19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 OCAK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 TTK, Kozlu’daki iş kazasının sorumlusunu ve çözümünü buldu: Kazanın nedeni borçlu işçiler Metana 799 kurban Ekonomi Servisi Kömür madenlerindeki galerilerde metan gazının belirli şartlar oluştuğunda patlaması durumunda ortamın genişliğine göre sıcaklık 18502650 santigrat dereceye ulaşabiliyor. Grizu facialarının yaşandığı Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı ocaklarda degaj ve boğulma gibi gaz kaynaklı kazalarda çok sayıda madenci hayatını kaybetti. Jeolojik devirlerde kömür oluşumu sırasında meydana gelen, havayla yüzde 415 oranında karışmasıyla da patlama riski bulunan metan gazının infilakıyla 1941’den itibaren toplam 720 kişi öldü, 453 kişi yaralandı. Söz konusu tarihten itibaren metan gazının tutuşması nedeniyle ise madencilerden 31’i öldü, 140’ı yaralandı. Degaj sonucu 40’ı öldü, 23’ü yaralandı. Boğulma ve göçükten dolayı da 8’i öldü, 13’ü hastanelere kaldırıldı. Metan gazı degajından 40 kişinin Bilimin Yürüyüşü! Yazının başlığı hiç de abartılı değil. Cumartesi günü kimi üniversitelerin öğretim üyeleri derneklerinin öncülüğünde Ankara’da gerçekleştirdikleri yürüyüş gerçekte tüm ülkenin bilime yürüyüşüydü. Yürüyüş çağrısının başlığı her şeyi özetliyordu: Üniversitelerde piyasacılığa, baskıya, gericiliğe hayır! Yürüyüş, YÖK Yasa Taslağı’na karşı çıkmanın çok ötesinde bir anlam taşıyordu; öğrencisi, emekçisi, kadını, erkeği kısaca toplumun her kesiminin temsilcileri bilim insanlarının öncülüğünde bu topraklarda bilimsel bilginin aydınlığını egemen kılmak amacıyla bir araya geliyordu. Çok olumsuz hava koşullarına karşın batıdan doğuya, kuzeyden güneye ülkenin her tarafından gelenler, piyasanın oyuncağı olmayan bir bilimsel çalışma ortamı anlayışını; bilimsel özgürlüğü; onun altyapısı olan üniversite özerkliğini ve bu ikilinin temelini oluşturan ilericiliği simgeliyordu. Çünkü 12 Mart 1971’de başlayan, 12 Eylül 1980 sonrasında tavan yapan ve AKP iktidarında da tabanı adım adım oluşturulmak istenen bilimsellikten giderek uzaklaşan ve özgürlük ve özerklik gibi evrensel değerlerin tümüyle tersi yönünde giden bir süreç yaşanıyor. Bilim insanlarının öncülüğünde reddedilen temelde bu gidiştir. ??? AKP iktidarı yıllarında adına üniversite denilen ancak gerçek üniversite olmayan kurumların sayısı arttı; ancak kalite çok azaldı. Bundan daha olumsuz ne olabilir demeyin! AKP iktidarında özgürlük ve özerklik hızla yok olma noktasına doğru yol alıyor. Özerkliği yok eden en önemli etkenlerden biri, üniversite yönetimlerinin oluşma biçimidir. Birçok adayın katıldığı rektör seçimleri yapılıyor. Ancak sıra kimin rektör atanacağına gelince iş değişiyor; sırasıyla YÖK ve Cumhurbaşkanlığı, çok sayıda örneğinde görüldüğü gibi, en çok oyu alanı değil, daha az oy alan adayı, rektör olarak atıyor. Rektör, öğretim üyelerini kendisine oy veren ve vermeyen olarak ayırıyor; diğer yöneticileri de bu ayrıma göre oluşturuyor. Araştırmaya ayrılan paraların dağıtılması; kadro atamaları ve görevlendirmeler, her türlü başarı ölçüsü bir tarafa bırakılarak, rektöre taraf olma durumuna göre yapılıyor. Üniversitelerin çoğu, hemen her gün ayrı bir ahlak dışı ya da utanç verici bir tutumun kamuoyuna yansıdığı bu bozuk yönetim yapısına sahiptir. Özel sermayenin üniversite üzerindeki etkisini daha da arttırmayı amaçlayan YÖK Yasa Taslağı da esas olarak bu bilimselliği boğucu yönetim yapısını koruyor. Öğretim üyelerinin, öğrencilerin ve çalışanların tepkisinin önemli nedenlerinden biri de budur. AKP rejimi, üniversitelerle birlikte başta TÜBİTAK ve TÜBA olmak üzere ülkenin en üst bilim kurumlarını yıkıcı bir tutumla kendisine bağladı; bilimi tümüyle siyasallaştırdı. Büyük projelere imza attığını öne süren AKP iktidarı, yeni üniversite açılması dahil, hemen hiçbir yeni ve büyük girişimi, ekonomik ve teknik ön hazırlıklara; yapılabilirlik çalışmalarına dayandırmıyor. Ülke, Cumhuriyetin en temel değerlerinden biri olan bilimin yol göstericiliği ilkesinden hızla uzaklaşıyor. Böylelikle, bilim insanları ve uzmanlar, iş yapamaz kılınıyor; üretim süreçlerinden dışlanıyor; sorunların çözümüne katkı yapamıyor! Yürüyüşte, iktidarın bilime yanlış bakışı kınandı ve gerçek üniversite isteği güçlü bir biçimde dile getirildi. ? Türkiye Taşkömürü Kurumu’na bağlı maden ocaklarında son 72 yılda metan gazından kaynaklanan patlama, tutuşma, degaj, boğulma ve göçüklerde, 799 kişi yaşamını yitirdi, 629 madenci de yaralandı. hayatını kaybettiği maden ocaklarında, en fazla ölüm 8 kişiyle 7 gün önce gerçekleşen iş kazasında yaşandı. Bu kazalardan 17 Mayıs 2010’da 30 kişinin öldüğü grizu patlamasıyla, 7 Ocak 2013’te 8 kişinin hayatını kaybettiği iş kazaları, TTK ocaklarında taşeron firmalarının çalışma alanlarında meydana geldi. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Torun, AA’ya yaptığı açıklamada, metan gazının kömür üretildikçe açığa çıktığını, ga zın bu kadar fazla ölümlere yol açKazaların masının kaçınılmaz olduğunu söylemenin mümkün olamayasorumlusu borçlu cağını belirtti. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin işçilermiş üretim yapılmadan önce yer üstünden ve yeraltından sondajlar TTK, Kozlu’daki iş kazasıyaparak metan gazını boşaltıp nın sorumlusunu ve iş kazalaelde edilen gazı enerjide kulrının çözümünü buldu. TTK’ye landığına işaret eden Togöre kazanın nedeni borçlu işçiler, run, “Böylece metan çözümü de işten çıkarma. gazını enerjiye çeviKozlu’da 7 Ocak günü 8 işçinin hayarerek hem ekonotını kaybettiği iş kazasının ardından Türkiye miye katkı sağlıTaşkömürü Kurumu 9 Ocak günü bir geyorlar hem de iş nelge yayımladı. TTK Genel Müdürlüğü’nün kazalarının önü697 sayılı genelgesine göre, yeraltında çalıne geçiyorlar. Biz şan işçilerin borçlarını ödeyememesi nedede halen metan niyle büyük çoğunluğunun icralık olduklarının gazı bir öcü olatespit edildiği belirtildi. rak madencinin İşçilerin ödeyemediği borçlarıyla ilgili kafakorkulu rüyası larının meşgul olduğu ve bu nedenle kazaya zemin hazırladıkları savunularak 1 yıl içegibi görülür. Yarisinde borçlarını ödeyemeyenlerin işten pılması gereken atılacakları ifade edildi. bilim ve tekniğe yaDev MadenSen TTK’yi protesto tırım yapmaktır” etti ve dava açacaklarını belirtti. dedi. Enerjide bağımlılık yüzde 80’e çıktı Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın “Türkiye Enerji İstatistikleri ve Vizyon” raporunda, Türkiye’nin enerji talebinin yüzde 80’inin ithalatla karşılandığı belirtilerek ufukta beliren “enerji krizini” önlemek için yerli kaynakların hızla devreye sokulması gerektiği ifade edildi. Rapora göre; ? Enerji talebi içinde ihracatın payı artarken yerli üretim aksine azaldı. 2003’te yüzde 28 olan yerli üretimin payı, 2012’de yüzde 27’ye geriledi. Enerji talebi 10 yılda 119 milyon tona çıktı. ? Türkiye’nin, 2012 sonu itibarıyla tahmini enerji faturası 62 milyar dolara yaklaştı. Bu rakam dış ticaret açığının 3’te 1’inden daha fazla bir tutara karşılık geliyor. ? Türkiye’nin 48 bin megavat rüzgâr enerjisi potansiyeli var ancak kurulu güç 2 bin 202 megavat. ? Güneş enerŞEHRİBAN jisi ile Türkiye, KIRAÇ yıllık 389 trilyon İZMİR İzmir vat elektrik üreteTorbalı’daki 200 bin bilecekken ve bumetrekarelik fabrikanun çok küçük sıyla Türkiye’nin önde bir bölümü gelen mobilya üreticisi kullanıAlfemo, ArGe ve üretim labiliyatırımlarından sonra şimdi yor. de mağazalaşmaya ağırlık verdi. Alfemo bu yıl toplam 90 yeni mağaza açmayı planlıyor. Bu “karanlık” bir başlık oldu, ama mali kriz, “büyük durgunluk” içinde, Batı’da, öncelikle ABD’de ortaya çıkan, giderek güçlenmeye devam eden bir algıyı yansıtıyor. 2013 yılı geçen hafta tartıştığım beklentilerin yanı sıra Batı’da, tarihin yön değiştirmeye başladığına ilişkin korkuları da içeriyor. Önceki paragrafta değindiğim “korkuların” kaynağında, Batı’nın ortak hafızasında derin yer etmiş bir deneyim var. Bir hegemonya merkezinin ekonomik, siyasi ve kültürel gücü göreli olarak zayıflamaya, kurduğu “dünya” (o dönemin küreselleştirme süreci) istikrarını kaybetmeye, hatta dağılmaya, yeni güç merkezleri, potansiyel hegemonya adayları ortaya çıkmaya başlayınca, gündeme “güçler dengesi” politikası, piyasalar, kaynaklar ve kültürel simgeler (anlam sistemleri) üzerinde rekabet, “güç transferi” sorunu geliyor. Batı’nın tarihi bu sorunun gerek sistem içi, gerekse sisteme yönelik tehditler bağlamında büyük askerisiyasi hesaplaşmalardan geçmeden aşılamadığını gösteriyor. “1913” yılı, 1945’e kadar sürecek bir “güç transferi”, hesaplaşma döneminin, “hiç beklenmedik” bir anda başladığı yılın arifesi olarak anlam yüklü bir simge oluşturuyor. Tam bu noktada, 2012 yılında batan Titanic’i anımsayabiliriz. Bu transatlantik, dönemin hegemonya merkezi İngiltere’nin, sömürgesi İrlanda’da inşa edilmişti, İngiltere hegemonyasının ürünü küreselleşmenin, teknolojik gelişmenin, servet yoğunlaşmasının, lüks yaşamın simgesiydi; “hiç beklenmedik” biçimde batması Batı’nın hafızasına bir dönemin bitişinin simgesi olarak kazındı. İngitere’nin önemli dış politika düşünce kuruluşlarından Chatham Alfemo, müzik ve pastayla müşteri tavlayacak Alfemo Yönetim Kurulu Başkanvekili ve Genel Müdürü Ramazan Davulcuoğlu, düzenlediği basın toplantısında şu bilgileri verdi: ? 2012’de mağazalarımızı yenilemek için toplam yatırım 32 milyon TL yatırım yaptık. 2013’te ise yeni konseptimize 27 milyon TL harcayacağız. Bu rakam, bayilerimiz içinse 45 milyon TL olacak. 2013 yatırım toplamı da 72 milyon TL. ? Satın almalara sıcak bakıyoruz. Yakın zamanda yatak ve genç odası gibi alanlarda yeni marka satın alabiliriz. Alfemo, daha çok müşteri çekmek için mağazalarını yeniliyor. Firma, mağaza içinde kurabiye pasta ikramı yapacak, yöreye göre müzik dinletecek. ? Yeni mağaza konseptimizin içinde AlfeMola kafeler açıyoruz. Çocuk parkı kuruyoruz. Alfemo radyo yayınına başlıyoruz. Yurtiçindeki 130 mağazamızın 40’ını yeniledik. Bu sayı, yıl sonunda 100 olacak. Yurtdışındaki 35 mağazamızın 10’unu yeniledik. Bu sayı da yine yıl sonunda 30 olacak. ? Alfemo’da 1000’i aşkın kişi çalışıyor. Modüler mobilyada yılda 2.5 milyon metrekare, oturma grubunda yılda 250 bin adet, yatakta 125 bin adet ve bazada 100 bin adet üretim yapıyoruz. yapıtında, yükselen komünist hareket, Bolşevik devrimi, kadın hareketi ve Asyalı güçlerin yükselişinin ışığında Batı uygarlığının çökmeye, totaliter eğilimlerin egemen olmaya başladığını düşünüyordu. Stratfor ’un baş jeopolitik analisti, araştırmacı gazeteci, yazar Robert Kaplan’ın geçen ay Wall Street Journal’da yayımlanan “Zehirli Ulusalcılığın Dönüşü” başlıklı, “evrensel değerlerin yayılması eğiliminin geri çevrilmeye başlandığını” savunan denemesinde de benzer temayı görmek olanaklıydı. Kaplan, 1997’de The Atlantic Monthly’de yayımlanan “Demokrasi Yalnızca Bir An mıydı” başlıklı denemesini de bir anlamda ziyaret ederek iki noktaya dikkat çekiyor. Bir taraftan toplumlar ve ülkeler arası gelir dağılımının daha da bozulması, yoksulluk, kültürel karmaşıklık gibi etkenler artık ülkeleri demokrasiyle (halkın rızasını alarak) yönetilemeyecek kadar istikrarsızlaştırıyor; bürokratik militarist otoriter rejimler yaygınlaşıyor. Diğer taraftan liberal ekonomi, serbest piyasa, kaynak erişimi, serbest sermaye dolaşımı modelini tehdit eden, liberal demokrasi modelini benimsemeyen ulusalcı (Batı’nın kaynak erişimine izin vermeyen, aynı zamanda etnik bir tonu olan) otoriter yönetimler, akımlar güçleniyor. Kısacası ABD hegemonyasının kurduğu “dünya” dağılıyor. Ama Kaplan’a göre Batı’nın enternasyonalist (liberal emperyalist olarak okuyabilirsiniz) entelektüelleri hâlâ bu durumun ayırdında değiller. Ekonomi Servisi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2012’de vergi kaçıranlara yaklaşık 8 milyar 750 milyon lira ceza kesildiğini açıkladı. AA’ya konuşan Bakan Şimşek, denetimlerde orta ve büyük ölçekli mükelleflere ağırlık verildiğini ifade ederek, faaliyetleri sonucunda 1 Ocak31 Aralık 2012 tarihleri arasında yaklaşık 4.5 milyar liralık vergi kaybının önlendiğini dile getirdi. Şimşek, 2012’deki performansın, bu yıl daha da artırılarak devam ettirilmesi için yazılmaya başlanılan “Vergi Denetim Kurulu 2013 Yılı Genel Çalışma Planı”nın yakında ilan edileceğini ifade etti. Bakan Şimşek, “Buna yönelik olarak yeni dönemde vergi denetimi ve kayıtdışılıkla daha etkin mücadele için teknik altyapıyı güçlendireceğiz, vergi müfettişi sayısını artıracağız” diye konuştu. Vergi kaçırana ceza yağdı Bir simge olarak 1913 House’tan Charles Emmerson (1913: In search of the World before the great war Büyük savaştan önceki dünya üzerine bir araştırması yayımlanmak üzere), Foreign Policy’de geçen hafta 1913 yılını şöyle betimliyordu: “Çağın lider gücü, içerde siyasi krizin, dışarda ekonomik üstünlüğünün aşınmakta olmasının etkisiyle göreli bir gerileme yaşıyor; yükselen güçler dünyanın dört köşesinde kendilerine yer açmaya, dönemin küresel düzeni içinde, bizzat bu düzenin meşruiyetini sorgulayan etki alanları kurmaya çalışıyorlar. Demokrasi ve despotizm rekabet içinde... Para, ticaret, insan dolaşımı; uzaklığı ortadan kaldıran teknolojilerin hızla yaygınlaşmasıyla daha önce görülmemiş düzeyde bütünleşen bir dünya ekonomisi... Bu gelişmelere bağlı olarak bir küresel toplum, hatta belki de küresel törellik/ahlak oluşuyor. Amerika’da halk Wall Street’in aşırı gücünden yakınıyor. Asya yeniden yükseliyor ve Ortadoğu’da yine sorunlar var.” (04/01/2013) Sonra soruyordu: “Tanıdık geliyor mu?” Emmerson’un da vurguladığı gibi tarih kendini tekrarlamaz, ama Mark Twain’in deyimiyle, öncekine “ayak uydurur”. Bu yüzden benzerlikleri yadsımak olanaksız. Bugün içinde bulunduğumuz ruh hali de o döneminkiyle uyumlu. İngiliz gazetecisi Norman Angell 1910’da yayımlanan “The Great Illusion (Büyük Yanılsama)” başlıklı yapıtında Avrupa ve dünya ekonomilerinin, geri çevrilemez bir entegrasyon süreci yaşadığını saptıyor. Ekonomik çıkarlara aykırı olduğundan artık savaş çıkmayacağını savunuyordu. Kitap büyük ilgi çekti, 19132013 binlerce genç bu kitabı hevesle okudular. Sonra, hep birlikte aynı hevesle savaş alanına yürüdüler. “Birinci savaş” sorunları çözmeyince, “ikinci savaş”ta bir kez daha yürüdüler (aktaran Jeremy Warner. The Daily Telegraph 21/09/2012). Warner, “Angell de gelişmekte olan felaketi o zaman göremedi; biz de benzer bir dünyada yaşıyoruz, ama durumun daha fazla ayırdında olduğumuz söylenemez” diyor. Hegemonyacı güç, kendi, değerlerinin evrensel uygarlığı temsil ettiğini savunur. Oswald Spengler de I. Dünya Savaşı’nın ardından yayımlanan “Uygarlığın Çöküşü” Uygarlığın sonu filan... Asya’da, bölgesel gerginlikler artarken hızlı bir silahlanma yaşanıyor. Çin artık bölgesinde güç yansıtıyor, uzak kıtaların kaynak havzalarında etki alanları oluşturuyor. Bilgisayar, iletişim ve silah sanayilerinde “değerli mineraller” petrol kadar önem kazanırken Çin, üretimin yüzde 90’ını kontrol ederek adeta bu piyasaların OPEC’i olmaya başlıyor (Brennan, Diplomat, 10/01/2012). Buna karşılık Japonya’nın yeni başbakanı, milliyetçi politikacı, Şinzo Abe’nin hükümeti silahlanma harcamalarını arttırıyor. Savunma bakanlığı, Çin’le çıkması olası bir savaşı, Senkaku adaları anlaşmazlığı ve Tayvan’ın işgali senaryoları üzerinden tartışıyor ( Sankei .com, 01/01/2013). Dahası yeni hükümet anayasada insan haklarını, ifade özgürlüğünü, ulusal çıkarlara zarar vermeme koşuluna bağlayacak bir değişiklik yapmaya hazırlanıyor (Ackerman, Matsudaire, Los Angeles Times, 11/01/2013) . Bir kez daha militarizmle otoriter eğilimler buluşuyor. Savunma harcamalarını arttırarak, filosuna iki yeni uçak gemisi, üç destroyer, hayalet uçaklar, nükleer denizaltılar ekleyen Hindistan, Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıklarla ilk kez doğrudan ilgilenmeye başlıyor (The Asia Times, 11/01/2013). Kamboçya, Vietnam, Filipinler, Çin’in basıncından korunmak için, dış politika ağırlığını AsyaPasifik bölgesine kaydırarak, Çin karşıtı bir blok inşa etmeye başlayan, ABD’ye ve Hindistan’a yanaşıyorlar. Bu sırada, ABD dış politika çevreleri 100 yıl önce İngiltere’yi meşgul eden, “İçe mi dönelim, yoksa güç yansıtmaya devam mı edelim” sorusuyla boğuşuyor (Foreign Affaires Ocak/Şubat 2013; National Security 2012/13Kış). Örneğin... Limana AVM’ye yargı “dur” dedi İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından hazırlanan Alsancak Limanı’nın kruvaziyer limanına dönüştürülmesi ve alanın içerisine yapılması öngörülen 96 bin metrekarelik alışveriş merkezine ilişkin 5 bin ölçekli Nazım İmar Planı ve bin ölçekli uygulama imar planının yürütmesi durduruldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, ÖİB’ye karşı açılan davada Danıştay 6. Dairesi, kruvaziyer limanı yapılmasına olanak sağlayacak planların “bölgede keşif ve bilirkişi incelemesi yapılana ve bu araştırmaların sonucunu içeren rapor hazırlanana kadar” yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Danıştay 6. Dairesi’nin oybirliği ile aldığı karar, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne 2 Ocak’ta tebliğ edildi. Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından 30 Nisan 2012’de onaylanan İzmir Kruvaziyer Liman alanına yönelik 5 bin ölçekli nazım imar planı ile 1000 ölçekli uygulama imar planına İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesi’nin yanı sıra Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası gibi çok sayıda kuruluş itiraz etmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle