19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 OCAK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Hak mıdır? Ankara’da yaklaşık bir buçuk yılda tamamlanacak bir senaryodan söz ediliyor: Martta Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan bir sonuç çıkmaz, komisyon dağılır. Nisanda AKP, kendi anayasa taslağını verir. Bu arada, PKK ve BDP ile pazarlık ve “barış süreci” görüntüsü sürdürülürken, BDP’nin katılımı ve CHP’den destek vereceklerle birlikte AKP’nin başkancı sistemi öngören tasarısı TBMM’den geçer. Haziran ayında Yeni Senaryo referanduma gidilir, başkancı, federasyoncu, özerklikçi anayasa yüzde 50’nin üzerinde oyla kabul edilir. Recep Tayyip Erdoğan bu hızla Mart 2014’te yerel seçimlere gider. Ağustos 2014’te milletvekili seçimleri ile birlikte başkanlık seçimi yapılır. Erdoğan, kendi milletvekilleri listesini yapıp köşke çıkar. Ve mutlu son: Tam bağımlı, piyasasever, cemaatçi, etnikçi ılımlı İslam federasyonu kurulmuş olur. Zaten Hazırdı CHP’liler, Adıyaman Milletvekili Salih Fırat’ın istifasının, Birgül Ayman Güler’in “sosyolojik olarak doğru, siyaseten yanlış” diye değerlendirdikleri çıkışı ile ilgisi bulunmadığını, zaten epeydir AKP’ye gitmek için bahane aradığını söylüyorlar. Kanıt olarak da Meclis’te 16 Ocak’ta yaptığı bir konuşmayı gösteriyorlar. Salih Fırat, İmralı ile yürütülen pazarlıklar için şöyle demiş: “Akan kardeş kanının durması, anaların ağlamaması için hükümet bir iç barış süreci başlatmıştır. Herkesin bu konuda hükümete destek olması gerekiyor. Ben bu konuda hükümetin yılmadan, çözüm için elinden gelen her türlü çabayı göstermesi için yanında olduğumu belirtmek istiyorum.” Bir CHP’li dedi ki: “Salih Fırat, uzun süredir AKP için kanat çırpıyordu. Uçuşa geçti.” Anadilinde savunma, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları gereği bir hak mıdır? Türk Hukuk Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay, kurumda bu konuda yaptıkları değerlendirmeleri aktardı bize: AİHS’nin adil yargılanma ile ilgili maddesi “suçlamanın şüphelinin anlayacağı dilde ve ayrıntılı olarak bildirilmesini ve sanığın, yargılandığı mahkemenin dilini anlamıyor veya konuşamıyorsa, kendisine bedava tercüman sağlanmasını” düzenliyor. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere AİHS, “anadilinde savunma”yı adil yargılanma açısından bir “hak” olarak tanımlamıyor. AİHM içtihatlarına göre de, yargılandığı mahkemenin dilini anlamayan veya konuşamayan sanığın içinde bulunduğu olumsuz koşul, kendisine bedava çevirmen sağlanmasıyla gideriliyor ve “silahların eşitliği” ilkesine aykırılık oluşturmuyor. Hakkı Süha Okay, bu konuda birkaç örnek verdi: “Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 1983 tarihli kararında, Fransızca konuşmakta güçlük çekmeyen ancak anadili olan Breton dilinde tercüman sağlanmasını isteyen kişinin başvurusunu haklı görmemiş, tercüme hizmeti sağlanmasının sadece, yargılandığı mahkemenin dilini anlamayan veya konuşamayan sanıklara ait bir hak olduğunun altını çizmiş ve etnik azınlık dillerinin bundan bağışık olmadığını vurgulamış. Komisyon 1962 tarihli kararında, mahkemenin resmi dili dışında, şikâyetçinin kendi dilindeki (Sloven dili) dilekçenin reddedilmesini adil duruşma hakkına aykırı görmemiş. Bir başka kararda da, Belçika’da resmi dili Flamanca olan mahkemede duruşmanın Fransızca yapılmasında ısrar edilmesini haklı bulmamış ve AİHS’nin hiçbir hükmünde dil serbestliğinin tanınmış olmadığını vurgulamış.” Hakkı Süha Okay; Avrupa Birliği Adalet Divanı ve BM İnsan Hakları Komitesi içtihatlarının da anadilinde savunmayı mutlak bir hak olarak görmediğini belirterek, tüm bu verilerin ışığında şu yorumu yaptı: “Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan adil duruşma, sanığın kendini ‘silahların eşitliği’ ilkesi uyarınca en iyi şekilde savunabilmesini gerektirir. Bu ise sanığın savunmasını, yargılandığı mahkemeye en anlaşılır şekilde anlatabilmesine bağlıdır. Tercüman aracılığı ile savunmanın mahkemeye anlatılması, tercümanın yeterliği ile sınırlıdır. Dolayısıyla, tercüman aracılığı ile savunma yapılması, adil yargılanma hakkı açısından tercih edilecek veya ısrar edilecek bir durum değildir. Kuşkusuz, mahkemenin resmi dilini anlamayan veya konuşamayan sanığın içinde bulunduğu bu olumsuz koşul, ‘silahların eşitliği’ ilkesi gereğince giderilmelidir ve bunun tek yolu da bu sanığa bedava tercüman sağlanmasıdır. Bu konuda hukukumuzda herhangi bir eksiklik bulunmamaktadır. Mahkemenin diline vâkıf olan sanığın ise, anadilinde savunma yapmak için ısrar etmesinin ve yapacağı savunmanın tercüman aracılığı ile mahkemeye iletilmesinin, adil yargılanma hakkı ve adil duruşma ile ilgisi yoktur.” AİHS hükümleri ve AİHM içtihatlarının hukukumuzda öncelik taşıdığının unutulduğuna tanık olmak gerçekten hayret verici! Uluslaşma, Ulusçuluk, Ulus Devlet Üzerine CHP programının milliyetçilik ile ilgili bölümünü okuduğunuzda bir sosyal demokratı rahatsız edecek anlatımlara rastlamıyorsunuz. Bu nedenledir ki CHP’de gerek üye, gerek çeşitli kademelerde yönetici, gerekse milletvekili olarak azımsanmayacak sayıda Kürt ve Zaza bulunuyor. Milliyetçilik/ulusçuluk düşüncesinin 19. yüzyıldan bu yana kapitalizmin başat üretim biçimine dönüşmesiyle birlikte başlayan uluslaşma ve ulus devlet yaratma sürecinde bir motor görevi gördüğü de biliniyor. Nitekim Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren de özellikle Balkanlar’da başlayan ve gelişen bu süreç olmuştur. Bu süreçte Balkanlar ve Kafkasya’dan Anadolu’ya akan, anayurtlarında yurtsuzlaştırılmış, sayıları milyonlarla ifade edilen Balkan Türkleri, Boşnaklar, Çerkezler, Gürcüler Anadolu’da yaşayan Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Süryani gibi farklı etnik kökenlerden gruplarla dil, din, kültür gibi açılardan bakıldığında son derece heterojen bir topluluk oluşturmuşlardır. Bu heterojen/uyumsuz yapıdan tek bir ulus ve bir ulus devlet yaratmak kolay olmamış, neden olduğu sorunlar günümüze kadar uzayan çeşitli acıları, başkaldırıları, kıyımları, tehciri/zorunlu göçü de beraberinde getirmiştir. Kendi anayurtlarında yurtsuzlaştırılan, Anadolu’ya yeniden yurtlanmak umuduyla gelen Balkan ve Kafkas göçmenleri İttihat ve Terakki iktidarıyla başlayan ve Cumhuriyet’le devam eden uluslaşma/ Türkleşme sürecine gönüllü olarak katılırken, Anadolu’nun yerlisi olan Ermeniler ve Rumlar bu sürecin dışında kalmak için başkaldırmışlardır. Ermenilerin başkaldırısı isyan, Rumların başkaldırısı ise önce Karadeniz Rumlarının Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’i işgal eden Rus ordusuyla, daha sonra da Ege Rumlarının Ege’nin bir bölümünü işgal eden Yunan ordusuyla işbirliği biçiminde olmuştur. Bu başkaldırı, isyan ve düşmanla işbirliklerinin sonucunda Ermeni nüfusun neredeyse tamamına 1915 yılında zorunlu göç uygulanmış, İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada dışında kalan yaklaşık 1 milyon 200 bin Rum, Yunanistan ile yapılan mübadele/nüfus değişimi kapsamına alınmıştır. Etnik köken farklılığından bakıldığında Anadolu’da Türklerden sonra gelen ikinci büyük topluluk Kürtlerdir. Ne var ki Kürtler arasında etnik bilinç bir siyasal talep olarak ülke gündemine ancak 1950’li yıllarla birlikte yansımaya başlamıştır. Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde baş gösteren isyanlar, 1937/1938 Dersim İsyanı dahil paşa, şeyh, seyit gibi feodal erk sahiplerinin merkezi iktidardan daha fazla imtiyaz elde etmek amacıyla giriştikleri başkaldırılardır. Tekrar başa dönecek olursak, milliyetçilik/ulusçuluk çeşitli etnik topluluklardan oluşan Trakya ve Anadolu nüfusunu uluslaştırmak/Türkleştirmek, bu nüfus temelinde bir ulus devlet yaratmak sürecinde tarihsel, işlevsel bir rol oynamıştır. Bugün geçerli midir? Bunu gelecek yazımızda ele alacağız. Eşofman Avukat Halil Sevinç’ten duyuru: “Yıllardır avukatlık yaparım. Duruşmalara hiç kravatsız girmedim. Madem artık kıyafet serbest, Danıştay’daki ilk duruşmama eşofmanla gideceğim.” Görüş HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Yazarlığının 50. Yılında Necati Tosuner Cumhuriyet okurları Necati Tosuner’i yakından tanır. Benim 1970’lerin sonunda, değerli dostum, şair, yazar Yüksel Pazarkaya aracılığıyla tanıştığım, edebiyat arkadaşlığından ve güler yüzlü dostluğundan onur duyduğum değerli öykücü ve romancı Necati Tosuner, bu yıl, yazarlıkta 50. yılını kutluyor. İlk kitabı “Özgürlük Masalı”ndan bu ay yayımlanan “Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı” kitabına gelinceye kadar yazdıklarıyla edebiyatımızda önemli, özel bir yer kaplıyor. Tosuner’in yeni romanını yaşadığımız günlerin ışığında kısaca irdeleyelim istiyorum. Tosuner’in yazarlıkta geçen 50 yılı, yani hepimizin yaşadığı son 50 yıl, toplumumuzun hiç de rahat yüzü görmediği çalkantılı dönemlerin yanı sıra, huzursuzluk fışkıran karanlık yılları da kapsıyor. Geçtiğimiz haftalarda Cumhuriyet Kitap’tan Gamze Akdemir’in sorularını yanıtlarken, yazar sorumluluğunu öyle güzel ortaya koyuyor ki, bunu önce devekuşu gibi başını kuma gömen yazarlar görmeli, sonra yazmaya ilk adımı atanlar okuyup özümsemeli diye düşünüyorum. Diyor ki Tosuner: “Ben bir ‘edebiyat sevdalısı’ olarak yazarlığın 50. yılında ‘Susmak’ı yazmış olmaktan sevinç duyuyorum. Oysa, ‘Susmak’ta anlatılanları yazmış olmak beni yoruyor, yaşlandırıyor.” Yargılarında yerden göğe kadar haklı Tosuner. Çünkü Tosuner’i bu denli yoran, yaşlandıran, umutsuzluğa götüren nedenler, aslında hepimizi kuşatan, iç yakan, zulmeden gerçekler. Yaşadığımız günlerin kabullenilemeyecek gerçekleri. “Susmak”ta bunu sorgularken o, yazar, anlatıcı ve “dinlemeyici” olarak karşımıza çıkıyor, buradan karşı dinlemeciyi yaratıyor, düşünce dünyasını sergiliyor. Bu çoklu anlatım, okuru uğraştırsa da onu düşünmeye, bilinçlendirmeye zorluyor ama bu yazarın yorgunluğunun yanında hafif kalıyor. Çünkü yazarı yoran “susmak”! Düşündüğünü seslendirememek! Susunca bir yumruk yemiş gibi olmak! Susma eylemini bastıran bir isyansa, kahkahaları! Sussa da bir yandan basıyor kahkahayı: “Hah ha!” Kimi gerçeklerin algılanması karşısında dalgasını geçiyor, “Hah ha” diye tepkisini gösteriyor. Necati Tosuner, çok duyarlı bir yazar. Diyeceksiniz ki, duyarlı olmayan yazar olur mu? Keşke buna olmaz diyebilsem. Keşke… Ama nerde? Susmak bir yana, gerçekleri yansıtmamak için gözlerini kapayıp koşan yazarlar gördü bu ülke, görüyor. Bu nedenle duyarlı yazar bulmak da zorlaşıyor. Hani neredeyse yarım yüzyıldır ve herkesi duygulandıran sesiyle okuyordu ya Ayten Alpman (19302012) “Havasına suyuna, taşına toprağına / Bin can feda bir tek dostuma / Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim / Bir başkadır benim memleketim” diye… İşte günümüzdeki durum bu şarkıya ters. Tosuner de bunun için diyor ki: “Dünyayı batırarak cennete gidemezsin!” Bu nedenle olayların içine serpiştirilen paradigmalar romanın mesajını biçimlendiriyor: Necati Tosuner bir yerde de “Sevdiler parayı, bunlar gitmez”, “Sakın, kuş olsan geçme buradan” demekte çok haklı. Çünkü burada kuşlar bile özgür değil, göçmen kuşların son yıllarda neden hiç gelmediklerini de buna bağlıyor. Hele de ülkede karanlık her yeri kaplamışsa… Yani “Karanlık varsa, başka şeye yer yok” diyor. Romanı, çoklu anlatım biçimini okurlar, zor okunan bir metinmiş gibi algılamasın. Tam tersine “Susmak”, bir solukta okunan bir roman. “Kasırga’nın Gözü”nde başlayıp “Susmak”ta süren bir roman. Necati Tosuner, öykü ve roman yazarlığının yanında edebiyat sevdalısı olarak yayıncılık da yaptı. Derinlik Yayınları’nı kurdu, derinliği olan, güzel kitaplar yayımladı. Yayıncılığa uyum sağlayamadı belki, bu işin raconunu bilemedi, yerine getiremedi. Yapması gerekenleri yapamadı, bıraktı. Yayıncı masasından yazı masasına geçti, yalnızca öykü, roman yazdı. İyi ki de yazdı. Şimdi o yazarlığının 50. yılında ülkedeki bütün edebiyat ödüllerini, okurlarının gönlünü kazanmış bir yazar olarak, bu işin keyfini sürüyor. Sustuğu için yorulsa da yazdığı için korkak olmadığını gösteriyor. Ne güzel! Yürekten kutluyorum! HARBİ SEMİH POROY BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Tıpla il 1 gili olan, 2 tıbbi. 2/ Kısa namlulu bir 3 top... Eski 4 bir Türk sa 5 natı olan 6 kâğıt oy macılığına 7 verilen ad. 8 3/ Brezilya’ 9 nın plaka i m i . . . 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Adale... Çiçe 1 H İ D R O F O B İ ği, böreği ve te 2 E R İ E İ L A H razisi vardır. 4/ 3 P İ L O T E D A Karagöz oyunun 4 İ M A M E T daki kambur cüA SMA cenin adı. 5/ Bir 5 G Ö M Ü R A S T işi ya da bir malı 6 A Z F R İ S A birçok istekli ara 7 İ D E A L E T sından en uygun 8 T E F E koşullarla kabul 9 A N E M O F O B İ edene bırakma... Karışık renkli. 6/ Yunan mitolojisinde intikam tanrıçası. 7/ En kısa zaman süresi... Argoda silahlı hırsızlığa verilen ad. 8/ İlave... İçine ok konulan torba ya da kılıf. 9/ Toplumda ya da bireyde, ölçü ve değerlerin çökmesi sonucunda oluşan dengesizlik durumu... Avuç içi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir işyerinde bir kişinin, diğer çalışanlar tarafından taciz edilmesi. 2/ “Dağkırlangıcı” da denilen küçük bir kuş... Hayvanlara vurulan damga. 3/ Tavlada “iki” sayısı... Mali’nin başkenti. 4/ Tohumluk küçük soğan. 5/ Yunan mitolojisinde savaş tanrısı... Bir nota. 6/ Yurdumuzda kurulmuş yirmi bir Köy Enstitüsü’nden biri... Verme, ödeme. 7/ Bir nota... Mısır unu, pekmez ve nişastayla yapılan bir tatlı. 8/ Soylu... Yer çatlağı. 9/ İskambilde koz... İri taneli bezelye.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle