15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 KASIM 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İnsan Hakları ve Yeni Yıla Doğru Yılmaz Dikbaş, Atatürk’le, Atatürkçülükle ilgili bir kitap çıkarmış. Uzun hazırlıklardan sonra da bu konudaki yazıları toplamış. “Atatürkçüler Yenildi” diyor başında ve sonunda. Yenildi mi gerçekten? Yoksa kimilerine mi öyle geliyor. İstekleri bu da ondan. Oysa koca kitaptaki yazılar bunun tersini gösteriyor. Yenilmez bir değerdir Atatürkçülük... En iyisi Mustafa Kemal diye anmak. Büyük insan kitlelerini aşan bir coşkunluğun adıdır Atatürkçülük. Mustafa Kemal bir kurtuluşun adı, Atatürk de bu ulusun uygarlık yolundaki tanımlanması... Dikbaş önsözde şunları söylüyor: “Kim bu Atatürkçüler?” Kendilerini ulusalcı, milliyetçi, vatansever, yurtsever, laik, sosyal demokrat, aydın, ılımlı solcu olarak tanıyabildiklerimiz. Koca bir insan yığını. Gözlerinde, kafalarında tek bir inanç var, o da Mustafa Kemal’den Atatürk’e geçişimiz. Ki bildiğimiz gibi nice insanlar karşımızda. Onlar Atatürk’ü başka bir duyguyla sever, ama yeri geldiğinde keşke Mustafa Kemal öyle kalsaydı derler bazıları. Çünkü Gazi adlı kurtarıcı, yani Mustafa Kemal birçoklarının düşlerini yıkmıştır. Onları ters düşüncelerinden uzaklaştırmaya gayret etmişse de o karşıdevrimci kesimde gücünü artırmıştır. İrtica dediğimiz şey budur. Mürteci de geriliklerin bilerek destekçisi olmak... Cumhuriyetimizin doksanıncı yılını doldurduk. Hiç kimse artık tersini yazamaz. Orda burda dedikodular halinde gevezelik ederler. Böyle mi olacaktı Mustafa Kemal ülkesi diye... Bir yönetimin sürgit senin amacının savunucusu olmasını beklersin ama olmaz. O uyuşuk kafalar bir türlü gerçeği görmez. Ayrıca kendisi gibi olmasını ister. Şu yıllarda Atatürk devrimlerinin kaçı ayakta? Bunu bir görüşmeli. Hemen çoğu geri planlara atılmış. Halk artık devrimin insanı değil. Binlerce yurttaşa sorsanız anlamaz, bakar sen ne diyorsun diye... Yeni bir yıl yaklaştı. 2014 geldi kapıya dayandı. 2014’lerde yeni bir hamleyle tarihte yeni bir sayfa açmamız gerekir. Ne demeli, hoş geldin 2014 aramıza. İçimize bir aydınlık doğdu. Her zamanki gibi. Demokrasi Kültürü u İktidarların, kapsamı ve çerçevesi belirsiz ahlak kuralları gölgesinde namus bekçiliğine soyunmaları ve insan haklarını göz ardı ederek özgürlükleri budamaya çalışmaları kabul edilemez. İslam ve Demokrasi 5 Görülüyor ki Prof. Hayrettin Karaman, temel demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlanması ve kısıtlanmasından yanadır. Bu tutumunu “toplum değerleri” yani çoğunluk kavramına dayandırmakta, üstelik çoğunluğun gerekirse “mahalle baskısı” olarak devreye girmesine onay vermektedir. 8 Kasım 2013 tarihli yazısından alıntıladığım aşağıdaki bölümlerde bu tutumunu şöyle açıklamaktadır: “…Bir toplum içinde yaşayan birey, topluma olan ihtiyacı ve zorunlu alışverişi uğruna bazı özgürlüklerinden fedâkârlık edecektir. Hem toplumu kale almamak, toplum değerlerini takmamak, bu değerlere isyan etmek, hatta fiilen veya kavlen küçümsemek, tahkir ve tezyif etmek hem de o toplum ile alışverişe talip olmak, o toplumun varlığından yararlanmak mümkün değildir. …Bugünlerde tartışılan konu, kadın (serbestçiler bu kelimeyi tercih ediyorlar) ve erkek öğrencilerin bir veya birkaçının aynı evlerde kalmalarıdır. Müslüman milletimizin ahlak, gelenek ve göreneğine göre bu durum meşru değildir, birçok sakıncası vardır. Birçok erkek öğrenci ailesi yanında kahir çoğunluğu ile kız öğrenci ailesi bu duruma razı olmazlar. ‘Razı olmuyorlarsa aynı evde barındırmasınlar, ayırsınlar’ demek kolay, bunu uygulamak istenen yardımlar alınamazsa zordur. …Kızı veya oğlu evli olmadığı birisi ile bir evde beraber yaşayan aileler komşularının ve yakınlarının yüzlerine bakamazlar. …Peki çare nedir? Bana göre birinci çare, yüzde yüze yakını Müslüman olan bu toplumda ‘İslam’ı temel referans alan bir demokratik düzen’dir. Liberal demokraside ısrar edilecekse hükümetlerin, bu rejime ters düşen devlet davranışlarına teşebbüs etmemesi, ama bireylerin, muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini ‘gönüllü olarak’ kullanmamalarıdır. İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur.” HHH Prof. Karaman’ın atıf yaptığı “toplum değerleri” kavramı ne yazık ki, Çok Partili Düzen’e geçtiğimizden beri sandık mekanizmasıyla iktidara gelen, başta Demokrat Parti olmak üzere, bütün sağ partilerin demokrasiyi saptırmakta kullandıkları bir kavramdır. Oysa demokrasi, Prof. Karaman’ın savunduğu gibi sadece bir “çoğunluk rejimi” değil, herkesin temel hak ve özgürlüklerinin, kimsenin müsamahasına, tahammülüne, iznine bağlı olmadan, yasal güvenceye sahip olduğu bir rejimdir… “Toplum değerleri” adına bunların sınırlanması ve kısıtlanması önerisi, hele hele bu sınırlama ve kısıtlama adına “mahalle baskısının” bir hak olarak devreye sokulması, demokrasiyle ilgisi olmayan, sonu totalitarizme kadar giden, tehlikeli ve korkutucu bir modeldir! Devamı perşembeye. E DOĞAN HASOL edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’dir. Daha sonra da 1789 Fransız Devrimi’nin ardından Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gelmiştir. Avrupalı düşünürlerin de katkıları ile gelişen haklar dizisi, sonraları ülkelerin anayasalarına bile girmiştir. 18. yüzyılda benimsenen insan haklarına “1. Kuşak Haklar” ya da “Klasik haklar” denmiştir. Klasik Haklar şöyle sıralanabilir: “Yaşam hakkı ve kişi dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, inanç ve ibadet özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, eşitlik hakkı, dernek kurma hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, çalışma özgürlüğü, dilekçe hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kamu hizmetine girme hakkı, tarafsız yargıç önünde yargılanma hakkı.” Bir de kölelik yasağı, işkence yasağı gibi yasaklar var. 18. ve 19. yüzyıllarda oluşan toplumsal ve siyasal gelişmeler ise anılan klasik hakların yeterli olmadığını ortaya koyacaktır. Sanayi devrimi bu kez burjuvaziye ek olarak işçi sınıfını ortaya çıkarmış, kimi devletler yeni duruma ilişkin yeni düzenlemeler geliştirmeyi uygun görmüşlerdir. Böylece, klasik haklara ek olarak geliştirilen ve sosyal haklar ola nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmasının sınırını çizmiş ve “Kişisel hak ve özgürlükler, toplumun koyduğu ahlak kurallarıyla sınırlıdır” demiş . Bu söylem ne kadar doğru acaba? Toplumun koyduğu ahlak kuralları, kişisel hak ve özgürlükleri kısıtlayabilir mi? Toplumun ahlak kuralları kişilerin ev içi yaşam özgürlüklerini sınırlayabilir mi? Önce kişisel hak ve özgürlükler için “İnsan Hakları”na bakalım. İnsan hakları geniş anlamda, insanların insan olmaktan kaynaklanan haklarının tümünü belirler, dar anlamda da olmazsa olmaz nitelikteki temel hakları… Bu haklar; ırk, milliyet, cinsiyet, din ve statü ayrımı gözetilmeksizin insan onurunun gereği bütün hakları kapsar. Bu hakları, “hukuk” tanır ve güvence altına alır. İnsan hakları kavramının kökeni İ.Ö. 539’a kadar uzanır. Babil’i fethetmesinden sonra Kral Büyük Kiros (Cyrus) tarafından yayımlanan ve ilk İnsan Hakları Bildirgesi sayılan metin bir kil silindir üzerine Babil çivi yazısı ile kazılmıştır. 1215 yılında İngiltere Kralı’na kabul ettirilen Magna Carta da insan haklarının önemli bir belgesidir. İnsan haklarının resmen tanınmasına yol açacak başka bir belge de 1776’da ilan rak anılan “2. Kuşak Haklar” oluşmuştur. Bunlar, “Çalışma hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplusözleşme hakkı, işyeri yönetimine katılma hakkı, dinlenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, parasız öğrenim ve eğitim görme hakkı, kültürel yaşama katılma hakkı, sağlık hakkı, beslenme hakkı, konut hakkı, anne, çocuk, engelli, yaşlı gibi desteklenmeye muhtaç kesimlerin korunmasıyla ilgili haklar” şeklindedir. Sosyal haklar 19. ve 20. yüzyıllarda birçok ülkede benimsenerek kısmen de olsa devreye sokulmuştur. ayanışma Hakları’ Büyük bir yıkım ve kıyıma neden olan İkinci Dünya Savaşı’nın 1945’te sona ermesinin ardından BM Genel Kurulu’nca 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kabul edilmiştir. “3. Kuşak Haklar” o dönemde ortaya çıkmıştır. “Dayanışma Hakları” olarak da anılan bu haklar, Batı dünyasında, daha önce benimsenmiş olan “Klasik Haklar ve Sosyal Haklar” gruplarının tamamlayıcısı olmuştur. 3. kuşak haklar şöyle sıralanır: “Çevre hakkı, insanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı, gelişme hakkı, barış hakkı, yiyecek hakkı, insani yardım alma hakkı, self determinasyon hakkı.” Şimdilerde yaşanan hızlı bilimsel, teknolojik ve toplumsal gelişmelerin “4. Kuşak Haklar”ı getirmesi gereğinden söz ediliyor. Yukarıda sıralanan haklar demokratik ülkelerin bile tümünde, gerektiği düzeyde uy ‘D ‘2. Kuşak Haklar’ gulanabilmiş değildir. Yine iyi incelendiğinde görülecektir ki ülkemizde iktidarlar, hakların birçoğunu anayasalarda da yer almasına karşın uygulamakta gönülsüz davranmışlardır. Son zamanlarda yaşanan toplumsal olaylar bu olgunun hâlâ sürdüğünü açıkça ortaya koymuştur. Örneğin, 1. kuşakta yer alan haklardan ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakları bile, Taksim Gezi Parkı olaylarında ve yansımalarında da görüldüğü gibi siyasal iktidarca şiddetli tepkiyle karşılanmıştır. Buna karşılık, zaman zaman, demokrat olmadığı kimi çevrelerce ileri sürülerek eleştiri konusu edilen Atatürk dönemi yönetimi, kadınlara seçme ve seçilme hakkını kimi Avrupa ülkelerinden, çok daha önce, 1934’te tanımıştır. Aynı haklar Fransa ve İtalya’da 1946’da, İsviçre’de 1971’de tanınacaktır. İnanç ve ibadet özgürlüğü de yine Atatürk Türkiyesi’nde laiklik ilkesiyle güvence altına alınmıştır. İnsan haklarıyla demokrasi iç içe… Ülkemizde demokrasinin ne kadar gelişmiş olduğunu doğru ölçütlerle belirleyebilmek için yukarıda üç kuşak halinde sıralanan insan hakları şablonuna başvurmak yeterlidir. İktidarların, kapsamı ve çerçevesi belirsiz ahlak kuralları gölgesinde namus bekçiliğine soyunmaları ve insan haklarını göz ardı ederek özgürlükleri budamaya çalışmaları kabul edilemez. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bu ilke ve özgürlüklerin tümünü uygulamayan ülkelerde bırakın ileri demokrasiyi, demokrasiden bile söz etmek anlamlı olamaz. Soru Sorma Bilinci B COŞKUN ÖZDEMİR ilge insan Erdal İnönü İstanbul Tıp Fakültesi’nde verdiği bir konferansta “Türk toplumunda beyinsel merak gelişmemiştir” demişti. Doğru bir saptama olduğu kanısındayım. Toplumda güçlü bir beyinsel merak olsaydı metrolarda, tramvaylarda, hatta yürüyen merdivenlerde okuyan insanlar görecektik. Merak eden, soru soran, yanıtları, doğruları arayan insanlarımız olacaktı. İyi okullar niçin bu kadar pahalı? Ben neden çocuklarımı bu okullarda okutamıyorum? Bizim doktor, çocukları için ayda 5 bin lira okul parası ödüyormuş. Benim ülkemde neden bu kadar çok trafik kazası oluyor? Kadınlar neden bu kadar çok öldürülüyor? İslam ülkelerinde niçin bu kadar çok kavga, öldürme var. Müslümanlar niye birbirlerini boğazlıyor? Neden İslam ülkeleri geri kalmışlar arasında. Kadının saçlarının görünmesi niçin günahtır? Ülkemizde erkek egemenliği nereden ileri geliyor? Büyük bir imparatorluk kurmuş, Avrupa’ya uzanmıştık. Nasıl yıkıldı? Neden büyük bilim adamları, felsefeciler, ünlü sanatçılar yetiştiremedik? Aynı Allah’ın yaratıkları değil miyiz? Niçin Avrupalıya, Amerikalıya alkol helal, bize haram? Einstein, Galileo, Newton, Leonardo adlarını çok duyuyoruz. Müslüman değiller, neden bu kadar ünlüler? Bu ünü nasıl kazanmışlardır, kimler niçin büyüktür? Bağımsızlık, antiemperyalizm, aydınlanma, laiklik ne demektir? Neye yarar? Atatürk’ün bir vatan kurtarıcısı olduğunu biliyoruz. Bu millet onun üzerinde neden birleşemiyor? Çok sayıda ordumuzun generali, gazetecisi, Merdan Yanardağ, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay gibi tanınmış gazeteciler niçin uzun yıllar hapse mahkum ediliyor? Yaşanan bu dram nasıl göz ardı ediliyor? Ne yaptıkları için hapisteler? Ünlü yazarlar nasıl suç işliyorlar? Bazı gazeteciler neden dışlanıyor, kovuluyorlar?.. Böyle binlerce soru var. Peşin yargılardan kurtulup, “bilmiyorum, bilmeye ihtiyacım yok, beni ilgilendirmez” demeyip sorarak, okuyarak, öğrenerek doğruyu arayarak halkımızla birlikte davranışlarımızı, seçimlerimizi, tercihlerimizi buna göre yapmalı değil miyiz?.. Bu bir yurttaşlık görevi ve sorumluluğudur. Bu sorumluluğu taşıyanlar bence vatandaşımıza da bunu öğretmek yükümlülüğünü taşırlar. Yaşamsal bir sorundur bu. Eğer yurttaş soru sorup cevap aramayı, doğrulara ulaşmayı bilmiyorsa, umursamıyorsa, dogma ve hurafelere bağlı kalıyorsa orada demokrasi olamaz, daha iyi, daha adil bir dünya kurulamaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle