28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 TEMMUZ 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 DMarin Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nde muhteşem kapanış: Fazıl Say’la geleceğe açılmak... Bodrum yarımadasına ve Türkiye’nin her yerinden Turgutreis’e akın edenlere olağanüstü anlar yaşatan DMarin Festivali muhteşem bir konserle sona erdi. Bu beş gün sadece unutulmaz anılar bırakmakla kalmadı. Geleceğe ilişkin umutlarımı da çoğalttı. Kültürsüzlüğün, cehaletin, nitelikli sanat karşıtlığının her gün damardan pompalandığı ülkemizde, gencinden yaşlısına hâlâ kimi değer ölçülerini savunanlar olduğunu, sanatla bütünleşmenin, çoksesliliğin kazanımlarını görmek insana umut veriyordu. Yedi konseri toplam 21 bin dinleyici izledi… Okyanusta bir damla mı? Olsun, yine de bir damla! Kapanış konseri Fazıl Say’ın yeni bestesi “Mezopotamya Senfonisi”yleydi. Gürer Aykal yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’yla önce Çaykovski “1 Keman Konçertosu”nun yorumu zaten bence başlı başına bir olaydı. Bu çok özgün yorumda Fazıl piyanosuyla konuşuyor, sevişiyor, dertleşiyor, başka bir boyuta geçiyor ve biz ölümlü izleyicileri de o boyuta taşıyordu. “Mezopotamya” Senfonisi’ne gelince… Bu benim ikinci dinleyişimdi. (Daha önce yazdım, tekrarlamayacağım.) “En iyi eserim” diye tanımladığı eseri bu kez daha da canıma, tenime yakın hissettim. Duygu yoğunluğum arttı. Kimi anları belleğimde ve kulağımda öyle iyi saklamışım ki hemen tanıyıverdim. Trompetlerle birlikte güneşi doğdurdum. Aydan ürktüm. Dicle’nin akışı Ege’nin sularından Urfa’nın dağlarına yansıdı. Theremin’i çalan Carolina Eyck elektromanyetik dalgalara hükmederken gözümün önünde, Mezopotamya’yı esirgeyerek, koruyacak bir meleğe dönüştü. İki çocuğun (Bülent Evcil bas flüt ve Çağatay Akyol bas blokflüt) ovadaki oyunlarına katılacaktım ki… Ah! İçlerinden biri vuruldu. Onunla birlikte ben de! Birbirinden zengin melodiler… Mükemmel orkestrasyon... Duygu yoğunluğu… Dışavurumcu anlatım… Fazıl Say’ın barış çağrısına memesi ve onun yerine Büyükedes’in (piyanoda Aylin Özuğur eşliğinde) konser vermesi, dinleyicileri nasıl sevindirdi, anlatamam! Günbatımı konserleri, tam güneş batarken dünyanın en güzel kızıl gökyüzüne ve denize karşı, ücretsiz, biletsiz herkese açık konserler. “Ave Maria”dan, opera repertuvarının en zorlu en sevilen aryalarını sundu. Yalçın Tura’nın “Sevmek Nedir?” şarkısında baktım birçokları gibi ben de gözyaşlarımı tutamıyo Ergin Orbey ve Eskişehir Yılları... Geçen hafta Güngör Dilmen, şimdi de Ergin Orbey … Kimi zaman yaprak dökümünün hayat ağacını vurmakta acelesi vardır. Bu defa da öyle oldu. Temmuz sıcaklarının yaprak dökümü, Türk tiyatrosunun iki büyük ustasını ve emekçisini peş peşe önüne katıp götürdü. Bu iki ustanın da Anadolu Üniversitesi Devlet Tiyatrosu Tiyatro Bölümü’nün tarihindeki imzaları, hiç silinmeyecek türdendir. Üstelik Eskişehir, doksanlı yıllarda bu iki ustanın yollarının çok verimli bir kesişmesine sahne olmuştu. Güngür Dilmen’in unutulmaz oyunlarından “Ben Anadolu”, ilk kez Kenter Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’in oyunuyla efsaneleşmişti. Daha sonra aynı oyun Eskişehir’de, Tiyatro Anadolu’da, Prof. Dr. Naci Güçhan’ın konservatuvar müdürlüğü döneminde onun desteği ve Ergin Orbey’in rejisiyle, hepsi de tiyatro eğitimlerini Eskişehir’de tamamlamış altı kişilik bir kadroyla ve büyük bir başarıyla sergilendi. Aynı başarı, daha sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Taksim Sahnesi’nde de yinelendi. Ergin Orbey’in benim Eskişehir yıllarımdaki yeri ise çok özel hatta neredeyse anlatılabilir gibi değil. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda hocalığım, konservatuvarın ilk müdürü ve değerli dostum Prof. Dr. Ömer Z. Altan’ın davetiyle başlamıştı. On yılı aşkın bir süre devam eden bu görevim sırasında, Ergin Orbey’in desteklerinden hiç yoksun kalmadım. Konservatuvar öğrencileri ile ilk kez karşılaşıyordum ve bu ‘farklı tür’ ile nasıl üretken bir ilişki kurabileceğim konusunda yardıma muhtaçtım. Ergin Orbey, bir şeyler danışmak üzere yanına her gidişimde bu yardımı kucaklar dolusu verdi. Sonraki yıllarımda sanat derslerinin hocalığımın ayrılmaz bir parçası olmasında, değerli dostum Prof. Dr. Sıtkı Erinç’in yanı sıra, Ergin Orbey’in yol göstericiliğinin katkıları da çok büyük oldu. Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, geçmişi aynı tiyatro sahnelerini paylaştıkları günlere kadar uzanan dostlukları temelinde, Ergin Orbey’in Anadolu Üniversitesi’ndeki varlığını ‘kurumlaştırdı’. Yine onun çabalarıyla ve Belediye Başkanı seçilmesinden sonra, bu kurumsallaştırma Eskişehir Belediye Tiyatroları’nın kuruluşuna kadar uzandı. Bugün bu kurumun sahnelerinden biri Turgut Özakman’ın, biri de Ergin Orbey’in adını taşıyor. Eskişehir’deki hocalık yılları boyunca Ergin Orbey’in özel bir duyarlılığı hep ilgimi çekti ve ona olan büyük saygımı pekiştirdi. Eskişehir ve çevresinin Milli Mücadele sırasındaki öneminin çok iyi bilincinde olan Orbey, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçek bir hayranı olarak, bu bilinci öğrencilerine de aşılamayı misyon bilmişti. Her yıl ilkbahar aylarında düzenlediği ‘okul gezileri’nde öğrencilerini Eskişehir civarındaki savaş alanlarına ve şehitliklere götürmek, öğrencilere ülkenin yakın tarihini bu tarihsel mekânların tanıklığının eşliğinde anlatmak, sanki Orbey’in tiyatro hocalığının olmazsa olmaz bir parçasıydı. Şimdi bulundukları âlemde, Güngör Dilmen ile başlattıklarından kuşku duymadığım sohbetlerine katılamamanın kıskançlığı ile Ergin Orbey’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum… rum… Leyla Gencer öğrencisiyle kıvanç duyuyordur, hiç kuşkum yok! Konserin ortasında flaş patlatan seyirci Keith Jarrett’tan ağır bir fırça yedi Fazıl Say’ın barış çağrısı oğuş Çocuk Senfoni Orkestrası katıldık alanı dolduran 7 bin kişi… Gürer Aykal’ın o muhteşem cömert yüreğini görmeniz gerekirdi: O mükemmel orkestra elemanlarının her birini ve Fazıl Say’ı kollayışı, yüceltişi, gözbebeğinin ışığına yansıyordu. Konser sona erdiğinde tüm alan ayakta alkışlıyordu. Eseri, sanatçıyı, direnişi, barış tutkusunu ve umudu… İşte festivalde izlediğimiz bir mucize daha: Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası. Her şey bir yana, salt bu orkestra için kurumu kutlamak gerek. Muhteşem bir sosyal sorumluluk olayı! Dünyanın her yerinde sayısız örnekleri var, bizde tek. Yaşları 11 ile 18 arasında değişiyor. Her yıl Türkiye’deki çeşitli konservatuvarlardan seçilerek bir araya geliyorlar. Kamp yapıp birlikte çalışıyorlar. 2006’dan beri önce Türkiye’de sayısız konser verdiler sonra yurtdışına açılmaya başladılar. Fikir babası Aytaç Yalman ve tasarıyı büyük bir özveriyle hayata geçiren şef Rengim Gökmen’e ne denli teşekkür etsek azdır! Dile kolay, senfoni orkestrası: Çocuklar, bir araya gelip bir bütün oluşturuyorlar; çoksesli evrensel müzik yapıyorlar. İnsana düşünmeyi, anlamayı, sormayı, yorumlamayı da öğreten çoksesli müziği yaşıtlarına tanıtıyor ve sevdiriyorlar. (Yazarımız Erdal Atabek, “Müzik Seni Çağırıyor” adlı muhteşem bir kitapta bu konuyu anlatıyor! Bilginize.) Rengim Gökmen yönetiminde, R. Korsakov’un “Şehrazat” gibi çetin ceviz eserini sundular festivalde. Olağanüstüydüler. Çocuktular, bilgeydiler. Rengim Gökmen’le bütündüler. Pırıl pırıl yıldızlardan muhteşem bir samanyolu, yeryüzünün tüm renklerinden harika bir gökkuşağıydılar! İşte DMarin Festivali böyle geçti! D MURAT BEŞER Top direkten döndü... Yıldızının parladığı an Her sanatçının yıldızının parladığı anlar vardır… İnanıyorum ki genç sopranomuz Simge Büyükedes, ileride mesleğinin doruğuna ulaşıp geriye baktığında, DMarin Festivali’ndeki iki konserini, işte “yıldızımın parladığı anlar” diye düşünecek… O anlardan ilki Carreras’la birlikte verdikleri konserdi. (Daha önce yazdıklarıma ek olarak şunu söyleyebilirim.) O akşamki konserde, bilge şancı, ünlü tenor kadar dikkati çekti Simge Büyükedes. Çoktan efsaneleşmiş bir devin yanında, henüz mesleğinin başında olan Simge (30 yaşında) o akşam sesiyle, şarkı söyleme biçimiyle, ama en çok özgüveniyle tüm dinleyicileri avucuna almakla kalmadı, gurur kaynağı oldu! İki gün sonra günbatımı konserini verecek olan Rus mezzo sopranonun hastalanıp gele Önceki akşam, Haliç Kongre Merkezi’nde protokolde oturan bir izleyici yüzünden top direkten dönse de korkulan olmadı. Söyleneni anlamayan, anlasa da tınlamayan, Keith Jarrett’ı zerrece tanımayan ve sonucunda medeniyet seviyemiz hakkında sanatçıdan ağır bir fırça yememize sebebiyet veren bu tuhaf izleyici, şayet fotoğraf makinesinin flaşını, biste değil de konserin başında Jarrett’ın gözlerinde patlatsaydı, ? İstanbul Caz konser başlamadan bitebilirdi. En Festivali azından bu kadar keyifli olmazdı. Münferit hadise dışında saygılı bir kapsamındaki kalabalık vardı salonda. Her kuşaktan konserde, fotoğraf ilgi, bu müziğin zamansız oluşunu ismakinesinin flaşı, patlıyor. Biraz utangaç görünüyor Jarrett, Çingene kırmızısı gömleğinin kazara Jarrett’ın içinde, ama yüz hatları keyfinin yerinde gözlerinde olduğuna işaret ediyor. patlasaydı, konser Tutuk bir doğaçlamayla başlıyorlar, ama biliyorum lambalı ampli gibi gibaşlamadan derek ısınıyor bu üçlü, ısındıkça da açıbitebilirdi. Konserin lıyor. Nitekim bir albümlerine de adıikinci seti tam bir nı veren standart “Yesterdays” ile Jarrett’ın her zamanki natüralist lafzı klasik caz şölenine başlıyor. Hop oturup hop kalkıyor, dönüştü. yetmişlerin Aydemir Akbaş pozunda ayaklanıyor, ruhu yükseldiğinde. Kulunçlu sırtını açmak için fizyoterapistinin verdiği egzersizleri yaparcasına bir iniyor bir çıkıyor omuzlar, ama asimetrik sırtında sol omuz mütemadiyen yukarıda. Gecikenler parça aralarındaki alkışlar eşliğinde parmak uçlarına basa basa içeri alınıyor, sahneye en uzak kapıdan. Nadir çaldığı besteleri ve standartlarla geçiliyor, 45 dakikalık ilk set. Yarım saatlik aranın ardından ikinci set Harold Arlen klasiği “Last Night When We Were Young” ile açılıyor. Hararetli dışavurumcu Jarrett’ın yegâne iletişim dili notalar. Seyirciyle konuşmuyor. Zaten konuşursa uyarıyor demektir. Bazen karmaşık duyguları, basit melodilerle ifade ediyor. Arada kısa aksak cümlelerle, genişletilmiş arpejler aralıklarıyla şaşırtıcı zamanlamalarla soluk kesiyor. Jarrett’ın fevkaladeliğinin biraz da Gary Peacock’ın olağanüstülüğünde ve Jack DeJohnette’in zarafet dolu özelliklerinde gizli olduğunu söylemeliyiz. Onlar bir bütün, parçalarına ayırarak değerlendirmek eksik ve yanlış olur. Birer Nat King Cole, Dave Brubeck ve Duke Ellington parçası ikinci seti tam bir klasik caz şölenine çeviriyor. “When I Fall in Love” ile kapanan konser, 19. İstanbul Caz Festivali’nin mavi boncuğu oluyor. (muratbeser@muratbeser.com) Altın Portakal, Szabó’ya emanet ? Kültür Servisi Bu yıl 49.’su düzenlenecek olan Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde uluslararası uzun metraj film yarışmasının jüri başkanlığını dünya sinemasının usta yönetmenlerinde n István Szabó yapacak. Macar yönetmen Szabó, festival kapsamında düzenlenecek atölye çalışmalarında da yer alacak. 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 6 12 Ekim tarihlerinde düzenlenecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle