19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hep Yeni Baştan... Yeni baştan. Hep yeni baştan... Zaman bir esinti, gelip geçiyor. İnsanoğlunun kendini aldatışı! Bugün var, yarın da var, öbür gün de var olacak! Hep yaşamakla ilgiliyiz. Hastalıklarda bile, işimiz gücümüz iyileşmeyi beklemektir: Bir umuttur oysa, belki de aldatıcı bir inanış... Ben haftalardır uzaklardayım. Yalnız değilim, kendimleyim, kendim saydığım biriyleyim. Ne oldu, nerden çıktı, nasıl, niçin derken günler geçti gitti. “Evet Hayır” bir anı mı oldu ya da olacak mı? Bakıyorum tam kırk beş yıl geçmiş Cumhuriyet’te... Öncesi de hesaplanırsa!.. Yazı makinesinin tuşları sağolsun! Elimi kolumu oynatmak zorunluğunu o yeniyor. Bir tuşa basmak bile yorucu. Ama her dizilen sözcük alıyor seni başka dünyalara götürüyor. İnsanın en iyi dostları kendisinin bir parçası olan harfler, dizeler, sözcükler... İlkokuldaydım. “Çocuk Sesi” vardı, “Afacan” vardı, “Mektep” vardı. Ben bir gün bir iki yazımı mektupla dergiye gönderdim. İlk çıkan sayıda bana yanıt geldi. Beğenmişler. Ama daha çok kitap okumamı istiyorlar! Bir de kendimi fazlasıyla yazmalara kaptırmamamı, derslerime çalışmamı... Derslerimin kimiyle aram iyiydi. Tarih özellikle. Bir masal gibiydi! Atilla’nın, İskender’in, daha sonra Yavuz Selim’in savaşları, zaferler, yenilgiler... İçinde kendim yaşamış gibi olurdum. İstanbul surlarına Osmanlı bayrağını diken Ulubatlı Hasan bendim sanki! Ya da geçmişteki ben, benden bir parça. Ya da İstiklal Savaşımızda Kocatepe’den düşmanın kaçışını seyreden Gazi Mustafa Kemal... Tarih hocamız Ali Ekrem Bey şişman bir adamdı. Bir şiir gibi anlatırdı eski savaşları... Koyu bir milliyetçiydi. Türklük nedir bize anlatırdı. Türk olduğumuz bilincine onun dersleriyle varmışızdır. Bir eski düştür o yılların gerçekliği. Kitaplığımda yıllarca sakladım ilkokuldaki, lisedeki ders kitaplarımı. Sonra sonra bu tür kitaplarla yetinmemek gerektiğini ilk elime geçen Jules Verne romanlarıyla anladım. Bir tarih var, bir de edebiyat var, bunları birbirine karıştırmamak gerek. Düşsel ile gerçek apayrı şeylerdir. Sen kendini kaptırdın mı boş oyunlara, elde ettiğini de yitirirsin. En iyisi bir kitap derken, daha çok kitap, daha çok kitap... Pencereden bakıyorum. Kendimi delikanlı gibi görüyorum. Başkaları da öyle görsün istiyorum. Yaşlanmak bir yabancılaşmaktır. Kendin dediğin varlık elden gidince yerine gelen başka biridir. Ona da alışmalısın! Yaşam denen şey işte böyle bir oyun... Vazgeç oyunlardan. Varsın, yaşıyorsun, yetmez mi? Not: Kendimi sağlıklı duyacağım günlerde yazmaya devam edeceğim. Zonguldak’taki Grizu Patlaması ve Düşündürdükleri Ülkemizde ne yazık ki son 30 yılda uygulanan ekonomik politikalar sonucunda bir yandan devlet yatırımdan çekilirken öte yandan özel girişimlerin bu kapasiteye uygun olarak madenciliğe girişi sağlanamamıştır. Prof. Dr. Ali KAHRİMAN Maden Yüksek Mühendisi rülen bir stratejik plana dayalı olmayan günü birlik üretim politikaları sonucu ileri teknoloji ürünlerinin üretime sokulması dünya ile aynı oranda olamamıştır. Her ne kadar bazı üretim ve iş güvenliği unsurlarında iyileştirmeler yaşanmış olsa da genel üretim yöntemi ve ekipman uygulamalarında 40 yıl öncesine göre çok büyük farklılıklar yaratılamamıştır. Bu konsept içinde yüzlerce uzman, teknik eleman ve hizmet içi eğitimden yararlandırılmış sertifikalı nitelikli iç güçlerini çalıştıran bu işletmemizde elbette grizu ve kömür tozu patlamaları, göçük, yangın başta olmak üzere her türlü iş kazaları ve meslek hastalıkları için klasik önlemler alınmış, bu facia sonrası kurtarma operasyonları da usulüne uygun yapılmıştır. Bu konuda daha detaylı eleştiri ve yorumlar için yeterli veriler henüz bulunmamakla birlikte merkezi otoritenin, bu riskleri çok iyi bilinen bu işletme için çağdaş anlamda ne gibi yeni yaklaşım ve modeller geliştirdiği ya da bilinen hangi yöntemlerin adaptasyonuna giriştiği merak konusudur. şanmaması için kısa, orta ve uzun vadede alınması gereken önlemleri kısaca şu şekilde özetleyebiliriz; 1. Tüm kömür havzaları jeolojik, teknolojik, madencilik yöntemleri yönünden yeniden değerlendirilmeli üretim yöntemi seçiminden teknoloji ve kapasite seçimine kadar bir mastır plan bağlamında ele alınmalıdır. 2. Üretim hedefleri yeniden tanımlanarak uygulanabilecek mekanizasyon ve otomasyon seviyeleri belirlenmeli ve aşamalı olarak uygulanmalıdır. 3. Grizu patlamasına neden olan metan gazının aslında bir enerji kaynağı olduğundan hareketle özellikle örselenmiş, göçertilmiş eski kazı alanlarının olduğu formasyon ve zonlar başta olmak üzere gerekli etütler yapılarak metan drenaj ve kaptajı yapılmalı ve enerji üretimine kazandırılmalıdır. 4. Maden yasasında gerekli düzenlemeler yapılarak finansman sorunu olmayan kuruluşların sektöre kazandırılması sağlanmalıdır. 5. 6070 yıl önceki teknik eleman yetersizliği olan dönemden kalma fenni nezaretçi yönteminden vazgeçilmeli, her üretim biriminden sorumlu 3 iş güvenliği uzmanlık sertifikasına sahip maden mühendislerinin tüm vardiyalarda (asgari işçi çalıştırma sayısına bağlanmaksızın) çalıştırılması sağlanmalıdır. 6. Her bir üretim birimi için risk analizlerine dayalı iş güvenliği ve acil eylem planları hazırlanmalı, koruma politikaları geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. 7. İşletmelerde çalıştırılan tüm personel, mesleki yeterlilikler çerçevesinde yapılacak iş analizi, iş gerekleri ve iş kimliği tariflerine uygun olarak hizmet içi eğitim programlarına tabi tutularak sertifikalandırılmalıdır. 8. Yeni istihdam edilecek elemanların mutlaka mesleki teknik eğitimli olmaları, ergonomi ve işyeri koşullarına uygun oryantasyon eğitimleri sonrası hizmete sokulmaları sağlanmalıdır. 9. Maden yeraltı işletmelerinde taşeronluk gibi geçici modellerden kaçınılmalıdır. 10. İhale ve üretim maliyetlerine jeolojik, tektonik, çevresel belirsizlik unsurlarının katılmasını esas alan yaklaşımlar belirlenmelidir. 11. Merkezi denetim sistemi gözden geçirilmeli, uzman maden mühendislerinden oluşan bölgesel modele geçilmelidir. 12. Grizu başta olmak üzere tüm zararlı gaz ve tozların tespiti için erken uyarı ve otomasyon esaslı modern ekipmanlar kullanılmalı, risk değerlemesine uygun alarm sistemleri hem yeraltı hem de yer üstü kumanda merkezlerine yerleştirilmelidir. 13. Sendikalara iş güvenliği uygulamaları konusunda denetimi de kapsayan yetki ve kaynaklar sağlanmalıdır. 14. İş sağlığı ve güvenliği önlemlerini teşvik eden mali düzenlemeler yapılmalıdır. Omurgayı Dik Tutabilmek!.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN B ilindiği gibi kalkınma ve konforlu yaşamın en önemli aracı sahip olduğumuz yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin en fazla katma değer yaratacak şekilde üretilerek ekonomiye kazandırılmasıdır. Herhangi bir nedenle bu kaynaklarımızın üretiminden vazgeçmek demek; egemenliğimizden, özgürlüğümüzden, bağımsızlılığımızdan vazgeçmekle eşanlamlıdır. Asla düşünülmemesi gereken bir konudur. Zonguldak’ta meydana gelen elim grizu patlaması sonrası gerek yetkililerde gerekse bazı diğer kesimlerde dile getirilen bu ocakları kapatarak çözüm üretme düşüncesi maalesef 150 yıl önceki teknoloji ve bilim seviyesinde bile söz konusu olmamış, tersine bir yandan iş sağlığı ve güvenliği önlem ve ekipmanlarına yatırım yapılırken öte yandan da makine ve ekipmanda ileri teknoloji ürünlerine geçilmiş ve günümüzde yeraltında insansız uzaktan kumandalı robotik sistemlere geçilmiştir. Özetle bir yandan üretim kapasiteleri olabildiğince artırılırken aynı zamanda kullanılan işgücü seviyesinde önemli düşüşler sağlan mıştır. Artık madencilik de emek yoğunluğu açısından en aza indirilmiş sektörler arasına girmiştir. Kişi başına yarım ton/yevmiyeden 10 ton/yevmiye kömür üretimi seviyesine ulaşılmıştır. Keza ağır ve tehlikeli işler kapsamında olan yeraltı işletmeciliğinde iş kazalarında da üretim değerlerine göre önemli azalmalar olmuştur. Elbette ki dünyada yaşanan bu gelişmeler ülkemizde de yansımalarını bulmuş olmalıdır. Ancak özellikle son beş yıl içinde yaşanan Bursa, Balıkesir, Elbistan ve Zonguldak’taki madencilik kazaları, ne yazık ki bu konuda bir çelişki olduğunu gösteriyor. nemli açmazlar var Evet, bir yandan teknoloji gelişiyor öte yandan üniversitelerin çok sayıda maden, jeoloji, jeofizik mühendisliği bölümlerinden çok sayıda mühendis yetiştiriliyor, araştırmalar yapılıyor, konu ile ilgili işgücü gelişiyor. Buna koşut olarak da yatırımcı ve girişimci artışı oluyor. Bütün bunlara rağmen maalesef yine de bu faciaları yaşıyoruz. Öyleyse eğitimöğretimistihdamiş güvenliği, üretim ve ve Ö rimlilik politikalarımızda önemli açmazlar, ihmaller ve vurdumduymazlıklar var demektir. Her şeyden önce madenciliğin ilk yatırım maliyeti yüksek kurumsal girişimin ve oldukça profesyonel yaklaşımların esas alınması gereken bir sektör olduğu, yeraltındaki seçilen üretim yöntemleriyle jeolojik belirsizliklerin ve çevresel unsurların maliyete yansıtıldığı ve toplumun da bu değerlere katlanması gereken bir sektör olduğu açıktır. Nitekim tüm dünyada da bu sektörde egemen olan yapının, finansman sorunu olmayan çokuluslu dev şirketler ve kamu ağırlıklı iktisadi kuruluşlar olması herhalde bu gerekçelerden olmalıdır. Ülkemizde ne yazık ki son 30 yılda uygulanan ekonomik politikalar sonucunda bir yandan devlet yatırımdan çekilirken öte yandan özel girişimlerin bu kapasiteye uygun olarak madenciliğe girişi sağlanamamıştır. Bu durum özelde Zonguldak’taki Türkiye Taş Kömürü Kurumu için de maalesef geçerli olmuştur. Elbette havzanın olumsuz jeolojik koşullarına ek olarak 150 yıldan beri sürdü u felaketleri neden yaşıyoruz Bu çerçevede grizunun metan hava karışımı olduğu, belirli karışım değerlerinde patlama riski olduğu, bunun olabilmesi için de açık alevli bir kaynağa ihtiyaç duyulacağı, oldukça ileri düzeyde dedektörlerle metan ve diğer zararlı gazların rahatlıkla çok basit ve ucuz yöntemlerle saptanabildiği, konuyla en uygun ve basit mücadele aracının da yeterli düzeydeki temiz hava sirkülasyonu olduğu bilindiğine göre acaba burada bu felaketleri neden yaşıyoruz? Acaba merkezi ve çevresel ocak giriş ve çıkış yollarındaki yetersizliği giderecek ekstra kuyular mı ek önlem olarak düşünülebilirdi? Keza merak konusu olabilecek bir diğer unsur, işletmede çalışan işçisinden mühendisine kadar tüm personelin hangi tür mesleki teknik eğitimden hangi periyotlarla geçirildiği, eğitim ve istihdam gerekleri düşünülerek ergonomi ilkeleri ve iş analizlerine dayalı istihdam yapılmış olup olmadığıdır. B lınması gereken önlemler Grizu patlaması olmuş, göçük olmuş, bununla birlikte yangın olmuş mu? Olmuş da sönmüş mü? Eğer ocakta yangın olmamışsa kurtarma amaçlı müdahalede basına yansıyan hava metan karışımında konsantrasyon patlama limitlerini aşmış, oksijen dengesi bozulmuş havanın nesinden korkularak tereddüt ve gecikmeler yaşanmıştır? Ana nakliye kuyusundan müdahale neden gecikmeli olmuştur, vb. bazı teknik sorular sorulabilir. Genelde maden işyerlerinde özelde de Zonguldak Taş Kömürü işletmelerinde, bir daha bu nevi faciaların ya A afile yere konuştuğumu bildiğim halde omurgayı dik tutmak üzerine ettiğim lakırdılardan sonra kuyruğunu titretenin hışmına uğramışlığım üzerine, şöyle bir baktım etrafıma dikkatlice... Ne kadar çoğalmaya başlamışlar; kendi görüntülerinden rahatsız olup karşısındakini ayna yerine koyup kırmaya çalışanlar. “Dik duranlara bedel ödettirilen bir süreçten geçiyor oluşumuz, dik duramayanların kendi görüntülerinden duydukları rahatsızlık” diye bir teşhis koydum kendimce. Ödül beklemiyoruz elbette, bir gıdım yerimizden oynamamış olmaktan dolayı; ancak neden bedelini biz ödeyelim ki daha dün demokrat kişiliği üzerine nutuk atıp erdem dersi verenlerin sadece kendi yerlerini korumak için verdikleri ödünlerin, söyledikleri yalanların?!.. Ortalıkta kasıla kasıla dolaşıyor, yummuş gözlerini gerçeklere, kendisinin ne elde ettiğiyle memnun mesut; “üç günlük beylik beyliktir” diyor besbelli. Ellerine tutuşturulan kocaman yetkilerle kendisini dev zannedenlerin koltuklarından indikten sonraki acınası halleri geldikçe gözümün önüne; oturduğu koltuktan daha çok küçücük görünürler gözüme, başka özellikleri olmayıp koltukla var olanlar ya da başka özelliklerini yok sayıp koltukla adam olmaya kalkışanlar... En çok da bunlardır acınası duruma düşenler... Bir de koltuğu olmayan dönekler türedi günümüzde. Öyle şok açıklamalar yapıyor ki, bugüne dek yaptığı her şeyi alaşağı ediyor... Düşünüyorsun; “ne olabilir Üniversiteler biat ki derdi”... kültürünün üretildiği Korkuyor yerler değildir. besbelli. Korkularına Sorgulamanın, ve koltuklarına soru sormanın, esir olanların topluma verecek araştırmanın, kuşku duymanın, kuşkuyu neyi kalmıştır? Hepimiz dile getirmenin, sınavdan soluduğumuz evrenle geçiyoruz. ilgili her şeyin akıl ve İlkelerimizden, onurumuzdan, bilgiyle açıklandığı duruşumuzdan yerlerdir kürsüler ödün vermeden ve biat etmek için gidebileceğimiz kurulmazlar. yer kadar umudumuz var. Oturduğu yerle tutsaklığa iliklenenleri çoğaltan bir süreçten geçerken bir kişinin yerinde kalma çabasının kaç kişinin yaşamına zarar verdiği muhasebesi, kişileri topluma önceleyen sistemden bağımsız yapılamaz. Toplumu bir kenara itip toplumsal değerleri alaşağı etmek için kişisel hırslar kullanılırken onuru seçen, ilkelerinden ödün vermeyenlere bedel ödemek düşüyor. Yerini değiştirenin kazandığı bir oyunun kurgusuna teslim olanlar değil, direnenler belirleyecek kaderimizi. ODTÜ öğrencileri ve öğretim üyeleri, toplumsal direncin özellikle edindikleri yerleri korumak isteyenlerce törpülendiği bir süreçte direnişi, düşüncelerin arkasında durmayı anımsattılar hepimize. Tüm baskılayıcı politikalara karşın toplumsal muhalefetin hâlâ canlı olduğunu anımsattılar... Önemli diğer bir mesaj da üniversitelerin işleviyle ilgiliydi. Üniversiteler biat kültürünün üretildiği yerler değildir. Sorgulamanın, soru sormanın, araştırmanın, kuşku duymanın, kuşkuyu dile getirmenin, soluduğumuz evrenle ilgili her şeyin akıl ve bilgiyle açıklandığı yerlerdir kürsüler ve biat etmek için kurulmazlar. Bir ülkede basın ve üniversitelerin özgürlük alanıyla yargının bağımsızlığına bakarak o ülkedeki rejimle ilgili en doğru değerlendirmeyi yapabilirsiniz. Kısmen özgür olarak tanımlanan Türkiye, dünya ülkeleri sıralamasında basın özgürlüğünde 101. sırada, demokrasi sıralamasında 89. sırada, yargı bağımsızlığında 64. sırada yer alıyor. Üniversiteler özgür, sorgulayan, omurgası dik, onurlu bireyler mi yetiştirmeli, yoksa her gelen iktidara biat eden nesiller mi? Yukarıdaki tablo Türkiye’nin değişmez yargısı olsun diyenler, ikinci şıktan yana demektir ve demek ki kendi çıkarlarını korumak toplumdan daha önce geliyor. Onlara mesajımızı kuvvetler ayrılığının önemini ortaya koyan düşünür Montesquieu’nun sözüyle verelim: “Bir ülkede yalakalığın getirisi dürüstlüğün getirisinden fazla ise o ülke batar.” Bir mesaj da Che Guevara’dan: “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına değil, onuruna bakın; duruyorsa yaşıyordur.” N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle