, kimseler kusura bakmasın! Şimdi bakın, Meclis’te küfürler havada uçuştu ya, bakmış ki, Meclis imamı bu böyle gitmez, cuma namazında küfür üstüne milletvekillerini, Meclis çalışanlarını uyarmaya karar vermiş. “Küfür etmek, din açısından kötü kabahat sayılır” demiş, seçtiğimiz milletvekilleri de kuzular gibi onun bu sözlerini dinlemişler, ben olayı namaza giden milletvekillerine mikrofon uzatılırken yakaladım. “Hoca doğru söylüyor, küfür en büyük günahlardan biridir. Küfür eden kendi anasına küfür etmiş olur. Hocaya minnettarız.” İşte ben burada koptum, imamdan ders alan bu adamları milletvekili seçtiğimize göre, biz de bir terslik olmalı. Devam edelim, İzmir’de, Bodrum’da yağmur yağmış, yer gök su içinde, esnaf dükkânına giren suları süpürüyor. Dükkânı sular altında kalmış bir kadın Chagall’in bir köy tablosu esnaf haykırıyor: “Bu on yıldır böyle, ne zaman yağmur yağsa, biz suların içindeyiz! On yıldır bu böyle!” Kardeşim on yıldır, sokağına mazgal yapmayan belediyeyi başında tutuyorsan, cefasını çek! Belli ki, sen mağduru oynamayı iş edinmişsin. O zaman yakınmayı kes! İstanbul’a kar yağmış, milli felaket! Uyarılar yapılmış, kar lastiği olmadan sokağa çıkmayın! Adam bir servis şoförü, radyoda ateşli bir şekilde haykırıyor. “Arkadaş yolda kaldım! Bu ne iş?” Spiker soruyor, “Kar lastiğiniz var mıydı?”, “Yok, ama devlet bu işi halletsin!” Şimdi bakın bu bir servis arabasıysa bir özel mülk demektir. Bir şirket için çalışıyordur, bu durumda şirket taşıdığı elamanların can güvenliği için biraz masraf yapıp araçlara kar lastiği takmak zorunda. Devlet neden bu işe karışsın ki?.. Ama arkadaş, patronuna çıkıp, “Ben kar lastiği olmadığı için bugün işe çıkamam, taşıdığım insanların hayatlarını tehlikeye atamam!” diyemediği için hop hemen suçluyu buluyor: Devlet! Yani bu kadar kolaycılık olmaz. Çok çalışkanız ya, Doğu’da bir köy, köye ulaşmak için anayol bitiyor, 5 kilometrelik bir çakıl yol başlıyor. Yağmur yağınca yolda araba gitmesi imkânsız! Köy ahalisi kahvede okey oynayarak vakit geçiriyor, içlerinden biri de, “Hadi arkadaşlar bir imece yapıp şu yolu düzeltelim” demiyor. “Boşver ya, devlet yapsın!” Mesela Alevi yurttaşlar zorunlu din derslerine karşı çıkıyorlar. Yerden göğe haklılar ama acaba kaç Alevi yurttaş çocuğunun zorunlu din dersine girmemesi için başvuruda bulundu, mahkeme kararı aldı. Gerçekten ben bunu şiddetle merak ediyorum. Sayı çok değil, beş yüz kişi olsaydı bu zorunlu din dersi sorunu mutlaka çözülürdü. Ama Alevi yurttaşlar bunu yapmadılar. Çocukları paşa paşa zorunlu din dersine giriyorlar. O zaman yakınmayın! Ben Kadıköy’de oturuyorum, bulunduğum semtte her gün bir apartman yıkılıyor, millette bir deli telaş, aman aman evleri yeniden yapılacak, fiyatları iki misli artacak, kahvede soruyorum, “Bu evleri satıp başka bir ev mi alacaksınız?”, “Hayır.”, “Öyleyse fiyatının iki ya da üç misli artmasının size ne yararı var? Ayrıca konuşurken duydum, evleriniz çok küçülmüş.” Herkes, “Evet” diye atılıyor. “Peki, bu nasıl oldu?”, “Müteahitler bize farklı plan gösterdiler, karşımıza farklı bir şey çıktı.” “Başından incelemediniz mi?”, “İnceledik ama farklı oldu.” “Peki, ne yapacaksınız?”, “Küçük mücük oturacağız! Neyse ki evler depreme dayanıklı oldu.” “Biliyor musunuz bulunduğumuz bölge depreme en dayanıklı bölge!”, “Evet öyleymiş…” Sesimi kesiyorum ve inşaat histerisi son hızıyla devam ediyor. Hadi hayırlısı, aklıma şu da geliyor, evleri satamayan inşaat firmaları yakında devlete yanaşırlar, “Biz size kandık aman yardım edin!” Göreceğiz. Daha çok şey söyleyebilirim ama burada kesip Mustafa Balbay’a bir hoş geldin demek istiyorum. Beş yıla yakın, seni besleyen, sana kitaplar yazdıran bir zindandan sağ salim aramıza döndün. Ama burası da pek bir tuhaf cangıl oldu. Biliyorum sen cangılda da