19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EKİM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Eğitimİş’in yorumu Eğitimİş, AKP’nin açtığı aldatıcı fiyonklara ilişkin yaptığı açıklama ile Cumhuriyet öğretmenlerinin örgütü olduğunu bir kez daha kanıtladı. “Paket” denen şeyden “emperyalizm ile içerdeki etnik ve dinsel temelli taşeronlarının ittifakının çıktığını” dile getirip öğretmenlere yaraşır şu yorumu yaptı: “Ümmet toplumundan ulus toplumuna geçişin sembolü olan Andımız’a karşı özellikle son yıllarda gerici ve bölücü yapıların eşzamanlı kampanya başlatmalarına AKP bu paket ile karşılık vermiştir. Japonya’dan ABD’ye kadar birçok ülkede ulus bilincini güçlendirmek amacıyla kullanılan öğrenci andının ülkemizde ırkçılık olarak tanımlanması gerçeklikten yoksundur. Nitekim Danıştay 8. Dairesi de K:2011/982 sayılı kararında, Andımız’da yer alan Türk kelimesinin bir ırkı değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan tüm vatandaşların ortak adı olduğunu vurgulamış ve Andımız’ın kaldırılmasına yönelik açılan davayı reddetmiştir. AKP’nin sürekli istismar ettiği ve varlık nedenlerinden biri olan türbanı kıyafet özgürlüğü adı altında kamuda serbest bırakması ise toplumun diğer kesimlerini baskılandırmaya, ötekileştirmeye ve özgürlükleri yok etmeye yönelik bir operasyonudur. Belli bir inanç grubunun sözde ‘inanç özgürlüğü’nü sağlamak adına yapılacak bu yöndeki bir anayasal ve yasal değişiklik bu inanç grubunun dışında kalanları ötekileştirmekten öteye gitmeyeceği gibi, toplumsal huzur ve Usta Teyyüp, Milli Kütüphane’den 27 Mayıs 1960 ihtilali öncesi gazeteleri buldurmuş, incelemiş, bugüne benzetmiş, yakınıyor: “İnanır mısınız bugün atılan başlıklar neyse, 27 Mayıs’ta da aynı başlıklar atılmış. Sanki onları inceletiyorlar ve o başlıkları alıp ARADA BİR DR. AYŞE ATALAY CHP’nin Tutumu Ulusal bilincin simgesi andımız kaldırılmış, kadına yasağın simgesi türban Meclis’e kadar girmiş, ulusal eğitim köreltilerek etnik dillerde de eğitime yol açılmış... Dünyaya örnek olmuş Türk devriminin öncüsü CHP, ne diyeceğini bilemiyor. Utangaç, iki arada bir derede, çekingen, renksiz, dümensiz, güdük, ezik büzük, başı sonu belirsiz, eveleyen, tıknefes, yanardöner, ıhlayan, tıslayan bir çizgi tutturmuş gidiyor! Ey CHP yönetimi; dön de bir bak, sana oy verenler ne düşünüyor? Anadolu’da böylesine derler ki: Çağrılan yere git, ar eyleme; çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme... Leş Bakın bundan böyle neler olacak... Türbanlı öğretmen, sınıfa girecek. Veliler, “Bu öğretmenden kamu hizmeti almayız. Çocuklarımıza anayasaya ve çağdaş uygarlığa aykırı bir rol model öğretmen istemiyoruz” diyecekler. Türbanlı memur, devlet dairesinde işlem yapmaya kalkacak. Yurttaşların bir bölümü “Bu memurdan kamu hizmeti almayız. Siyasallaşmış bir simge taktığından bana karşı tarafsız olamaz. Anayasaya aykırılık vardır” diyecekler. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” deyimini anımsayın... Cumhuriyet yıkıldı, toplum lime lime edildi, devlet leş oldu, yatıyor. Kuzgunlar tepemizde fır dönüyor... “Kışt!” demek gerek. Müslüman Ülkeler ve Aydınlanma Felsefesi barışı da yok edecektir. Anayasamızın eğitim öğretim hakkını düzenleyen 42. maddesindeki ‘Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez’ hükmüne rağmen özel okullarla da sınırlı olsa farklı dil ve lehçelerde eğitime izin verilmesi açıkça anayasayı ihlal suçudur. Bu uygulama Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık tapusu olan Lozan’ı delme ve 93 yıl öncesi emperyalistlerin hayallerini kurduğu Sevr’i yeniden canlandırma girişimidir. Ülkemizde yüzlerce gazeteci ve yazarımız, parasız eğitim istedikleri için bine yakın öğrencimiz cezaevlerinde yatarken Başbakan’ın ‘klavye özgürlüğü’ adı altında X, W ve Q harflerinin kullanımının serbest bırakılmasını düşünce ve yazma özgürlüğü diye lanse etmesinin de hiçbir inandırıcılığı yoktur. Başbakan’ın açıkladığı bu paket demokratikleşme paketinden ziyade, ülkenin gericileştirilerek ileri faşizmin adım adım örülmesini amaçlayan bir pakettir.” Helal olsun Eğitimİş’e... bugüne taşıyorlar, çok ilginçtir.” “Bana darbe yapacaklar” takıntısı, TSK’nin tümünü içeri atsalar da sürecek gibi görünüyor... Ne yapsın, Gezi eylemleri ve Mısır’daki gelişmelerden bu yana canı çok sıkkın. Savaş da çıkaramadı, takıntıları kuruntuya dönüyor. Ortadoğu coğrafyasında Müslüman ülkeler dini, mezhepsel farklılıklardan dolayı birbirlerini sözcüğün tam anlamıyla boğazlıyorlar. Irak’ta, Suriye’de süregelen mezhepsel çatışmalar barbarlık boyutuna erişmiş bulunmakta. Müslüman dünyasında neden bir türlü barışa, dinginliğe, hoşgörüye, uzlaşıya erişilemiyor? Bu kin, bu nefret, bu farklılığa olan kahredici hoşgörüsüzlük neden? Acaba bu durum Batı’nın yüzyıllar sonra bir dizi kargaşadan, kanlı savaşlardan sonra ulaştığı aydınlanma felsefesinin Müslüman coğrafyasına ulaşmamasının bir sonucu mu? Felsefe, en başta soru sormaktır. Ne? Neden? Kim? Niçin? Ne şekilde gibi bir dizi soru sormak ve bu soruların kökenine inmektir. Bu açıdan felsefe sorgulayıcıdır. İtaatkâr, boyun eğici değildir. Karşı çıkar, karşı argümanlar sunar, irdeler, sarsar. Bu bakımdan kurulu düzeni, statükoyu altüst edebilir. Aydınlanma felsefesi de bu açıdan bakıldığında ortaçağın skolastik düzenini sarsmıştır. Körü körüne inancın yerine aklı, özgürlüğü, bilimi; boyun eğmenin, biat etmenin yerine sorgulamayı ve son kertede başkaldırmayı içerdiğinden skolastik düşünce biçiminin karşısına dikilmiştir. Bu durum ise dogmaların savunucularının ve bu dogmaların sayesinde yönetme yetkisini elinde tutanların sonu demekti ve bu açıdan bakıldığında da skolastik dogmalar statükoyu simgeliyordu. İşte aydınlanma felsefesi, dogmanın karşısına özgür insan aklını koyduğu için skolastik düzeni (en azından uygar toplumlarda) büyük ölçüde ortadan kaldırdı. O halde aydınlanma felsefesinin özünde ne yatıyordu? Aydınlanma düşüncesinin özünde özgür insan aklı ve buna bağlı olarak direnme ve başkaldırı hakkı vardır. İşte büyük çoğunluğu Ortadoğu coğrafyasını oluşturan Müslüman ülkeler günlük yaşamda olsun, devletyurttaş ilişkisinde olsun felsefeyi, daha özel bir deyişle aydınlanma felsefesini kabul ettikleri dogmalara aykırı bulduklarından, kutsala sığınarak reddediyorlar. Bu reddediş ise yine kendilerine mezhep savaşı, iç savaş, daha çok kan, daha çok ölüm ve vahşet olarak geri dönüyor. Oysa aydınlanma felsefesinin insan aklına tanıdığı özgürlük yanında insana kattığı bir başka değer de vardır. Bu da “kutsal”ın dokunulmazlığına, tartışılmazlığına karşı direnmek, kutsal, erişilmez olarak bellenen tabuları aklın sorgulayıcı, sarsıcı özgürlüğü içinde ortadan kaldırmaktır. Yani bir başka deyişle başkaldırıya meşruiyet kazandırmaktır. 21. yüzyılda Ortadoğu coğrafyasında çoğu şeriat kurallarına göre yönetilen, evrensel değerlerden uzak ülkelere baktığımızda aydınlanma felsefesinin özgür insan aklına eylemde tanıdığı başkaldırı hakkının bile ayırdında olmadıklarını görüyoruz. Bir toplumda ilerleme ancak ve ancak insan aklının özgür bırakılmasıyla sağlanır. İnsan aklı ise düşünce üretir. Bu açıdan felsefesi olmayan toplumlar ya da yaşamın her alanında felsefeyi dışlayan toplumlar salt düşünceden bile korkarlar. Bir başka deyişle özgürlük ve ilerleme kavramları zamansal açıdan birbirine koşut bir seyir izler. Özgürlük ve ilerleme kavramları ise felsefenin insan aklını biçimlendirdiği kavramlardır. İnsana “düşünmeni yasaklıyorum” demek, evrenin en şerefli yaratığı olarak kutsal metinlerde adı geçen insanı küçümsemek demektir. Devrim AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, paket dedikleri şeyle aslında Cumhuriyet’ten intikam aldıklarını itiraf etti: “1923’te Cumhuriyet kuruldu. O devrimler ve reformlar demokratik usullerle yapılmadı bir kere. Biz demokratik yapıyoruz.” 1923, adı üstünde “devrim”. Ne mutlu bize... Çürümüş bir imparatorluğun bilisiz kullarından uygar, bilinçli bir ulus yaratırken bile Meclis yoluyla ilerici bir demokratik devrim yapabilmişiz. Bugün olup biten ise; ulusu parçalayıp yerine ümmetçi, cemaatçi, kavimci, mutasyona uğratılmış biçimsiz bir toplum yaratmaya dönük karşıdevrim. Takıntı GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Adaylara SBS Seçimler yaklaşıyor ve aklına esen herkes aday olma sevdasında. Çünkü aday olmanın hiçbir şartı ve ölçüsü yok; isteyen herkes istediği yere adaylık başvurusu yapabiliyor. Gazetelerdeki iş ve eleman arayan ilanlara bakın, işin niteliğine göre adaylardan eğitim, tecrübe gibi şartlara uygun olanların başvurabileceği belirtilmekte. Müracaat edenler arasından o işi yapabilecek en iyi eleman işe kabul edilmektedir. Bu yöntem bir tek siyasiler için uygulanmamaktadır. Onlardaki ölçü yönetimin, yani genel başkanların onayını almaktır. Sağda ya da solda hangi parti olursa olsun, başkan kimi işaret ederse aday odur, itirazı ya da temyizi yoktur. İsterseniz örnekleyelim. Tayyip Erdoğan beni seçilebilecek bir yerden aday gösterse, buna itiraz edecek kimse çıkmaz ve ben AKP’nin adayı olarak seçimi kazanırım. Adaylarda niteliğin dışında bir de böyle bir saçmalık olabiliyor. Bunu daha çok CHP yapıyor. Hayatında hep sağa oy vermiş, ayrıca sağdan milletvekili seçilmiş kimseleri bile aday yapıyorlar. Sanıyorlar ki sağ seçmen aday sayesinde onlara oy verecek. Bu, aşiret yapısının bugün bile yaşandığı Doğu ve Güneydoğu’da partiye değil, adaya oy verilmesi yönteminin yanlışlığını gidermez. Bizim siyasilerin amacı esas olarak seçimi kazanmaktır. Nitelik önemli değil, partinin programını uygulayabilecek aday yerine seçimi kazanabilecek kimseleri aday gösterme merakı var. Bu bakış sağ partilerde durumu değiştirmez, ama kendisine sol diyen partilerde ters teper. Çünkü solda olmak bir bilinç ister, her şeyi sorgulama geleneği vardır. İtiraz geleneği vardır ve insanlar ikna edilmek isterler. Bizim siyasilerin bilmeleri gerekir ki “siyaset bilimi” diye bir bilim dalı var. Acaba şimdiki CHP’liler biliyorlar mı eskiden partinin araştırma bürosu olduğunu? Çoğunlukla muhalefette olmalarına rağmen, büroda memleket meseleleri konusunda, sanki iktidardaymış gibi projeler üretildiğini. Muhalefette olsalar bile ülkeye ve entelektüel dünyamıza katkıları olduğunu ve giderek sağ iktidarları da etkilediklerinin bilinmesi gerekir. Hem Demokrat Parti döneminde hem de AP döneminde parlamentoda ciddi akademik düzeyde tartışmalar yapılıyordu. Meclis muhalefetçe bir fikir üretim merkezine dönüştürülmüştü. Hem sağda hem de solda tartışma edep ve ciddiyeti vardı. Mehmet Ali Aybar kürsüdeyken Demirel ve AP yetkin kadroları onu can kulağıyla dinliyor, not alıyor ve ciddiyetle tartışıyorlardı. DP döneminde CHP milletvekilleri, AP döneminde ek olarak TİP milletvekillerinin hemen hepsi kendi dallarında uzmandılar. Kendi konularıyla ilgili bir tartışma olduğunda kürsüye çıkıp en yetkin şekilde durumu izah edebiliyorlardı. Konuyu bu kadar çeşitli örneklendirmemin sebebi, seçileceklerin niteliklerinin, düşünce dünyasının gelişmesi için şart olduğudur. Nitelik şartını adaylarda aramak partileri de rahatlatacaktır. Vekil, vekâlet verilen demektir, Meclis’e giden halk değildir, halkın temsilcisidir. Adaylara, belediye ya da Meclis nedir, sen neden aday oluyorsun bir sayfada anlat denilse, çoğu elenir. Hem yönetim rahatlar, hem belediyelerde hem de Millet Meclisi’nde kalite artar. Bu bir seviye belirleme sınavıdır; liselere girişte bile uygulanıyor. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Artvin’in 1 Borçka ilçe 2 sinde, doğal güzelliğiyle 3 tanınmış bir 4 vadi. 2/ “De 5 lice” de de6 nilen, taneleri zehirli olan 7 ve ekin tarla 8 larını saran 9 bir ot... Tatlı sularda yaşa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 yan bir tür gelin 1 A R M A D İ L L O cik balığı. 3/ Hü 2 F U A R N A İ L kümdar başlığı... 3 İ M B A T İ R A 32 kâğıtla oyna 4 U F A K İ S nan bir iskambil R A K I oyunu. 4/ İlkel bir 5 K A T A T R O L silah... Eti lezzet 6 U N 7 L A T A N E L E li bir balık. 5/ Soİ K A T yunda şair yokken 8 A P İ A ve hiçbir eğitim al 9 K A Z N A K O V İ madan kendi kendine şair olan kimse... Parola. 6/ Yankı... Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent. 7/ Kırılmış taş döşenip silindir geçirilerek yapılan yol. 8/ Duman lekesi... Kartal Tibet’in yönettiği ve Kemal Sunal’ın oynadığı bir film. 9/ Yunan rakısı... Osmanlı devletinde taşradaki nüfuzlu ailelere verilen unvan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir sözcüğün gerçek anlamının dışında kullanılması; mecaz. 2/ İri taneli bezelye... F. H. Dağlarca’nın bir şiir kitabı. 3/ Tahıl yığını... Avcı ya da bekçi kulübesi. 4/ Azerbaycan’ın plaka imi... Küçük çubuklarla oynanan bir oyun. 5/ Uzakdoğu’daki tapınaklara verilen ad. 6/ Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanılan test... Myanmar’ın (Birmanya) eski başkenti. 7/ Pasaklı, kılıksız... Eski Türklerde çocukları koruyan tanrıça. 8/ Barbunyaya benzeyen bir balık... Radyum elementinin simgesi. 9/ Erzurum’un bir ilçesi... Kestanerengi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle