19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EKİM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Tuncel Kurtiz, umarım ‘Bahar ülkesine açılan bir kapı’dan geçip gitmişindir, zaten sana öyle bir ülke yakışır ABDÜLMECİD EFENDİ’NİN TABLOSUNUN YENİ SAHİBİ AÇIKLANMADI ‘Avluda Kadınlar’ özel koleksiyona gitti Kültür Servisi Alif Art An timleyen “Avluda Kadınlar” tikacılık AŞ dün ardı ardına iki eseri, 1 milyon 600 bin TL’ye müzadeye düzenledi. alıcı buldu. Eseri, adı İlkinde 18.19. yüz u İslam dünyasının açıklanmayan bir koyıllara ait Osmanlı ve leksiyoner satın aldı. Türkiye’yle ilgili gra son halifesi Abdülmecid Tablonun yeni sahibiEfendi’nin “Avluda nin, zengin bir sanat vürler, haritalar, kitaplar; “Osmanlı ve Kar Kadınlar” adı verilen koleksiyonun da sahima Sanat Eserleri” eseri, dün düzenlenen bi olduğu belirtiliyor. adındaki ikinci müza müzeyedede 1 milyon Yoğun katılım olan yedede ise çağdaş ve müzayedede, Nurul600 bin TL’ye alıcı lah Berk’in “Oya İşmodern sanatın önde buldu. Eseri, adı gelen sanatçılarına ait leyen Kadın” konulu eserler yer aldı. açıklanmayan bir tablosu 110 bin, FikMüzayedede satı koleksiyoner satın aldı. ret Mualla’nın “Çıpşa sunulan, son halilaklar” adındaki esefe Abdülmecid Efendi’nin, çıp ri 80 bin, Nuri İyem’in tablosu lak ve yarı çıplak kadınları be ise 25 bin TL’ye satıldı. Külün altındaki ateşi arayan adam Tuncel Kurtiz ve ölüda “Zenciler”i çalışıyor. Timün bir yazıda yan yana yatronun yanı başında “Cigelebileceği, böyle bir yaao” diye bir İtalyan restoranı zı yazmak zorunda kalavar, prova aralarında da oracağım hiç geçmemişti akda laflıyoruz. Hiç unutmuyolımdan. Ölüme eşlik eden rum, Peter Simonischek ditüm imgelere, çağrışımlaye çok iyi bir aktör var. Tunsi a y si sadece ra öyle yabancıydı ki Tuncel Ağabey oturmuş, geleneku Tuncel Ağabey roluşuyla va cel Ağabey… Ölümün zıt duruşuyla değil, anan ateş sel “grappa”sını içiyor (arkutbunda kamp kurmuştık kaçıncısı olduğunu bilmiyode y devrimciydi, için ydi, o sonu tu, ezelden beri oradaymış, rum). Simonischek yanına gelci nedeniyle devrim ürtüsüyle ebediyen orada kalacakmış di, oturdu, “Tuncel, siz Türk ad gibi gelirdi insana. oyuncular sahnede aranızda gelmez araştırm i. Sürekli okuyan, gezen, çok iyi kontak kuruyordevrimciyd seyreden, gözlemleyen, sunuz, nasıl yapıyorsukonuşan, sürekli fikir ürenuz bunu?” dedi. “Konten, sonsuz sohbetlerintak mı dedin Peter” dide azad edilmiş kuşlar giye sordu Tuncel Ağabey. bi peş peşe havaya saldığı “Evet, Tuncel” dedi beriprojelerinin ardından çoki. “Bak şöyle” dedi Tuncuksu bir keyifle bakan, cel Ağabey, iskemlesinin sürekli oynayan, ama süüstünde Peter’e doğru dörekli sahici kalan, “insan nerek. Sonra koca adadonunda” bir enerjiydi mı iki eliyle ensesinden Tuncel Kurtiz. Tuncel Kurtiz, Peter Simonischek, Ayşe tuttu ve ani bir hareketle kafa tokuşturdu. PeEmel Mesci, Berlin Schaubühne, 1983. tockholm ve ter şaşkınlıktan yere düHalk Oyuncuları şecekti az daha: “İşte Peter, al sana kontak!” Yıl 1981, Ekim ayı… dedi Tuncel Ağabey. Sa12 Eylül’ün üstünden 1 nırım oradan atılan kahyıl geçmiş. İsveç’e iltica kahalar Schaubühne sahetmeye gidiyorum. Uçak nesinde çınlamıştır… Stockholm Havaalanı’na iniyor. Sınırda tutuyorlar ahiciliği arayış beni. Bir sorgulama odaBenim Tuncel sına götürüyorlar. TedirAğabey’de gözlemlediğim ginim. Ama birden karönemli bir özellik, müzik şımdaki görevlilerin Tuncel Kurtiz, Karl Wittlinger, Ayşe Emel tavrı değişiyor, geçici Mesci, Stockholm Nybropaviljongen, 1982. konusundaki yaklaşımıydı. Hep derinden, dipbir izinle bırakıyorlar ten gelen sahici bir şeylebeni, İsveç’e giriş yapıri arardı. Çok uzun bir süre yorum. Verdiği referans“Bakkha’lar”ın, sonra da la bu ani değişimi sağla“Şeyh Bedreddin”in okuyan, beni karşılamaya gelma, sohbet, proje repertuvamiş dosta sarılıyorum: rında başköşede yer almalaTuncel Kurtiz… Halk rının bir nedeninin, müzikOyuncuları’nın 12 yıl süle ilişkisine çokça yansıyan, recek macerası da başlabu “külün altındaki ateşi mış oluyor böylece. arayış” çabası olduğunu Stockholm’de Kraliyet Tiyatrosu’ndan Tuncel Kurtiz, Jutta Lampe, Ayşe Emel düşünüyorum. Onun bu yaklaşımını, Sophokles’i Mesci, Berlin Schaubühne, 1983. devraldığımız küçük çevirirken medeniyetle bir deneme sahnesinyumuşamış kelimelerin altında yatan asıl vahde, Nybropaviljongen’de “Kurban”ı yapıyoruz. Tuncel Ağabey hem sahneye koyuyor oyu şi, arkaik yanı arayan Hölderlin’e benzetiyorum biraz. nu hem de Mahmut’u oynuyor. Ben de Zehra Bu arayış hayatında hep çok önemli bir yer rolündeyim. Hayatımda karşılıklı oynadığım en tuttu, çünkü Tuncel Kurtiz’in bağrında da hep iyi aktör Tuncel Kurtiz, hiç tartışmasız. Hem o kadar kendisi, hem de o kadar oynadığı rol ki… bir ateş yandı. Hep aradı, araştırdı, sorular sordu. Onu en son, kızım Sema Kuray’ın da rol Her şey sahici; ağlarken, kızarken, gülerken, dans ederken, hatta repliğini unuturken hep ger aldığı, Reha Erdem’in “Jîn” filminin galasında gördüm. Sorularının peşindeydi hâlâ. çek, hep orada… Tuncel Kurtiz bu toprakların çıkardığı en büSonra Fakir Baykurt’un “Sakarca”sını, aryük birkaç oyuncudan biriydi. Ama bence onun dından da Karl Wittlinger’in “Samanyolu” asıl iz bırakacak yanı bunu yaşadığımız şu süfadlı oyununu sahneye koyuyor. Yıllar sonra li ara dönem için değil, gerçek tarih bağlamınTürkiye’ye döndüğünde bu oyun için şöyle deda söylüyorum okuyan, soran, düşünen, yazan, miş: “Tiyatro hayatımızda her sıkıştığımızda üreten, arayan devrimci sanatçı tavrıydı. Tunhazırladığım Karl Wittlinger’in ‘Samanyolu’ cel Ağabey sadece siyasi duruşuyla değil, varoadlı oyunu.” Benim tiyatro yaşamımda “Kurluşuyla devrimciydi, içinde yanan ateş nedeniyban” için kurduklarıma benzeyen bir cümle le devrimciydi, o sonu gelmez araştırma dürtübu… Peter Stein’ın Halk Oyuncuları’nı Bersüyle devrimciydi. lin Schaubühne’ye davet etmesini sağlamıştı o Ne mutlu bana ki seni tanıdım, seninle çalışoyun. Bütün bu süreçte Tuncel Kurtiz’in Petım, seninle birlikte yol yürüdüm sevgili Tuncel ter Stein nezdindeki saygınlığının payı da büKurtiz, umarım röportajında dediğin gibi, “Bayüktü tabii. Sonra Schaubühne sezonu. Tuncel har ülkesine açılan bir kapı”dan geçip gitmiAğabey Nâzım’ın “Ferhad ile Şirin”ini sahşindir, zaten sana öyle bir ülke yakışır. neliyor. O Behzat’ı oynuyor, ben Şirin’i. Stein Şu Rektörlük Yolu... Üniversitelerimizde kimi rektörlerin her şeyden önce hocalıkla ve üniversite kurumunun öz niteliği ile bağdaştırılması olanaksız davranışları, haklı tepkilere yol açmakta. Örneğin bir rektörün, bütün suçları demokratik yoldan, yani cana veya mala kesinlikle zarar vermeksizin, yaşananlara karşı protesto eylemlerinde bulunan öğrencilerin üzerine polisi salması ya da kısa süre önce Tuncel Kurtiz olayında görüldüğü üzere, değerli bir sanatçıyı anmak üzere toplanmak isteyen kız ve erkek öğrencileri birbirlerinden demir parmaklıklarla ayıran bir yurt yönetimine herhangi bir tepki göstermemesi, “Rektör kimdir, görevi nedir” sorusunun kuşkuyla sorulmasına neden oluyor. İşte bu noktada, durumu daha iyi kavrayabilmek için, 1980 öncesinin rektörleri ile 12 Eylül sonrasının rektörleri arasında titiz bir ayrım yapmak gerekiyor. 1980 öncesinin rektörleri, büyük çoğunlukla bilim adamı kimlikleri ağır basan, hocalık sıfatını hakkıyla taşıyan ve öğrenciye de her şeyden önce bir hoca gözüyle bakabilen kişiler arasından seçilirdi. Bu rektörlerin görevleri, üniversitelerini belli bir süre temsil etmek ve yönetmekle sınırlıydı. Seçildikleri makamda ne diktatör kesilirlerdi ne de yasalar diktatör kesilme olanağını tanırdı. 12 Eylül darbesinin faşist generalleri, bütün üniversiteleri terörün ve anarşinin başlıca kaynağı saydıklarından, ilk yaptıkları işlerden biri rektörleri bu kaynağı kurutacak yetkilerle donatılmış diktatörlere dönüştürmek oldu. 12 Eylül yönetiminin bu işle görevlendirdiği Prof. Dr. İhsan Doğramacı da bu görevin üstesinden doğrusu hakkıyla geldi. Kendisinin biçimlendirdiği YÖK adlı “anayasal” kurum, üniversitelerin elinden, başta rektörlerini ve dekanlarını seçme yetkisi olmak üzere, hemen bütün yetkilerini aldı. Rektörler bağlamında üniversitelere günü geldiğinde sandığa gidip yalnızca altı rektör “adayını” belirleme yetkisi kaldı. YÖK’e bu altı adayı üçe indirip son seçimi Cumhurbaşkanı’na bırakma görevi verildi. Durum, bugün de böyledir. Dekanlar ise adayların fakültelerde “eğilim belirleme” diye adlandırılan bir usul ile saptanması ve rektörün bunların sayısını indirip son karar için YÖK’e göndermesi yoluyla seçilmektedir(!). 12 Eylül yönetiminin amacı, böyle bir düzenleme ile üniversiteleri iktidarların mutlak denetimleri ve yönetimleri altına sokmaktı. Bu hedef gerçekleşti. Ülkemizde devlet üniversiteleri, otuz yılı aşkın bir zamandır işte böylesine demokratik(!) bir biçimde yönetilmektedir. Hal böyle olunca, rektörlere de “başkanın adamları”nı oynamaktan başka bir çıkar yol kalmamaktadır. Elbette zaman zaman bu rolün dışına çıkan ve iktidarın isteklerine sınırsız kulak vermek yerine bilimin gereklerini, öğrencilerini ve üniversite kurumunun evrenselliğini savunan onurlu rektörler de olmaktadır. Ama, dört yıl için bile olsa, neredeyse sınırsız bir iktidarın çekiciliği ve nimetleri ile tanışanların çoğu, bağımsız kişiliğin en büyük düşmanı olan “koltuk sevdası”na kurban gitmektedir. Yani “mesele” işte bu kadar “basittir”; başka deyişle, adı “üniversite” olan bir kurumun onuru ve kimliği ile asla bağdaşamayacak kadar “basittir”! Bozkırın Tezenesi’ne sanat evi Kültür Servisi Ölümünün birinci yıldönümünde “Bozkırın Tezenesi” Neşet Ertaş’ın anısına bir kitapalbüm çıkıyor. “Gönül Dağı” adlı kitapalbüm, 15 türküden ve Neşet Ertaş’ın Savaş Ş. Barkçin tarafından kaleme alınan biyografisinden oluşuyor. Ertaş’ın türkülerde dile getirdiği gönül dünyasını aktaran çalışma; onun yaşadığı, hissettiği ve düşündüğü her şeyin türkülerine nasıl yansıdığını gösteriyor. Neşet Ertaş’ın memleketi Kırşehir’de Vali Konağı olarak kullanılan bina da Neşet Ertaş Kültür ve Sanat Evi olarak düzenlenecek. Sanat evinde, Neşet Ertaş’la birlikte, Kırşehir’in yetiştirdiği Çekiç Ali, Şemsi Yastıman, Muharrem Ertaş gibi halk ozanlarının isimleri yaşatılacak ve ozanların fotoğrafları, plakları, kasetleri, kişisel eşyaları ve sazları sergilenecek. Milli Mensucat müze oluyor SAVAŞ KÜRKLÜ ORHAN KEMAL’İN KİTABINA KONU OLMUŞTU S ADANA Ünlü romancımız Orhan Kemal’in Adana’da yaşadığı dönemleri yansıttığı, “Bekçi Murtaza” romanına konu, bir ara sıkıyönetim mahkemelerine mekân olan Milli Mensucat Fabrikası’nın yerinin müze olması kesinleşti. Fabrikanın bulunduğu alanda, yeni arkeoloji müzesinin yanı sıra kent, sanayi, etnografya ve tarım müzelerini kapsayacak dev bir kompleks inşa edilecek. Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, kompleks için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 3 milyon 385 bin TL tutarında ilk ödeneğin gönderilmesinin ardından rölöve, restorasyon, çevre düzenlemesi gibi çalışmalarının tamamlandığını, fabrika alanında kurulacak yeni arkeoloji müzesi inşaatı için, 11 Ekim’de ihaleye çıkılacağını söyledi. Toplam 68 bin 530 metrekarelik alanda inşa edilecek kompleksin birinci etabında yeni arkeoloji müzesi, ikinci etabında ise kent, sanayi, etnografya ve tarım müzesiyle bunlarla ilişkili sosyal tesisler kurulacak. S Grup Yorum’dan Anadolu halk konseri n Kültür Servisi Grup Yorum, geleneksel hale getirmeyi planladığı Anadolu Halk Konserleri’nin ilkini on binlerin katılımıyla Ankara Batıkent’te gerçekleştirdi. “Ekmek, Adalet, Özgürlük İçin Anadolu Halk Konseri” adındaki ücretsiz konser; sinevizyona yansıtılan Münir Özkul’un canlandırdığı “Yaşar Usta” karakterinin sözleriyle başladı. Grup Yorum’un Türkçe, Kürtçe ve Arapça seslendirdiği türküleri on binlerce dinleyiciyle birlikte söylediği konserde, sık sık “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Direne direne kazanacağız”, “Türküler susmaz, halaylar sürer” sloganları atıldı. Grup Yorum, “Neredesin Sen” parçasıyla da Neşet Ertaş’a selam gönderdi. GÜMÜLDÜR MAVİ DENİZ OTEL Denize Sıfır Oda + Açık Büfe Kahvaltı M BAYRA I T A S FIR 75 TL 0533 218 24 76 www.gmdotel.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle