29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Artemisia... ir sergi sayesinde adını dahi duymadığımız bir sanatçı tanıdık. Sanatsever Fransız kamuoyu bile bu eşsiz kişilikle Maillol Müzesi’nde açılan “Artemisia: Bir Kadın Ressamın Güç, Şöhret ve Tutkuları” başlıklı sergi sayesinde tanıştı. “Resmin Havva’sı” diye anılan Artemisia Gentileschi sanat tarihine geçmiş ilk önemli kadın ressam (*). 1593’te Roma’da doğduğu konusunda herkes hemfikir (ne de olsa kilise kayıtları). Ölüm tarihi ve serüvenli hayatıysa biraz daha tartışmalı. Tarihçiler akıllı olduğu kadar güzel, olağanüstü yetenekli olduğu kadar da çok üretken sanatçılığına karşın eseri ve yaşamı hakkında yeterli iz, belge kalmadığını söylüyorlar. Kesin tek gerçek, tam bir erkek egemen sanat ortamında bağımsız konumunu büyük oranda kendi sanatı ve kişiliğiyle kazanmış olduğu. Artemisia aynı zamanda tarihin ilk feminist kadın sanatçısı. Artemisia 6062 yıllık yaşamındaki sanatçılık başarısını erkeklerden kopardığı özgürlüğüne, özgürlük başarısını da resme borçlu. Başlangıçta, özellikle de resim eğitiminde kuşkusuz dönemin en itibarlı saray ve maiyet ressamlarından, Barok akımın Romalı temsilcilerinden babası Orazio Gentileschi’nin (15631647) sağladığı doğal ayrıcalığı unutmamak gerek. Dönem, bütün ressamların eli fırçapalet tutan kızerkek çocuklarını çırak hatta köle gibi kullandıkları bir dönem. Caravaggio’nun (1571 1610) müridi baba Gentileschi için de üç oğlu ve ablaları Artemisia atölye çömezleridir. Hocababa, kızındaki üstün yeteneği keşfetmekte gecikmez. Artemisia da babasının gösterdiği özel itinanın hakkını verecektir. Asıl sorun kadınların ustalık payesi almaya, imza atmaya; tarihidini kişilikleri, olayları çizmeye haklarının olmadığı; eşleri ya da medeni durumuna göre baba, ağabeykardeş hatta oğullarının izniyle hareket, seyahat edebildikleri bir çağda yaşama sorunudur. Oysa aynı yıllarda insana öncelik tanıyan, insanı toplumun merkezine yakıştıran Rönesans’ın özellikle İtalya’ya kazandırdığı sosyokültürel açılımlar bellek ve akıllardaki tazeliğini korumaktadır. Artı bir özel etken daha vardır ki, Artemisia’da derin izler bıraktığı kadar mücadele azmini kamçılayacaktır. Babasının dostu, ortağı ve yine dönemin önemli ressamlarından Agostino Tassi’nin (15661644) 17 yaşındaki genç kızın ırzına geçmesi, bakireliğinin tartışılması, tecavüzün kanıtlanması süresinde yaşanan bireysel ve toplumsal çalkantılar Artemisia’yı bir anlamda güçlendirecektir. Tassi’nin suçluluğu tescillense de, bu suçun yasa ve yaptırımlar icabı kâğıt üstündeki bedeli yüksek olsa da mahkumiyetin hafifliği genç kadının başkaldıran boyutunu hayat boyu isyankâr kılacaktır. Kadınların kabul edilmediği, devrin en saygın kurumu “Accademia del Disegno de Florence / Floransa PARİS Dizayn Akademisi”ne girmeyi başaran ilk kadın sanatçı olması ona her şeyden önce özgürlüğün kapılarını açacaktır. 23 yaşında edindiği bu statü onu erkek egemen dünyanın tutsağı olmaktan kurtaracaktır. Her ne UĞUR HÜKÜM kadar babasının ısrarıyla 1612’de sıradan bir ressamla evlenip aile onurunu kurtarsa da, 4 çocuk doğurup yetiştirse de dilediği gibi seyahat edebilecek, arzu ve tutkularına uygun sayılabilir bir yaşam sürebilecektir. Skandaldan sonra önce eşiyle Floransa’ya yerleşecektir. Burada aralarında ünlü fizikçi Galileo’nun da yakın arkadaşı olduğu geniş bir aydın çevrede kendini iyice geliştirecektir. Kısa bir süre Venedik’te yaşadıktan sonra, 1623’te eşinden boşanmadan ayrılarak Roma’ya dönecektir. 1619’da Floransa’da karşılaştığı sanatsever asilzade Francesco Maria Maringhi ile ölümüne kadar büyük bir aşk serüveni sürdürecektir. 1630’da yerleştiği Napoli’yi ömrünün sonuna kadar terk etmeyecektir. Babasının etkisiyle geçen, Caravaggio’nun ışıkgölge tekniklerini büyük bir ustalıkla hazmeden Artemisia kendi vücudunu aynalardan nü model olarak kullanarak erkek ressamların sahip olmadıkları bir haktan da yararlanmasını bilecektir. Asla erkek düşmanı olmadan, ancak tablolarında devamlı öne çıkarttığı tarihi veya dini kadınlarla erkeklerle de sürekli hesaplaşacaktır. Eski Ahit metinlerinden esinlenerek 17 yaşında çizdiği ilk başeseri “Suzanne ve İhtiyarlar”da babası ve mütecavizini, elinde makasla Samson’un gücünün kaynağı saçını kesen Dalila’yı resmettiği “Samson ve Dalila”, “Danae”, çeşitli “Meryem Ana” ve “Kleopatra” veya kadınsı, nü ve azize portreleri, 34 yüzyıl önce erkek egemenliğini sanatı ve resimleriyle mahkum eden kadın sanatçının muhteşem varlığının kanıtları. Fakat 1612 civarında yarattığı en önemli eseri sayılan, daha önce onlarca, daha sonra da yüzlerce çizilmiş “Yehudit (Judith) ve Holofernes” tablosundaki Asurlu, kanlı General Holofernes’i güzelliğiyle aldatıp boğazından kafasını kesen soğukkanlı genç ve asil kadın Yehudit herhalde özdeşleşmenin zirvesi. 1970’lerin feminist hareketlerinin hatırladığı ve hatırlattığı 17. yüzyılın bu benzersiz sanatçısıyla ilgili köklü bilimsel araştırmalara dayanan yarı belge yarı tarihi roman niteliğinde “Artemisia: Ölümsüzlük İçin Bir Düello” başlıklı bir kitap yazan Alexandra Lapierre şöyle acı bir gerçeğin altını çiziyor: “Artemisia’nın birçok imzasız tablosu devrin egemenlerince bir kadın tarafından yaratılamayacak kadar güzel olduğu gerekçesiyle başkalarına mal edilmişti.” XXI. yüzyılda kadını eve ve kuluçkaya mahkum etmek isteyen “ileri demokrasi”cilerin zihniyeti de 45 asır öncesinden pek farklı değil. (*) Aslında o devirde kayıtlara geçmiş üç kadın ressam daha var: Sofonisba Anguissola (1530– 1625), Lavinia Fontana (1552–1614) ve Fede Galizia (15781630). Hiçbiri Artemisia’nın saygınlığı ve şanını yakalayamamış. ugur.hukum@gmail.com B Kara para aklama cenneti tuttgart’tan tanıdığım, son yirmi yıldır BadenBaden’de yaşayan Wolfgang ile arada sırada hâlâ görüşürüz. Bu kez buluşma yerimiz şifalı kaplıcaları, tarihi kumarhanesi, at yarışları, ender güzellikteki köşkleri, villaları, şık dükkânları, beş yıldızlı otelleri, parkları ve tiyatrosuyla ünlü BadenBaden. Bu küçük Karaormanlar kenti için “Rusya dışındaki tek Rus kenti” diyenler var! Kimler gelmemiş, şifalı suları, at yarışları ve kumarhanesi ile ünlü şirin kente! Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Turgenyev... Rusların BadenBaden sevgisi Çar Aleksander’in 1793’te bu yöreli Luise ile evlenmesiyle başlamış ve aralıksız sürmüş. Daha o yüzyılda yeşillerin ortasında köşkler, villalar satın almışlar. Bugün de değişen pek bir şey yok. Özelikle son yirmi yılda Rusya ve kimi eski Demir Perde ülkesinde mantar gibi biten yeni zenginler kazançlarını (!) yurtdışına taşırken BadenBaden ve çevresine de büyük emlak yatırımları yapmışlar... Oos ırmağı kıyısındaki küçük kentin yamaçlarını dolduran çoğu tarihi villa çoktan el değiştirmiş, Almanlardan Ruslara geçmiş. Irmak S baş sorumlusu olan Bakay 2004’te kıyısında yürürken Wolfgang: “Rusların Moskova’ya kaçarken yüklü bir serveti 2000’li yıllarda tam 32 tarihi villayı de beraberinde götürmüş. Der Spiegel’in satın aldığı biliniyor” diyor. “Buna haberinde şimdiki Başbakan Azarov’un tabii sayısız lüks apartman katını da şu açıklaması dikkati çekici: “Ben ona eklemek gerekir.” BadenBaden bütün evrakları yok etmesini yakınlarındaki tarihi Rodeck Sarayı söyledim... Kanımca 100 milyon doları bundan birkaç yıl önce Ukraynalı cebine attı...” Şimdi bu paranın bir kısmı milyoner Kozitzki’nin eline geçmiş. Bir mutlaka BadenBaden’deki saray ve gazeteye gururla anlattığına göre villalarda yatıyor! Alman çocukluğunda ucuza televizyon kanalı ZDF’nin politik aldığı çikletleri sokakta STUTTGART ve toplumsal olaylara eleştirisel yaşıtlarına pahalıya bakan Frontal 21 adlı programı da satarak iş hayatına bir süre önce yayımladığı “Badenatılmış! Ukraynalı Baden’de Kara Para” çalışması multimilyoner İgor ile bu küçük Karaormanlar Bakay ile evli kızı, eski kentinde uzun yıllardır dönen Ukrayna güzellik AHMET ARPAD oyunlara el atmıştı. Buraya akan kraliçesi Natalya da ünlü kara paranın kaynağı ile pek Gründig villasının sahibi. ilgilenen yok gibi. Frontal 21’e BadenBaden’e tepeden göre: “Yetkililer çok gevşek bakan, kapısından herkesin içeri davranıyor... Sanki emlakçılar giremediği lüksün lüksü Bühlerhöhe noterler ve bankalar el ele... Yerel sarayotelinin önemli ortaklarından biri yine Kozitzki’nin kızı Natalya! Ancak bu politikacıların da sesi çıkmıyor!” Eğer gerçekse birileri en az 100 milyon doları yatırımlara akan paranın babayla bu küçük kentin emlaklarına yatırmış. kızından değil, damat Bakay’dan geldiği Bugün BadenBaden’de adım başında fısıldanıyor. Der Spiegel dergisinin bir Rusa rastlamak çok olağan. Tarihi yazdığına göre 2000 yılına kadar sokaklarda gezinirken, lokanlarda Ukrayna devlet gaz şirketi Naftogaz’ın yemek yerken, café’lerde otururken, Friedrichsbad ve Caralla kaplıcalarının sağlıklı sularında keyiflenirken, kumarhanenin karşısındaki kuyumcu vitrinlerine ağzı açık bakarken, mağazalarında alışveriş yapmadan gezinirken hep onlar karşınıza çıkıyor... Oos kıyısındaki Karaormanlar kentine Rusya’dan sık sık ünlü opera ve bale sanatçıları da geliyor. Gösterileri hep kapalı gişe! BadenBaden’e gelip de Alman medya patronu Burda’nın dev sanat galerisindeki birbirinden ilginç sergileri, Fabergé müzesindeki Çar III. Aleksander döneminden kalma altın, pırlanta ve elmasla süslü mücevher yumurtaları görmeden dönmek doğru olmaz. Buradan Stuttgart’a ne götüreyim diye düşünürken, Wolfgang “İsviçre çikolatası götür!” deyiveriyor. “Ünlü Laederach kısa süre önce BadenBaden şubesini açtı.” Bu öneriye karşı çıkılır mı? Az sonra kasada bir avuç praline 9 Avro öderken neredeyse utanıyorum. Önümdeki iki Rus sarışını onun yirmi katını kasaya bırakmıştı! www.ahmetarpad.de Elmalarla armutları Ortodoks kiliselerinin pek çoğu tatürk, Kurtuluş Savaşı tarafından reddedilmekte yıllarında, Osmanlı’nın (Bunlar, “Biz Hıristiyanlığı son yıllarının yöneticilerini şu sözlerle eleştirir: Bizans’tan aldığımız için Fener’e saygılıyız, fakat “Efendiler, biz panislamizm Fener’i gerçek anlamda (İslam birliği) siyaseti liderimiz olarak tanımayız” yapmadık. Belki ‘yaptık, diyorlar). İkincisi, Gözde Kılıç yapıyoruz’, filan dedik, Yaşın’ın bundan dört yıl önce düşmanlarımız da, ‘onlar “Ilımlı Hıristiyanlık” adlı yapmadan öldürelim’ dediler. makalesinde belirttiği üzere, Mesele, bundan ibarettir”. Fener’in eski Sovyet ülkelerinde Türkiye’de son 20 yıldır, yani, etkisinin artmasını en fazla Sovyetler Birliği’nin ve isteyenler, ABD ve AB gibi, Yugoslavya’nın dağılmasından Ortodoksluğa mensup olmayan bu yana hemen hemen bütün çevreler. Üçüncüsü, Fener hükümetlerin Osmanlıcı Patriği Bartholomeos, söylemlerini gördükçe, aklıma patrikhanenin Rusya, Ukrayna ve Atatürk’ün bu sözü geliyor. diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki Neden mi? Çünkü, Türkiye’nin Ortodoks nüfusun fiili lideri de Rusya ve İngiltere’nin yaptığı haline gelmesi için, patriğin Türk gibi, eski imparatorluk vatandaşı olma şartının coğrafyasıyla yakından kaldırılmasını savunuyor. Bu ilgilenmesi ve nüfuz alanı gerçekleşirse, Türkiye’nin Fener kurması gerektiğini savunanlar, Patrikhanesi’ni denetleme Türkiye’nin elinde, ne imkânı tamamen ortadan İngiltere’nin ne de Rusya’nın kalkacak (yani, bazılarının imkânlarının olduğunu “Endişelenmeyelim, görmezden geliyor. Yeni patrikhane bir Türk Osmanlıcılığın çoğu zaman kurumudur” yolundaki sözleri, ABD’nin isteğiyle gündeme geçerliğini yitirecek). gelmesi bir yana, Türkiye, eski Dördüncüsü, Osmanlı coğrafyasına Fener yönelik ciddi bir uzman KİEV Patrikhanesi’nin kadrosuna bile tam başına ABD anlamıyla sahip değil vatandaşı birinin (oysa ki, eski Türk tarihi geçip ve Orta Asya Türkleri, geçmemesinin, Rus uzmanlardan İstanbul sorulur). Her şey bir DENİZ Rumlarının dini yana, Türkiye, Ortodoks BERKTAY hakları, eğitim dünyasının onursal hakları veya vakıf merkezi (fiili değil!) olan ve mülkiyet haklarıyla doğrudan Fener Rum Patrikhanesi’ni 559 bir bağlantısı yok; Türkiye yıldan bu yana sınırları içinde Rumlarının yaşadıkları sorunlar bulundurmasına rağmen, başkadır, patrikhanenin bir ABD Türkiye’de Ortodoksluk kurumuna dönüşmesi meselesi konusunda uzmanlar, yok başka. Beşincisi, Fener’in denecek kadar az. ABD’nin bir dini üssü haline Hal böyle olunca, Heybeliada gelmesi konusu (ki Fener Ruhban Okulu ve Fener Patrikhanesi, Ukrayna’da Patrikhanesi’nin ekümeniklik 2004’te gerçekleşen Turuncu iddiaları gibi konular da, Devrim’e de destek vererek Türkiye’de doğru düzgün bir etkin biçimde siyasete biçimde tartışılamıyor; düzenlenen tartışma programları, karışmıştır), Batı Trakya Müslümanlarıyla kıyaslanarak tartışmadan başka her şeye ele alınamaz, çünkü Batı Trakya benziyor. Zira, işi Rum Müftülüğü’nün “bütün düşmanlığına götürenlerin yanı Müslümanların lideri” olmak sıra, bir kesim, “Yunanistan Batı Trakya’daki Türklere hak gibi bir iddiası yoktur. Heybeliada Ruhban Okulu’nun veriyor mu ki biz verelim” açılmasında Fener’in önşartı, bu deyip Patrikhane konusunu kurumun tamamen TürkYunan ilişkilerinin patrrikhaneye bağlı olması ve karşılıklı unsurlarından biri burada, diğer Ortodoks ülkelerin haline getiriyor; diğer kesimler din adamlarının da Fener ise bu konuya ulusal hassasiyetle Patrikhanesi’ne bağlı bir yaklaşan herkesi “Rum zihniyette yetiştirilmesidir. düşmanı” olarak damgalayıp Bunun Fener Patrikhanesi’nin “Bütün Ortodoks dünyası, Doğu Avrupa Ortodokslarının Fener Patriği’ni lider olarak fiili lideri olma isteğiyle tanırken, biz kim oluyoruz da bağlantılı olduğunu, Fener’e onların işlerine karışıyoruz” yakın bazı çevreler de dile görüşünü savunmakta. Birkaç getiriyor. Mesele böyleyken, uzmanın sağduyulu yaklaşımları Fener Patrikhanesi’nin liderlik dışında, bu konuda elmalarla iddialarına ihtiyatla yaklaşan armutlar birbirine karışmış herkesi “ırkçı” diye durumda. Zira birincisi, Fener damgalamaya çalışanlar, biraz Patrikhanesi’nin bütün kitap okusalar, hiç fena Ortodoksların sadece onursal değil, aynı zamanda fiili lideri de yapmazlar. olma iddiası, Moskova Patrikhanesi başta olma üzere, www.avrasyahaber.net A karıştırmak en yiğit insanları A ve son yıllarda Türkiye’de vusturya gazetecileri tutuklanan gazeteci sayısının uzun süredir “Çin, Rusya ve İran gibi Türkiye’de ülkelerdeki gazeteci meslektaşlarının tutuklamalarından kat kat tutuklanmalarına ilgisiz daha fazla” olduğunun altını kaldılar. Bugüne kadar çiziyor. Türk yargısı için ise Türkiye’deki gazetecilerin iki kavram kullanarak soruyor: yıllardır hapiste tutulmalarına “Yargı isteksiz mi yoksa bir iki çatlak sesin dışında yeteneksiz mi?” Krieghofer, haber yapmaya bile gerek Türk yargısı için şu sözleri de duymadılar. Avusturya’nın kullanıyor: “Yargı terör tutucu ama en ciddi gazetesi propagandası yapanlarla, olarak bilinen Die Presse’de hukuk devletinin geçenlerde Gerald prensiplerini kabul eden ve Krieghofer imzalı makale onu savunanlarla dikkat çekti. aralarındaki farkı ya Krieghofer gazeteci değil, bilmeden ya da bilerek ayırt felsefeci ve Viyana’da etmemektedir.” çalışmalarını Makalede, sürdüren Avusturya VİYANA “Avusturyalı Bilim Akademisi gazetecilerin de çalışanı. cesur olmaları Makalenin başlığı gerekmemektedir” “Cesur bir aydın denildikten sonra, olmak Türkiye’de “Onlar Avusturya zordur.” Yazar KADİM ÜLKER hükümetinin makalesinin ilk yarısından cümlesini Noam fazlasını eleştirmiş Chomsky’den olsalar veya onlara oy almış. Chomsky “Günümüz dünyasında en cesur gazeteci verenler ile ilgili sayfalarca yazılar kaleme alsalar, ve aydınlar Türkiye’de hiçbir kovuşturmayla karşı yaşıyor” demiş. Chomsky’ye hak veren Krieghofer, gazeteci karşıya kalmazlar” ifadeleri yer alıyor. AB’ye üye olmak ve aydınlar için “Onlar isteyen Türkiye’de durumun varlıklarıyla insan ve azınlık hakları için, devletin sivillere böyle olmadığını, eleştirisel yazı yazmanın bir bedeli karşı saldırılarına karşı olduğu belirtiliyor. durarak, uzun süreli hapis “Türkiye ekonomisinin iyiye yaşamını veya işten gittiğinin” altını çizen yazar çıkarılmayı göze alıyorlar” diyor makalesinde. Krieghofer “Buna rağmen Türkiye’nin iç politikası pek de iyi değil, 2007 yılından bu yana kadınların durumu gittikçe 700’den fazla profesör, yazar, kötüleşmekte” tespitinde gazeteci, milletvekili ve bulunuyor. Yazar yayıncının siyasi nedenlerden “Demokrasilerin olmazsa dolayı hapiste tutulduklarını olmazlarından olan basın özgürlüğü Türkiye’de garanti altında bulunmamaktadır” dedikten sonra uzun süre Türkiye’deki meslektaşlarının durumlarına sessiz kalan Avusturyalı gazetecilere Türkiye’de basın özgürlüğünün ne durumda bulunduğunu izah etmiş oldu. Makalede Türk aydınlarının “cesur olmaları kendileri için çok önemli bir gösterge” diyen yazar, “Avrupalı aydınların da zamanında cesur olmayıp da seslerini çıkartmamış olsalardı, günümüzde basın ve düşünce özgürlüğüne kavuşmamış olacaktık” karşılaştırmasını yaptı. Avusturya’da monarşinin son onlarca yılında çok sayıda gazetecinin hapse atıldığını ve aynı durumun Fransa aydınlanmacılarının da başına geldiği kaydedilirken, Avrupa ülkelerinde asırlar önce olan aydınların tutuklanmasını günümüz Türkiyesi’ndeki tutuklamalarla karşılaştırması kara mizah örneği oluşturdu. Türkiye’deki aydınlara karşı kötü tutumun uzun süre daha devam edebileceğini belirten yazar, “Umarım Türkiye’de aydınlanmış modern Türk toplumu bu mücadelede başarılı olur” temennisinde bulundu. “Avrupalıların Türk aydın ve gazetecileriyle dayanışmasının çok sınırlı olduğunu” da ifade edildi. Kadim.uelker@gmail.com Dünyanın C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle