28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2012 PAZAR 2 Bir yalnızlıktayım. Oysa hiç öyle değil, sevdiğim yanımda, içimde, yaşantımın her yerinde. Benimki çok daha değişik bir yalnızlık. Yaşamışım, görmüşüm, öğrenmişim, bilmişim!.. Oysa nerede her şeyi bilmek, görmek!.. Her yaş döneminde bize öyle gelir. Kapıyı kapatıp çekip gitmek zamanıdır! Öyle sanırız, ama olmaz, o kapı kapanmaz, kapı nerde o da bilinmez... Yirmili yaşlarımı anımsamak isterim zaman zaman!.. Düşlerime de girer. Ama boştur, anımsamak. Bambaşka şeylerdir göz önünden geçen. Gerçek yaşantım yılların gerisindedir. Bambaşka bir insandır... İlhan Selçuk çekti gitti. Demirtaş Ceyhun da, Naim Tirali de, Dağlarca da, Sait Faik de say sayabildiğin kadar... Ya şairler, Külebi’ler, OLAYLAR VE GÖRÜŞLER zaman, bilinmez! Bendeki dost mektupları bir öykü, bir şiir, bir roman niteliğindedir. Mektup denen şey edebiyatımızda kaldı. Kimse mektup yazmıyor mu artık eşine dostuna?.. Mail çekiliyor. O yapay, soğuk mu soğuk uygarlık aracı. Üç beş satırlık gevezelik, o kadar. Oysa mektuplardır zamanın bir anında yazılmış olsa da etkisi uzun süreli olan... Kenan Harun edebiyat kitaplarında yok! Şiir antolojilerinde de... Ona benzer şairler de var, hakkı yenmiş. Gücüm olsa da hepsini bir bir ortalığa yeniden çıkarsam. Yazdıkları mektuplar zaten bir çeşit şiir. Ülkenin neresinde olursa olsun bana bir değişik yaşantı getirirlerdi. Elazığ’dan, Trabzon’dan... Ne yapmalı o mektupları? Yırtıp atmak mı? Ama yok edilmekle yaşamdan kopmaz onlar. Bir ömrün içindeki değerli anlar, senin yaşantına katkıları olmuş, düşünceni, duyarlığını genişletmiş, sonsuzlaştırmış, şiirler gibi... Nerden nereye! Cumalı’nınkileri okuyorum. Bana arada bir telefonla yeni yazdığı bir şiiri okurken sesinin nasıl titrediğini... “Bunu sana adadım deyişini”. Bir ara aramızda bir yanlış anlama olmuştu, ama kısa sürede eriyip gitti dostça yaklaşmalarımızla... Mektuplar, yaşamın kendisidir. Ölmez onlar! Yazarı çekip gitse de sımsıkı sürdürürler yaşamlarını. Yazın, mektup yazın, bu geçici yaşamı sözcüklerle sonsuz kılın. Dil Devrimi 80 Yaşında! Günay GÜNER Bilge önder Mustafa Kemal Atatürk 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dil Kurumu’nu kurarak Türk devriminin en önemli dayanağı olan dil devrimini başlattı. Hemen ardından 26 Eylül 1932 tarihinde düzenlettiği on gün süren ilk Türk Dili Kurultayı’nda tüm kesimlerin Türkçe odağında coşkuyla buluşmasını sağladı. Dil Devrimi Arap abecesinden, Batı ekininin dünyasını imleyen Latin abecesine geçişi sağlayan 1 Kasım 1928 tarihli harf devrimiyle bütünlük oluşturur. Dil Devrimiyle, ulusumuzu 624 yıl bilgiden uzak tutan, yalnızca yazılı alanın aksak aracı durumundaki yapay dil Osmanlıcanın toplumsal ekini zayıflatan etkilerini önlemek üzere; halkın anadili, öz dili olan ve binlerce yıllık ekinsel birikimi barındıran Türkçenin, gereken düzeye yükseltilmesi, geliştirilmesi, bilim ve ekin dili yapılması amaçlanır. Dil devrimi bilgiyi ulusa yaymıştır. Türkçeyi yazı dili yapmıştır. Atatürk’ün de vurguladığı gibi, yayılan bilgi görece eşitliği, özgürlüğü, tam bağımsızlık ülküsünü getirir. Bir Çoklu Yalnızlıkta... Necatigil’ler, İlhan Berk’ler, Özdemir Asaf’lar, hatta gencecik bir şair olan, Kenan Harun’lar.... Kenan’dan aldığım mektuplar koskoca bir kitap olur. Özdemir Asaf’ınkiler gibi, Hilmi Yavuz’unkiler gibi... Biri oturup hepsini okusa bir roman çıkarır. Hem de en gerçekçi bir roman... Mektuplardır bir dostun iç dünyasını size gösteren! İçtensizlik yoktur yazar mektuplarında. Yaşadığı anların izi vardır. Bir yaşamöyküsünün başlangıcı vardır. Sonu ne Şarkı Söyleyin... Kablo ve hoparlör olmadığı için Osmanlı, mehter takımını savaş alanına götürdü... Müziğin gücüdür... Mehter çaldığı zaman (nevbet), asker gözünü kırpmadan gitti ölüme... O zaman padişah “Daha büyük davul getirin” dedi... Tüm Balkanlar istila edildi, iyi gidiyordu... Padişah emretti: “Zurnanın da büyüğünü getirin...” ? Tanrı bile size müzikle seslenir... O da bilir müziğin gücünü... Diyelim ki ezan, müziktir... En iyisi baba ocağım Urfa’ya gidip bir akşam ezanını dinleyin; rast, hicaz, hicazkâr, mahur, hüzzam, nihavent hatta... ? Küçük yaşamlarımızda, bir yüreğe ulaşmak için önce şarkılar tutmadık mı?.. “Bu senin olsun, bu benim...” Çünkü söyleyemediklerimizi “söyleme” görevini şarkılara vermiştik... Sonra ortak şarkılarımız oldu ya, bu kez yerleştiğimiz yüreklerden çıkmamak için: “Bu ikimizin...” ? Bir gün gelir... Hüzünleri, acıları, terk edilişleri, iyi ya da kötü anıları unutmak istediğimizde... Geçmişimizden kaçıp kurtulmaya çalıştığımızda... Bir kahvehanenin önünden geçerken ya da... Peşimize düşer notalar... Bir şarkı hatırlatır... Her şeyden güçlüdür o, dinle bak gözlerin dolsun... Kızarız o zaman: “Ah bu şarkıların gözü kör olsun.” ? Kalın kalın kitaplardan daha çok şey anlatır müzik... Do, re, mi... Topu topu müziğin sadece sekiz hecesi... Hiç kimse anlatamaz o hikâyeyi öyle, dinle bak istersen: “Bir sokak çeşmesi...” ? Bence... Şarkılarımız azaldı çoktandır... Oysa ne çok gerekli böyle zamanlarda... Görüyorsunuz; tam göbeğindeyiz zor günlerin... ? Hadi dostlar... Cumhuriyetimiz için... Ülkemiz için... Çocuklarımız için... Çıkın... Şarkı söyleyin... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle