25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 EYLÜL 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 Milletvekili değil sanki düşman PKK’nin şehir yapılanması olduğu savlanan KCK operasyonları kapsamında 2 binin üzerinde kişi yargılanırken bunlardan 992’si tutuklu yargılanıyor. Yargılananların 274’ü ise “seçilmiş.” Üniversite kampusları birer “suç yuvası” olarak görülüyor. Onun için disiplin soruşturmalarıyla 2 binin üzerinde öğrenci üniversiteden uzaklaştırılırken 770 öğrenci de tutuklu yargılanıyor. Gazetemiz yazarı, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal, MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan, BDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, BDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, BDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan ve bağımsız Van Milletvekili Kemal Aktaş’ın milletvekili seçilmelerine karşın tutuklulukları halen sürüyor. 3. yargı paketindeki değişiklikle vekillere tahliye umudu doğmuş, TBMM Başkanı Cemil Çiçek de “Umarım mahkemeler mesajımızı almıştır” demişti. Ancak ilerleyen günler gösterdi ki mahkemeler, mesajı almamıştı. Ama Başbakan’ın “Sır küpüm, kimseye yedirmem” dediği MİT Müsteşarı Hakan Fidan sorguya çağrılınca 6 saat içinde hükümetKöşk işbirliğiyle kişiye özel yasa çıkartılabilmişti. Kavgacılık Genlerine İşlemiş! Sabah gazetenizde ya da televizyonda haberleri izlemek istediğinizde Sayın Başbakan’ın kavga içermeyen bir kelamını gördüğünüz gün oldu mu şu 10 yıl içinde? Bu terk edilemez alışkanlık içinde, şimdi de yeni öğretim yılının başlaması nedeniyle Denizli’de Cedide Abalıoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde gencecik öğrencilerin beyinlerini etkilemeyi amaçlayan bir konuşma yapıyor. Biliyorum. Yandaş medyamız, yazılısı ile görseli ile o konuşmayı bir ayeti kelam gibi yineleyip durmuştur. Başbakan, ülkesinin ortaöğretim öğrencilerine dün seslenirken, yine polemik yöntemini kullanıyor ve “Milletin bu okullarından ürkenler, öcü gibi görenler maalesef bu okulların kapılarına kilit vurmuşlardı. Orta bölümü kapattılar. Katsayı getirdiler. Tüm meslek okullarına vebalı muamelesi yaptılar” diyor. Erdoğan’ın sözünü ettiği dönem 28 Şubat 1997 dönemidir. Yani, ülkenin Başbakanı Necmettin Erbakan’dır. İkbal uğruna, o muhtıranın verilmesine karşın başbakanlığı bırakmayan merhum Erbakan’ın, bu ara dönemi başlatan Çevik Bir öncülüğündeki Milli Güvenlik Kurulu kararlarında da imzalı onayı vardır. Erdoğan o tarihte henüz parlamentoda değilse de Erbakan Hoca’nın lideri olduğu Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’dır. Gelelim, parlamenter demokrasinin işletildiği tek ve çok partili dönemlere. Cumhuriyetimiz 1 yaşındayken, yani 1924’te 29 merkezde ortaöğretim düzeyinde 4 yıllık öğretim vermek için ilk İHO’lar açılmıştır. Hakça davranmak için bu okulların sadece Sünni mezhebinde din adamı yetiştirdiğini de eklemeliyim. Yine hakça davranarak aynı okulların 1929’da kapatıldığını, o dönemlerde yer yer, kutsal dinimizin politik amaçlarla yeni Cumhuriyet rejimi aleyhinde taraftar toplamak isteyenlerce kullanılmasından kuşku duyanların bu yönteme başvurmuş olabileceğini de anımsatmalıyım. 1949, Cumhurbaşkanı ve “Milli Şef” İsmet İnönü’nün çok partili döneme geçerek tek dereceli ve gizli tasnife dayanan seçimlere geçme kararını vermesinin üçüncü yılıdır. 14 Mayıs seçimlerinden bir yıl önceye rastlayan o dönemde 10 ay sürecek imam hatip kursları açılmıştır. Bu kurslar daha sonra iki yıllık öğretim yapacak donanıma getirilir. 22 Mayıs 1972’de 4 yıl eğitim veren imam hatip meslek okulları dönemi başlar. Bir yıl sonra 1973’te imam hatip liseleri devreye girer. Ve bu liseleri bitirenlerin sınavsız olarak üniversitelerin edebiyat fakültelerine girmeleri sağlanır. 1974’te aziz Bülent Ecevit başkanlığında kurulan CHPMSP koalisyon hükümetinde ortaokul bölümleriyle birlikte 29 imam hatip lisesi açılır. 1979 yılında bir kız öğrencinin babası Danıştay’a açtığı davayı kazanır. O güne kadar sadece erkek öğrencilerin öğretim gördüğü İHL’lerden isteyen kız öğrenciler de yararlanacaktır. 12 Eylül 1980 darbesini yapan MGK de İHL’lerin tüm bölümleri ile öğretim yapmasına olanak tanıdı. 1985 yılında Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi ile birlikte bu meslek liselerinde de Anadolu lisesi statüleri kabul edilmiş oldu. 1997 yılında Sayın Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında ortaöğretim okullarında 8 yıllık kesintisiz öğretim yasası yürürlüğe girince, meslek liselerinin ortaokul ayakları da bu yasadan nasiplerini alarak kapanmış oldu. Sanırım Erdoğan’ın parmağını takıp çözmeye çalışmaktan ziyadesiyle hoşlandığı örnek budur. Bir köşe yazısını böylesine kronolojik örneklerle doldurmamın nedenine gelince... Başbakan, bu anlattıklarımın neresinden 28 Şubat dönemi dışında, İHL’lerin öcü olarak görüldüğü kanısına vardı ve kapılarına kilit vurulduğunu söyledi. Hele o “Anarşistler yetişmediği için mi, teröristler yetişmediği için mi bu okulları kapattınız” sorusu tam bir anarşist duygusu ile pimi çekilerek atılan parça tesirli bir bomba örneği gibi değil mi? Vicdanı olan AKP’liler de bu soruyu yanıtlasınlar. Fotoğraf: AAAHMET DUMANLI 12 Eylül referandumu sonrası yeniden yapılanan yüksek yargının olaylara bakışı da farklılaştı Yargı da değişti yargıç da Eylül referandumundan sonra oluşturulan “yeni yargı”, etkisini çok çabuk gösterdi. Öyle çok örnek karara imza atıldı ki ancak bir bölümüne burada yer verebileceğiz. Referandumun üzerinden çok geçmeden, yine konusu “referandum” olan bir davada yaşandı. Başbakan Erdoğan, referandum öncesi “Hayır diyenler darbecidir” ifadesini kullanınca; avukat Sedat Vural, kendisinin de “hayır” oyu verdiğini belirterek dava açtı. Mahkeme, Erdoğan’ın sözlerini “eleştiri niteliğinde” bulup davayı reddetti. Aynı günlerde Melih Gökçek, “Evet diyenlerin gaflet ve dalalet içinde” olduğunu belirten ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan aleyhine tazminat davası açtı. Mahkeme, 12 Çölaşan’ı 5 bin lira ödemeye mahkum etti. Mahkemenin gerekçesi ise “millet iradesine hakaretti.” Bu yorumu yapan mahkemenin yargıcı Eyüp Sarıcalar, yeni HSYK tarafından Yargıtay üyeliğine atandı. Üye yapısı büyük ölçüde değiştirilen yüksek yargının olaylara bakışı da her geçen gün değişim gösterdi. Danıştay; referandumdan önce, zorunlu din dersi istemeyen öğrencilerin, bu dersten muaf tutulabileceği yönünde kararlara imza atmıştı. Ancak Yargıtay gibi toplu üye atamalarıyla yapısı değiştirilen Danıştay’ın fikri de değişiverdi. İdare mahkemesi, bir velinin açtığı davada AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararına vurgu yaparak öğrencinin din dersinden muaf tutulmasına karar verdi. Eskişehir Valiliği kararı temyiz etti. Mahkemenin kararını bozan ve öğrenciye zorunlu din dersini dayatan Danıştay 8. Dairesi’nin gerekçesi ise “AHİM kararları doğrultusunda din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredatı değişti. Kitaplara Alevilikle ilgili bilgiler de eklendi” yönünde oldu. Çadırda aranan adalet Bazen “adaletin ruhuna lokma” döktüler, kimi zamansa “adaleti mumla” aradılar. Tek amaçları, özel görevli mahkemelerde görülen değişik davalarda tutuklu ya da sanık subay ve astsubay olan eşlerinin “dışardaki” sesi olabilmekti. Bu düşünceyle Vardiya Bizde Platformu’nu oluşturdular. Balyoz soruşturması kapsamında tutuklanan Tümamiral Ali Deniz Kutluk’un eşi İrem Kutluk hem platformu neden kurduklarını hem de yaşadıkları şaşkınlıkları paylaştı. Öyle ki eşlerinin seslerini duyurabilmek için geçen yılkı Hıdrellez’e denk gelen duruşmada, Silivri’ye getirdikleri gül fidanına birer birer “Adalet istiyorum”, “Babamı istiyorum” dileklerini yazdıkları ve basın açıklaması yaptıkları için haklarında dava açıldı. Davaya şaşırmamış İrem Kutluk. Çünkü eşinin tutuklanmasıyla başlayan süreçte yaşadıklarıyla tüm şaşkınlıklarını yitirmiş. Kutluk, eşinin de sanığı olduğu Balyoz davasının iddianamesinin okunmasının ardından davanın düşeceğini sanmış. Savcının tutuklama istediği gün Kutluk’un deyimiyle “Her şey durmuş; aklı, yüreği”... Kimileri o gün isyan etmiş, bağırmış, ama Kutluk “taş kesilmiş”. Eşini “Savcı tutuklama istedi, ama heyet bu kararı vermez” diyerek rahatlatmaya çalışmış, eşleri de onlara inanmış gibi yapmış. Zaten o gün karar vermişler platformu kurmaya. Kutluk, “Eşlerimizin sesini kimse duymayacak. Onları unutturup, davaları uzatıp eşlerimiz çürüyecek diye düşündük. Böylece bir araya geldik” dedi. ‘Hayal kırıklığı yaşattı’ Ailelerin asıl şaşkınlığı hükümetin büyük bir devrim vurgusuyla yaşama geçirdiği 3. yargı paketiyle yaşadıklarını söyleyen Kutluk, hayal kırıklıklarını ise şöyle anlattı: “Bir ümide kapıldık. Kimileri eşlerine torbalar götürdü, hani tahliye edildiklerinde toparlanabilsinler diye. 3. yargı paketi çıktı, katiller, hırsızlar, tecavüzcüler tahliye edildi. Ama bizlerin eşleri yararlanmadı. Hadi tahliyeleri geçtik, tutukluluğun devamının gerekçeli kararla yazılacağı yasa hükmü haline geldi. Ama mahkemede en ufak bir şey değişmedi. Onlarca kişi için ‘kuvvetli suç şüphesi, kaçma ihtimali’ gibi matbu kararlarla tutukluluğun devamına karar veriliyor. Meclis Başkanı ‘Umarım yargı mesajı alır’ dedi, bu mesaj da işlemedi. ” Kutluk, kamuoyunun dikkatini çekmek için türlü eylem biçimleri geliştirdiklerini anlatırken “Yargılanmama neden olan gül ağacına dilek asmak da bunun bir parçasıydı. Magazinsel bir şey yapalım da basının ilgisini çeksin, kamuoyuna en azından burada yaşananları göstersinler. Derdimiz eşlerimizin sesini duyurabilmek. Bildiriden tek cümlenin televizyonlara yansıması bile bizim için yeterli” sözleriyle eylemlerdeki amacını özetledi. Fener, savcıları yaktı u dönemde soruşturanlar soruşturulur, yargılayanlar yargılanır hale geldi. Bunun en iyi örneği ise Deniz Feneri dosyasıydı. Savcılar Nadi Türkaslan, Türkaslan Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz, 3 yıldır yürüttükleri soruşturmada düğmeye basarak Zahid Akman ve Zekeriya Karaman’ın da arasında buTamöz lunduğu çok sayıda şüpheliyi peş peşe gözaltına aldı, ardından da 9 kişi tutuklandı. Şüphelilerin yaptığı bir şikâyet üzerine, HSYK harekete geçti. Savcılar incelemeye alındı. Bu savcılar, zanlıların “örgüt kurduğu, yönettiği, B üyesi olduğu ve nitelikli dolandırıcılık” yaptığını düşünüyordu. Mahkemenin tutuklama gerekçesi de bu düşünceye dayanıyordu. Asıl savcıların soruşturmadan alınıp yerlerine atanan yeni iki savcı tarafından düzenlenen iddianamede, “örgüt” ve “dolandırcılık” suçları buharlaştı. Savcılık, bu iki suçtan takipsizlik kararı verirken davayı da daha az cezayı gerektiren maddelerden açtı. Üç eski Deniz Feneri savcısı, şimdi Yargtay’da evrakta sahtecilik suçlamasıyla hâlâ yargılanıyor. Deniz Feneri’nin sanıkları ise 16 Ocak 2013’te hâkim karşısına çıkacaklar. Cezaevleri doldu taştı 12 Eylül 2010’daki referandumdan bir yıl önce cezaevlerinde toplam 116 bin 340 tutuklu ve hükümlü bulunuyordu. Bunların, sadece 6 bin 328’i terör suçundan yatıyordu. Ancak, referandumdan sonra tutuklu ve hükümlü sayısında hızlı bir artış yaşandı. Cezaevlerinde 2010 yılında 120 bin 814 olan tutuklu ve hükümlü sayısı 2011’de 128 bin 604’e ulaştı. 31 Mart 2012 tarihinde ise sayı 132 bin 369 ile en üst seviyeye yükseldi. Hükümet de doluluğu azaltmak için denetimli serbestlik hükümlerini genişleten düzenlemelere imza atmak zorunda kaldı. Cezaevilerindeki sayı, bu yasalardan sonra ancak 125 bine inebildi. Terör suçundan içerde olan kişi sayısı ise son rakamlara göre 8 bin 995’e yükseldi. Yaren KANADOĞLU, BAŞBAKAN’IN ‘GEREKENİ YARGIYA SÖYLEDİK’ SÖZLERİNE DİKKAT ÇEKTİ Dönemin simgesidir o söz Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu, 12 Eylül 1980’in çok partili siyasi hayata, 12 Eylül 2010’un ise hukuk devletine indirilen darbeler olarak Türk tarihinde unutulmaz yerlerini alacaklarını kaydetti. Halkın özdeyiş zengini olduğunu belirten Kanadoğlu şu değerlendirmeyi yaptı: “Adalet mülkün veya memleketin temelidir. Bu zenginliğin bir örneğidir. Kuşkusuz hukuk devleti de adaletin temelidir. Hukuk devleti ancak yargının bağımsızlığıyla sağlanabilir. Plebisit (referandum) tarihine getirilen bir halkoylaması, aymazlık içinde olacakları anlatamayan muhalefet partilerinin katkısıyla anayasa değişikliği haline getirilmiştir. Ödüllendirme veya cezalandırma yöntemiyle ağırlığını HSYK seçimlerine koyan Adalet Bakanlığı’nın etkisiyle oluşan yeni kurul; Yargıtay, Danıştay seçimlerini gerçekleştirmiş; Anayasa Mahkemesi, Meclis ve Cumhurbaşkanı’nın takdirleriyle yeni bir kadroya kavuşmuştur. Yapılan yasa değişiklikleriyle idari yargının iptal kararlarının, yürütme tarafından ‘ortaya çıkan fiili imkânsızlık’ gerekçesiyle uygulanmaması sağlanmış, daha insani, daha vicdani, daha hukuki oldukları ileri sürülerek aynı konuda üç ayrı ağır ceza mahkemesi görevlendirilmiş, kötülenen özel yetkili mahkemelerin ellerindeki davaların kesin hükümle sonuçlandırıncaya kadar bakmaya devam etmeleri öngörülmüştür. Yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran, erkler ayrılığını yok sayan, yargı kararlarını yürütmenin takdirine bırakan sistemin adı kuşkusuz hukuk devleti ve demokrasi değildir. Bu yeni dönemin simgesi, siyasi iktidarın ‘Gerekeni yargıya söyledik’ tümcesi olacaktır. Yargının güvenilirliği ve inanırlılığı, bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla sağlanır. Yurttaşlar, siyasi iktidarın olumlu veya olumsuz bakışına göre değişen ve farklılık gösteren yargı kararları karşısında yargıya olan inançlarını kaybederler. Görünen kaos ve kargaşa tehlikesini devletin temelini YARIN: teşkil eden hal28 ŞUBAT kımızın önsezisi ve gücü YARGILADI, önleyecektir.” AKP TUTUKLADI ‘İşkencecimi yedirmem’ Polisin uygulamaları nedeniyle çok sayıda yurttaş hayatını kaybetti. Çayan Birben, Metin Lokumcu biber gazı nedeniyle, Cem Aygün ve Emrah Barlak polis tarafından vurularak öldürüldü. Hükümet, 1990’lı yıllarda gözaltına aldığı şüphelilere işkence uygulayan Sedat Selim Ay’ı terörle mücadeleden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı görevine getirdi. Polis şefi Ay’a ise bizzat sahip çıkan Erdoğan, “Kusura bakmasınlar, arMetin kadaşımızı onlara yedirtLokumcu meyiz” diyerek sahip çıktı. Haşimi Menderes’in mezarını ziyaret etti İSTANBUL (AA) Irak mahkemesi tarafından gıyabında idam cezası kararı verilen Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, eski başbakanlardan Adnan Menderes’in mezarını ziyaret etti. Tarık Haşimi, Topkapı’daki anıt mezarda, 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından idam edilen dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın mezarları başında dua ederek, saygı duruşunda bulundu. Haşimi, daha sonra Menderes’in mezarına, bir buket çiçek bıraktı. Haşimi, “Şehit Başbakan Adnan Menderes ile ortak değerlere sahip olduğumuza inanıyorum. Adnan Menderes, adaletsiz bir şekilde idam edilmiştir” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle