17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 KASIM 2013 PAZAR CUMHURİYET KÜLTÜR [email protected] 17 Mirza Metin, Destar Tiyatro’nun yeni oyunu ‘Gor’u (Mezar) anlattı u Mirza Metin savaşın içinde büyümüş. Dengbejlerin geleneğinden ve Sadık Hidayet’in öykülerinden beslenmiş. Ailesi 30 yıldır Kürt siyasi hareketinin içinde. Tanık olduğu hikâyeler hep karanlık hikâyeler. AYŞEGÜL ÖZBEK Karanlığın içinden... oyun da biraz ‘Öteki dünya dediğimiz şey ne, orada neler konuşulur ya da öteki dünya var mıdır yok mudur?’ üzerine kurulu.” Oyunun ışık tasarımını ise Alev Topal yaptı. “Seyirci Kürtçe bilse bile rahat bırakmayan bir oyun” diyor Metin. Uzunlamasına kullanılan sahnede seyirciler sahnenin kenarına dizilmiş, iki taraftan akan Türkçe üstyazı var: “Seyirciyi bir cemaat gibi kurmayı tasarladım. Sahnenin ortasındaki tabut da aslında büyük tabutun (sahne) bir minyatürü. Seyirci dolayısıyla oyuna birer ölü olarak katılmış oluyor. Hikâyeyi dinleyen cemaatin bir parçası olarak.” (19 ve 26 Kasım saat 20.30’da ve sezon boyunca Beyoğlu Şermola Performans’ta) Sahnedeki Boş İskemle... Sahnede üç iskemle… Birinde Jacques Fournier oturuyor. Ötekinde ben. Üçüncüsü boş… Sahneden şiirler geçiyor, öyküler geçiyor… Sahneden yeryüzündeki farklı ülkelerdeki hapisteki yazarlar geçiyor. Çin’dekiler, Rusya’dakiler, bizdekiler… Boş iskemleye, yanı başıma Mustafa Balbay gelip yerleşiyor. Bir de özlemişim ki onu. Güler yüzüyle sohbete katılıyor. Kalabalık dinleyici kitlesi çılgınca alkışlıyor Mustafa Balbay’ı… Sonra Füsun Erdoğan gelip oturuyor boş iskemleye… Sonra Tuncay Özkan, sonra Merdan Yanardağ, sonra daha niceleri… Sahneden zulüm geçiyor, haksızlık geçiyor, direniş geçiyor. Sahnede Tunuslu genç bir kadın Hend Zouari, kucağındaki kanunu onlar için çalıyor. Kanunların çalındığı ya da kanunları çarpıtıp, yazarları hapse tıkan ülkelere inat… Onlara yanık sesiyle en güzel türkülerini söylüyor, bildiğim ve bilmediğim dillerde… Tarih 15 Kasım 2013. Otuz yıldan beri 15 Kasım günü “Hapisteki Yazarlar Günü” diye anılıp, bu konuda bilinç oluşturuluyor her yerde. Gözlerini kapayan, görmezden, duymazdan, bilmezden gelenlere rağmen; meslektaşlarının hapislerde çürümelerine göz yuman gazetecilere karşın; kendi başına gelmedikçe böyle bir şeyi yok sayanlara karşın… Sözünü ettiğim sahne Fransa’da Paris’in yanı başındaki bir Kültür Merkezi Şiir Evi’nde. Saint Quentin En Yvelins adlı yörede 150 bin kişi yaşıyor. Merkezin Müdürü Jacques Fournier, gecenin Nâzım Hikmet’e adandığını söylüyor, davetli dört yazarı tek tek sahneye çağırıp ülkelerindeki durumu anlattırıyor. Romanya’dan Dinu Flamand, Irak’tan Salah Al Hamdani, Tunus’tan Tahar Bekri, bir de ben… Sahnedeki üçüncü sandalye hep boş… Hapisteki yazarlar, gazeteciler, şairler için… Bir akşamlık bir olay değil bu yaşadığım. Kültür Merkezi, PEN Yazarlar Birliği ve Uluslararası Af Örgütü’nün ortaklaşa düzenlediği program çerçevesinde bir hafta boyunca Versailles Üniversitesi ve çevredeki tüm liselere dağılıyoruz. Her gün birkaç sınıfa girip ülkemiz hakkında çocukların, gençlerin sorularını yanıtlıyoruz. Gittiğim bütün bu liselerde, dev panolarda şiirler sergileniyor. Neruda’dan Lorca’ya, Nâzım’dan Apollinaire’e… (Türkiye’de Apollinaire’in başına gelenlere ortaokul çocukları kahkahalarla gülüyor… Yer yarılsa da içine girsem dediğim anlar oluyor!) Aynı zamanda Dağlarca’dan Ataol Behramoğlu’na; Haydar Ergülen’den Mehmet Yaşin’e daha nice şairimizin de şiirleri (Fransızcaları) okul duvarlarında… Dikkatimi çekti okullarda şiir yazılı dev panolar en çok merdivenler boyunca asılmış. Öğretmenler, “Çocuklar merdivenlerde durup konuşmaya bayılır, en çok merdivene astıklarımız okunuyor” diyor. Bunlar özel okul falan değil. En yoksul kesim çocuklarının gittiği devlet okulları… (Merdiven denince bizimkilerin aklına kızların bacakları geliyor, onlarda ise… Ah!) Paris çevresinde okul okul, sahne sahne dolaşmaya başlamadan bir akşam önce Fransız PEN’inin Paris merkezindeki toplantıya katıldım. Orada bir kez daha Türkiye hapishanelerindeki ve Türkiye’de yaşadıkları, çalıştıkları için işlerini kaybeden, tehdit altında olan gazeteci, yazar, çevirmen, araştırmacılar anıldı. Dünyanın neresinde olursa olsun düşünce ve ifade özgürlüğünün yasaklanması, kısıtlanması, tehdit edilmesi lanetlendi… Sahnede boş iskemle kalmayıncaya dek mücadeleye devam dendi. Şimdi Frankfurt’a giden treni yakalamak üzere yine yollardayım. Siz bu satırları okurken ben önce Mustafa Balbay için düzenlenen bir toplantıda olacağım… Ardından Fazıl Say “Nâzım Oratoryosu”!. Tam da tiyatro desteklerinin açıklandığı günde röportaja oturuyoruz. Çoğu muhalif olduğu ya da Gezi’ye destek verdiği öne sürülerek destek alamayan tiyatrolar arasında Destar Tiyatro. Tiyatroyu Berfin Zenderlioğlu ile birlikte kuran Mirza Metin ile yeni oyunları “Gor”u (Mezar) konuşacağız. Destek olsa da olmasa da hep sahnede olacaklar yeni oyunlarla. Çünkü 90’ların en karanlık dönemlerinde bile yine Kürtçe tiyatro yaptıkları zamanlarda izleyicilerin üstlerinin arandığı, kapıda panzerin beklediği, oyun öncesinde salonun köpeklerle arandığı, 15 dakikalık skeçler oynayıp arka kapıdan koşarcasına çıktıkları günler yaşamışlar. O karanlık dönemlerin belki etkisiyle oyunlarında da yarattığı atmosfer hep karanlık Mirza Metin’in. Yazar, yönetmen ve oyuncu olarak “Gor”da yarattığı duygu da aynı: “Bu bir taraftan çok kişisel bir karanlık. Bir taraftan da ben savaşın içinde büyüdüm. Ailem 30 yıldır Kürt siyasi hareketinin içinde, ben de 94’ten beri bir şekilde Kürt tiyatrosunun parçası, tanığı, oyuncusu, yazarı, yönetmeni oldum. Tanık olduğum hikâyeler hep böyle karanlık hikâyeler. Bir yandan da bu karanlığın içinden nasıl bir mizah üretebilirimin çabası içindeyim. Gor’da da bununla uğraştım biraz.” Alan Ciwan, Berfin Zenderlioğlu, Mensur Zirek, Mirza Metin ve Sadin Yeşiltaş’ın rol aldığı Gor, bedenlerinin çürümesini bekleyen ölülerin hikâyesi. O arada da konuşup gevelemekten başka yapacakları hiçbir şey Oyunun provalarından yok. Biri bir öykü anlatarak başlıyor gevelemeye. Bir erkek kardeşin kız kardeşini saçma bir nedenle nasıl öldürdüğünü anlatıyor: “Türkiye, Anadolu, Mezopotamya coğrafyasına baktığımızda bu halklar hep kardeş halklardır ve hep birbirlerini öldürmüşler. Ben konuyu Türkiye’de yaşanan savaşa dayandırdım.” Araftaki bu 5 ölü, daha sonra birbiriyle kesişen kendi ölüm hikâyelerini anlatarak devam ediyorlar. Kürtlerdeki hikâye anlatma geleneğinden de beslenerek yazdığını belirtiyor Metin “Gor”u: “Hikâye anlatmaya çalışan biri olarak yazdıklarımda ya da üzerine düşündüğüm rejilerde Kürtlerin geleneksel folklorik kültürlerinde bulunan hikâyelerden beslenirim. Dengbejlerin hikâye anlatma teknikleriyle ilgiliyim. Sadık Hidayet’in öyküleri benim hayatımda önemli bir yer kaplar. Onun öykülerinden biri de ruhların konuştuğu bir mekânda geçiyordu. Sadık Hidayet’teki o yarı karanlık atmosfer beni hep etkiler. Bu tİYatrolara deStek konuSunda ‘Daha kötüsüne hazır olun’ “Hükümetin tiyatroya karşı başlattığı yönelimin yeni olmadığını biliyoruz. Sürece bir bütün olarak bakarsak; bir gecede Şehir Tiyatroları yönetmeliğinin değiştirilmesi, Devlet Tiyatroları’nın kapatılması ya da özelleştirilmesinin gündeme taşınması zaten sıranın özel tiyatrolara geldiğini gösteriyordu. Gezi yaşanmamış olsaydı da özel ve bağımsız tiyatrolara bir yönelim olacağı beklenen bir şeydi. Bağımsız ya da Gezi’ye destek verdiği söylenen tiyatrolara bakanlık desteğinin kesilmesi bu olumsuz yönelimin bittiği manasını da taşımamalı. Daha kötüsüne hazır olunmalı ve gerekli demokratik talep ve eylemler için de karşı atak hazırlıkları yapılmalıdır. Çünkü Kültür Bakanlığı’nın önden servis ettiği ‘Gezi’ye destek veren tiyatrolara ceza’ biçiminde ifade bulan bu durum tamamen siyasi özellikler taşıyor. Zaten gazetelerde bakanlık desteği ile ilgili çıkan haberlerde ismi geçen tiyatro grupları Gezi ile ilgili bir oyun yapmamışlardır. Öte taraftan zaten göstermelik olan Kültür Bakanlığı’nın Kürtçe tiyatro açılımı, başladığından beri daha fazla ileri gidememiş, daha fazla Kürt grup desteklenmemiştir. Destar’a verilen ödenek ise sürekli çok önemli bir marifet gibi hem gazeteler tarafından hem de hükümet tarafından ön plana çıkarılarak her defasında bakın ne kadar demokratikleştik denerek bir kandırmacaya dönüşmüştür.” Şiirle büyüyen çocuklar 22 Şubat’ta Ülker SportS arena’da Bocelli İstanbul’a geliyor Kültür Servisi İtalyan opera sanatçısı Andrea Bocelli, 22 Şubat’ta İstanbul’da konser verecek. Bocelli, konserde en ünlü İtalyan ve uluslararası operalardan klasik aryaların yanı sıra uluslararası bir başarıya ulaşan son albümü “Love in Portofino”dan da şarkılar seslendirecek. TEMA Vakfı’nın 20. kuruluş yılının kutlanacağı konser, Ülker Sports Arena’da gerçekleşecek. İtalyan tenor, söz yazarı, besteci ve albüm yapımcısı Bocelli; ilk kez 1994’te Verdi’nin “Macbeth” eserinde rol alarak opera sahnesine çıktı. Aynı yıl Noel’de papanın huzurunda şarkı söylemek üzere davet aldı. 1995’te “Con te Partiro” adlı parça ile aylarca Avrupa listelerinin başında yer alan sanatçı, 2012’de “Yılın Uluslararası Sanatçısı” dalında kazandığı Brit Ödülü’ne değer görüldü. antalya’da ‘la traviata’ Kültür Servisi Antalya Devlet Opera ve Balesi, salı günü saat 20.00’de Verdi’nin “La Traviata” eserini sahneleyecek. Recep Ayyılmaz tarafından sahneye konulan eserin orkestra şefi Artem Makarov. Paris’te geçen eser, Violetta ile Alfredo arasındaki trajik aşkı konu alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle