Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Alay Konusu Olmamak YABANCININ biri ülkenizi yöneten kişiyi alaya alır gibi söz edince siz de kızar gibi olmaz mısınız? Aslında zor bir durumdur bu; kızmanın sınırına gelip ne diyeceğinizi tam bilemezsiniz. Olay şu: Adı BernardHenri Levy olan ve uzunluğundan ötürü daha çok BHL diye bilinen kişinin Fransa’daki lakabı “televizyon felsefecisi”dir. “O halde ciddiye almaya değmez” diyebilirsiniz ama medya çağının önemlileri asıl bu tiplerdir. Nitekim, BHL’nin adı bizim “portal”lara bile girmiştir. Geçenlerde “Türkiye başbakanı çocuk gibi Osmanlıcılık oynuyor” sözü gazetelerimizin manşetlerine çıkmadı mı? e diyebilirsiniz? Neredeyse İstanbul’u başkent yapmışçasına kabullerinin çoğunu oraya alan, Beşiktaş’taki saray yavrusunu kaymakamlıktan “Başbakanlık Ofisi”ne yükseltip vapur iskelelerine ve otobüs duraklarına yer değiştirten o değil mi? Ya Ortadoğu’ya yeniden çekidüzen vermek isteyişine, Müslüman dünyasının ta Afrika’nın uçlarına kadar uzanan ilgiyi ve yardım mekanizmasını imparatorca bir hevesle hiç ihmal etmeyişini eskiyi aşan bir Osmanlıcılık olarak görmemek mümkün mü? ir bakıma, BHL’ye hak verici örnekler çoğaltılabilir ama “el âlem”e bunları çocukluk gibi gösteren nedenler üzerinde ciddiyetle düşünmek gerekmez mi? Bugünün Türkiyesi gerçekten eskinin Osmanlı Devleti ya da şimdilerin Amerikası veya İngilteresi gibi olsa dış dünyayla ilişkilerimiz konusunda yabancılar böyle konuşur muydu? Yağmurla sokakları geçilmezleşen, bayram gidiş gelişleriyle yolları tıkanan bir Türkiye görüntüsü nasıl kendini dev aynasında görme hayalciliğini sınırlıyorsa, Suriye fiyaskosu da dış böbürlenmelerimizi çoktan dindirmiş olmalıydı. Bu açıdan bakınca alay konusu olmaktan sakınmanın en kolay çaresi, planlı ekonomiden ve akılcı düşünceden fazla uzaklaşmamak olamaz mı? Etsinler Sorgulanamayan İnançlar ‘Nefret Ama Yeter ki Korksunlar!’ Neye Mal Oluyor?.. Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER “Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entelektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil. İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.” K N B Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR urtuluş savama İslami esaslar egemen şımızın kaholacaktır, İslama aykırı yaramanlarınsalar kaldırılacaktır, halk dan Rauf Oronaylarsa laiklik elbette bay saltanakalkacaktır” diyorlardı. 90 tın kaldırılmasına karşı çıkyıllık cumhuriyet dönemi armış, “Boğazımdan saltatık sona ermeliydi. AKP iknatın lokmaları geçmiştir. tidarı müziğin her türlüsüYok edilmesine razı olanü günah sayan, örtünmeyen mam” demiştir. Mustafa kadınları fahişe olarak damKemal’in silah arkadaşları galayan, İslami bisiklet ve Keçiören’de onu sorguladıİslami teknoloji yaratmayı lar “Senin Cumhuriyet ilan amaçlayan muhteşem(!) proedeceğin söyleniyor. Bu fesörler yetiştirdi. Bir emekli doğru mu?” diye. Kaygılıy profesör de rüyasında Nakdılar bu inanç sahibi kahraşibendi şeyhini görüp bamanlar. Mareşal Fevzi Çak kanlığa, ciddiye alınarak işmak Köy Enstitülerine karlem gören ve şeyhin ikazlaşı durdu. Nâzım Hikmet’in rını içeren yazı yazdı. “La30 yıl mahkumiyetini onayikleri şişe geçireceğim, anladığı gibi. Dini bütün bir layacaklar laikliğin fazilemuhafazakârdı Atatürk’ün tini. Elin o...su bile kalkıp yanı başında yer alan marelaikim diye çalım satıyor” şal. DP iktidarının ilk icraatı diyen ajans müdürlerimiz olArapça ezanı geri getirmek du. Üniversitelerimizde laikolmuştur. İnançlara saygıliğe, aydınlanmaya (akla da lıydılar, sandık demokrasidiyebiliriz), Darwin’e karsi başlamıştı. Demirel, sağcı şı çok sayıda Prof. unvanve solcu çocuklar sokaklarlı öğretim üyemiz var. Diyada birbirini vururken “Bana net işleri başkanı faylardan sağcılar suç işliyor dedirte söz eden bilim insanlarını mezsiniz” diye televizyona eleştirerek “Fizik söylüyorçıkıp her türlü şiddeti kınasunuz, hani söylemlerinizmayı reddetmiştir. de metafizik nerede, Tanİnanç sahibiydi o günün rı depremle kulları için bir başbakanı. Darbeler geldi sınav yapıyor” buyuruyor. sol akımlara karşı, yeşil kuDiyanet başkanı İzmir’in irşak (gren belt) teorisinin etfan noksanlığını ele aldıkinlik kazandığı ortamda. ğı gibi henüz dünya bilim Sömürüye emperyalizme âleminde kabul görmemiş karşı çıkan solcu gençleri kök hücre tedavisi konusunasmayıp beslemek olmazdı. da da fetva veriyor ve inanç Asıldılar birer birer bu yiğit sahibi hâkimlerimizle (karaçocuklar. Nakşibendi kimrı mahkeme veriyor) birlikte likli Özal’ın ardından ErSağlık Bakanlığı ve yerli bibakan şeriat özlemi içinde lim insanlarını aşarak bu te“Olacak ama bakalım kan davinin uygulanmasını sağlı mı kansız mı” diyordu. lıyor. Güçlü inanç sahipleNihayet en radikal inanç sa ri Türkiye’yi bir darül harp hipleri geldi iktidara. Lider bölgesi olarak ilan ediyorlar. leri, “Cumhuriyet dönemi Türbanlı iki genç kızımız sona ermiştir artık, topluAtatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını, sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar. Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara” diye soruyor açtığı pankartla. Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkumiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli rol oynadığı sanırım yadsınamaz (Genelkurmay başkanına verilen müebbet hapis cezasını az gören savcıyı hatırlayınız). Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı Türkan Saylan ve Fazıl Say’a yöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz. Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir” diye öğüt veren muteber(!) konuşmacıya ne diyelim? Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutup’tan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında “kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar. Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü(!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi(!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun kaderine hâkim olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran ElMemun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar. Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var. Onlar da göz ardı ediliyor. Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kuban’ı da okumadıklarına eminim. Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler, Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler ve benzeri ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz onu. Bakınız ne diyor son yazısında Kuban: “Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entelektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil. İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.” Son Söz: Toplumsal bilinç temel insan haklarına laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz. “Bir polis devleti ekinlere büyüme emri veremeyeceğini görecektir.” J. F. Kennedy Tiran Caligula Romalı şair Lucius Accius’un “Oderint, dum metuant!” dizesini çok severmiş: “Nefret etsinler ama yeter ki korksunlar!” Diktatör teriminin kökeni eski Romalılara dayanır. Kriz dönemlerinin olağanüstü yetkilerle donatılmış yöneticileridir. Sözlük anlamıyla bütün siyasi yetkileri kendisinde toplamış olan kimse demektir diktatör. Bir tek kişi ya da küçük bir grubun yönettiği hükümetlere diktatörlük denir. Ansiklopedilerin yazdığına göre modern diktatörler eski Roma diktatörlerinden çok Eski Yunan tiranlarına benzerler. Eski Yunan’da siyasal gücü zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan kimselere “tiran” denirdi. Bir diğer anlamı acımasız, gaddar, despot demektir. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimseler tiranla eşanlamlıdır. Demokratik yöntemlerle iktidara gelenler de demokrasinin olanaklarıyla donatıldıkları yetkileri istismar ederek diktatörlüğe yönelebilirler. Phil Stromer “Diktatörlük, kuşkusuz en iyi yönetim biçimidir... Benim diktatör olmam koşuluyla!” Herbert Hoover, “Bütün diktatörler konuşma özgürlüğü merdiveni ile güce erişirler. Güç sahibi olur olmaz kendisi dışındaki herkesin konuşma özgürlüğünü ortadan kaldırırlar.” Stephen Vizinczey, “Diktatörlük bir sürekli eğitimdir; size duygularınızın, düşüncelerinizin ve isteklerinizin bir öneminin olmadığını, bir hiç olduğunuzu, sizin yerinize düşünen ve isteyen diğerlerince söylenen biçimde yaşamak zorunda olduğunuzu öğretir” diyerek diktatörün toplumu kendi düşünce ve yaklaşımına göre kalıba sokma eğilimini çok güzel vurgular. Jan Masaryk, “Diktatörler her zaman son on dakikaya kadar iyi görünen yöneticilerdir” sözüyle bilinçsiz yandaş kalabalıklarını uyarır. Diktatörlüklerde mutlak güç herhangi bir kısıtlama olmaksızın yönetimi ellerinde tutanlardadır. Bu yönetim biçiminde yönetilenlerin birçok hakkı ellerinden alınmıştır. Lider anayasal, yasal, sosyal ya da politik herhangi bir kısıtlama olmaksızın hükmeder. Kısıtlamalar karşı görüşlerin kamuoyuna iletilmesiyle sorgulanmaya başlayacağı için ilk engellenen özgürlüklerin başında düşünme, söyleme ve haber alma özgürlükleri gelir. Diktatörün istemediği söylenemez ya da kamuoyu gündemine taşınamaz. Yazılı ve görsel basın vahşi sansürle engellenir ve dolaylı baskılarla kendi kendini sansüre zorlanır. Bu nedenle demokrasi “sesi çıkmayana mikrofon uzatılan yönetim biçimi” olarak tanımlanır. Diktatörler despot politik güçlerini kazanabilmek için güç ya da hileye, aldatmaya; sürdürebilmek için de korku, sindirme, gözdağı, tehdit, yıldırma, dehşet, teröre başvururlar. Temel insan haklarını ortadan kaldırırlar. Kuvvetler ayrılığı sadece yasalardaki biçimsel tanımlar olarak kalır. Adil yargılama şansı kalmaz, diktatörü sorgulayacak kurumlar yok edilir ya da işlevsiz, güdümlü kuruluşlar haline getirilir. Kamuoyu desteğinin sağlanması için kitlesel propaganda tekniklerinden yararlanırlar. Baskılanmış ve çıkar cenderesine alınmış basın kamuoyu oluşturma sorumluluğunu yerine getirmez. Modern çağın olanakları, güçlü kitle iletişim araçları bir yandan özgürlüklerin savunulmasına yardımcı olabilecek altyapıyı oluştururken bunların kontrolünü eline geçirenlerin güçlü propaganda teknikleri ile örtük diktatörlüklerin oluşturulması amacıyla da kullanılabilir. Hatta özgürlükleri toplumlar da yalancı bir özgürlük algısı yaratılmasına bile yardımcı olabilirler. Bu nedenle diktatörlüklerin tanımlanmasında biçimsel yapılanmadan çok özellikle kitlelere ulaşabilme olanağı, adil yargı ve yargılanma, düşünce özgürlüğü vb ölçütler kullanılmalıdır. Ağ iletişimi baskı ve korkuya karşı kitlesel bir direnme aracı olarak kullanılabildiği gibi, görüşlerin ağda aynı görüşü paylaşanlar tarafından birbirine gönderilmesi gerçek bir iletişim ve kamuoyu oluşturma anlamına gelmeyebilir. Hatta bu gibi küçük grupların ağ iletişimi, yönlendirmelerle diktatörlük altyapısının oluşturulmasına olanak sağlayan araçlar haline de getirilebilir. Bu tehlikeyi ancak baskı altındaki aydınların muhalefeti güçlendirecek nitelikli yaratıcılıkları önleyebilir. Kötü amaçlılar aydınları susturmak için baskı, korku, şantaj vb’nin yanı sıra onların her türlü çaresizliğini de kullanır. Direnemeyenleri kul köle eder kendilerine. Molla Camii şöyle der: “Anki sıransa küned rube mizaç,/ihtiyacest ihtiyacest ihtiyaç. (Eyleyen aslanları tilki mizaç/İhtiyaçtır, ihtiyaçtır, ihtiyaç!)” Aydınların toplumdan yüz çevirmeleri, kullandıkları dil ve tutumları ile toplumun çoğunluğuna seslenememeleri çok büyük bir tehlikedir. Nitekim Keçecizade İzzet Molla şu dizeleriyle bu durumu çok önceden saptamıştır: “Meşhurdur ki fisk ile olmaz cihan harap/Eyler onu müdahanei aliman harap.” (Dünya kötülüklerden yıkılmaz/onu mahveden âlimlerin ikiyüzlülükleridir). Batı’da aydınların baskıya direnişleri adeta refleks haline gelmiştir. Anatole France’ın “Yasa, o görkemli eşitlik yaklaşımıyla yoksullar gibi zenginlerin de köprü altında uyumalarını, sokaklarda dilenmelerini ve ekmek çalmalarını yasaklamıştır” sözü örtük bir anlatım görünümüne bürünmüş, bir savaş ilanıdır. Kamuoyu bu tip çıkışlarda hemen tavrını alır ve yöneticiler eskiden olduğu kadar pervasız hareket edemezler. Gelişmekte olan toplumlarda eğitim düzeyi, toplumsal bilinç eksikliği seçmenleri katı ve sorgulayıcı olmayan yandaşlar haline getirdiğinden aydınların daha yaratıcı olmalarını gerektirir. Kürt Sorununa Batı’dan Bir Bakış Bugün içinde insan sevgisi barındıran herkes, acılarını içine atarak, sorunlara çözüm bulmak çabasında elini taşın altına koymalıdır. ERHAN Sevimli Eski CHP Bursa İl Başkanı Bin yıllık bir kardeşlik, Çanakkale’den Kurtuluş’a omuz omuza mücadele, büyük bir direniş, bir buçuk milyarlık İslam dünyasında, aklın ve bilimin öne çıktığı çağdaş bir Cumhuriyet, dünyanın ileri değerlerini yakalamaya çalışan bir ülke… Ve otuz yıldır süren çatışma ortamı, kör bir vuruşma, ateş, kan, gözyaşı, kaybedilen binlerce can, yitirilen maddi manevi toplumsal güç ve “Yetsin artık!” diyen binlerce insan… Çok şükür bugün sorunu konuşarak, tartışarak çözmek yolunda bir kapı aralanmış gibi görünüyor. Ne kadar zor olsa da, “acılar unutulmadan barış ve huzurun gelemeyeceği” söylenir. Bugün içinde insan sevgisi barındıran herkes, acılarını içine atarak, sorunlara çözüm bulmak çabasında elini taşın altına koymalıdır. Partimin, pek de hoş olmayan bir şekilde hükümet tarafından yürütülen çalışmalardan dışlanması büyük bir eksikliktir. CHP’nin geçmişte konu ile ilgili önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Ne var ki, burada ortaya koyacağım düşünce ve görüşlerim kişiseldir. Barışın ve huzurun, Batı’daki insanın da Doğu’daki insanın da gönül birliği ile sağlanması önemlidir. Bu noktada Anadolu’nun batısındaki insanların çoğunun, bilhassa Balkanlar’dan, Batı Trakya’dan ve Kafkaslar’dan gelenlerin bu konudaki gözlemleyebildiğim hassasiyetlerini ve endişelerini belirtmeden geçemem. Genel profilini ortaya koymaya çalıştığım Batılı insan, öncelikle Bayrağı istiklal ve egemenliğin olduğu kadar, laik bir düzenin ve aydınlanmanın meşalesi olarak algılar ve yapılacak saygısızlığı hoş göremez. Atatürk, büyük kurtarıcı, kurucu ve devrimlerin yaratıcısıdır. Ona dil uzatılmasını asla kabul edemez. Bölünmek, parçalanmak en büyük endişesidir. Dini radikalizmi, inanç ve yaşam biçimine tehdit sayar. Arkadaşının, komşusunun, beraber çalıştıklarının etnik kimliklerine, inançlarına bakmaz; onları insan olarak görür. Onlarla yardımlaşır, birlikte yaşar. Bu huzurun bozulmasını istemez. Anadilinde eğitime de bu açıdan endişeyle bakar. Sıraladığımız bu konularda söz söyleyenlerden de “özen” bekler. Bu değerlere “belki” eleştiriyi kaldırabilir ancak dil uzatılmasına katlanamaz. Çözümde gönüllü kabulünün sağlanabilmesi için açıklamaya çalıştığım türden bir “özen”in gösterilmesi ilk koşuldur. Bu kısa saptamalardan sonra “Çözümde gönüllü kabul nasıl sağlanabilir” meselesinde ipucu olabilecek bir başka görüşü paylaşmak isterim. Kısaca hatırlayalım, I. Dünya Savaşı imparatorlukların sonu ve uluslaşmanın dönüm noktasıdır. Savaşın mağlupları arasında yer alan Osmanlı, Sevr’i imzalamak zorunda kalır. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu bu antlaşmayı kabul etmez, silahlı direnişe başlar. İnönü, Sakarya, Dumlupınar savaşları ve Milli Kuvvetler İzmir’e girer. I. Dünya Savaşı’nın galipleri derhal ateşkes ister. Mudanya ateşkesi yapılır. Ateşkesin temel şartı, orduların o anda bulundukları yerde kalmalarıdır. Buna rağmen İngiliz kuvvetleri Irak’ta buna uymaz ve Milli Misak sınırları içinde olan Musul’u işgal eder. Bugünkü sorunun ana nedenlerinden biri de budur. Lozan görüşmelerinde en çetin tartışmalar Musul ve mali meseleler üzerinde olmuştur. İngilizler Musul’u vermemek için her türlü oyunu oynarlar. İsmet Paşa ve Türk delegasyonu Musul vilayetinde halk oylaması yapılmasını ister. Lord Curzon buna yanaşmaz. Meseleyi Milletler Cemiyeti’ne götürmekle tehdit eder. Türk delegasyonu bunun büyük bir Kürt sorunu çıkaracağını o günden öngörür ve halk oylamasında ısrar eder. İngilizler petrol hesapları ile reddeder. Musul konusunda Lozan’da anlaşma sağlanamaz. Yakın geçmişte kimi Amerikalı gözlemcilerin belli koşullar oluştuğunda Türkiye’nin Musul üzerinde haklarının doğabileceği yönünde görüş bildirdiğini anımsatmak isterim. Bugün Kürt sorunu yalnız Türkiye’nin değil tüm Ortadoğu’nun sorunudur. Meseleye bütünden bakarak çözüm kolaylığı bulunabilir. Ortadoğu’da kanın durması, huzur ve güvenlik samimi olarak isteniyorsa; o gün kabul edilmeyen halk oylaması bugün yapılmalıdır. Kürt’ü, Türkmeni, Arap’ı, Süryanisi ve Hıristiyanı, bölge halkı laik bir düzende seküler bir hayatı ve güvenli bir dünyayı tercih ederse her şey ona göre şekillenir. Böyle bir birliğin yolu başta bin yıllık kardeşliğin tekrar tesisi ve sağlam bir TürkKürt birlikteliğinden geçer. Bölge, Türkiye’nin siyasi ve savunma ittifaklarına katılır. Ortadoğu’ya sağlam bir güvenlik, huzur ve istikrar gelir. Belki hayal ama bir de AB üyeliği gerçekleşirse günümüzün sorunları teferruat kalır. Bu durumda yönetim biçiminden anadile tüm sorunların çözümü konusunda Batı insanı ile Güneydoğu insanının gönül birliği daha kolay sağlanır ve binlerce çilekeş insan gün yüzü görür. Aşı ve işi olur. Sağlam bir demokrasi kurulur. Acı çeken binlerce insan özgürlüğüne kavuşur. İnsan hak ve özgürlükleri temelinde yükselen, aklın, bilimin önde olduğu bir yaşam kurulur. Bu görüşlerim safça bulunabilir; tabii ki karışıklıktan, çatışmadan ve savaştan beslenen güçleri unutmuş değilim. Gönüllü kabule dayalı TürkKürt kardeşliğinin, bu güçlerin oyununu bozabileceği umuduyla...