yolunu bulursun. Sevgiler kardeşim... GÖRÜŞ EGEMEN BERKÖZ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] İnsan ve ‘Vahşi Yaşam’ Sevgili Mustafa Balbay’ın özgürlüğüne kavuştuğu gün, bel tutulması nedeniyle evde, bilgisayar başında çalışırken onunla ilgili haberleri izlemek için açık tuttuğum televizyona takıldı gözüm bir ara. Çitle çevrili bir alana kapatılmış üç ayının görüntüsü üzerine dış ses, insanların vahşi hayvanların yaşam alanına girdiklerini, bu hayvanlara yaşama alanı bırakmadıklarını ve insanla vahşi yaşam arasındaki uzaklığın dünyada 100 km. iken Türkiye’de 15 km’ye kadar düştüğünü söylüyordu. Söylenenler doğru, yaklaşım çevreci, doğadan yana; ama kullanılan terim yanlış: “Vahşi yaşam” değil, “doğal yaşam” ya da “özgür yaşam” demeliyiz. “Vahşi yaşam” terimi, insanların doğada özgür yaşayan hayvanlara bakışını etkiliyor, o hayvanları tehlikeli, görüldüğü yerde yok edilmesi gereken yaratıklar saymalarına neden oluyor; en azından bunun nedenlerinden biri, bana göre. Biz insanların doğal yaşama karşı bu önyargılı bakışının en altında yatan nedenlerden biri, belki de en önemlisi ise uygarlığın “doğayla savaşım”, “doğayı yenmenin ürünü” biçimindeki tanımıdır. Bize ilk ve ortaöğretimde böyle öğretildi, eğitim sistemimiz Batı’dan alındığına göre Batı dünyasında da böyle öğretiliyordu büyük olasılıkla. Bugün hâlâ böyle mi öğretiliyor bilmiyorum. Televizyondaki izlencede gösterilen ayılara, gördüğüm kadarıyla, çok kötü davranılmamıştı. Sanırım yaşam alanları daraldığından, yiyecek kaynaklarını insanlar kuruttuğu için aç kalmışlar ve yiyecek aramak amacıyla insanlara yaklaşınca da yakalanıp bir çit içine kapatılmışlardı. Ama daha kötü davranılan hayvanları da gördük televizyonda. Örneğin bir iki yıl önce bir dere içinde köylülerin döverek öldürdüğü ayının; daha yakın günlerde öldürülen leopar ve vaşağın iç acıtan görüntüleri belleğimde tazeliğini hâlâ koruyor. Bu tür davranışları önlemek istiyorsak, öncelikle, çocuklarımıza öğrettiğimiz uygarlık tanımını değiştirmeliyiz. Uygarlığın doğayla savaşmak, doğayı yenmek değil; Kuzey Amerika ve Avustralya yerlilerinin dediği gibi, doğayla uyum içinde yaşamak olduğunu öğretmeliyiz onlara. Bitirirken, insan ve hayvan dostu aydın Mustafa Balbay’a özgürlüğe hoş geldin diyorum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kumaş kenarına uygulanan 1 bir tür antika dikiş. 2/ Mayhoş 2 bir meyve... Donuk renkli otomobil boyaları için kullanılan 3 sözcük. 3/ Alüvyon.... Herke 4 sin gözü önünde yapılan. 4/ İs 5 kambilde bir kâğıt... Resmi bir 6 erkek giysisi. 5/ Cennet kızı... Aylık. 6/ Enis Batur’un bir ro 7 manı... Nikel elementinin sim 8 gesi. 7/ Büyük sopa... “Eğlene 9 cek bulaman/ Gönlümdeki köşk olmasa” (Âşık Veysel). 8/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Döl verme yetkinliğine gelmiş 1 B E Ş B I Y I K olan... Dinlenmek için çalışma2 A D A R A S A T ya ara verme. 9/ Bir armut cinsi. 3 R A HMA N R E YUKARIDAN AŞAĞIYA: 4 D B A K A C A K 1/ Düzelme, iyileşme... Üzerin5 A M A N Z E K İ de film çevrilen stüdyo düzlüğü. 6 C Ü Z AM MU T 2/ Batman’ın Hasankeyf ilçesini 7 I R S E B İ L sular altında bırakacak olan ba8 K E F Ç A L A P raj... Otlak. 3/ Dağın bir nokta9 sından kopup yuvarlanan kar küN A Ş Ç E K İ mesi... Okul, kışla gibi yerlerde hastalar için ayrılmış bölüm. açık bir tür üstlük... Kuzu sesi. 7/ 4/ Yiyecek bulamayan, yoksul “Altınkökü” de denilen kustukimse... Deniz teknelerini karaya rucu bir kök... Uğur, iyi talih. 8/ çekmek için bunların altına sü Şöhret... Gemilerde türlü işlerde rülen yuvarlak ağaç. 5/ Hicap... kullanılan bir tür demir halka. 9/ Manganez elementinin simgesi. Bir sayı... Kaliteli bir kırmızı şa6/ Giysilerin üstüne giyilen, önü rap veren üzüm cinsi. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle