19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 OCAK 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Ve “İmralı”daki “iletişim”! İmralı’daki iletişime dışarının gölgesi düştü. Düşmemesi sürpriz olurdu. Paris’te üç PKK’li kadının öldürülmesi “sürece bağlanan umutları söndürmeyi” hedef alıyor. Hedef “duygular.” Çünkü PKK ve/veya arkasındaki güç/güçler de “fikirleri” değil “duyguları”. hedef alıyor. (Çünkü teslimiyet fikren değil hissen gerçekleşiyor.) Şiddetsiz iletişim bir modelden öte pratik bir uygulamalar zinciri. Sabırla, yorulmadan, karşı tarafın ihtiyaçlarının ne olduğunu dinlemeyi anlamayı gerektiriyor. Bir tür “iğne ile kuyu yazma” süreci. l Bir tarafın ötekine ihtiyaç ve duygularını eleştiri, suçlama, tehdit iması olmadan ifade etmesi şart. l Ötekinin de diğerinin ne istediğini sitem, eleştiri veya bir başka baskı olmadan empati ile dinlemesi gerekiyor... Bu süreçte 4 unsur çok önemli: Gözlem Olup biteni önce yorum ve yargı katmadan nesnel olarak tanımlamak. (Ne görüyorum?) Duygular Gözlemlere göre tetiklenen duyguları suçlama getirmeden söylemek. (Ne hissediyorum?) İhtiyaçlarDuyguların kaynağı olan ve karşılanmayan ihtiyaçları dile getirmek. İstekler İhtiyaçların karşılanması için kabul edilebilir açık bir istek formülü göstermek. Bu süreçlerin tamamlanması tıkanmış her tür ilişkiyi çözebilecek, kopmuş ilişkileri birbirine bağlayabilecek bir yol haritası sunuyor. ODTÜ seminerlerinde ana, baba, çocuk ilişkisinden işçiişveren ilişkilerine, karı koca çatışmalarına da dek örnek olaylar değerlendirildi. Barışın, huzurun dilinin “yürekten iletişim” ile sağlanabileceği ortak bir Dört Boğumlu Yürek Süreç Üzerine ODTÜ’den Teknik Notlar “Şiddet de bir teknik. Sonuç almayı ve ihtiyaç gidermeyi hedef alıyor. Sonucun ne olduğu açık: Korkutmaksindirmek...” Hükmetmek (veya hükümet etmek?!) Şiddetin bir nedeni de tatmin! (Madem öyle işte böyle!) HHH Bu tekniğe karşı bugüne dek geliştirilmiş bir tek “karşı teknik” var: “Şiddetsiz veya yürekten iletişim.” İnsanın doğuşunda var olan “özü” harekete geçirmeyi hedef alıyor. Mayına, Kalaşnikof’a, tabancaya, baltaya, bıçağa karşı “insani özün” esamisi ne kadar okunur? Okunur. Okunmalı. Okunacak... “Yürekten iletişim” tekniğini bulup uygulayanlar bunu savunuyor. Bu alanda çalışan “uluslararası şiddetsiz iletişim merkezleri” var. O merkezlerden birinden, Budapeşte’den bir yetkili uzman Ankara’ya geldi (Eva Rambala). Geçen günlerde “şiddete maruz kalan” ODTÜ’de iki gün boyunca bir uygulamalı dersler verdi. “Şiddetsiz iletişim”in hedefi fikirleri değil duyguları biçimlendirmek. Bunu karşılıklı ihtiyaçları gözeterek, dengeleyerek gerçekleştirmek. Ana eksen insanlar arası şiddetin azaltılması ama katılımcıların aklının bir ucunda hep “devlet” ve “örgüt” vardı. zihnen ve “Yürekten iletişim”in de hedefinde “fikirleri” değil, “duyguları” değiştirmek var. Süreç değiştirilmesi gerekmeyen “ortak bir duygu” ile başlatıldı gibi. Bu duygu “analar ağlamasın!” duygusu. Bu dileği duyguyu iki taraf da yürekten benimserse süreç başarıya ulaşabilecek. İnsanı insan yapan “fikirler” değil “duygular”. İletişime anlam, derinlik, süreklilik kazandıran yüreğin diline ancak ve ancak şiddetsiz iletişimle girilebiliyor. Yürekler, gönüller arasında bağ kurulmasıyla... Yaralar iyileşiyor, kişisel, kurumsal ve mesleki ilişkilerimiz güçlenebiliyor. Uluslararası barış elçisi, arabulucu ve Şiddetsiz İletişim Merkezi kurucusu Dr. Marshall Rosenberg, savaştan yara almış bölgeler de dahil dünyanın dört bir yanında şiddetsiz iletişim öğretiyor. Türkiye’de bu iletişime öncülük edenler var. ODTÜ’de Profesör İnci Gökmen, hukukçu Hale Meriç Karabekir İstanbul’da bu konunun bir tür “savaşçısı”. Hedef Duygular inanca dönüştü. Özel yetkili başmüzakereci Sayın Hakan Fidan ile PKK önderi ve başmüzakereci (bir dönemin milli bebek katili) Sayın Abdullah Öcalan bu 4 aşamanın hangi basamağında? Tarafların “gözlem” ve “duyguları” belli. En zorlu aşama “İHTİYAÇLAR”. “Analar ağlamasın!” ortak duygu ama ortak “ihtiyaç” değil. PKK’nin ihtiyacı ne? Bilen yok çünkü “Kürt sorunu” denen şeyin tarifini yapan tek Allah’ın kulu yok. Anadilinde eğitimden özerk bölgeye uzayan bir sürü istek telaffuz ediliyor. (Şimdilik bağımsız devletten vazgeçildiği, Öcalan adına duyuruldu!) En önemli aşama “ihtiyaçlar”. TC’nin ihtiyaçlarını Tayyip Bey belli ki tek başına belirleyecek! Bu yöntem ise “ihtiyaçlar” açıklanmadan İSTEKLERE yani 4. aşamaya geçilmesine izin vermiyor ama Tayyip Bey geçti bile. Nijer cumhurbaşkanının hediyesi devenin ilhamıyla mı nedir birdenbire son aşamaya atlandı? Sahi... “Silahları bırakıp başka ülkelere gitsinler!” teklifi neyin nesi? Ya Sayın PKK, Sayın Apo bu öneriye evet der mi? Bilemiyoruz. ODTÜ’deki seminerden aldığımız izlenime göre Fidan Bey ile Öcalan “yürekten iletişim” kurarsa giderler. Zıkkımın Kökü, Elinin Körü!.. 35 milyon dekar arazisini ekmekten vazgeçen Türkiye, saman ithalatına son iki ayda 25 milyon dolar ödemiş. Yok, böyle bir girişle niyetim, AKP’nin iflas ettirdiği tarımla ilgili bir yazıyı sürdürmek değil. Ottan ötürü bir ülkenin yaşadığı saçma sapan bir süreci yansıtmak için... Alt tarafı ottur çünkü!.. Büyükbaşların semirmesi, etinden, sütünden, derisinden yararlanılacak küçükbaşların açlığıyla ilgili olsa mesele... Diyeceğim ki ota giden paraya: “Zıkkımın kökü...” Böylece bir yandan da çocukların cinsel gelişimine uygun olmadığı gerekçesiyle değerli mizah yazarımız Muzaffer İzgü’nün, “Zıkkımın Kökü”nün öğrencilere yasaklandığını anımsatmış olacağım. Bu anımsatmayla ot ithalatının da ilişkisi vardır çünkü... Ama bu kadarlık değil işte... Meselenin uluslararası boyutu söz konusu. Küresel güçler, “Türkiye açık pazar olsun, üretmesin” istiyor; bütün düzenlemeler buna göre yapılıyor... Bu nedenle, “Elinin körü ” diyorum ottan duruma... HHH “Elinin körü” yaşamın değişik alanlarında, farklı sahnelerde ortaya çıkar. Binlerce insanımızın yaşamına mal olan, binlerce şehit ve gazi, gözü yaşlı anne, baba, kardeş ve ağabeyi ilgilendiren terör konusunda örneğin... Şimdi iktidar akan kanı durdurmak için kolları sıvamış, ana muhalefet ona yeni bir kredi açmıştır ya... Şimdiki “İmralı’yla yol alınıyor, terör bitecek” (keşke bitse) çıkışını irdelersek eğer... İçeriden yaratılan hava, estirilen rüzgârlar, bu koşullarda sorunu çözmeye ne ölçüde yeter acaba? “İyi niyet mi” dediniz!.. Uluslararası ilişkilerde böyle bir kriter yok ki! Bundan ötürü “elinin körü” derken el âleme işaret ediyoruz mecburen... Çünkü terör meselesi, salt Türkiye’deki taraflarla ilgili değil. Arkada başka ülkeler, küresel güçler var. HHH Bu güçlerin daha büyük coğrafyalardaki çıkarları için terör bir araçtır. PKK de, dün olduğu gibi bugün de gerektiğinde kullanılır. Başta ABD olmak üzere, PKK’yi terör örgütü saymasına karşın farklı tutum izleyen İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin hesapları nedir, soruna nasıl yaklaşıyorlar, ne istiyorlar, neyi dayatıyorlar, bu soruların da yanıtlanması gerekmez mi? Bölgedeki diğer aktörlerin, Rusya, Çin, İran ve İsrail’in, Ermenistan, Yunanistan ve Suriye’nin PKK’yle ilgileri, bu küresel aktörlerin birbirleriyle ilişkileri önemlidir çünkü. Türkiye’yi, sınırın dibinde, Kuzey Irak’taki PKK kamplarına sokmayan, kara operasyonuna izin vermeyen, bölgede fiilen Kürt devletini kurduran, Suriye’de iç savaş başlatan güçler, terör sorununa bugün nasıl bakıyor? Türkiye, kendi içinde bir uzlaşma sağlasa bile bu güçler eğer PKK’yi tasfiye etme niyetinde değilse, diretirlerse ne olacak? Güçlü bir irade sağlansaydı, Türkiye’deki iktidar, Ortadoğu ve yakın coğrafyamızda küresel güçlerle işbirliği yapmasaydı eğer, sorunların çözümü için iyimser olunabilirdi. Öte yandan terörle iç içe girmiş, milyar dolarlara ulaşan uyuşturucu trafiği söz konusu. PKK’nin Avrupa’ya giren uyuşturucunun yüzde 75’ini kontrol ettiği savları var. Derin, karanlık uluslararası güçlerle boğuşacak bir irade gerekiyor, barış için... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Balyoz Tutuklularıyla Empati Kurabiliyor musunuz? Lütfen kendinizi onların yerine koyun. Ülkelerini sevdikleri, TSK’ye saygı duydukları için asker olmuşlar, bu bağlılığı kalıcı hale getirmişler. Kar kış, açlık, dağ, tepe demeden terörle mücadele etmişler. “Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesine inanmışlar, yurtlarını korumaktan başka suçları yok ortada. Keşke dünyada sınırlara, ordulara hiç ihtiyaç olmasa, keşke dünyada silah denilen o korkunç aletlere de gerek olmasa, bunlar toptan yok edilse. Ama işte ne var ki dünya başka noktalara sürüklenmiş. Suç herhalde bizim askerlerimizde değil. Ülkeyi parçalamak isteyenler, kardeş kanı dökenlerle savaşmışlar, insanlarımızı ve vatanı korumak için. Hata mı etmişler? Şimdi yeni bir “süreç” başlamış bilmem kaçıncı kere. Mantığı doğru oturtulursa barışı kim istemez? Ama bu yakın döneme bakınca TSK’nin en cesur, en özverili mensuplarının, Genelkurmay Başkanı’ndan teğmenine kadar, şimdi hapislerde terörist muamelesi gördüklerini biliyoruz. Suç olarak soyut, kanıtsız iddialar dolaşıyor. Öte yandan esas suçları da ortada: Atatürkçü birer nefer olmak, yurdunu korumak, ödünsüz laik ve demokrat olmak. Bunun ötesinde onlara iddianamelerde yakıştırılan suçların hiçbiri kamuoyunu ikna eden bir noktaya yükselemedi, tam tersine “sehven” eklenen mantık dışı bulgular, trajikomik eleştirilerin odağı oldu. Şimdi tam “barış” konuşmaları İmralı üzerinden başlamışken Paris cinayetleriyle dünya birbirine girdi. (Öncelikle şunu not edin ki, “Apo” artık, “İmralı” oldu. “Sayın Öcalan”lığa giden yolda ara durak. Hitap deyip geçmeyin. Bakın yılların kardeş “Esad”ı, “Sam Amca” ile ters düşer düşmez nasıl düşman “Esed” oluverdi!) Fransız polisi, elindeki tüm verilerin bunun bir iç hesaplaşma olduğunu söylüyor. Ama birileri yine Türkiye’yi ve derin devleti (!) suçlama peşinde... Öte yandan her cinayete vicdanı olan herkes karşı çıkar ama herkesten her cinayete eşit derecede üzülmesini bekleyemezsiniz. PKK’yi kuran bir insanı da herkes “Rahibe Teresa” veya Türkan Saylan kadar benimsemiş olamaz. Birbirimizi aldatmayalım... Dünyanın terör örgütü kurma, öldürme fikirlerinden uzaklaşacağı, barışın öne çıkacağı günlerin yakın olduğunu umduğumuzu söylemekle yetinelim. Şimdi askerlerimiz ya Balyoz, ya Ergenekon davasından içerideler ve yaşananları inanamayarak, belki özeleştiri yaparak izliyorlar: Özellikle son 78 yıldır TSK’ye yapılan her türlü manevi hakarete, suçlamaya, gereken yanıtları vermemiş olmak ve kamuoyu önünde TSK’nin adım adım “suçlu” sandalyesine oturtulmasını seyretmiş olmak... Aydınlarımızın demokrasiye inanan önemli bir kısmı ise, ne kadar acıdır ki, konu “ordu” olunca, bir dava konusunda gazeteciler için çıkardıkları gürültüyü koparamıyorlar. “Aman ne olur ne olmaz, uzak duralım” ihtiyatından, TSK’yi ne yaparsa yapsın artık hep suçlu görmeye kadar uzanan bir tavır dizisi var önümüzde. O askerleri, o komutanları belki de hakları çiğnenmiş birer ters hukuk mağduru olarak görmek zor geliyor insanlara. İnsancıklar, kendi gölgelerinden korkan aydıncıklar, iktidar yağcıları gerçeklerden kaçıyorlar. Eski AİHM yargıçlarından Rıza Türmen, “Mahkeme kasıtlı olarak delillerin üzerini örtüyor ve saklıyor, delillerin tartışılmasından kaçıyor. Yargıçlar da her girdikleri duruşma sırasında yargılanırlar. Balyoz’da hâkimlerin kendileri de yargılanmış ve mahkum olmuşlardır” diyor. Bir eleştiri cümlesi de Twitter üzerinden halktan aktarmak istiyorum: Eldeki dijital “sözde” delillerin yazılım özelliklerinin suçun isnat edildiği tarihte “varolmayışı” hakkında bakın “Cerenimo” ne yazmış: “2007 model araba ile, 2003 yılında kaza yaptınız cümlesi kadar mantıksızlık abidesi” . Bunun üzerine ne yazılabilir ki? Teşekkürler! Kim bilir bu yaşananlar hakkında efsanevi kızılderili lideri Geronimo daha neler söylerdi, namus, vatan ve vefa hakkında! İşin daha da akıl almaz boyutları var. Mesela Savunma Bakanı, sözde deliller hakkında “Deniz Kuvvetleri’nde Office 2000 kullanılmaktadır. 2007 yılında çıkan bir programın 2003 yolunda kullanılması mümkün değildir” diyerek, “Cerenimo” ile aynı dili kullanmaktadır. TSK ise, Balyoz hâkimlerinin “Delillerin asılları karargâhtadır” sözlerini anında yalanlayarak çürüttü. Yani davanın elle tutulur yanı kalmadığını yalnız avukatlar veya demokrat aydınlar değil, diğer “Başbakan’a yakın kurumlar” da görüyor! “Ben duyarlı bir vatandaşım” diyen herkes, bu yadsınamaz veriler karşısında üzerine düşeni yapmaya ve TSK mensupları ile empati kurmaya mecburdur... HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN ODTÜ Mühendislik Fakültesi Makine Bölümü’nden aldığım diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. MEHMET SELİM BİNGÖL 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Birbirini 1 tutma, uyum 2 sağlama. 2/ Bir soru sözü... 3 Çifçilikte, top 4 rağı işleyerek 5 ürüne ortak olan 6 kimse. 3/ “Öksü 7 rükotu” da denilen, sarı çiçekli 8 bir bitki. 4/ Dü 9 şünülenin tersi1 2 3 4 5 6 7 8 9 ni söyleyerek yapı1 S O K A R I Ç L lan ince alay... Işık 2 I S I A Ş A M A kaynağının 1 saniyeI L I M de çevresine yaydığı 3 K İ R A S İ ışık enerjisi. 5/ Ale 4 I R A M A K K I N viBektaşi törenleri 5 C İ N A S N İ MA R A ne verilen ad... Ge 6 I S B İ D E R R nellikle ölülerin ar 7 K S O T E Y A Y dından söylenen ağıt. 8 6/ Satrançta bir taş... 9 C U R A H A R A Dağ sırtlarında geçit veren çukur yer. 7/ Yerölçümünde uzaktan gözlenen taksimatlı cetvel... Siirt’in bir ilçesi. 8/ Kaldıraç. 9/ Halk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan şiir türlerinden biri... “Eve ekmekle götürmeyi / Böyle havalarda unuttum” (Orhan Veli). YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Düzgünlük, tutarlık, bağdaşım. 2/ Kuzu sesi... Bir şeyi anımsamak amacıyla parmağa bağlanan iplik. 3/ Küçük yayla evi... Akciğerleri dinlerken hekimin duyduğu patolojik ses. 4/ Kutsal inanç... İnşa eden, kuran. 5/ Küçük tekke... Duman lekesi. 6/ Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre... “Durur gibi dallarda kanlı bülbüller” (Ahmet Haşim). 7/ Eline ayağına çabuk, atik... Bir şeyi kabul etmeyerek geri çevirme. 8/ Osmanlılarda vergi denetimi ve tahsili ile maliyeye ilişkin soruşturmaları yapan memur. 9/ Bir noktanın deniz yüzeyinden olan yüksekliği... Hoşa giden duygulanım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle