11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dil Savaşçısına Saygı Eksik Özerklik DEVLET üniversitelerinin rektörleri belli oldu. Ne seçim ne de atama denebilecek tuhaf bir yöntemle: Üniversiteler kendi organlarında yaptıkları bir seçimle altı aday belirliyor, YÖK, yani Yükseköğretim Kurumu bu listedeki sayıyı üçe indiriyor; cumhurbaşkanı da bunlardan birini rektör yapıyor. Önüne gelen listedeki sıra nasıl olursa olsun, o sırayla bağlı olmadan o üç kişiden beğendiği birini o makama atayarak. Seçim mi, atama mı? üksek kamu görevlerine atamanın cumhurbaşkanının imzasını taşıyan bir üçlü kararnameyle, yani devlet başkanının imzası yanında başbakanla ilgili bakanın da imzasını taşıyan bir yürütme kararıyla yapılması, yönetim hukukumuzun kurallarından biridir. Çünkü parlamenter sistemlerde genel olarak devlet başkanlarının sorumsuzluğu esas olduğu için bizim anayasa hukukumuzda da genel müdürlük, büyükelçilik gibi makamlara atamanın devlet başkanınca yapılması aslında daha çok bir “protokol” işlemi, yani atanılan makamın yüksekliğiyle ilgili bir işlemdir. Ama kamu hukukundaki işlemler sorumluluk yüklenilmeden yapılamayacağı için bu tür kararlar başbakan ve ilgili bakanca imzalanır. Ancak rektör atamalarında üniversitelerce ve YÖK’çe yapılan ve bir çeşit “aday gösterme” sayılabilecek işlemleri bu tür işlemlerden saymak ve onlarda cumhurbaşkanının sorumluluğunu üstlenen bir nitelik aramak yanlış olur. Zaten devlet başkanınca yapılan atamaların sıradan yürütme işlemleri olmadığı ve anayasadaki deyimle bunların cumhurbaşkanın başka imzalara gerek olmaksızın “tek başına yapabileceği işlemler”den sayılacağı doğaldır. Ne var ki, bu durum parlamenter bir sistemde zaten çok tartışmalı olan bu çeşit istisnalar listesine bir yenisini daha eklemekte ve devlet başkanının sistemdeki ağırlığını iyice artırmış olmaktadır. Hem de, yine anayasadaki metne göre üniversiteler için “bilimsel özerklik” isteyen koşulu yok sayarak. öyle olunca, yapısında iktidarca atanmış üyelerin de bulunduğu YÖK gibi bir kuruluşun ve bulunduğu makama seçilirken iktidar oylarına dayanmış bir cumhurbaşkanının üniversitelere ilişkin davranışlarını titizlikle izlemek ülkedeki akademik özgürlük açısından büyük önem taşıdığı gibi böyle bir ortamda üniversiteler de kendi özerkliklerini korumada gösterecekleri titizlik bakımından olağanüstü bir sorumluluk yüklenmiş oluyor. Yazın emekçilerine düşen görevin bilinci ve sorumluluğuyla yaşayan Ali Püsküllüoğlu, geleceğimizin kirletilmesine, karartılmasına, yozlaştırılmasına izin vermeye hakkımız yoktur düşüncesiyle sunduğu yapıtlarla aydınlık birikimimizi zenginleştiren bir Anadolu ve Türkçe bilgesiydi. Safa TEKELİ li Püsküllüoğlu’nun yaşamını, bu yaşama sığdırdığı eşsiz yapıtları öğrendikçe, bir mucizeyle karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız hemen. Tüm yaşamını Türk dilinin doğru şekilde kullanılması ve geliştirilmesine adayan Ali Püsküllüoğlu, dişini tırnağına takarak, bir külliyat ortaya koymuştur. Neler mi var bu Ali Püsküllüoğlu Külliyatı’nda: Onlarca kitap, hem de çoğu dil üzerine; çeşit çeşit sözlükler; öz Türkçe, atasözleri, deyimler, kılavuzlar; yaş dilimlerine, öğretim bölümlerine göre özenle hazırlanmış. Şiirler, dergiler... Hepsinin altında, Ali Püsküllüoğlu’nun emek ve alın teriyle atılmış imzası var. Öyle kolay değildir sözlükçülük; iğne oyası gibi işlemek ister. O yüzden bir mucizedir aslında Ali Püsküllüoğlu’nun bize armağan ettiği yapıt. Peki, bu “mucize” nasıl ortaya çıktı? Bu mucizenin oluşumunu, Tahsin Şimşek, Ali Püsküllüoğlu’nun kuruluşuna öncülük ettiği Dil Derneği’nin, onun anısına adadığı Ekim 2008 tarihli Çağdaş Türk Dili Özel Sayısı’nda çok iyi özetliyor: “Ali Püsküllüoğlu yaşam fırınında pişmiş biridir. Mayası Çukurova’da, kökleri, Yaşar Kemal gibi Karacaoğlan’da, Dadaloğlu’nda...” Çünkü Osmaniye’nin (o yıllarda Adana’ya bağlı) Kadirli ilçesinde, 1 Ocak 1935’te doğan Ali Püsküllüoğlu, ilk ve ortaokulu burada okuduktan sonra, Mersin Lisesi’ndeki öğrenimini hastalığı nedeniyle sürdürememişti. Tahsin Şimşek, işte buna, “İyi bilinmesi gereken başka bir gerçek de ortaöğrenimini bile tamamlayamamış olmasına karşın, gösterdiği tükenmez çaba, kutsanası emektir. İşte bu gerçek, bir bakıma diploma ve unvanla caka satma fosluğuna atılmış dört dörtlük bir tokattır” diye vurgu yapıyor aynı yazısında. yük bir armağanıdır. ‘Türkçenin en geniş sözlüğü’ 1994’te yayımladığı Arkadaş Türkçe Sözlük, boyutuyla Türkçenin en geniş sözlüğü oldu. Türkçe Deyimler Sözlüğü (1995), Türk Atasözleri Sözlüğü (1995), Öğrenciler İçin Temel Deyimler Sözlüğü, (1996), Türkçedeki Yabancı Sözcükler Sözlüğü, (1997), Öğrenciler İçin Resimli Türkçe Sözlük, (1998), İlköğretim için Seçme Atasözleri Sözlüğü (2000), İlköğretim için Temel Deyimler Sözlüğü (2000), Yazım Kılavuzu, (2001), İlköğretim için Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, (2004) onun dil ilköğretim okulunun, dil lisesinin, dil üniversitesinin ürünleri oldu. Sevgi Şiirleri Antolojisi, (1955), Şiirimizin Dört Ahmedi, (1959), Türk Halk Şiiri Antolojisi (1975) onun hiç eksilmeyen şiir sevdasıyla sunduğu seçkilerdi. Bir de kısa oyunlar seçkisi sundu Ali Püsküllüoğlu: Yeni Türk Tiyatrosu (1969). Efsaneler (1971) ve Türk Halk Öyküleri (1982) onun şiir anlayışının da temelini oluşturan halk edebiyatı sevgisinin ürünleriydi. Dil ve yazın sevgisinin çocukluktan başladığını bilen Ali Püsküllüoğlu’nun çocuklar için yazdığı kitaplarsa şunlar: Okumaya Geçiş Kitabı (1976), Çocuklara Şakacı Şiirler (seçki, 1977), Kırlangıcın Kanat Vuruşu (seçki, 1979), Nasrettin Hoca, (1980), Anadolu Söylenceleri (1983), Bektaşi (1987), Afacan Cem (10 kitaplık dizi, 1990). Bu noktada yazın emekçilerine düşen görevin bilinci ve sorumluluğuyla yaşayan Ali Püsküllüoğlu, geleceğimizin kirletilmesine, karartılmasına, yozlaştırılmasına izin vermeye hakkımız yoktur düşüncesiyle sunduğu yapıtlarla aydınlık birikimimizi zenginleştiren bir Anadolu ve Türkçe bilgesiydi. Büyüksün Türkiye!.. Önce yamaçlara en büyük “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazmakta yarıştılar... En büyüğünü üç köyün merasına yazan komutana ödül verildi... Cümlenin sonu öteki dağın arkasına dolandığı için, okumak isteyen binecek dolanacak mecburi... Sonunda... “Nedir bu her yere ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazıları?” diyeni Cumhurbaşkanı seçtiler ki... Kazıdılar... ? En büyük Atatürk heykeli yarışı yanında... (........) İnsanların ikiyüzlülüğünü anlamıştı sanki, bir beyaz bulut çizdi aslında en büyüğünü... Bir 19 Mayıs günüydü... Bulutlardan Atatürk portresinin altında Cumhuriyet gençleri ellerinde Türk bayrağı ile selam durdular... Bakan doyamadı... Ardahan’ın dağları ise, güneş ile el ele verip, en büyük Atatürk portresini yaptı Damal Yaylası’nda... Her sene 15 Haziran ile 15 Temmuz arasında, saat 18 dedi mi... Yamaçlara oturan Atatürk’ün çocukları bakıp bakıp ağladılar... (.........) En büyük heykelini yapanlar ise... Çoktan satmışlardı Atatürk’ü... ? Arkasından... En büyük bayrak yarışı... Anlamıştık; bayrak da gidiyor... Birisi 8 kilometre uzunluğunda bayrak yaptı, öbürü enini geniş tuttu... Başkası kumaş yetmedi “Ucunu turuncu yapsak olur mu” diye sordu, kızdılar... Diğeri “en uzun bayrak direğini” yaptırmıştı bu ara, ucuna kırmızı lamba koydular ki uçak çarpmasın... Bayraklar büyüdükçe, uğruna çırpınanı azaldı... Zaten sonunda haber geldi İzmir’den: Bayrak asanları tutukladılar... ? Şimdi... Sıra en büyük camide... Yarış başladı... Nereden baksan gözüksün diyorlar... Bu çağın demiri, çimentosu, çelik, elektronik inşaat makineleri varken... Bakarsınız İstanbul bir caminin içinde kalmış... ? Bence dincilerin ünlü sloganı “Din elden gidiyor” sözü, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bu zamanda doğrudur... Gidiyor hafız... Büyük cami yapma yarışı ile doğru orantılı gibi mesela; rant, avanta, yağma, talan, rüşvet, beleş, çıkar... Sokaklarda hakkı yenilmiş gençler... Ağlaşan işçiler, emekliler, emekçiler... Hukuku arayanlar hapishanelerde sorgusuz sualsiz, çocukları meydanlarda çığlık çığlığa... Çalınmamış; dere, ova, yayla, dağ, orman kalmadı ya... Hırsızları salıp, hırsızları soruşturmaya kalkanları atıyorlar içeri... ? Büyük cami şart tabii... Yoksa nereye saklanacaksınız?.. A Y rarlanarak şunları anlatıyor: 1 Ocak 1935’te bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak doğduğu Kadirli’de ilk ve ortaokulu bitirdikten sonra Mersin Lisesi’nde sürdürdüğü öğrenimini sağlık nedeniyle yarıda bıraktı (1952). Kadirli, Adana ve İstanbul’da çiftçilik, gazete satıcılığı, sinema biletçiliği, avukat yazmanlığı, redaktörlük, gazetecilik, yayıncılık gibi işlerde çalıştı. Okul eğitimiyle değil ama yaşam içinde kendini yetiştirmeyi başardı. Yaşamını sanatla, kültürle, dille, öz Türkçe sevdasıyla zenginleştiren bir halk bilgesi, bir Anadolu aydınlatıcısı oldu. O anlamlı, dirençli, çelebi aydınlığına kattığı müthiş çalışkanlıkla örnek bir yaşamın da göstergesi olmayı başardı. ‘Darbelerde komedi!’ Komik mi desem? Dilde de gericiliği egemen kılmak isteyen Osmanlıcacı 12 Mart yönetimi, Püsküllüoğlu’nun Öz Türkçe Sözlük’ünü toplattı. Sözlük, yargılama sonunda aklandı ama 12 Mart’ın bağnazlık yüklü ideolojisi açığa çıkmış oldu. İkinci komiklik 12 Eylül döneminde yaşandı. Püsküllüoğlu’nun çocuklar için yazılmış şiirlerden oluşan Türk şiiri seçkisi, üstelik Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan Kırlangıcın Kanat Vuruşu için de 12 Eylül döneminde savcılıkça takipsizlikle sonuçlanan bir soruşturma açıldı. Bu iki olay, ulusal dil savaşımının ne denli yaşamsal ve değerli olduğunun kanıtıydı. Dil Derneği’nin ve Edebiyatçılar Derneği’nin kurucularından olan Püsküllüoğlu, 24 Haziran 2008 günü yaşamını kaybetti. Halk şiirimizin konu ve duyarlılığıyla örülü ilk şiirlerinden sonra yöneldiği İkinci Yeni anlayışından toplumcu şiire doğru yelken açarak toplumsal olayları işledi. Böylece duru diliyle, halk şiiri sevgisi ve yapısıyla, insancı, toplumcu ve güncel tarihe tanıklık eden konularıyla temellenen, her dizesi özeniyle ve içtenliğiyle dikkat çeken özgün şiirine ulaştı. 1966’da yayımladığı Öz Dilimiz ve Konuşmalar adlı kitaplarında öz Türkçe savaşımıyla ilgili yazıları ve konuşmaları yer aldı. 1963’te başladığı sözlük çalışmalarının ilk ürünü, öz Türkçe tartışmalarının doruğa çıktığı ve Aydınlanmamızın bu büyük adımının yaşamda içselleşmesine büyük katkısı olan ve ilk sözlüğü olan Öz Türkçe Sözlük’tür (1966). Öz Türkçe Sözlük, Cumhuriyet devrimlerinin belkemiğini oluşturan Türk Dil Devrimi’nin yıllar süren savaşımının görkemli sonuçlarından biriydi. Dil hazinesinin koruyucusu Bu dolu dolu yaşamın kısa öyküsünü okuyup da ortaya koyduğu yapıta “mucize” dememek mümkün değil. Ali Püsküllüoğlu, işte bu mucizeyi ortaya koyarken, bir dil hazinesi vardı önünde: Türkçenin söz varlığı. Çünkü sözcükler, bir dilin birbirinden değerli mücevher taşlarıdır. Onları, değerlerini ayırt etmeksizin bir araya getirdiğinizde görkemli bir hazine ortaya çıkar: Dil hazinesi. Aramızdan 24 Haziran 2008’de ayrılan dil ustası Ali Püsküllüoğlu, bu “dil hazinesi”ni en yetkin biçimde büyüten ve koruyan bir hazinedar... Türkçenin eşsiz güzelliği, zenginliğidir onu “dil hazinedarı” yapan. Arkadaş Yayınları da bu hazinedara bir saygı ifadesi de sayılabilecek biçimde, Türkçenin söz varlığını ustalıkla işleyerek, ardında birbirinden değerli yapıtlar bırakan Ali Püsküllüoğlu’nun on sözlüğünü, “Dil Hazinesi Dizisi” adıyla onun ölümünün dördüncü yılında okurla buluşturuyor. Onun sözlükçülük geleneğini sürdürmeyi, gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamayı amaçlayan bu dizide, “Türkçe Sözlük (Büyük), Arkadaş Türkçe Sözlük, Öğrenciler İçin Resimli Türkçe Sözlük, Yazım Kılavuzu, Öz Türkçe Sözlük, Çağdaş Türkçe Sözlük, Öz Türkçe Kılavuzu, Türkçe Sözlük (Küçük), İlköğretim (1, 2, 3, 4, 5. Sınıflar İçin) Türkçe Sözlük, İlköğretim (6, 7, 8. Sınıflar İçin) Türkçe Sözlük” yer alıyor. Dil savaşçısı Öner Yağcı ise “dil savaşçısı” diyor onun için. Gerçekten de Mustafa Kemal Atatürk’ün Dil Devrimi’nin yorulmak bilmez bir neferi gibidir Ali Püsküllüoğlu. Yağcı, onun, “dil savaşımının, ulusal kültür savaşımının temelini oluşturduğu düşüncesini yaşamla bütünleştirdiğini ve bu bilinçle var olan bir yazın ve dil ustası, bir dil savaşçısı” olduğunu vurguluyor. Yağcı, yine Ekim 2008 tarihli Çağdaş Türk Dili Özel Sayısı’ndaki yazısında, Ali Püsküllüoğlu’nun örnek alınması gerektiğine şöyle işaret ediyor: “Ali Püsküllüoğlu’nun yaşamı, lisede terk edilen eğitim sürecinden sonra sanatçı ve aydın olmayı başarmanın ve üstelik özgün bir aydın olarak toplumunun yükselmesine katkıda bulunmanın örneği olarak algılanması gereken bir yaşamdır.” Öner Yağcı, sahipliğini Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel’in üstlendiği Çağdaş Türk Dili dergisinin Mayıs 2004 tarihli sayısında yer alan “Çağdaş Türk Dili Belgeliği” dizisinde Ali Püsküllüoğlu’nun kaleme aldığı özgeçmişinden ya B ‘68 kuşağının silahı’ Türkçenin özleştirilmesi sevdalılarının başucu kitabı olarak aydın birikimine büyük katkısı olan bu çalışma, 68 Kuşağı’nın elinden düşmeyen bir silah oldu. Öz Türkçenin gelişip yaygınlaşmasına, dilin sadeleşmesine ve yeni sözcüklerle yapıtların yazılmasına etkisi ve katkısı yadsınamayacak olan bu çalışma bile Püsküllüoğlu’nun Aydınlanmamıza bü C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle