23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2013 PAZARTESİ 4 HABERLER Cezaevinde ödül yağmuru Ayşe Berktay Mirzaoğlu’nun kardeşi Ali Berktay yaşananları, “Ayşe bir aktivist, uluslararası çapta yaptığı çalışmalar biliniyor. Bu nedenle cezaevindeyken de ödüllendirildi. Buna rağmen yurtdışına gidiş gelişleri suç delili gibi mahkemede soruldu. Irak Dünya Mahkemesi için gidiş gelişlerini, örgüt bağlantısı gibi sordular. Duruşmada ‘Bana suçlama söyleyin ki kendimi savunayım’ dedi. İddianamede suç unsuru diye sayılanlar herkes tarafından bilinen yasal çalışmaları” dedi. 2013 yılında, ifade özgürlüğünü kullandığı ya da savunduğu için yargılanan ya da bu nedenle hapse atılan uluslararası yazarlara verilen PEN/Barbara Goldsmith Yazma Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Brussels Tribunal ise Ayşe Berktay Mirzaoğlu’nu Uluslararası Dayanışma Ödülü’ne layık gördü. BM Filistin İnsan Hakları Özel Raportörü Prof. Dr. Richard Falk, ödülü vermek için Adalet Bakanlığı’ndan izin istedi. Irak Dünya Mahkemesi çalışmasında beraber çalışma yürüten Falk’un talebi kabul edilmedi. Ölmek mi? Yok Olmak mı?.. İnsanın en büyük korkusudur “ölüm”. Irwin Yalom insanın dört korkusunu şöyle tanımlar: Ölüm korkusu... Özgürlük korkusu... Yalnızlık korkusu... Yaşamına anlam verememe korkusu... Ölüm korkusu, özünde yok olma korkusudur. “Onun için de” der Prof. Yalom, “din de, psikiyatri de bu korkulara çözüm bulmak için vardır”. Yok olmak. Varken hiç olmak. İçgüdüsel olarak bu “hiç olma” olgusunu önleyen varlık “geride kalacak olan çocuklar”dır. Çocuk, anne babanın devamı olacaktır, onların yok olmadığının kanıtları olarak yaşayacaklardır. Anne babanın çocuklarını yaşam boyunca sahiplenmesinin içgüdüsel dürtüsü de bu olmalıdır. Onun için de “çocuğu olmamak”, varoluşsal bir tehdit olarak eksik yaşam duygusu vererek mutluluğu gölgeler. İnsanın “yaşamına anlam katan kalıcı yapıtlar” çoğu kez, onun çocukları olarak değerlendirilir. Yazılar, resimler, heykeller, mimarlık yapıtları, müzik yapıtları, tiyatro, sinema gibi sanat yapıtları, buluşlar, icatlar, keşifler gibi bilimsel yapıtlar, “insanın yaşamına anlam katarak”, “dünyaya da artı değer katarak” sahibini ölümsüz kılar. Yok oluş korkusu yerini varoluş güvenine bırakır. Varolmak, varoluşunu gerçekleştirmek, bütün bir yaşamı içine alan “varoluş bilinci”dir. Bu bilince sahip olanlarda ölüm korkusu yoktur. Onlar, ölümün doğal bir yaşam parçası olduğunu bilir, doğanın bir parçası olarak ölümü doğaya katılmak olarak kabul ederler. Bu bilince sahip olanların temel korkuları ise; Yapmak istediklerini yapamamak, Yaşamak için başkalarına muhtaç olmaktır. Bu durumda yaşamamayı yaşamaya tercih ederler. HHH Oktay Ekinci’yi ölümsüz kılan da budur. Son nefesine kadar süren “yaşama azmi”, “çalışma kararlılığı”, “üretme sorumluluğu”, “yaşamına anlam katan doğa ve kent mücadelesi”, dünyaya artı değer katan “dürüst, ilkeli katkıları”. “O bir efsanedir” dedim uğurlama törenindeki konuşmamda. Gerçekten de Oktay masasının başında çalışırken “bir efsane” diye düşünürdüm. Bilgisayarının başında, çevresi kitaplarla dolu, hiçbir şeyle ilgilenmeyen, yazan, telefonla konuşan bir “kale muhafızı” gibiydi. Heybetli gövdesiyle uyumsuz yumuşak sesiyle dikkatle dinleyen, her soruna bir çözüm arayan, anlayışla bakan bir hümanist. Piyanist olduğunu Ataol’dan öğrendim. Urfa’daki toplantıya hazırlandığını Coşkun Özdemir anlattı. Sönmez Targan’ın anlattığı İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı adaylığını hatırlıyorum. Orhan Erinç “bilgedir” dedi ki doğrudur. Sonra düşündüm. İnsan yanı başımızda iken bütün bunları neden fark edemeyiz de onu kaybedince hepsi birden içimize doluverir? Neden yanımızda olan bir dehayı fark edemeyiz? Neden bizim için nice önemli olanı kaybedince ararız? İnsan bilincinin böyle bir boşluğu olmalı diye düşünüyorum. Ama işte, Oktay’lar ölmüyor. Onlar bize katılıyor, bizimle yaşıyorlar. Gerçek yaşamak da bu değil mi? Bence gerçek yaşamak, insanlarda yaşamaktır. Mücadelesiyle, düşünceleriyle, duygularıyla, yaptıklarıyla, yaşamak. Bütün bunlarla insanlarda yaşamak. Varolmak işte budur. Sonsuza kadar… Savcılık: Yeterli delil yok İşkence yine beraat yolunda HİLAL KÖSE SİLİVRİ CEZAEVİ’NDE KADINLARIN KALDIĞI BÖLÜMÜN CAMLARI BOYANDI Taksim’de 2009’daki 1 Mayıs kutlamalarına katılan Öztürk Aladağ (28) ve Naciye Kaplan’a (22) işkence yaptıkları iddiasıyla yargılanan dönemin Emniyet Müdür Yardımcısı ve İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürü Gökhan Özsavaş’ın da aralarında bulunduğu 6 polis memurunun beraatı istendi. Öztürk Aladağ’ın, Tarlabaşı’nda yaklaşık beş maskeli polis tarafından yumruklandığı, coplandığı, yere yatırıldığı, tekme tokat dövüldüğü, bir evin penceresinden kameraya kaydedilmişti. Naciye Kaplan’ın gözaltına alınışı da gazetelere yansımıştı. Aladağ ve Kaplan, kayıt dışı bir şekilde tutuldukları Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’nde de darp edildiler. Vücutlarındaki darp izleri sağlık raporuyla tespit edildi. Savcılığa dilekçe veren Aladağ, “Döverken başımı kaldırıp baktığımda başıma vuruyorlardı. Ellerimiz arkadan kelepçeliydi. Oturmamıza izin verilmedi. Üzerimize su döktüler” dedi. Naciye Kaplan da şu ifadeyi verdi: “Sokağın iki tarafında yüzleri maskeli 10’dan fazla polis sıkıştırdı. Coplandım, tekmelendim. Yerdeyken ayaklarıyla üzerime bastılar. ‘Kaç kişinin altına yatıyorsun’ gibi küfürler ettiler.” Soruşturmanın ardından haklarında dava açılan Özsavaş, çevik kuvvet şubesinde komiser yardımcısı Nuh Mete Damgacı’nın da aralarında bulunduğu 6 polis memuru İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. Davanın 9. oturumunda duruşma savcısı Ali Kaya esas hakkındaki görüşünü açıkladı. 1 Mayıs’a katılan müdahillerin, gözaltında ve gözaltına alınırlarken işkenceye maruz kaldıkları iddiasıyla dava açıldığını anımsatan savcı, “Dosyaya sunulan gazete fotoğrafları, televizyon görüntüleri ve güvenlik kamerası görüntülerinin çözümünde, müdahillerin sanıklar tarafından dövüldüğüne ilişkin teşhise yeterli görüntü ve delil elde edilememiştir” dedi. Savcı, müdahillere işkence eylemini gerçekleştiren asıl kamu görevlilerinin tespiti ve haklarında yasal işlem yapılması için suç duyurusunda bulunulmasını da talep etti. Dava, müdahil avukatının, mütalaaya karşı diyeceklerini bildirmesi için ertelendi. Güneş ışığına hasret kadınlar MURAT İNCEOĞLU ‘Görüntüler yeterli değil’ İstanbul polisinin 28 Ekim 2011 günü KCK’ye yönelik yaptığı operasyonda çaldığı kapılardan biri de aktivist, çevirmen Ayşe Berktay Mirzaoğlu’na aitti. Önce gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Bir aktivist olarak ve BDP yöneticisi olarak gösterdiği faaliyetlerin örgüt üyeliği ve örgüt propagandası olarak kabul edilmesi nedeniyle yaklaşık 2 yıldır cezaevinde. Mirzaoğlu, Tarih Vakfı’nda, Kadının İnsan Hakları Vakfı’nda, Barış İçin Yurttaş Girişimi’nde, Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu’nda, Barış İçin Kadın Girişimi’nde sıkça anılan bir isim. Çalışmaları bunlarla da sınırlı kalmamış, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda görev yapmış, 11 Eylül sonrası oluşan Barış Girişimi’nin içinde ve Irak Dünya Mahkemesi’nin (WTI) kurucuları arasında yer almış. Mirzaoğlu, tutuklandığında BDP İstanbul il yöneticisiydi, kadın meclisleri ile ilgileniyordu. Cezaevi aracında dövülen tutuklu için cezaevi önünde yaptığı açıklama “izinsiz gösteri” sayıldı. Berktay, durumunu anlatmak için yazdığı bir mektupta ise “Savcının ‘Meclis’ kelimesi gördüğü her yere KCK yaftasını yapıştırmasından BDP Kadın Meclisi de nasibini almıştır. Oysa BDP (belde, ilçe, il ve genel merkez) kadın meclisleri BDP tüzüğünde yer alan (madde 19, 27, 39, 68), yönetmeliği olan yasal organlardır. İddianamemde delil olarak yer alan üç toplantı BDP İstanbul İl Kadın Meclisi tarafından Ocak 2011’de yapılmış BDP ilçe kadın meclislerini kurma toplantılarıdır” diyordu. Berktay’ın karşısına delil olarak sunulan bir belge ise hangi izine dayalı olduğu belirlenemeyen bir dinleme kaydına ait. Zira dinleme tutanağı BDP İstanbul il merkezinde yapılan bir toplantıya ait. Polis tarafından yapılan deşifrelerden birinin Ayşe Berktay Mirzaoğlu’na ait olduğu öne sürülüyor. Mirzaoğlu ise duruşmada verdiği ifadede konuşmaların kendisine ait olmadığını söyleyerek teknik inceleme yapılmasını talep etti. Mahkeme kararı doğrultusunda ses örneği alındı ve inceleme başladı. Ancak o günden sonra 4 kez duruşmaya çıkmasına rağmen yapılan incelemenin sonucu bir türlü mahkemeye ulaşmadı. Tutuklandığı operasyonun hedefinde BDP tarafından kurulan Siyaset Akademisi vardı; Prof. Dr. Büşra Ersanlı, yayıncı Ragıp Zarakolu gibi isimlerle beraber tutuklanmıştı. Uzun süre Bakırköy Kadın Cezaevi’ne kaldı. İddianamenin kabul edilip yargılamanın başlaması ile Ersanlı ve Zarakolu tahliye olurken mahkeme onun talebini kabul etme ‘Konuşan ben değilim’ di. Savcı, örgüt üyesi olduğu, örgüt propagandası yaptığı ve izinsiz gösteriye katıldığı gerekçesiyle 15 yıla kadar hapis ile cezalandırılmasını istiyordu. Yargılandığı 15. Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı kısa aralıklarla ve seri şekilde yapma kararı aldı. Arka arkaya yapılan duruşmalar için Bakırköy’den getirilip götürülmesi yerine Silivri 8 No’lu Cezaevi’ne nakledildi. Ancak az sayıda kadın tutuklu ve hükümlü olsa da Silivri Cezaevi yerleşkesinde kadın cezaevi bulunmuyor. Cezaevi yetkilileri erkeklerle aynı cezaevine koydukları kadınların bulunduğu bloklarda kendilerine göre çözüm üretti. Erkeklerin kaldığı bloklardan kaldıkları bölümün görünmemesi için camları boyandı. Böylece artık onlar da küçük pencerelerinden dışarıyı göremez hale geldiler. Elbette o pencereden içeri süzülen ışık da yerini karanlığa bıraktı. Araya giren bayram tatili, Berktay için de geçici bir aydınlık getirdi. Duruşmalara verilen ara nedeniyle yeniden Bakırköy Kadın Ceza ve Tutukevi’ne götürüldü. Bayramdan sonra duruşmaların başlaması ile birlikte bir kez daha Silivri’ye, camları boyalı koğuşuna dönecek. Son duruşmada Mirzaoğlu, herkesin istediği partiye girebileceğini, kendisinin de BDP’yi seçtiğini ifade etti. Mirzaoğlu, anadilinde savunma ve eğitimi desteklediğini, bu konuda mücadele vermeye devam edeceğini dile getirdi. Tahliye isteği bir kez daha geri çevrildi. Gün ışığı bayramı Zindan içinde zindan KEMAL BURKAY’DAN İLGİNÇ İDDİA Barzani’den PKK çıkışı DİYARBAKIR (DHA) Çözüm süreci ile birlikte Kuzey Irak’ın Erbil kentinde yapılması gündeme gelen ve birçok kez ertelenen Kürt Ulusal Kongresi için HakPar Genel Başkanı Kemal Burkay’dan çarpıcı bir iddia geldi. Burkay, 26 Eylül’de Erbil’de görüştüğü Irak Kürt Bölgesel Yönetim Başkanı Mesud Barzani’nin kendisine, PKK’nin amaçları doğrultusunda gerçekleşecek bir kongreye izin vermeyeceğini söylediğini öne sürdü. İsveç’in başkenti Stockholm’de seminer veren Burkay, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da çözüm süreci kapsamında 4 konferans yapılmasını istediğini, Ankara, Diyarbakır ve Brüksel’de konferanslar yapıldığını, bunlara HakPar’ın katılmadığını belirterek “Mesud Barzani, 26 Eylül’deki görüşmede bana, PKK’ye sadece kendi amaçları doğrultusunda kongre yapma izni vermeyeceklerini, kendi başına kongre yapacaksa başka bir yerde yapmalarını istediğini söyledi. Barzani, Kürt yönetiminin direktif ve yönlendirmelerle iş yapmayacağını, bu nedenle PKK’nin çağrısı ile iş yapmayacaklarını söyledi. Barzani, PKK’nin Kürt Ulusal Kongresi adı altında, daha çok PKK ve Öcalan’ın konuşulacağı bir konferans yapmak istediklerini de söyledi” dedi. Katledilişinin 14. yılında başkentte çeşitli etkinlikler düzenlenecek Kışlalı’yı özlemle anıyoruz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Evinin önünde 14 yıl önce uğradığı bombalı saldırıda yaşamını yitiren gazetemiz yazarı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı anıyoruz. Anma programı evinin önünde başlayacak, gazetemizin Ankara Bürosu’nda düzenlenecek açık oturumla sona erecek. Prof. Dr. Kışlalı, 14 yıl önce bugün evinin önünde teröristlerce arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirmişti. Kışlalı’yı 14. ölüm yıldönümünde öğrencileri, okurları ve çalışma arkadaşları anacak. Anma törenleri saat 09.30’da Ankara Çayyolu Kışlalı Sokak’taki evinin önünde başlayacak. Kışlalı’yı anma korteji daha sonra Çayyolu Ahmet Taner Kışlalı Parkı’ndaki heykelinin önünde toplanacak. Kortej daha sonra Karşıyaka Gömütlüğü’nde Kışlalı’nın mezarını ziyaret edecek. Gömütlükteki ziyaret anma törenlerinin sabahki bölümünün sonu olacak. Anma törenlerinin akşamki bölümünde gazetemizin Ankara Bürosu’nda saat 18.30’da açık oturum gerçekleştirilecek. “Demokratikleşme Paketi” başlıklı açık oturuma CHP’den grup başkanvekili Engin Altay, ADD Genel Sekreter Yardımcısı Ersan Barkın ile gazetemizin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer konuşmacı olarak katılacak. Kışlalı için bir anma töreni de ADD Batıkent Şubesi’nde yapılacak. Kışlalı’nın adını taşıyan kültür merkezindeki etkinlik saat 20.00’de başlayacak. Etkinlikte eski TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan, “Ahmet Taner Kışlalı ve Cumhuriyet” konulu bir konuşma yapacak. ADD Batıkent Şubesi’ndeki anma törenine katılmak isteyenler, Yeni Batı Mahallesi 513. sokaktaki kültür merkezine metrodan sonra 298 numaralı ring otobüsüyle ulaşabilir. Mağaraya dönüş ŞIRNAK (AA) Şırnak’ta, terör olayları nedeniyle boşalttıkları mezralarına köye dönüş projesiyle dönen 10 aile, oturulacak sağlam evleri olmadığı için 11 yıldır mağarada yaşıyor. İdil ilçesi Kurtuluş köyüne bağlı Zirincan mezrasına 2002 yılında dönen köylüler, 11 yıldır zor şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. Yaşadıkları mağaralarını hayvanlarıyla paylaşan köylüler, banyo ihtiyaçlarını da kurdukları çadırlarda gideriyor. Mezra sakinlerinden Maşallah Çiçek ise kışın mağarada yaşamanın zor olduğunu ifade ederek “Soba kuruyoruz ama baca olmadığı için duman çıkmıyor. Yağmur buralara kadar geliyor. Mağaranın kapısı yere yakın olduğu için şiddetli yağmurda su altında kalıyor” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle