19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 OCAK 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Adam Gibi Adam Sorunsuz Sorun ASLINDA çözülmüş bir sorun için hâlâ “sorun” sözcüğü sürdürülüyorsa, birilerinin bu tutumda birtakım çıkarları var demektir. Ankara bu oyuna gelmemelidir. Evet, “Kıbrıs sorunu” lafını edenler hâlâ var. Hem de çok. En başta, Birleşmiş Milletler bürokrasisi. Lefkoşa’da bunun için bir özel temsilci bulunuyor; arada sırada kuruluşun merkezi olan New York’a gider gelir. Ada’da Birleşmiş Milletler’in bir “barış gücü” de var. Asker sayısı pek bilinmez ya da bildirilmez; sadece ona gerek duyulursa var olmak için vardır. Vaktiyle iki toplum arasında çatışma çıkınca tarafları birbirinden ayırmak, insanların sıkıntı çekmemesi, hatta ölümden kurtarılması için çok yararlı olduğu da yadsınamaz. Ama, gerçek şudur ki, birkaç küçük konu dışında artık böyle bir güce gereksinim yoktur. Çünkü barış var. Yıllardır iki toplum, daha doğrusu iki devlet arasında, bırakın savaş ya da çatışmayı, en küçük şiddet kullanımı bile görülmedi. İnsanlar ve arabalar iki bölge arasında rahatça gidip gelebiliyor. Doğrudur, belki Güney’in Rumları çok rahatça, Kuzey’in Türkleri az rahatça; ama yine de hiç değilse kavgasız, olaysız ve insanca. Kısacası, bir “barış gücü” gerektirecek türden gerilim kalmamıştır Ada’da. Gel gelelim, “çözüm” görüşmeleri devam etmektedir. Usanç verircesine, uzaktan seyredenleri bile bezdirircesine. Ama BM bürokrasisinin işi bitmemiştir; asıl iş, yani çatışmaların, ölümlerin önlenmesi işi bittiği halde. Gerginlik olsaydı, yine de “indelhace” gerginlik olunca müdahale etmek üzere böyle bir “güç” bulundurmanın yararlı olacağından söz edilebilirdi, ama öyle bir olasılık da yok. eki, ne var? Güney’deki Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” unvanını gasp edip Türklerle devletlerini yok sayarak Birleşmiş Milletler’de sandalye kapması, statü edinmesi ve o statüyle geçmişle bugünün gerçeklerini saptırması var. Dahası, Avrupa Birliği’nin dünya hukuk tarihinde görülmemiş bir hata işleyerek öyle bir “devlet”i bağrına basması var. Ankara’yı yönetenler, ha bire komşu Esad’a ders vermek için çırpınacaklarına, önce bu komediye son vermelidirler. Sayıları azalıyor, yerlerine ise yenileri kolay gelmiyor. Doğanın kanunu bu. Hepimiz bir gün gideceğiz ama esas mesele adam gibi adamların Türkiye’de sayılarının azalması. Nedeni ekonomik mi, ahlaki mi, yoksa nitelik yerine niceliğin artması mı? Üzerinde durmak ve araştırmak gerek!.. Mithat MELEN B ir yıl daha bitti. Yeni bir yıl bakalım nasıl olacak?.. Yine kavgalı, savaşlı, vurdulu kırdılı mı, yoksa her gerginliğin oturulup konuşulduğu, diyaloğun sürdüğü düzgün insanların, adam gibi işler yaptığı bir yeni yıl mı olacak? Geçmiş yıla baktınız mı? Her alanda adam gibi adamların azaldığını; para, mevki ve hırsın, yerini koruma kaygısının, herkesi kendinden geçirdiğini görüyorsunuz. Eğitim şart diyoruz, eğitimcileri görüyoruz; hoca olunca adam olunmuyor. Demek ki eğitim başka, öğrenim başka bir iş. Eğitim ana karnında başlıyor, ailede sürüyor, okulda yeşeriyor, iş hayatında ise kendini olgunlaştırıyor. Adam olmak hikâyedeki gibi vezir olmak demek değil. Sözünün eri olmak, yaptıklarının ve söylediklerinin arkasında durmak, emeği ile ekmek parasını çıkarmak, kimsenin arkasından iş çevirmemek, yüzüne doğruları söylemek; işiyle, eviyle, ailesiyle gurur duymak; memleketi için övünmek, insanlığa hizmet etmek.. Bizim kuşağa baktığımız zaman, birçok doğru insanı, adam gibi adamı görebiliyorsunuz. Ülküsünün peşinde ölenler bile var. Hep düşünmüşümdür, bizleri romantik ve çoğu zaman çok duygusal bulmalarının nedeni bu mu acaba diye? Ülküsü için ölmeye hazır olmak. Ankara’da Süreyya Restoran vardır. Yıllarca Mustafa Kemal dahil bütün Ankara’ya hizmet etmiştir. Süreyya’yı Rus Yüzbaşı Serge kurmuştur. Bolşeviklerden kaçıp Ankara’ya gelmiş ve en iyi bildiği işi yapmış, restoran işletmiştir. Hep de adap ile uğraşmıştır. Cumhuriyet döneminin bütün ünlülerini ağırlamıştır. Ruhi ve Ramiz Güzey kardeşler (Bknz. Leyla Tavşanoğlu ile Cumhuriyet’te söyleşi) onun yanında yetişmişler, aynı yapıyı zor da olsa sonuna kadar sürdürmüşlerdi. Ankara’da yemek için bile olsa uzun süreler herkes Süreyya Restoran’a gider dostlarını görür, keyif alırdı Süreyya muhabbetlerinden. abalarından söz etmezler’ Adam gibi adam Necdet Eş ile beni, Necdet Basa bir gece Süreyya’ya götürdü. Yemekten sonra sahneye çıkan sanatçılara devamlı çiçek gönderen ve kendilerini göstermeye çalışan Doğulu milletvekilleri de var bu arada salonda. Ne işle uğraştıklarını ise herkes biliyor. Toz duman. Kamil Sönmez de sahne alıyor, ona da her sanatçı gibi bizim milletvekilleri çiçekler, kartlar, hediyeler gönderiyorlar. Kamil Sönmez çok nazik, kartları okuyor, teşekkür ediyor ve bizim masaya dönüyor. Mikrofondan, salondaki beş yüz kişinin duymasının ister gibi diyor ki: “Bu masada adam gibi adamlar var, kendilerini belli etmiyorlar. Türkiye’nin en iyi yetişmiş, dünya çapında insanları. Babalarının kim olduğundan bile söz etmiyorlar. Babası başbakanımız, maliye bakanımız, savunma bakanımız. Eminim ki hocamın üzerine kayıtlı bir evi bile yoktur. Aile namus abidesidir ayrıca tabanca da taşımaz. Onun tabancası kalemidir, aklı ise bizim yol göstericimiz. Hoş geldiniz Sayın Melen ve konukları, şeref verdiniz!” Necdet Eş gözyaşlarını tutamıyor. Necdet Basa sahneye çıkıp Kamil Sönmez’i öpüyor. Adam gibi adamları kaybettik hep 2012 yılında. Leman Çidamlı, Müşfik Kenter, Cüneyt Türel, İstemi Be ‘B til, Orhan Boran. Yıllar önce, yine aynı Süreyya. Orhan Boran sahnede, espriler yapıyor. Mendili ile terlerini siliyor. Bir dengesiz sahnenin tam ortasından geçiyor. Orhan Boran diyor ki: “Gideceğiniz yer koridorda solda ilk kapı, üzerinde de Centilmen yazıyor ama siz ona rağmen girin.” Bundan otuz yıl önce soğuk bir aralık günü, Münih Havalimanı’ndan otele gitmek için taksi kuyruğuna girdik. Nihayet bir taksi bulduk. Güzel bir Mercedes, iyi görünümlü ve giyimli de bir şoförü var. Soğuktan bir türlü bagaj kapağını açamıyor. Her taraf buz tutmuş, hava sıcaklığı eksi 15 civarında. Taksi şoförünün elinde spreyler, püskürtücüler var devamlı onları sıkıyor ama buzlar çözülmüyor. Saffet Ulusoy ile Mehmet Emin Selamoğlu iki büyük işadamı. O günler Türkiye’ye yılda 200 milyon dolar döviz kazandırıyorlar. Bana dediler ki, söyle bu şoföre biz bagajı açarız. Adam önce bu iyi giyimli, gösterişli işadamlarının bagaj kapağına açacaklarına inanmadı. Mehmet ve Saffet ağabeyler üzerindeki giysilerine aldırmadan dizlerini yere koydular; bagajın anahtar deliğini üflemeye başladılar. Alman şoförün gözü çıkmış bakıyor. Uğraşa uğraşa bagaj kilidinin buzlarını çözdüler. Sonra elbiselerini ve paltolarını silkelediler, “Hadi gidelim” dediler. Adam hayretler içinde bakıyor. Ben de tercümanlığa devam ediyorum. Taksi şoförü hemen atladı: “Söyler misiniz bu beylerle ortak olalım, bu işi iyi biliyorlar.” Ben de tercüme ettim. İkisi birden güldü ve cevap verdiler. “Söyle bu havalı taksi şoförüne o daha doğmadan biz Artvin’in, Hakkâri’nin dağlarında kamyon kullanıyorduk. Bir taksinin bagajını açamayan, buza eline sürmekten korkan bir şoför ile nasıl ortak oluruz?” Alman taksi şoförüne tercüme ettim. Önce anlamaz, kızar sandım. Taksi şoförü dedi ki: “Haklılar. Adam olmak zor iştir.” Adam gibi adamlar bir bir gidiyor. Sayıları azalıyor, yerlerine ise yenileri kolay gelmiyor. Doğanın kanunu bu. Hepimiz bir gün gideceğiz ama esas mesele adam gibi adamların Türkiye’de sayılarının azalması. Nedeni ekonomik mi, ahlaki mi, yoksa nitelik yerine niceliğin artması mı? Üzerinde durmak ve araştırmak gerek!.. Mutlu, sağlıklı, adam gibi adamlarla birlikte yeni bir yıl dileği ile.. Bazı Yerlerimiz Büyüdü, Bazı Yerlerimiz Küçüldü... Yıl büyüdü: 2013... Türkiye küçüldü... H 189 ülke arasında Türkiye güvenilirlik sıralamasında: 63’üncü sıradan 65’inci sıraya... Gelişmişlikte: 80’inci sıradan 85’inci sıraya... Yaşanılabilirlikte: 55’inci sıradan 58’inci sıraya... Yoksullukta: 56’ncı sırada, korudu yerini neyse... İnsani gelişmişlikte: Afrika ülkeleri arasında 83’üncü sırada... H Simit küçüldü... Ekmek küçüldü... Benzin, çeyrek depo kadar küçüldü... Ücretler reel olarak küçüldü... Türk Silahlı Kuvvetleri küçüldü... Sendikalar küçüldü... Gazeteler küçüldü; yandan üç santim, üstten üç santim... Ormanlar küçüldü... Dağlar küçüldü, yüzde 20’si maden ocakları... Dereler küçüldü, üçe, dörde böldüler... H Devlet küçüldü; 3175 taşınmazdan sonra, otoban ve köprüleri gitti... H “Peki, büyüyen yerimiz yok mu?” diyeceksiniz... Adliye binaları; büyüdü... Hapishaneler; büyüdü... Tutuklu sayısı; büyüdü... Polis sayısı; büyüdü... Biber gazı ithalatında rekor büyüme; yüzde 650... Sonuç olarak insan haklarında 75’inci sıradan, büyüdü büyüdü, 78’inci sıraya büyüdü Türkiye... H Gemicik büyüdü mesela... Gemi oldu... Mücevherat büyüdü... Cipler büyüdü... Camiler büyüdü, en büyüğü yolda... Kasalar büyüdü; gidin bakın Boğaz’da en büyük yalıyı yapan büyük kasa, kimin kasası?.. Netice: Gelir dağılımında 120’nci sıralardan büyüye büyüye 131’inci sıraya oturduk mu?.. H Dilinizi küçük tutun siz 2013’te... Büyümesin... Çünkü can güvensizliğinde de büyüdü... Türkiye; kimi krallık ve diktatörlüklerin arasında, can güvensizliğinde 60’ıncı sıradan büyüyüp 65’inci sıraya oturdu ne de olsa... H Sonuçta bazı yerlerimiz büyüdü, bazı yerlerimiz küçüldü... Ama genelde: Büyüksün Türkiye... ‘Adam olmak zor iştir’ P Ahlakta standardın olmadığını biliyoruz ama stadart koymaz isen herkes için farklı bir ahlak yapısı oluşmaya başlamıyor mu o zaman? İnsanının özel hayatı ile finansal ahlakı karıştırmak gibi örneğin. Ben evime, aileme bağlıyım ama çalışanların maaşlarını ödemem. Bir yılda dört genci işe alırım, üçer ay çalıştırırım, sonra sigorta ve vergi ödemeden deneme döneminde işlerine son verir tasarruf ederim. Namuslu ahlaklı geçinip gençlerin uyuşturucuya alışmasına göz yumarım. Bunlar mı adamlık? Ben o kadar çok adam gibi adam tanıdım ki, ne yazık ki son zamanlarda aramızdan ayrılıyorlar. Geçen yıl adam gibi adamlardan bir çoğunu kaybettik. Ahlak yapısı AKP İktidarı ve Yurtseverler prof. Dr. Coşkun ÖzDemİr Ç ok partili düzene girişimizden beri hiçbir iktidar, Türkiye’nin aydınlanmacı yurtseverlerini mutlu etmemiştir. Ama hiçbirisi bu olumsuzlukta AKP iktidarı kadar ileri gitmedi. Bugün çağdaşlıktan, temel insan haklarından, kadın hakları ve eşitlikten, adaletten yana insanlar, derin kaygıların yanı sıra büyük bir mutsuzluk yaşıyorlar. Bu, neredeyse toplumumuzda elle tutulur gibi belirgindir. Ben 60 yıldan beri hiçbir iktidar döneminde bu nitelikleri taşıyan insanların iktidara karşı bu kadar yoğun, bu kadar keskin bir muhalefet duygusu taşıdıklarına tanık olmadım. O insanlar aynı zamanda basın üzerindeki baskılardan, üniversitelerimizdeki dağınıklık ve kalitesizlikten, bilim ve sanat karşıtı tutumlardan yüzlerce binlerce suçsuzluklarına inandıkları insanların yıllardır özgürlüklerinden yoksun olmalarından kendilerine de bir sorumluluk ve utanç payı çıkarıyorlar. Buna karşılık böylesine olumsuzluklara karşın bu iktidarın hâlâ zirvede rakipsiz olması ve oy kaybetmeme si yaman bir çelişki olarak karşımızda duruyor. AKP iktidarına oy verenlerle benim aydınlanmacı yurtseverler olarak tanımladığım insanlar arasında böylesine bir değerler ayrışması ciddi bir toplumsal sorun olarak görülmelidir. İnanç farklılıkları bir yere kadar bir açıklama getirebilir ancak bu yeterli sayılamaz kanısındayım. İktidar yandaşlarının, benim söz konusu ettiğim kişileri, halka yukarıdan bakan elitistler hatta darbeciler olarak tanımlamaları da inandırıcı olmaya yetmez. Burada halk egemenliğine dayanan demokrasinin ve onun işlerlik kazanması koşullarının derinlemesine sorgulanması gerektiği inancındayım. Binlerce yıl önce Platon’un “Demokrasi için esas ilke halkın egemenliğidir ama o halkın yetişkin ve iyi eğitimli olması gerekir, aksi takdirde demagoglar yetişir, otokrasi ve oligarşi gerçekleşir” deyişini hatırlamamız lazım. Evet, demokrasimizin toplumla birlikte bir büyük çıkmaza sürüklenmemesi için halk egemenliğine dayanan sağlıklı bir demokrasinin gerçekleşmesi koşullarını çok titizlikle irdelememiz ve çözüm üretmemiz gerekiyor. Suriye Olaylarının Farklı Yüzü İrfan O. HatİpOğlu A ntakya’nın Habib Neccar Dağı’na yaslanan mahallelerinde; pazar sabahları güvercinler uçurulur. Gökyüzünde güvercin sürüleri, evlerin çatılarında uzun sırıkların ucuna takılmış plastik torbaları sallayan sürü sahipleri ilginç görüntü verir. Hoş bir görüntü olmasına karşın güvercin yetiştirenlerin aralarında katı kuralları vardır. Ne kadar değerli olurlarsa olsunlar başka bir çatıya konan güvercin, konduğu evin olur. Güvercinin yeni sahibi de uçup gitmesin diye kanatlarındaki tüyleri kopartır. Kanatları kopartılan güvercin çatıda paytak paytak yürür. Yeniden uçması için uzunca bir zaman gerekir ve uçtuğunda o artık eski güvercin değildir. Bugünlerde Ortadoğu’dan uçuru lan barış güvercinlerinin başka çatılara konmalarına dahi izin verilmiyor. Kanatları ‘neoMuaviye’ler ve emperyalistler tarafından koparılarak Doğu Akdeniz’de paytak paytak yürümelerine neden olunuyor. Aslına bakarsak barış güvercinleri Doğu Akdeniz’de tarihin hiçbir döneminde coşku ile uçamadı. Her zaman kanatlarının bir bölümünün tüyleri koparılmıştır. Her tüy koparmanın ayrı bir öyküsü vardır. Bu öykülerden en dramatik olanı; Muaviye’nin Doğu Akdeniz’de yazmaya çalıştığı ayrıştırıcı, ötekileştirici öyküdür. Doğu Akdeniz’de (Suriye/Şam) 1400 yıl önce din adına yazımına başlanan öykünün temasını, Muaviye’nin, Ali ile başlattığı iktidar kavgası oluşturur. Öykü; birlikte yaşayan, aynı inanca sahip insanlar arasında aşılması güç uçurumları, katliamları, dokuların derinliklerine işleyen nefret duygusunu anlatır. Tarihteki din adına yapılan iktidar savaşlarının en kanlılarından ve ayrıştırıcılarındandır. İktidar savaşı, Kerbela’da, Ali’nin oğlu Hüseyin’in öldürülmesi ile son bul du. İktidar savaşı son bulmasına karşın yarattığı travma ve kırılmanın derinliği büyük oldu. Muaviye ve ardıllarının Ali taraftarlarına din adına uyguladığı işkenceler ve sevenlerinin sapkın ilan edilmesi nedeniyle zihinlerde ve bölgede barış kalıcı kılınamadı. Bugün Doğu Akdeniz’de iktidar savaşını dinsel öyküyü tamamlamak isteyenler ile Doğu Akdeniz’i yeniden düzenlemek isteyenler başlatmışlardır. Her birinin farklı beklentisi var. NeoMuaviyeler açısından yarım kalan öykünün tamamlanmasıdır. Emperyalistler açısından ise Doğu Akdeniz’i yeniden düzenleyerek bölgenin zenginliğine el koymak, iki yüz yıl önce yapılan paylaşımı daha adil duruma getirmek ve bölgede filizlenen ulusal güçlerin bastırılması istencidir. Suriye’de başlatılan savaşın kanlı yüzünü neoMuaviyeler yürütmektedir. Süren savaşı neoMuaviyeler değil, emperyalistler kazanacak. Uçurulan barış güvercinleri de ayaklarımızın arasında paytak paytak dolaşacaklardır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle