19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gülünç Arayış HİÇ kuşkusuz çok komik bir milletiz biz Türkler. Durup dururken ve hiç gereği yokken kendi adımızı aramaya çıktık. Şimdi neyi niçin aradığımızı pek bilmeyen ve nasıl anlatacağını tam kestiremeyen bir milletvekilinin yazısından öğreniyoruz ki galiba Türk milleti olduğumuza ve vatandaşlığımızın da Türk vatandaşlığı olduğuna pek yakında yeni anayasayla karar vermiş olacağız. Aslında öyle yola çıkmamış mıydık? Bir yerden kalkıp nereye gideceğini bilmeden bir şeyler aramak için dönüp dolaştıktan sonra aynı yere geldiklerine şaşıranların durumunu yaşamaktayız. Aylarca hatta yıllarca bir “yeni anayasa” peşinde koştuk. Sanki anayasalı bir Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı değilmişiz ve bu devlette vatandaşlara “Türk” dendiğini bilmezmişiz gibi. aydi sınır dışına hiç çıkmamış olanlarımız bilmese de yıllardır Avrupa’ya gidip gelen gurbetçilerimiz ya da Amerika kapılarında eşik aşındıran en büyüklerimiz yabancı hudut görevlisi “tabiyetiniz, uyruğunuz, milliyetiniz, nasyonaliteniz” diye sorduğunda kem küm etmeden hep “Türk” demiyor muyuz? Yahut böyle diyeceğimize başka bir şeyler kekelediğimizde pasaportumuza bakan yabancı memur bir yere “Türk” yazmıyor mu? O halde “yeni anayasa” yapmak üzere masa çevresine oturan koca adamlar “Türk” sözü etmeksizin bir anayasa metni yazabilmek için neden bunca ter dökmüş ve bin türlü laf cambazlığı etmek gereğini duymuş ya da etmeye zorlanmıştır? e kadar beğenilmez olursa olsun yürürlükteki anayasa şu haliyle bile etnik kökenleri ya da kişisel başka niteliklerinden ötürü bireysel olarak ya da parçası oldukları topluluk yüzünden herhangi bir ayrımcı veya dışlayıcı davranışla karşılaşan vatandaşları büsbütün çaresiz mi bırakıyor? Mevcut hukuk düzeni, bu bakımdan en başta vatandaşların eşitliği olmak üzere çeşitli ilkelerle ve başvuru, düzeltme hatta cezalandırma yollarıyla dolu. Demek ki yanlışlar bunların yokluğundan değil bunlara uyulmayıştan ya da bunların kullanılmayışından kaynaklanıyor. Bu yanlışları giderici bir iktidar değişikliği hedefine yönelmeden kısır tartışmalarla kaybedilen emeklere ve vakitlere yazık oluyor. Üniversite Neden Özerk ve Özgür Olmalıdır? ODTÜ’nün öğrencileri, hocaları, yönetimi Başbakan’ın hedefinde olduğuna göre, Göktürk3 uydusu, gizliden gizliye açılması düşünülen El Ezher medresesinin müderrisleriyle ya da ulemalarıyla mı hazırlanacak? Tıp Alanında Yabancı Dilde Yükseköğretim Prof. Dr. Erdener ÖZER O Prof. Dr. Mahmut ADEM Ankara Ü. Emekli Öğ. Üyesi. H N rta Doğu Teknik Üniversitesi’nde yaşanan öğrenci olayları üzerine, ülkemizde üniversiteler, iktidara yakın olanlar/olmayanlar olmak üzere ikiye bölünmüş gibi bir görünüm sergilemektedir. Üniversite Nedir? Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitimöğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. birimlerden oluşan öğretim kurumudur üniversite. Ünlü Alman düşünür K.W. Humbolt (17671835) üniversiteyi çağdaş bilimin temeli olarak tanımlamıştır. Çünkü üniversite, her şeyden önce bir araştırma topluluğudur. Toplumlar gibi insanlar da gerçeğe dayanmak, onunla beslenmek istemektedirler. İnsanlık, üniversiteden gerçeği bulmasını istemektedir. Gerçeğin araştırılması, bilim insanlarının kendilerini bu işe tümüyle ve özgürce vermesi gereken bir uğraştır. Bu nedenle gerçeği tüm enginliğiyle yakalamaya çalışan topluluk üniversitedir. Öyleyse üniversite, çalışmalarda yalnızca bilimsel ölçütlerin temel alındığı, bilimin araştırmalarla geliştirilerek genç kuşaklara öğretildiği kurumdur. Günümüz bilgi çağıdır. Bilim, bilgi üretmenin yanı sıra insanların gönenç düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Üniversite, yansız ve bağımsız düşünebilen, görüş ve düşüncelerini özgürce söyleyebilen, gerçekçi ve kişilikli öğretim üy eleriyle toplumda hak ettiği saygınlığa ulaşabilir. Demokratik ülkelerde öğretim üyesi, bilimi hiçbir baskı olmadan yapabilme, gençlere serbestçe öğretebilme özgürlüğüne sahiptir. Öğrencilerin düşünsel yaratıcılığa katılımı da yalnızca demokratik ve özgür ortamda sağlanabilir. Öğretim üyesi, özgür bir araştırmacı, özerk ve özgür bir ortamda çalışabilen, bilim insanıdır. Bu anlamda bir profesörün, bir devlet memuru gibi atanması, çalıştırılması onu istismar etmektir. bilebilir mi? Bugün ülkemizde “devlet benim” diyen bir yönetim anlayışı egemen. AKP iktidarından kime sorarsanız sorun alacağınız yanıt aynı: “Usta” bilir. Usta da “imam”. İşte “imamhatipli” kompleksi ile 4+4+4 dayatma yasası kabul edildi, öğrenci kılık kıyafet yönetmeliği değiştirildi. Anaokulundan başlayarak hemen tüm eğitim dizgesi “imamhatipleştirildi”. Bilim yuvası üniversiteler “medreseleştirildi”. Bilimsel eğitime giderek dogmatik bir nitelik kazandırılmaya çalışılmaktadır. Dinsel inançlar dogmatiktir. Dinde tek doğru vardır: Tanrı buyruğu. Bu anlayıştaki bir devlet yönetiminde “camisiz üniversite kalmasın” kampanyası ile bilimin önüne geçilmek istenmektedir. O zaman Sayın Başbakan, uzaya fırlatılan Göktürk2 uydusu nun ulemanın değil, ODTÜ’lü bilim insanlarının hazırladığını bilmiyor mu? Bu durumda yeni YÖK Yasa Taslağı ile üniversitelerin, özellikle yabancı üniversitelerin açılması öngörülüyor. Halen vakıf üniversiteleri arasında bizce “İslam üniversiteleri” bulunmakta ama demek o da yetmiyor. O zaman yoğun şeriat eğitimi verilen Mısır’daki Camiül Ezher Medresesi Türkiye’de açılmak mı istenmektedir? Mısırlı aydınların Ezher konusundaki değerlendirmeleri şöyledir: “Ezher hurafelere boğulmuştur. Hâlâ dimağları yıpratmaktadır. Memleket evladını genç yaşta almakta, verimsiz metotlar içinde, manasız ve devri geçmiş birtakım safsatalarla çocuk yaşta Kuran’ı ezberlemeye mecbur tutmakla körpe beynini buruşturarak, özünü kurutarak emeklilik çağına getirdikten sonra kapısından dışarı salmaktadır. Bu hüviyetiyle Ezher, ilme de dine de hizmet edemez ” (İsviçre Bölge si Öğrenci Müfettişi Ziya Karamuk’un MEB’e sunduğu rapor, s: 15). İşte AKP iktidarının işbirliği yaptığı Mısır’da iktidardaki “Müslüman Kardeşlerin” çoğunun yetiştiği medrese. Bugün gelinen noktada ODTÜ’nün tüzelkişiliğinde tüm üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve yöneticiler büyük bir saldırı ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bunun pek çok kanıtı vardır. Örneğin, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı ve Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK Başkanı olmasıyla, üniversitelere rektör atamanın birinci ölçütü, türban yasağına hayır diyenlerle AKP’den milletvekili aday adayı olup da kazanamayanlar olmuştur. İkincisi yeni YÖK yasa taslağıdır. Bu taslağın yasalaşması durumunda üniversite öğretimi tümüyle ka musal bir hizmet olmaktan çıkacaktır. Üniversite yönetimi, üniversite eğitimi görüp görmediğine bakılmaksızın işadamlarına teslim edilecektir. Da ha açık deyişle parası olan üniversite öğrenimi görebilecek, olmayan bu hakkından mahrum edilecektir. Buna kimin hakkı var? Oysa Cumhuriye tin eğitim politikasının temeli, her tür ve düzeyde eğitim devlet okullarında parasızdır. Oysa Cumhuriyetin eğitim politikasının temeli, her tür ve düzeyde eğitim devlet okullarında parasızdır. Oysa Cumhuriyetin eğitim politikasının temeli, her tür ve düzeyde eğitim devlet okullarında parasızdır.Oysa Cumhuriyetin eğitim politikasının temeli, her tür ve düzeyde eğitim devlet okullarında parasızdır. Ayrıca YÖK’ün var olan merkeziyetçi ve otoriter yapısı daha da güçlendirilecektir. ODTÜ’nün öğrencileri, hocaları, yönetimi Başbakan’ın hedefinde olduğuna göre, Gök türk3 uydusu, gizli den gizliye açılması düşünülen El Ezher medresesinin müderrisleriyle ya da ulemalarıyla mı hazırlanacak? İşte din ile bilimi karıştırmamak için üniversite özerk ve özgür olmalıdır. Bizden söylemesi. Ü Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tanrı buyruğu evlet üniversiteye yön veremez Öyleyse üniversite özerkliğinin bilimsel, yönetsel ve mali boyutları vardır. Gerçeğe değer veren, bilimsel bulgulardan korkmayan bir devlet, özgür ortamda çıkar gözetilmeden yapılan bilimsel araştırmaları özendirmektedir. Bu nedenle devlet, üniversiteyi tüm dış baskılardan korumak, buna uygun olarak özerk bir statü tanıyarak ve ortam sağlayarak öteki kurumlardan ayrı tutmak durumundadır. Bu bağlamda devlet, üniversiteye belli bir yön veremez. Çalışmalarında şöyle hareket edeceksin diyemez. Böyle bir politika izleyen ülkeler ilerlemiş, izlemeyenler geri kalmıştır. Üniversiteye bu niteliği kim kazandıracak? Bu nitelikteki bir üniversitede, bir “hocanın” ders masasından (eski deyişle rahleyi tedrisinden) geçmemiş yöneticiler, bu üniversitenin ya da o “hocanın” değerini D lkemizdeki yükseköğretim ile ilgili tartışılan konulardan biri, lisans ve lisansüstü programların yabancı dilde öğretimi ile ilgilidir. Kimileri bu uygulamayı yararlı bularak savunurken diğerleri karşısında durmaktadır. Üniversitelerin ciddi anlamda sistem ile ilgili yapısal sorunları varken bu konunun tartışılmasını ötelemek ve daha ciddi sorunlara odaklanmak önerilebilir. Ancak gerek akademik, gerek siyasi çevrelerde yükseköğretim ile ilgili tartışmaların farklı boyutlara kaydığı, daraldığı ve kısırlaştığı bir dönemde, bu konuyu irdelemekte fayda var sanırım. Aslında yabancı dilde yükseköğretim konusundaki tartışmaların arka planında üniversite yönetimlerinin vizyonları ile ilgili kafa karışıklığı bulunuyor. Bu karışıklığın en önemli nedeni, yükseköğretim otoritesinin elinde gerçek bir yol haritası ve güvenilir bir strateji planının olmamasıdır. Kamuoyu ile paylaşılan planlar ya da söylemler, gerçekçi bir vizyonu bir kenara bırakın, doğru kavramları bile içermiyor. “Dostlar alışverişte görsün” ya da “Kervan yolda düzülür” mantığı, tüm kamusal sistemler ile ilgili süreçlerde olduğu gibi, yükseköğretim sistemimizi ilgilendiren süreçleri de verimsiz kılıyor. Sorunun nedenselliğine basit bir mantıkla bakacak olursak üniversite yönetimleri daha kuruluş aşamasında, vizyonları ile ilgili önlerinde duran iki temel seçenekten hangisini seçeceklerine bile karar veremiyorlar: Kurdukları yükseköğretim kurumunda; öğrencileri ile birlikte evrensel Günümüzde bilim mi üretecekler, emperyalizm yoksa öğrencilerine ve kapitalizmin bir meslekte yetkinlik mi kazandıracaklar? önündeki en Aslında oldukça can alıcı olan bu temel büyük engel, güçlü demokratik bir soru bile onlarca “gecekondu” ya da ulus devletidir. “ butik ” üniversitenin vizyonlarında Bununla beraber burada devlete karşılığını bulamıyor. Üniversite kurmanın düşen görev, bu kadar kolay olduğu ulusal bilinci bir ülkede farklı korurken babacan bir şeyin olacağını beklemek saflık oolması, resmi lur herhalde. Amaç dil ile beraber uluslararası üniveryerel anadilin site olma vizyonu de öğrenilmesini bile olsa, ne yazık ki, üniversitelerimizin ve yaşatılmasını büyük çoğunluğu teşvik etmesidir. kaliteli uluslararası öğrencileri çekecek cazibeye sahip özellikte değil. Yaşadığımız zamanda evrensel bilim literatürünün İngilizce olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Bilimsel literatür tarih boyunca, bilimsel üretimde önde olanın dilinde yazılmış. Bunu kabullenmek gerek. Üstelik iş dünyasının konuştuğu dil de İngilizce. Ekonominin küreselleştiği, liberal sistemlerin baskınlaştığı ve ne yazık ki azgınlaştığı yaşadığımız dönemde, emekten yana, hatta ulusal sermayeden yana tavır alacaksak bile İngilizce bilinmek zorunda. Yükseköğretimde meslek edindirmeyi stratejik hedef olarak benimseyen tıp fakültesi gibi kurumlar için yabancı dilde eğitimin bir getirisinin olduğunu söylemek inandırıcı değildir. Örneğin uzun yıllardır yabancı dilde tıp öğretimi yapan üniversitelerimizi (on iki kadar fakülte) düşünecek olursak lisans düzeyinde kalan bu modelin uygulamasında aksaklıklar vardır. Aynı üniversitede biri İngilizce diğeri Türkçe olmak üzere, farklı iki kontenjan programında öğrenim görmüş tıp fakültesi mezunlarının, mesleki yetkinlik açısından, birbirinden anlamlı farkı olmadığı anlaşılıyor. Öyle ya da böyle iyi hekim yetiştirmeyi başlıca hedef olarak benimseyen ve Tıpta Uzmanlık Sınavı’ndaki kurum başarısına odaklanmış pek çok tıp fakültesinin, yabancı dilde tıp öğretiminin arkasında durması mümkün görünmüyor. Bir başka yönden değerlendirilecek olursak altı yıl gibi uzun bir lisans programını; eğitimsel niteliği iyi kurgulanamayan, çıktıları olumlu olmayan, üstelik öğrenci ailelerine külfet getiren hazırlık yılı ile uzatmanın anlamı var mıdır? Bir hekimin karşına gelen hastaya anadilinde hizmet vermesi yasal bir zorunluluk değildir, olmamalıdır da. Zaten hekimlerimiz pratikte hastanın derdini anlayacak ölçüde zaman içerisinde hastanın anadiline zamanla aşina olmaktadırlar. Ancak hasta hekim iletişimini güçlendiren bu insani anlaşmayı, siyasi bir klişe söylemle talepleştirmek, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak bu yaklaşım, olsa olsa ulusal bütünlüğü ortadan kaldırmaya yönelik politik hedeflere hizmet eder ve ulusal birlik duygusunu zedeler. Günümüzde emperyalizm ve kapitalizmin önündeki en büyük engel, güçlü demokratik bir ulus devletidir. Bununla beraber burada devlete düşen görev, ulusal bilinci korurken babacan olması, resmi dil ile beraber yerel anadilin de öğrenilmesini ve yaşatılmasını teşvik etmesidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle