28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ 2012 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 16 KÜLTÜR Tiyatroları Anadolu’ya yayan bir oluşumdan tiyatroları kaldırmaya çalışan bir başka yapılanmaya... Bir zamanlar tiyatro... Cumhuriyet döneminde tiyatromuzun geçirdiği evreleri eleştiri penceresinden inceleyen çalışmamın hazırlıklarını yaparken ilginç bir yazı çıktı karşıma. Peyami Safa, 3 Şubat 1937 tarihli Cumhuriyet’te “Tiyatro Mektebi ile Beraber” başlıklı yazısında Ankara Devlet Konservatuarı’nın (1936) kız öğrenci bulmakta zorlandığına değinerek, bu durumu “hayret ve teessür mevzuu” olarak değerlendiriyor ki bu okul, bilindiği gibi, 1949’da kurulan Devlet Tiyatrosu’nun (Devlet Tiyatro ve Operası) temelini oluşturmuştur. Bugün, iktidarda olan partinin tiyatro sanatına olumsuz bakışı, tüm sanat dallarında olduğu gibi tiyatroya da adeta indirgeyen bir tavırla müdahale etme uğraşları karşısında, Peyami Safa’nın “hayret ve teessür” duyguları günümüzde daha da anlam kazanıyor ve insana “Nereden nereye geldik, nereye gidiyoruz” sorularını bir kez daha sorduruyor. 1937’de şöyle diyor yazar: “Güzel sanatların asıl mektebi, içinde sıra, yazı tahtası, kürsü ve hoca bulunan herhangi bir bina değil, güzelliğin bütün tezahürlerine karşı halkta aşk ve alaka uyandıran sanat atmosferidir. Bir memlekette ve şehirde muntazam konserleriniz, yerli ve ecnebi, sık tiyatro temsilleriniz ve bütün bu tezahürlere (gösteriler) koşan bir dinleyici ve seyirci kesafetiniz yok mudur? (...) Kültür Bakanlığı’nın bir tiyatro mektebi açmak suretile bu sanatın istikbaline karşı beslediği emellere hürmet ederim; fakat onunla beraber bir sanat atmosferi de ya Maya İçin Maya; kehribar gözlüm, kadife kulaklım, ipek tüylüm. Dün sabah eve gelmedin. Öğle ve akşam da görünmeyince bir uğursuzluk sezdim, hiç böyle yapmazdın. İçime bir acı düştü. Akşamüzeri evin çevresindeki bütün sokakları dolaştım, adını çağırarak. Çalı diplerine, bahçe kuytularına, yol kıyılarına baktım. Yoktun. Bakkala, karşı komşuya sordum. Görmemişlerdi seni. Arada bir bahçeden sokağa kaçtığın, geciktiğin olurdu. Fazla uzağa gitmediğini bilir yine de merak ederdim nerelerde dolaştığını. Dile gelip anlatabilmeni ister, kulağına bir kamera takmayı düşlerdim ama tasmaya bile elvermiyordu gönlüm. Sen yalnızca kendine ait, istediğin gibi özgürdün. On üç yıl önce gelmiştin yazlığa ilk kez. On gün sonra kaybolmuş, dört gün görünmemiştin. O zamanlar küçük, acemi, yörenin yabancısıydın. Ama bulmuştun sonunda evin yolunu. Bu kez de dönecektin. Bunca yıl sonra yolumuzu, dibimizdeki Zeytinli Köprüsü’nü, Bakkal Cevdet’in önünü, denize giden sokağı ezbere biliyordun artık, kaybolmazdın. Gücenmiş de daha sevecen bir sahip aramak için de terk etmiş olamazdın beni. Sen evimin nazlısıydın. İlk gördüğüm an vurulmuştum sana, hiç bıktırmadın kendinden. Yasakların yoktu, gururluydun, azarlanmamak için evin kurallarına özen gösteriyordun. Hiçbir zaman mutfak tezgâhına çıkmadın, bir şey çalmadın. Kırıp dökmedin. Sessiz dünyanda masum, soylu ve muhteşemdin. Arada bir yazar kedisi olmanın yalnızlığından sıkılsan da çok sabırlıydın. Saygılıydık birbirimizin doğasına, bağlılığımızın sırrı buydu. ??? Maya, balkızım, karnı beyazım! Dün gece uyuyamadım, kulağım kirişte seni bekledim. Kaygılıydım. Geldiğin yanılsaması ile üç kez alt kata, balkona koştum, bahçeye, sokağın başına yürüyüp bakındım. Bir annenin bebeğinin mızığını duyması gibi hep açıktı kulağım kalın, biraz boğuk sesine. Bahçeye giren kedilerle dalaştığında da yardıma koşardım hemen. Sokağın başında durup dinledim, sesin de kayıptı. Seni beklerken geçirdiğimiz on dört mutlu yılı düşündüm. Binlerce anı geçti gözümün önünden. Oda kapılarını kibarca çalışını ve açtığımda ettiğin teşekkür “mav!”larını, ağzından aldığım kuş için bana küsüşünü hatırladım. Yaptığımız uzun yolculukları. Oyunlarımızı. Bana nasıl güvendiğini. Müziği, şarkı söylememi ve objektifleri sevişini. Çoşup, ellerimi yalancıktan ısırmanı. Beni istediğin yere sevk etmeni. Çiçekleri koklayışını. Seni bir yol kıyısında o güzelim kürkün kana bulanmış, kahve buruncuğun solmuş ve güçlü patilerin tozlara karışmış bulmaktan ödüm kopuyordu. ??? Bu sabah 18 Temmuz da gelmedin. Anladım başına bir şeylerin geldiğini. Duramadım artık. Gidip belediye zabıtasına sordum. Evet, birisi evden üç yüz metre uzakta, yol üstünde ezilmiş bir kedi gördüğünü, kayısı ağacının altına çektiğini bildirmiş, bir görevli de gidip almıştı onu. O görevliye soruldu: Nasıl bir kediydi? Sarılı beyazlı, uzun tüylü, iri... Maya, sarmanım, tilki kuyruklum, sendin anladım! Yıkıldım, eksildim. Bu ayrılık çok ani oldu, böyle gidişin, bıraktığın boşluk dayanılmaz. Kederim dinmiyor. ??? Mülksüzdün. Senden kalanlar; mama su kum kabın. Bir de o hiç sevmediğin yolculuk kutusu, hepsi çok acı veriyor... Elveda uğurum, tatlı dostum, benim son kedi bebeğim. ? AKP’nin tiyatro sanatına olumsuz bakışı karşısında, Peyami Safa’nın ‘hayret ve teessür’ duyguları günümüzde daha da anlam kazanıyor. 1937’de şöyle diyor yazar: Güzel sanatların asıl mektebi bir bina değil, güzelliğin bütün tezahürlerine karşı halkta aşk ve alaka uyandıran sanat atmosferidir. ratmak ister. (...) Atmosfer, yani hava, hava, hava, sanat havası...Bunsuz hiçbir güzellik nefes alamaz.” Evet, tam 75 yıl önce yazılmış bir yazı bu. Bugün ise Peyami Safa’nın üzerinde önemle durduğu kente ve memlekete dair sanat atmosferi kısmen yok edilmek, kalan da kendi çizgilerine uygun bir biçimde dönüştürülmek isteniyor AKP tarafından. Bir başka yazı, Şehir Tiyatrosu yayını olan ve her 15 günde bir çıkan Türk Tiyatrosu dergisinden. 22 Ekim 1942 tarihli. Yazının başlığı “Tiyatro Tarihi Matineleri”. Bir bilgilendirme yazısı: “Geçen sene tertip ettiğimiz ‘Türk Tiyatrosu Matineleri’nin gördüğü rağbetten cesaret alarak bu sene ‘Tiyatro Tarihi Matineleri’ tertibini düşündük. Yine bu sahadaki malumatından istifade etmek üzere arkadaşımız Selim Nüzhet Gerçek’ten bunları hazırlamasını rica ettik.” Aeschylus, Sophocles, Euripides, Aristophanes, Seneca ve Plautus üstüne konferanslar, her bir yazara ay içinde üç gün vermek üzere, yine Selim Nüzhet Gerçek ve Azra Erhat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fehmi Karatay tarafından gerçekleştiriliyor. Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları aynı zamanda birer eğitim kurumu olarak değerlendirilmesi gereken yapılanmalar. Sanatı, sanatçıyı, seyirciyi salt büyük kentlerde değil, tüm Anadolu’da besleyen kurumlar. Dün, tiyatroları Anadolu’ya yayan bir yapılanmaya şahit oluyoruz. Bugün, bunları kaldırmaya çalışan bir başka yapılanmayla karşı karşıyayız! Ödenekli tiyatroların işleyişlerinde aksayan yönler varsa, gerekli iyileştirmeler ancak sanatçılarla birlikte ve yasalarla çözümlenebilir. Çağdaş dünyanın hiçbir ülkesinde sanatçı “yok” sayılarak sanata darbe anlamında birtakım girişimlerde bulunulmamıştır, bulunulamaz. Türkiye’de de iktidar partisinin kendi oluşturduğu kurulların güdümlü olarak ortaya koyduğu “özelleştirme” odaklı birtakım değerlendirmeler değil, sanatçılarla, sanatçı temsilcileriyle aynı masa çevresinde gerçekleştirilecek buluşmalar, bu ülkenin tiyatro soluğunu kesmemek, bilakis daha da güçlendirmek için gereklidir. Ve, günümüzde Şehir Tiyatroları yönetmeliğinde hızla yapılan önemli bir değişikliğe parmak basan düne ait bir doküman daha. 2 Ağustos 1924 tarihli Vakit gazetesinde çıkan, “Tiyatro Eserleri” başlıklı yazısında Muhsin Ertuğrul diyor ki: “Filhakika (gerçekten) bugün Darülbedayi’nin başında bir heyet vardır ve eserlerin tetkike başlandığını ilan eden işte o heyettir. Bugünkü heyetin selahiyattar (yetkin) olup olmadığına gelince; bunun hakkında hüküm verebilmek için evvela bu zevatın (kişilerin) asarına (eserlerine), sonra da yeni temaşa eserlerini ve cereyanlarını takip edip etmediklerine bakmak lazımdır. (...) Temaşanın yeni şekillerinden ve terakkiyatından (yeni gelişmeler) haberdar olmamış, bilvesile (dolayısıyla da) de ondan zevk alamamış bir heyetin önüne Bernard Shaw yahut da Wedekind veya Toller’e ait bir eser vererek kararlarını beklemek tuhaf olmaz mı?” Yoruma gerek var mı? Hiç sanmam... Sanat dünyasının, tüm tiyatrocuların ve seyircinin kol kola girmesi gereken günler yaşıyoruz... LBŞT’DEKİ TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİNE TOBAV’DAN TEPKİ: Dorothy ve Herbert Vogel ÇIPLAK DENİZ ÇIPLAK ADA ‘Kültürel geçmiş yok sayılıyor’ SELDA GÜNEYSU Yaşar Kemal’den yeni roman Kültür Servisi Yaşar Kemal’in yeni romanı “Çıplak Deniz Çıplak Ada” sonbaharda Yapı Kredi Yayınları’nca yayımlanacak. “Çıplak Deniz Çıplak Ada”nın, ünlü romancının daha önce üç kitabı yayımlanan “Bir Ada Hikâyesi” adlı dizi yapıtının dördüncü romanı olacağı bildirildi. “Bir Ada Hikâyesi”nin ilk kitabı “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” ilk kez 1998 yılında Adam Yayınları’ndan çıkmıştı ve “mübadiller”i konu alıyordu. İkinci kitap “Karıncanın Su İçtiği” ile üçüncü kitap “Tanyeri Horozları” da 2002 yılında yine Adam Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikâyesi” dizisindeki yapıtları, tüm yapıtlarıyla birlikte daha sonra Yapı Kredi Yayınları’na geçmişti. ANKARA Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) Genel Başkanı Tamer Levent, aynı Türkiye’de olduğu gibi Lefkoşa Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (LBŞT) da “özerkliğini” sağlayan tüzüğünün yeni atanan Belediye Başkanı Kemal Deniz Dana tarafından değiştirilmek istenmesine, “Tiyatro bir toplumun kimliğidir. Belediyedeki ekonomik kriz, LBŞT’yi kapatarak mı giderilecek? Tüzük değişikliği diplomatik bir skandal” sözleriyle tepki gösterdi. Bugün KKTC’nin parlamentosunun, mülki ve yerel yönetimleri ile bağımsız bir cumhuriyet özelliklerine sahip olması için gösterdiği çabaların “manidar” olduğunu belirten Levent, “LBŞT, KKTC’de kültürün oluşturulması sürecinde çok önemli roller üstlenmiştir. Bugün Lefkoşa Belediyesi’nde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, bir kayyum görevi ile belediye başkanlığına vekalet eden anlayış, 32 yıllık kültürel geçmişiyle KKTC’nin varlığına önemli kazanımlar sağlamış LBŞT’yi silemez. Kriz, LBŞT’nin yapılanma şekline müdahale edilerek mi engellenecek? Ya da başka bir deyişle, yaşanan krizin nedeni LBŞT’nin varlığından mı kaynaklanmaktadır?” dedi. TOBAV’ın, LBŞT’yi KKTC’nin sosyal kimliğinin oluşturulması amacıyla pek çok toplantıya çağırarak, bu toplantılarda Lefkoşa Belediyesi aracılığıyla ülkenin temsil edilmesi için mücadele ettiğini anımsatan Levent, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün LBŞT’ye yapılmak istenen müdahaleler, sosyal oluşuma müdahale anlamı taşımaktadır. KKTC kadar eski ve başarıları ile ülkenin kültürel oluşumuna büyük katkılar sağlamış bu tiyatronun işlevsizleştirilmesi girişimi, KKTC’ye hem diplomatik açıdan, hem de oluşmaya başlayan devlet kültürünün kimliği açısından zarar vereceği gibi, kendi başına diplomatik bir skandal oluşturacaktır.” Sıradışı bir koleksiyoncuydu Kültür Servisi Eşi Dorothy Vogel’le birlikte olağanüstü bir çağdaş sanat koleksiyonu oluşturan Herbert Vogel, önceki gün New York kentindeki bir bakım evinde öldü. Olanaklarının sınırlı olmasına karşın 5 bine yakın resim, heykel ve desenin yer aldığı bir kavramsal ve minimalist sanat koleksiyonu oluşturmayı başaran Vogel 89 yaşındaydı. 1980’de emekli oluncaya kadar ABD Posta Hizmetleri’nde çalışan Herbert Vogel ile Brooklyn Halk Kütüphanesi’nde kütüphaneci olarak görev yapan Dorothy Vogel, 1962’de evlendikten sonra New York Üniversitesi’nde resim derslerine devam etmişler, ancak bir süre sonra ressamlıktan vazgeçerek sanat koleksiyonculuğuna yönelmişlerdi. Kısıtlı gelirleriyle, dönemin önde gelen kavramsal ve minimalist sanatçılarının yapıtlarını içeren bir koleksiyon oluşturan Vogel’ler, mütevazı evlerine sığmayan koleksiyonu 1992’de Ulusal Sanat Galerisi’ne bağışlamışlardı. Vogel’ler, 2008 yılında da Ulusal Sanat Galerisi’nin işbirliğiyle, “50 Eyalete 50 Yapıt” projesini başlatmışlar ve ABD’deki 50 eyaletin çeşitli kurumlarına koleksiyonlarından 50’şer yapıtın bağışlanmasını sağlamışlardı. Yine 2008’de Megumi Sasaki, Dorothy ve Herbert Vogel’in yaşamlarını ve sanat koleksiyonlarını nasıl oluşturduklarını anlatan “Herb ile Dorothy” adlı belgesel bir film çekmişti. Çağdaş sanat koleksiyoncusu Herbert Vogel öldü Portakal’ın ulusal jürisi hazır ? Kültür Servisi 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Festivali’nin ulusal jürisinde yer alacak tüm üyeler açıklandı. Başkanlığını Hülya Avşar’ın yapacağı jüride Kutluğ Ataman, Levent Kazak, Uğur İçbak, Prof. Dr. Gülseren Güçhan, Levent Kırca, Selçuk Yöntem, Sümer Tilmaç, Ayşegül Aldinç, Pelinsu Pir, Tunca Arslan, Mine Kırıkkanat, Erdil Yaşaroğlu yer alacak. Festival yetkilileri henüz bir açıklama yapmasa da Milliyet gazetesinin haberine göre Uluslararası Yarışma Bölümü’nde jüri üyelerinden biri de Cem Özer olacak. M. Cevdet Anday Kültür Şenliği ? Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Sendikası ile MilasÖren Belediyesi’nin düzenlediği Melih Cevdet Anday Günleri ve Kültür Şenliği’nin yedincisi MilasÖren’de yapıldı. Kültür şenliği kapsamında verilen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü, bu yıl Hüseyin Yurttaş’ın “Sevgiler Kanarken” ve İsmail Uyaroğlu’nun “575’ler” adlı kitapları arasında paylaştırıldı. Tören öncesinde Anday’ın şiiri üzerine bir panel düzenlendi. Mustafa Köz’ün yönettiği panelde Sezai Sarıoğlu, Leyla Şahin ve Enver Ercan, şairin şiir serüvenini farklı yönlerden değerlendirdiler. ? Kültür Servisi 69. Uluslararası Venedik Film Festivali’nin açılış filminin Mira Nair’in yönettiği politik gerilim “The Reluctant Fundamentalist” olacağı açıklandı. Başrollerini Riz Ahmed, Kate Hudson, Kiefer Sutherland, Liev Schreiber, Martin Donovan, Om Puri ve Şabana Azmi’nin paylaştığı film Muhsin Hamid’in romanından sinemaya aktarıldı. Rus sanatçı Yevgeni Nikitin, Bayreuth Festivali’nden çekilmek zorunda kaldı Nazi dövmesi skandal yarattı Kültür Servisi Son dönemde yıldızı parlayan Rus opera sanatçısı Yevgeni Nikitin, Nazi simgesi gamalı haç dövmesi yaptırdığı ortaya çıkınca, Almanya’daki ünlü Bayreuth Festivali’nden çekilmek zorunda kaldı. 38 yaşındaki basbariton, Alman besteci Richard Wagner’in (181383) festivalin açılışında sahnelenecek olan “Uçan Hollandalı” operasında başrole çıkacaktı. Olay, 20 Temmuz’daki bir TV programında, Nikitin’in heavy metalci geçmişinin gündeme getirilmesiyle ortaya çıktı. Basına yansıması üzerine, Bayreuth Festivali yöneticileri Nikitin’le bir görüşme yaptılar. Görüşme sonrasında, Nikitin rolünü bıraktığını açıkladı. Bayreuth Festivali, 1872’de Wagner’in kendisi tarafından başlatılmıştı. Bir Wagner hayranı olan Hitler’in Bayreuth Festivali’ne büyük destek vermesi ve Wagner’in oğlu Siegfried’in de ateşli bir Hitler hayranı olmasının yanı sıra ünlü Alman bestecinin zaman zaman Yahudi karşıtlığıyla suçlanmış olmasının, Bayreuth Festivali yönetiminin “gamalı haç” konusunda duyarlı davranmak zorunda kalmasına yol açtığı belirtildi. Venedik’te açılış Mira Nair’dan C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle