21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE [email protected] 16 itlis’le Siirt arasında “Büryan bizimdir” tartışması alevlendiğinde görüşümü soranlara demiştim ki; “Tarihi kent dokusunu hangisi daha iyi korumuşsa büryana sahiplenmek onun hakkıdır.” Çünkü ünlü türküsündeki “beş minare”si bile beton yığınları arasında “yok!” olan; içinden geçen Bitlis Çayı’nın üzerini devasa Özel İdare İş Hanı’nın kapattığı bir kent, büryanını nasıl hak edebilir ki? Aynı durum Siirt için de geçerli. Kuşaktan kuşağa süregelen tarihi çarşı ve pazarları yaşatmak yerine süpermarketlere heveslenmesi, aslında kimliğini de terk etmesi demek değil miydi? Bir Bitlis gezimizde çirkin yapı yığınları arasında yol ararken trafik polisi durdurarak demişti ki; “Ters yöndesiniz!” “Bu kentin neresi düz ki?” diyemedim elbette… Karşıdaki “büryancı”yı gösterip “Şurayı arıyorduk, tabelayı göremedik” dediğimde cezadan kurtulduk. Polis de Bitlis büryanını tatmamızı önemsiyordu. Ne var ki o toz duman caddede ne büryanın tadını anlayabildik ne de tandırda pişmesini hayal edebildik. Oysa örneğin Muğla büryanını asırlık “yayla kahveleri”nde yediğinizde, eski kentin neden korunduğunu da anlayabiliyorsunuz... Kimlikli yaşamak sadece boğazdan geçmiyor; yöresel mutfaklarla bütünleşmiş mimariyi de yaşatmak gerekiyor. Tıpkı Beypazarı’nda çayın eşliğinde yediğiniz “kuru”daki tadın, konuk olduğunuz geleneksel evlerden süzüldüğünü gördüğünüz gibi; ya da Safranbolu’da diyet yapanları bile yoldan çıkartan “su böreği”nin ancak o muhteşem konakların mutfaklarında yaratıldığını fark etmeniz gibi… KÜLTÜR B Anadolu’da mutfak ‘EN ETKİLİ ULUSLARARASI YAZAR’ ve mimarlık Yöresel yemeklerimizi yaşatırken, onların yaratıldığı evlerin yok oluşuna aldırmıyoruz Pamuk’a Çin’den ödül Mutfağımızın zenginliği, yaşama kültürümüzün birikimlerini yansıtır. Sofralar ve evler Yöresel tatlarımızla övünürken, o tatların yaratıldığı yerel mimariye neden özensiz kaldık? Örneğin Malatya’nın kayısısı olağanüstü ise, “Eski Sinemalar Caddesi”nin yeniden o unutulmaz akşamların yaşanacağı hale getirilmesi, kayısıyı yaratan emeğe karşı da bir borç değil midir? Ya da Kars kaşarıyla ve dünyada eşi olmayan gravyeriyle övünebilmenin koşulu, bu lezzetleri miras bırakan tarihsel kültüre ait mimari ve kentsel dokunun da aynı gururla korunması olsa gerek. Edirne peyniriyle gururlanmanın yolu da başta Selimiye olmak üzere anıtsal yapılarla taçlanmış kentin, sofralarında aynı peynirin eksik olmadığı geleneksel evlerini de yaşatmaktır. Hele Kayseri pastırmasının, sucuğunun ve tabii ki mantısının lezzetini yaratan kültür birikiminin, söz gelimi tarihi Tavukçu Mahallesi’ndeki eşsiz taş evlerden, Ağırnas’taki (mimar) Sinan’a ilk ilhamı veren “yeraltı kenti”nden; güvercin gübrelerini toplamak için yapılmış “kuş evleri”nden geldiğini görmek gerekiyor… Bursa’dan kestane şekeri alacaksanız, karayolu kenarındaki mola yerlerini değil, kentin içine girip Muradiye’den Yıldırım’a gezindikten sonra kuşaktan kuşağa hizmet veren eski dükkânları yeğlemelisiniz. Burdur’da ceviz ezmesini tadacaksanız, zaten tarihi çarşıdaki helvacıları ziyaret etmekten başka şansınız yok. Üstelik helvanın nasıl hâlâ geleneksel usullerle yapıldığını görüp daha çok alabilirsiniz… Diyarbakır’da kaburga dolması için sizi ne yazık ki Suriçi’ndeki eski kentin gizemli sokakları yerine sur dışında bir lokantaya götürecekler… Aynı çelişki Adana’da da var. Efsanevi Adana kebabının en Eski evler, sokakları ve çarşılarıyla güzeldir. Anadolu evleri ne kadar çeşitliyse, o evlerden doğan yemeklerimiz de o kadar çeşitlidir. mükemmeli için tarihi kentteki kebapçılar yerine “kimliksiz Yeni Adana”daki “hangar” gibi “fastfood” lokantaları tavsiye edebilirler... Gaziantep’te ise ister kebaplarını, ister fıstıklı baklavalarını merak edin, eski kentteki lokantalar yüzlerce yıllık lezzetleri ikram ediyorlar... Bu örneklere başkentimizde Ankara tavasını, Tokat’ın kebabını, Mardin’in badem şekerini, Kocaeli’nin saray helvasını, Kilis’in pekmezini, Ordu’nun mıhlamasını, Balıkesir’de tiriti, TrabzonAkçaabat’ta, Tekirdağ’da ve İnegöl’de ‘köfte’yi, Konya’da etli ekmeği, Amasya’da çatal çorbasını, Mersin’de aslında tarihi olmayan ama yöreselleşen ‘tantuni’yi, Bayburt ve Erzurum’da ‘cağ kebabı’nı ekleyin... Ya da Şanlıurfa’nın çiğköftesini, Erzincan’ın tulum peynirini, Van’ın otlu peynirini, Zonguldak’ın Osmanlı çileğini, Düzce’de Çerkez tavuğunu, Giresun’un fındığını, Eskişehir’de ‘çiğ böreği’, Bolu’nun orman kebabını, Artvin’de Laz böreğini, Kütahya’nın ‘cimcik’ini, Antalya’nın reçellerini, Kastamonu’nun dibek kahvesini, Antakya’nın kendi peyniriyle künefesini düşleyin… Benzer şekilde Kapadokya’nın şaraplarını, Kahramanmaraş’ın Hititler’den miras dondurmasını, Rize’nin Anzer balını, İzmir’in ‘çupra’sını ve daha nicelerini anımsadıktan sonra “rakı, balık Ayvalık” gibi şiirleşen yöresel yeme içme keyiflerini de “ait oldukları kentlerin geleneksel mimari değerleri”ne gösterilen; ya da gösterilmeyen özenle kıyasladığınızda, özetle şu söylenebilir: Kimlikli yaşamak için midemize düşkünlüğümüzü nasıl yöresel mutfakla gideriyorsak, “karakterli kentliler” olabilmek için de geçmişten miras sivil mimarimize aynı ilgiyi göstermeliyiz. Aksi halde beton yığınlarında yaşamaya mahkum “yerel yemek obezleri” bol bir toplum olacağız... Kültür Servisi Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, Çin’in en prestijli medya gruplarından Nanfang Daily Media Group tarafından düzenlenen, uluslararası bir edebiyat platformu olan “2012 Güney Çin Uluslararası Edebiyat Haftası” etkinliğinde “Çin’deki En Etkili Uluslararası Yazar” ödülünün sahibi oldu. Ödülle eşzamanlı olarak, Orhan Pamuk’un ilk baskısı 2011 yılında Türkiye’de İletişim Yayınları’ndan çıkan, yazı yazmanın ve romancılığın otuz beş yıllık meslek sırlarını, Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerdeki notlarını anlattığı “Saf ve Düşünceli Romancı” adlı kitabının ilk defa Çince olarak yayımlanacağı da açıklandı. Çin’de bütün kitapları çevrilen Pamuk, ülkede en çok okunan uluslararası yazarlardan biri olarak kabul edilirken, “Masumiyet Müzesi” Çin’de en çok ilgi çeken on kitaptan biri olmuş, ülkede çok sevilen “Benim Adım Kırmızı” ise yarım milyona yakın satmıştı. VEFAT Cumhuriyet dönemi çağdaş Türk tiyatrosunun mihenk taşlarından olan Kenter Tiyatrosu’nda: Melih Cevdet ANDAY, Necati CUMALI, Göngör Dilmen KALYONCU gibi önemli yazarların, gerek dilde yeni arayışlar çabası gerekse de toplumsal sorunları ele alan oyunları Ve ayrıca Shakespeare, Brecht, Çehov gibi dünya tiyatro edebiyatını kuran tiyatro adamlarının oyunlarını yorumlayarak, tiyatromuza gerek oyunculuk, gerek çağa bakış açısından yeni pencereler açan, Halen dünya tiyatrosunda tüm zamanların en iyi üç yorumundan biri sayılan “Hamlet” rolüyle Türk tiyatrosunda silinmez derin izler bırakan, Tiyatro sanatının hiç sönmeyen ışığı, bilge adam Müşfik Galip KENTER aramızdan ayrılarak sonsuzlukta ışıldayan yıldızların arasındaki yerini almıştır. BAŞSAĞLIĞI SAYIN Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda 3 Ocak 1997’den bugüne kadar Genel Sanat Yönetmenliği görevini yürüten, Türk tiyatrosunun duayeni sanatçıaktör vefat etmiştir. Tüm tiyatro ve sanat camiasının başı sağ olsun. O artık şimdi, kusursuz tiyatro sanatçılığının yanı sıra yaşamımızda derin anlamlar bırakan bilge kişiliği ile kalbimizin sonsuzluğunda yaşayacak. MÜŞFİK KENTER’i Kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Merhuma Allah’tan rahmet; ailesine, sevenlerine ve tüm yakınlarına başsağlığı dilerim. Kartal Belediye Başkanı Bakırköy Belediye Başkanı C MY B C MY B Op. Dr. Altınok ÖZ Ateş ÜNAL ERZEN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle