19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 OCAK 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR DOĞANÇAY: YAŞAMLA ÖRTÜŞEN RESİMLER, FOTOĞRAFLAR, KOLAJLAR... 17 Görsel ve düşünsel zenginlik Turgutreis’te güneş çoktan batmıştı. Denizi ve günbatımını kucaklayan yamaçta ilerle dim. Yamaçevleri’ni buldum. Birinin içine girdim ve orada “güneş” yeniden doğdu... Orası Burhan Doğançay’ın evi, atölyesiydi... Orada Doğançay’ın her döneminden birkaç eseri... Orada, duvarların konuştuğu, kapıların sizi şaşırttığı, tuvallerin ışık saçtığı, fotoğrafların gözle görünmeyeni görünür kıldığı bir dünya sizi kucaklıyordu... Akşam olmuştu. Turgutreis ayaklarımın altında ışıl ışıldı. Ufka baktım. Ufuk çizgisi görünmüyordu. Daha doğrusu izlediğim eserler aracılığıyla, ufuk, yeryüzü olmuştu. Geçen yazdı... HHH İstanbul’un göbeğindeyiz. Balo Sokağı, No: 42’de. “İşte Dresden 1945...” dedi pencereden dışarıyı göstererek... Sanki müttefik kuvvetlerin bombardımanı yeni bitmiş. Dışarıda delik deşik yapılar... Oysa içerisi, aydınlık ve aydınlatıcı, çağdaş ve evrensel özellikler taşıyan bir mücevher. Burhan Doğançay Müzesi... Dünyadaki 56 müzede eserleri olan sanatçı, kendi müzesini, tek başına, kendi yağıyla kavrularak İstanbul’da gerçekleştirdi. 2004’teydi. Ne bir kurum, ne devlet, ne belediye, ne de Ötelere Uzanan Bir Acı: Hrant Dink... Altı yıl önce iğrenç bir cinayete kurban giden Hrant Dink ile hiç tanışma fırsatım olmamıştı. Ama şimdi, ölümünün ardından benim için acısı ötelere, çok öncelere uzanan bir derin acıya dönüştü. Ellili ve altmışlı yıllardaki çocukluk ve ilkgençlik dönemlerim, o zamanın Moda semtinde, çokkültürlü bir atmosferde geçti. Çocukluk arkadaşlarım Türklerin yanı sıra Rumlardan, Ermenilerden, Yahudilerden, Kürtlerden ve Avusturyalılardan oluşma bir etnik örgünün parçalarıydı. O zamanlar sadece adlarımız farklıydı. Bu farklılık, adlarımızdan başka hiçbir şeyi çağrıştırmazdı. Hele “etnik farklılık” gibisinden söylemlere bütünüyle yabancıydık. Hepimiz aynı mahallenin, aynı semtin çocuklarıydık. Sonradan dünyaca ünlü bir tiyatro insanı olacak olan rahmetli Mehmet Ulusoy, mahallede kurduğumuz çetemizin reisiydi. Haftada ya da on beş günde bir, Cem Sokağı’ndaki Katolik kilisesinin arka bahçesinde, çalı çırpı ve kereste artıklarından yapılma “çete merkezi”nde toplanıp yeni yaramazlıklar planlardık. Çete, çocukluk yıllarımızla birlikte dağıldı. Ama eski “çeteciler” olarak arkadaşlıklarımız çok daha uzun sürdü. Hatta ilkgençlik yıllarımızın başlamasıyla, bu arkadaşlıklar üzerine sanıyorum daha bir titrer olduk. Çünkü ortaokul ve lise dönemlerimiz başlamıştı ve o dönemlerde hepimiz, etnik farklılıklardan oluşma bu arkadaşlıklarla geçmişte hep zenginleştiğimizin bilincine varmaya başlamıştık. O zamanlar elbette bu zenginleşmenin “farklı kültürlerden gelme” olgusundan kaynaklandığını söyleyebilecek birikimimiz yoktu. Ama böyle bir zenginleşmeyi ve onun beraberinde getirdiği aşılanmaları dolu dizgin yaşıyorduk. Agop’uyla, Yano’suyla, Mario’suyla, Milena’sıyla, bizim için dünyalar güzeli Madam Antuvanet’iyle ilk kocası rahmetli Hikmet Bey’di , Janet’iyle, Albert’iyle, Kunze kardeşlerle, adlarımızın neden farklı olduğunu hiç sorgulamaksızın, nedenlerini o zamanlar tam olarak bilemediğimiz bir zenginliğin tadını çıkarıyorduk. Çocukluğumda annemin beni götürdüğü ya da eve çağrılan doktorların adı Diamandopulo ve Jirayir’di. Eczacımız Melih Bey’di. Ermeni mutfağının ilk örneklerini Janet’in annesinin elinden ve bir de Madam Antuvanet’in sofrasında tatmıştık. Noel gecelerinde Kunze’lerle birlikteydik. Bayramlarımızda onlar bizimle olurlardı. Bazı arkadaşlarımızın yortuları ise hayatlarımızın eşsiz renkleri arasındaydı. Sonra, zamanla tenhalaşmaya başladık. Örneğin Rumlardan gidenler, Ermenilerden taşınanlar oldu. Bu tenhalaşmanın nasıl bir yoksullaşmaya yol açtığının ise ne yazık ki çok geç farkına vardık. İş işten çoktan geçmişti. Neyse ki hatıralar var, dedim yıllarca kendi kendime, onları hiçbir şey gölgeleyemez. Hiçbir şey yaralayıp kanatamaz. Ama sonra, bir 19 Ocak günü, gazeteci Hrant Dink kendi gazetesinin, Agos’un önünde kurşunlanıp öldürüldü. Şimdi, her cumartesi derslerimi vermek üzere aynı binada bulunan Ümit Çırak Atölyesi’ne girerken ve çıkarken üstünde “Hrant Dink… burada öldürüldü” yazan, kaldırıma gömülmüş, kara renkli bir taşın yanından geçiyorum. Benim hatıralarım ise artık kıpkırmızı – tam altı yıldır kanamakta! bir şirketten yardım, katkı almadan... İnanılması güç ama gerçek! Büyük düşünmenin, ileriyi düşünmenin, tutkunun, azmin devre ye girip, yaşam ağlarını örmesi... Cebinde 15 kuruşu yokken yollara düştüğü günlerdeki gibi... O gün bugün binlerce çocuk, öğrenci, bu müzedeki etkinliklere katılıyor... HHH New York’tayım. 80’li yıllar. Greenwich Village’da evi stüdyosunda kendi pişirdiği kahveyi içerken dünyanın dört bir yanında hakkında yayımlanmış kitapları inceliyorum... Onu dünyaya tanıtan kent duvarlarıyla kucaklaşıyorum. O kent duvarları ki Burhan Doğançay’a göre “Zamanın akışının belgeleridir; sosyal, siyasal ve ekonomik değişimi yansıtırlar, aynı zamanda doğa güçlerinin saldırılarına ve insanların bıraktıkları izlere tanıklık ederler.” HHH Genç biri, adı Yahşi Baraz . İstanbul’da iddialı bir galeri açtı. İlk sergilerden biri Burhan Doğançay’a ait. Yıl 197576... Çarpıcı eserler. İçinde farklı türleri barındırıyor, gerçekliği soyuta dönüştürüyor; popart’a, yenigerçekçiliğe göz kırpıyor. Kat kat yırtılarak oluşan yüzeyler, her katmanın altından görünen farklı imgeler; o imgelerin gölgeleri... Kurdele şeritlerinin gölgeleri, üçboyutluluğa dönüşecek daha sonra... Bu ressamı mutlak tanımalıyım... HHH Sevgili Burhan Doğançay, sondan başa size ilişkin yolculuğumun satırbaşları böyle: Kent duvarlarını, resme, heykele, grafiğe, uygulamalı sanatlara, fotoğrafa dönüştürdüğünüz için... Bunu yaparken kendinizle yarışıp sürekli yeniyi aradığınız için... Sanat serüveninizde farklı biçemleri, sanat tarihi, antropoloji, tarih bilinci, toplumsal bilinçle bütünlediğiniz için sonsuz teşekkürler. Yarattığınız görsel ve düşünsel zenginlikle, yaşamımız zenginleşti. İyi ki varsınız. Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden tam 6 yıl geçti. O gün bugün adeta milletle alay edilircesine bir gösteri sunuluyor... Sanki yargılama oluyormuş da olmuyormuş gibi... Cinayeti örgütleyenler yokmuş da varmış gibi... Gerçeklere ulaşmak aslında istenmiyor da isteniyormuş gibi... Hrant’ın arkadaşları “Buradayız Ahparig!” diyor. “19 Ocak’ta, seni vurdukları yerdeyiz... Şişli Meydanı’ndan (13.30’da) Agos’a (15.00)” “Hrant’ın gerçek katilleri yargı önüne çıkarılmalıdır. Bunun için adalet arayışımızı daha da güçlendirmeli, kararlılığımızı göstermeli, sesimizi daha da gür çıkarmalıyız. İstedikleri kadar karartsınlar, korusunlar, kollasınlar. Biz bitti demeden bu dava bitmez....” Hrant’ın arkadaşları Kültür Servisi Türk resim sanatının büyük ustalarından Burhan Doğançay, bugün Teşvikiye Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından, vasiyeti üzerine Bodrum Turgut Reis’teki Karabağ Mezarlığı’nda yarın toprağa verilecek. 1929’da İstanbul’da dünyaya gelen Doğançay’ın 5 resmi, 1961’de 22. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne kabul edilmişti. Sanatçı, 1962’de New York’a gitmiş, burada ünlü “Duvarlar” serisine başlamıştı. Doğançay son yolculuğuna uğurlanıyor İş Sanat’ta Roman rüzgârı esti Kültür Servisi İş Sanat, Roman havası, caz ve funk müziği birleştiren New York Gypsy All Stars topluluğu ile Hüsnü Şenlendirici’yi aynı sahnede buluşturdu. Konserde, topluluğun “Romantech” adlı son albümlerinde yer alan şarkıların yanı sıra; Türk sanat müziğine uzanan renkli bir repertuvar seslendirildi. Öte yandan kendine özgü tekniği ve enerji dolu canlı performanslarıyla adından söz ettiren caz piyanosunun önemli ismi Hiromi, “The Trio Project” ile 22 Ocak saat 20.00’de İş Sanat sahnesinde olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle