13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 “Bizler, o zamanın çocukları ve gençleri; bu heyecanlı yolculuğun insanları, uygarlığa atılışın benzersiz heyecanını yaşadık. Bu heyecanın içinde cumhuriyet bilinci vardı, eğitim seferberliği vardı, eğitim kursları, köy öğretmen okulları, Yüksek Muallim Mektebi, Halkevleri, Köy Enstitüleri vardı... Nazi Almanyası’ndan kaçıp gelen dünya çapında önemli bilim adamlarının görev aldığı çağdaş üniversite vardı. Kadro, La Turquie Kemaliste dergileri, Yakup Kadri, Halide Edip, Nâzım Hikmet vardı... Türkiye’ye Mustafa Kemal’i görmeye gelen krallar, şahlar, padişahlar vardı. Çorak, kurak, sarı kara ve insanları bile azalmış Anadolu’da yer yer doğan fabrikalar, demiryolları vardı... Ve hepsinin üstünde, ‘güven’ vardı. Geleceğimize güvenle bakıyorduk. Ülkeyi yürüten insanların dürüstlüklerine, iyi niyetine ve yeteneklerine güveniyorduk. Büyük beklentilerimiz vardı. Uygulanan rejimle, toplumun tümüyle, hatta bütün dünyayla barışıktık. Yüzyıllar boyu, bile bile geri bırakılmış, nesnel ve tinsel bir kıtlık yaşayan Türkiye’de ‘yeni bir insan’ yaratmanın sevincini yaşıyorduk. Haklı bir iyimserlikle, başarımızla, gelişmiş dünyaya katılmaya, o dünyada yer almaya dönük olarak umutlanıyorduk... Ve o heyecanla, bütün gücümüzle Onuncu Yıl Marşı’nı söylüyorduk.” CAHİT KAYRA devrimlerle ters düşmesinin tanığı ve ülkenin girdiği ideolojik türbülansın yazılı ifadesi haline getirir. Hatta dergideki yönetim ve mizanpaj değişimi, vatan sathında sol düşünceyle birlikte sanatsal bütünlük ve estetik gayenin nasıl tasfiye edildiğinin de yazılı/basılı kanıtı; bugünkü toplumsal çapta zevksiz avamlığa nasıl varıldığının da açıklamasıdır! ??? Boyut Yayıncılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve evrimine eşlik eden propaganda aracı bu derginin 49 sayıdan oluşan külliyatını hem görsel anlamda zengin örneklerle, hem de seçkin yazarların incelemeleriyle sunan görkemli bir kitap yayımladı. Kitapta tek eksik, 1935’te Atatürk’ün adını Kamal olarak değiştirmesiyle 14 sayısı La Turquie Kamaliste başlığıyla çıkan, ama sonra yine “Kemaliste” başlığına dönen derginin, Vedat Nedim Tör zamanında bizzat sanat ürünü olmasına değinilmemesi. Kitaba katkıda bulunan hiçbir yazarın, dergiyi harf fontları, fotoğraf stili ve mizanpajıyla başlı başına konstrüktif ve Bauhaus çizgisinde bir sanat yapıtı olarak incelememesi. Bir de 49 sayının 35’i “La Turquie Kemaliste” diye çıkmış dergiye ait kitaba, Boyut niçin “Kamaliste” başlığı atmış, onu da anlayamadım. Ama yapıt, yine de harika bir tarih ve estetik tarihi örneği. “Güzellik tekildir. Çirkinlik çoğul.” JULES BARBEY D’AU REVİLL Y Kemal’in Türkiye’si Kemal’in Türkiye’si, La Turquie Kamaliste/Boyut Yayıncılık, 2012 ??? Bugün Türkiye’yi tüm Müslüman ülkelerden daha köklü, daha sağlam bir devlet ve Türkleri tüm Müslüman halklardan daha özgür ve özgüvenli kılan Cumhuriyet devrimlerinin birbirini izlediği yıllardır. 1932’de Ankara’da bir avuç idealist, o yıllar için bırakın Türkiye’de, dünyada parmakla gösterilecek kalite ve içerikte bir dergi çıkarır: La Turquie Kemaliste. Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya tanıtmak için üç yabancı dilde yayımlanan dergi, Vedat Nedim Tör’ün yönettiği ilk dört yılda, mizanpajı ve Othmar Pferschy’nin tüm ülkeyi dolaşıp çektiği fotoğraflarla, sanatta “Konstrüktivizm” ile “Bauhaus” akımlarının Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN yayına yansımış biçimi, bugün görenleri ağlatacak güzellik ve kalitededir. La Turquie Kemaliste, Vedat Nedim Tör yönetimden uzaklaştırıldıktan sonra yine aynı kalite, ancak sanatsal iddiasını yitirmiş olarak ve düzensiz biçimde 1948’e kadar çıkmaya devam eder. Ancak ilk en parlak dört yıldan sonra girdiği türbülans, zaten Cumhuriyetin edinimlerini dünyaya tanıtmakla yükümlü dergiyi, Türkiye’yi yönetenlerin kendi yaptıkları Cumhuriyet Ankara temsilcimiz ve sevgili arkadaşım Utku Çakırözer’in dün yayımlanmaya başlayan Beşşar Esad röportajı, Türkiye’ye yalnız bağımsız, dürüst ve iyi gazeteciliğin ne olduğunu göstermekle kalmamış, iliştirilmiş basına tasma takanlarla, hangi gazetecilik ve gazetecilerin “tasmalı” olduklarını da ortaya koymuştur. Çakırözer’in röportajı, aynı zamanda AKP iktidarının yanlış Suriye politikasını ve Türk halkının nasıl bir yalanlar denizinde yüzdürüldüğünü de açığa çıkardı. Cenevre’de toplanan Suriye zirvesinden çıkan ve Esad rejimine herhangi bir tehdit içermeyen BM kararı; BM insan hakları temsilcisinin “Suriye’deki isyana silah sevk eden ülkeleri” ad vermeden uyarması; Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la görüşen ve Rus tezine ikna olduğu gözlenen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, Türkiye’de konuşlanan Suriyeli muhalifleri çok kızdıran, çünkü isyancıları “sorumlu davranmaya” çağıran konuşması; Arap âleminden Türkiye’nin Suriye politikasına çıkmayan destekle birleşince... Suriye’de el yorganıyla gerdeğe girmeye çalışan Türkiye açıkta kalmış, üstelik “isyanı kışkırtan” ülke olarak suçlanmasına çeyrek vardır... Düşürülen uçağıyla aldığı onur yarası ve yitirilen iki pilotun vicdan sızısı da cabası! Fıkra Gibi Fıkrayı bilirsiniz: Ağa sabah kalktığında kâhyasına arabanın hazırlanmasını, şehre ineceğini söyler. Kâhya hizmetlilerin de yardımıyla, en iyi koşumlarla en iyi atı arabaya koşar. Araba, at, atın süsleri, arabanın boyası görenlerin gözlerini kamaştırmaktadır. Ağa ve kâhya arabaya kurulurlar. Araba hareket eder. Bu hareket sırasında ağa, şu ata bak, şu arabaya bak, kimde var böylesi, diyerek çevreye caka satmaktadır. Aynı anda kâhya da aklından, el kapılarında sürünüyorum, keşke şu atla araba benim olsaydı diye geçirirken, ağa birden arabayı durdurmasını ister. Kâhya arabayı durdurur. Bu arada köyün dışına çıkmışlardır. Ağa kâhyasına dönerek, “Bu arabanın atla birlikte senin olmasını ister misin” diye sorar. Kâhyanın şaşkınlıktan gözleri yerlerinden fırlayacak gibidir. “Şaka mı bu ağam?” der. Ağa, “Hayır” diye yanıtlayınca, “ama ağam benim bu kadar param yok ki” diye ekler. Ağa da “Para istemiyorum, atın b.kunu ye, bu araba da, at da senin olsun” der. Kâhya, atın b.kunu yedikten sonra şehre doğru yola devam ederler. Şehirden dönerlerken ağayı sıkıntı basar. Atla arabayı bu kâhyaya verdim, şimdi köylüye ne derim, diye içi içini yemektedir. Daha fazla dayanamayıp kâhyaya, “Bu atla arabayı bana satar mısın” diye sorar. Kâhyanın yanıtı, “Satmam ama atın b.kunu yersen sana ikisini de geri veririm” olur. Ağa bakar ki başka yol yok, oturur, atın b.kunu yer. Köye yaklaştıkları sırada kâhya gülmeye başlar, ağa merak edip sorar. Kâhya, “Ağam” der, “biz köyden çıkarken bu atla araba kimindi?” Ağa yanıtlar, “Benim”. Kâhya devam eder: “Köye geri dönüyoruz, bu atla araba şimdi kimin?” Ağadan yine “Benim” yanıtını alınca, “Ağam” der gülerek, “o zaman biz bu b.ku niye yedik?” ??? Televizyon ekranlarında, pazartesi günü sonuçlanan şike davasına ilişkin tartışmaları izlerken aklıma bu fıkra geliyor, gülüyorum. Bu davada yargılanan sanıklardan Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım “örgüt kurmak” suçundan 2 yıl 6 ay, “şike” suçundan 3 yıl 9 ay hapis ve 1 milyon TL para cezası aldı. Fenerbahçe Kulübü Asbaşkanı İlhan Ekşioğlu 3 yıl 1 ay 15 gün, Fenerbahçe Kulübü Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu da 1 yıl 10 ay 14 gün ceza aldı. Eski Giresunspor Başkanı Olgun Peker “örgüt kurmak ve yönetmekten” 2 yıl 6 ay, Beşiktaş Kulübü eski yöneticisi Serdal Adalı “şike” suçundan 1 yıl 3 ay, Beşiktaş Kulübü eski teknik direktörü Tayfur Havutçu “şike” suçundan 1 yıl 3 ay, Sivasspor Kulübü Başkanı Mecnun Odyakmaz “suç örgütüne üye olmak” suçundan 1 yıl 6 ay 22 gün, aynı takımın eski teknik direktörü Bülent Uygun “teşvik” suçundan 11 ay 7 gün hapis cezasına çarptırıldı. Liste uzayıp gidiyor. Bir bölümü çeşitli “teşvik ve şike” suçlarından ceza alan 93 sanıktan hiçbiri artık tutuklu değil, ceza alanlar Yargıtay’a başvurarak aklanmalarını bekleyecekler. Büyük olasılıkla hiç kimse cezaevine geri dönmek zorunda kalmayacak. ??? Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) eski yönetimi, şike davasının açıldığı günden başlayarak yargının vereceği karara göre davranacağını açıklamış, fakat dava sürecinde yapılan bir olağanüstü kongrede değişmiş, yerine gelen yeni yönetim ise yargı kararını beklemeden bu davada adı geçen kulüpleri aklamıştı. TFF’nin gerekçesi, şike suçu işlenmiş olsa bile bunun “sahaya yansımadığıydı”. Oysa yargı bazı futbolcuların suç işlediğine karar vermişti. Ümit Karan “teşvik” suçundan 7 ay 15 gün, Gökçek Vederson aynı suçtan 5 ay, İbrahim Akın “şike” suçundan 1 yıl 6 ay, Korcan Çelikay aynı suçtan 1 yıl, İskender Alan “şike ve teşvik” suçundan 1 yıl ceza almışlardı. Sinekler mide bulandırmayacak kadar ufaktı. Zaten bu arada TFF, UEFA’ya futbolumuza ilişkin “temiz raporu” vermiş, tüm takımlarımıza Avrupa yolu açılmıştı. Bir yıl boyunca “temiz futbol” adına konuştuk, tartıştık, kavga ettik; birbirimize söylenmedik söz, etmedik küfür bırakmadık. İyi de futbolumuz temizlendi mi? O zaman… Fıkradaki gibi yani… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Başkentimizde ‘Shopping Fast’ (!) ve onuru adeta ayaklar altına alınıyor. Son yıllardaki en çarpıcı örnek ise kenti delik deşik eden ve Ankaralının yaşadığı kentle bütünleşmesini yok eden “batçık” kavşaklardı. Kenti yaya yaşamanın ve özellikle anısal değer taşıyan mekânlarıyla yaşatmanın gereği olan tarihsel peyzaj düzenlemeleri ise büyükşehir hizmetlerinde hemen hiç yer almadı. Bu vb. kimlik projeleri yerine kentin hemen tüm semtlerini AVM’lerle doldurmak, bugün Avrupa kentlerinin bile yeniden kazanmaya çalıştıkları geleneksel çarşı ve pazarların giderek sönmelerine neden olmak, kent yaşamını tüketim hangarlarına tutsak etmek, Ankara’nın maalesef yeni kentleşme ilkesi.. Şimdi de bu kültür yoksunu anlayış, “Alışveriş Festivali”yle doruğa çıkıyor… haziran ayı başlarındaki “muhteşem”! açılış töreni medyada bakın nasıl pohpohlanarak verilmişti: Singapur değil, Ankara! “Açılış, coşkulu binlerce Başkentlinin katılımı Londra’ya “eğlence kenti”, ile Etlik’deki Antares Alışveriş veya bir Roma’ya “ticaret Merkezi’nde yapıldı. Başta kenti” vb. özellikler TBMM Başkanı Cemil Çiçek uygulaması şöyle dursunve Büyükşehir Belediye öneremez bile.. Başkanı Melih Gökçek’in Paris tarihten gelen katıldığı açılışı, dünyaca ünlü birikimleriyle Paris’tir; Londra manken Doutzen Kroes gonga da diğerleri de... Yerel vurarak yaptı.” yönetimin görevi ise Melih Gökçek, King Kong, kentlerinin temel kimlik Taş Devri, Red Kit, Nasrettin kaynağı olan bu birikimleri Hoca, Ejderhalar, Ankara yaşatarak koruyan bir Kedisi, Misket ve çeşitli masal şehircilik politikasını yaşama kahramanlarından oluşan geçirmektir. sayısız araç korteji ile Ankaramız ise bu evrensel kutlamaların yapıldığı yere kuralın adeta tam tersini gelmiş… uygulama hırsına kapılan bir TBMM Başkanı da demiş ki; yerel yönetim anlayışının “Ankara inşallah siyasetin kimlik ve kültür tahribatı merkezi olduğu gibi ticaretin altında gün geçtikçe başkent de merkezi olacak.” Gökçek karakterinden uzaklaşıyor. Hatta bir Anadolu kenti de şunları eklemiş: “festival 5 olma özelliğini bile yadsıyarak sene sonra inşallah 5 milyon kimi sömürge ülkelerin ticaret turist gelmesine vesile olacak kentlerinde gözlenen ve Ankara’yı kalkındıracak. kimliksizliğin girdabında Uluslararası alanda tanıtım hemen tüm değerlerini hızla yapabilmek için adını yitiriyor. ‘Shopping Fest’ koyduk.” Böylesi bir vefasızlığın ve İnsanın sorası geliyor; “siz hatta kentin kültürel derinliğini aynı zamanda ‘Türkçe Olimpiyatları’nı da inkâr eden şımarıklık gösterilerinin, sorgulanmak destekliyorsunuz. Shopping yerine nasıl da Fest’inizle bu nasıl oluyor?” alkışlanabildiğini anlayan, Sözün kısası Ankara’mıza kavrayan varsa beri gelsin. yazık oluyor. Başkentimizin Ankara’da, sözün tam ulusal ağırlığını unutup böylesi anlamıyla cehaletin ve “hafif meşrep” uygulamalarla duyarsızlığın harmanlandığı tarihsel değerini unutturanlara bir orta oyunu oynanıyor; karşı TBMM’nin artık bir başkentimizin tarihsel ağırlığı önlem alması gerekmiyor mu? Ankara’nın öncelikle bir “başkent” ruhu taşıdığını; hele Türkiye Cumhuriyeti gibi varlığını ve bağımsızlığını kazandığı destansı bir “ulusal kurtuluş savaşı”nın simgesi olduğunu; çağdaş kimliğiyle kuşaktan kuşağa yaşatmak, imardan kültüre, sanattan sosyal yaşama tüm kent politikalarının temel ilkesi olmalıdır. Dünyanın hemen tüm başkentlerinde izlenen kural budur. Hatta başkentlerin herhangi bir kent değil, o ülkenin “ulusal onur kenti” olarak yaşatılmaları için özel yasalar yürürlüktedir. Hiçbir belediye başkanı halktan ne kadar oy alırsa alsın sözgelimi bir Paris’e “futbol kenti”; bir ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1/ Antalya’nın Ak 1 seki ilçesinde, Türkiye’nin en derin 2 mağaralarından bi 3 ri. 2/ Çanakka 4 le’nin, peyniriyle 5 tanınmış ilçesi... Önceden verilen 6 güvence parası. 3/ 7 Kirli, pis. 4/ Paro 8 la... Öğretim ve eğitim sistemi. 5/ 9 Bir nota... Gaetano Do 1 2 3 4 5 6 7 8 9 nizetti’nin bir operası. 1 MA Y Ş O R A T 6/ Eğrilmekte olan yün, 2 E C E H A İ K U keten gibi şeylerin tuttu 3 T AM İ M T Ü N rulduğu, bir ucu çatal 4A R E S T İ C değnek... Hükümdar baş5D N A M E P A lığı. 7/ “Çok sarhoş” an6 O R İ B İ P O lamında argo sözcük... E D İ R N E Akıl... Bir gösterme sı 7 N E 8 V İ T A L İ ZM fatı. 8/ 21 yaşın altında9 J Ü T S EMA İ ki oyunculardan kurulu spor takımları için kullanılan sözcük... Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde bir göl. 9/ Antalya’nın bir ilçesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ankara’nın Haymana ilçesinde bir mağara. 2/ Bir meyve... Bir Avrupa ülkesinin başkenti. 3/ “Uslan ey uslan artık, ihtiyar olmaktasın” (Şarkı)... Kum falı. 4/ Erkekliğini gidermek, iğdiş etmek... Tantal elementinin simgesi. 5/ Türk müziğinde bir makam... Evropiyum elementinin simgesi. 6/ “Yok” sözcüğünün karşıtı... Çalışma, emek. 7/ Kokusu hardala benzeyen zehirli bir savaş gazı... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Akarsularda çamaşır yıkarken kullanılan yassı taş. 9/ Halatın örselenecek yerlerine tel ya da sicimle yapılan sargı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle