13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 TEMMUZ 2012 PAZAR [email protected] 10 PAZAR KONUĞU Ercan Çitlioğlu: Türkiye terör konusunda süreç analizi yapamıyor. Bu Suriye konusunda da geçerli Esad’ın gitmesi sorunu çözmez SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Strateji uzmanı Ercan Çitlioğlu, PKK’nin bir zamanlar Kürt hareketinin itici gücüyken bugün sorunun çözümünün önünde en büyük engel olduğunu söylüyor. Dünyada artık yeni trendin, bireysel özgürlükler ve azınlık hakları için silahlı eyleme başvurulmasının kabul edilemezliği olduğuna dikkat çekiyor. Ankara’nın onlarca yıldır karşı karşıya bulunduğu tehdidin boyutlarını algılama becerisini gösteremediğini vurguluyor. Suriye’de Beşşar Esad gitse de eski Baas rejiminin unsurları iktidarda kaldığı sürece rejimin ve sistemin hiçbir biçimde değişmeyeceği uyarısında bulunuyor. Birkaç yıl önce AKP hükümeti Kürt açılımı başlattı. Derken hava değişti: KCK operasyonları başladı. Uludere, Dağlıca, Yeşiltaş olaylarını yaşadık. Sizce, PKK’yle mücadele ve Kürt sorununun çözümünde bu şiddetli savrulmaların nedeni nedir? E.Ç. Bence iki çok önemli eksik var. Birincisi şu: Biz süreç analizinin ne olduğunu çok iyi bilmiyoruz ve genellikle de yapmıyoruz. İkincisi, süreç analizi yapamayınca buna bağlı olarak da öngörü üretemiyoruz. Ve tehdit algılamalarındaki radikal değişimleri saptayıp buna göre önlem geliştiremiyoruz. Kürt sorunu demiyorum, ama Türkiye’nin bugün karşısındaki en büyük sorun olarak gördüğümüz terör meselesinin başlangıcından bugüne kadar olan süreci analiz ettiğinizde şu soru karşımıza çıkıyor. Türkiye etnik milliyetçi, ayrılıkçı terörle ne zaman tanıştı? 1984’te Eruh ve Şemdinli’nin baskına uğraması ve neredeyse 24 saat süreyle işgal altında tutulmasının üzerine tanıştı. Yıl 2012. O zaman bir avuç eşkıya olarak adlandırılan grubun siyasi uzantıları bugün TBMM’de. Bu siyasi uzantılar Türkiye’de 50’yi aşkın yerel yönetimi de kazanmış durumda. Üstelik devlet bu örgütün uzantılarının bir bölümüyle görüşüyor. Nereden nereye geldik. Bu sürecin çok iyi tahlil edilmesi lazım. Bunun için bir tek olayda şehit sayısının beş ve yukarısında olması gerekiyor. Bu da terörle topyekun mücadelede karşılaşılabilecek olan en büyük zafiyetlerden birisidir. Bu ne anlama geliyor? E.Ç. Demek ki toplumun terorizmle mücadeleye karşı direnç eşiği iyice aşağıya iniyor. Günde üç şehit ya da beş yaralı verilmiş olması artık bizi rahatsız etmiyor. Tıpkı Suriye’yle bahar havası gibi PKK’yle de bahar havası yaşandığı gibi bir algı vardı. PKK neredeyse silahı bırakmaya hazırdı. Murat Karayılan’la yapılan röportaj bu algıyı ve umutları perçinleyen bir işlev gördü. Ama gerçek bu değildi. Gerçek, Yeşiltaş baskınından bugüne kadar yaşanan sürede neyse o baskından önceki sürede yaşanan da aynı gerçekti. İnsanlar olmasını arzu ettikleri şeylerin gerçek olduğuna inanırlar. Bu bizim doğamızda var. Barış, çözüm, bu işin sonuna gelindiği söylemleri örgütten değil, daha çok bizim iktidarın sözcülerinden geldi. Böyle bir beklenti de dalga dalga kamuoyuna yayıldı. Aynı dönemde her gün bölgede bir eylem yaşanıyordu. O dönemde PKK adına konuşanlar hiçbir şekilde silah bırakmayacaklarını, eylemlerine devam edeceklerini söylemeyi sürdürüyorlardı. Ama bizler inanmak istediğimize inanıyorduk. Tam o anda Yeşiltaş olayı kafamıza taş gibi indi ve gerçekleri görmeye başladık. Bir de artık dünyada yeni bir trend var. Bireysel özgürlükler ve azınlık haklarının korunması çok önemli. Ama öte yandan dünya artık bu özgürlüklerin elde edilmesi için silahlı mücadele verilmesini kabul etmiyor. Örgütün bunu görmesi lazım. Örgütü bir anlamda kendi iradelerini seslendiriyor kabul eden kitlelerin de örgütün sorunun çözümü önünde bir engel olduğunu görmeleri gerekir. D ünyada yeni bir trend var. Bireysel özgürlükler ve azınlık haklarının korunması çok önemli. Ama dünya bu özgürlüklerin elde edilmesi için silahlı mücadele verilmesini kabul etmiyor. Örgütün bunu görmesi lazım. Örgütü bir anlamda kendi iradelerini seslendiriyor kabul eden kitlelerin de örgütün sorunun çözümü önünde bir engel olduğunu görmeleri gerekir. ugün Esad, “Ben çekiliyorum” dese ve bir üçüncü ülkeye gitse büyük ihtimalle Rusya, Çin, İran kendisini kabul edecektir. Ama Suriye’de hiçbir şey değişmez. Baas ideolojisini ayakta tutan, o sistemi kuran ve koruyan kadrolar tasfiye edilmediği sürece çok da fazla bir şey değiştirmeyeceğini bilmek ve politikaları buna göre ayarlamak daha rasyonel olacaktır. B P O R T R E ERCAN ÇİTLİOĞLU Yükseköğrenimini İÜ Gazetecilik ve İşletme İktisadı bölümlerinde yaptı. 196785 arası Turizm Bakanlığı ve Başbakanlık’ta çalıştı. Londra Büyükelçiliği basın yayın enformasyon müşavirliğini altı yıl süreyle yürüttü. Türkiye’ye döndükten sonra Ankara’da Basın Yayın Enformasyon genel müdür yardımcısı olarak görev yaptı. Devlet memuriyetinden istifa etmesinin ardından akademik yaşamına Konya Selçuk Üniversitesi’nde başladı. Yeditepe ve Kıbrıs Doğu Akdeniz üniversitelerinde dersler verdi. Dokuz yıldır İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi. Üniversitenin Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı. Türkiye tehdidin boyutunu algılayamadı Bunun için de bu olayın nereye varabileceği konusunda bir öngörüde bulunamadı Türkiye’de bu kadar istihbarat zafiyeti mi var ki hâlâ bu terör bitirilemedi? E.Ç. Bu zafiyetin olup olmadığını sorgulayabilmemiz için yine gerçeklerden yola çıkarak bunu analiz etmemiz gerekir. Kamuoyu sadece gerçekleşen eylemlerden haberdar olur. Ama kaç eylemin de önlendiğini kamuoyu bilmez; bilmemesi de gerekir. Dolayısıyla istihbarat zafiyeti mi var sorusu gerçeklerle çok fazla örtüşmüyor. PKK örgütünün kapalı bir yapısı var. Bu yapı içine sizin eleman koyabilmeniz çok zordur. Elektronik istihbarat da yapamıyorsunuz. Çünkü örgüt elemanları cep telefonu kullanmıyor. Bu yüzden yerini kestiremiyorsunuz. Aynı yerde üst üste iki gece yatmıyor. Telsiz konuşmalarını kestirme yaparak dinleyebiliyorsunuz. Ama eylem öncesi telsizlerini susturuyorlar. Yani istihbari bilgi elde etmenin çok zor olduğu bir yapıdan söz ediyoruz. Öte yandan elektronik istihbaratın da mutlaka insana dayalı istihbaratla desteklenmesi lazım. Bu ikisini yeterli ölçülerde bir araya getiremezseniz o zaman zafiyet demiyelim ama aşamadığınız birtakım güçlükler karşınıza çıkar. Türkiye 1984’te karşısına çıkan tehdidin boyutlarını hiç algılayamadı mı? E.Ç. Algılayamadı. Bu boyutları algılayamadığı için de bu olayın nereye varabileceği konusunda bir öngörüde bulunup buna ilişkin önlemleri zamanında alabilme becerisini gösteremedi. Süreç analizi bunun için çok önemli. Bakın, aynı durum Suriye’yle yaşananlar için de geçerli. Hükümet iki yıl önce ortak bakanlar kurulu toplantıları düzenleyecek kadar Suriye’yle içli dışlı ilişkiler kurmuşken ne oldu da Türk jetinin düşürülmesine kadar varan düşmanca bir tutum içine girildi? E.Ç. Anormal olan ortak bakanlar toplantısı yapabilecek düzeye ulaşmaktı. Bugün gelinen nokta normali yansıtıyor. Çünkü süreç analizi yaptığınız zaman varacağınız sonuç yine bu. Suriye’yle Türkiye arasında ortak bakanlar kurulu toplantısı yapacak düzeye gelen ilişkilere rağmen çözülmemiş pek çok sorun var. Bir kere Hatay meselesi en önemlisi. Hatay Suriye’nin devlet haritalarında hâlâ Suriye sınırları içinde gösterilmeye devam ediliyor. İkinci olarak Dicle ve Fırat’ın sularının paylaşılmasından kaynaklanan ve hâlâ süregelen çok ciddi bir sorunumuz bulunuyor. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun geliştirilmesini hedefleyen GAP’a Suriye başından beri şiddetle karşı çıkmıştır. Türkiye’nin bölgedeki baraj inşaatları için uluslararası konsorsiyumlardan finansman sağlama girişimlerinin önüne hep dikilmiştir. Şu anda her ne kadar hatırlamak istemiyorsak da bu ileride Türkiye’nin hem Irak hem Suriye’yle ilişkilerini ciddi biçimde zedeleme tehlikesini koruyor. Bunun da ötesinde Suriye Asi Nehri üzerinde baraj yapınca Amik Ovası tuzlanıp tarım dışı kaldı. Suriye 15 yıl süreyle Türkiye’ye karşı PKK’yi kullanarak sıfır maliyetli bir savaş yürütmüştür. Abdullah Öcalan Suriye hükümetinin himayesinde Şam’da, Kamışlı’da ikamet etmedi mi? Suriye’ye defalarca Öcalan’ın nerede olduğu adres, telefon numaraları verilerek bildirilmiş olmasına rağmen Suriye’den hep, “Araştıralım, biz size bilgi veririz” cevabı alınmıştır. Suriye’de El Muhaberat’ın bilgisi dışında kuş uçamazken Öcalan’ın orada olduğundan Suriye hükümetinin haberdar olmaması mümkün mü? Bütün bunların bir anda yok sayılıp Suriye bugün uçağımızı düşürdüğünde tam da el sıkışmış, kucaklaşmıştık, niçin böyle oldu, diye sormanın yine süreç analizi yapmamakla eşanlamlı olduğunu düşünüyorum. Esad’ı neden Esed yaptılar Suriye onlarca yıldır bir Baas rejimi tarafından yönetiliyor. Baba Esad’dan sonra oğul Beşşar Esad’ın da bir diktatör olduğu bunca zamandır biliniyor. Birden ne oldu da Suriye’deki isyancılara kol kanat gerilmeye hatta onlara silah sağlanmaya başlandı? E.C. Bütün öfke oklarımızı Beşşar Esad’a çevirdik. Onun da adını değiştirdik Esed yaptık. Belki bunu bir aşağılama olarak değerlendiriyoruz. Aslında Hafız Esad’ın veliahtı Beşşar Esad değil, ağabeyi Basil Esad’dı. Ama Basil Esad bir kazada ölünce Beşşar Esad devlet başkanlığını hiç beklemediği bir anda, birdenbire kucağında buldu. Bizim bir yanılgımız var. Şu anda rejimi temsil ettiği için bütün öfke oklarımızı Beşşar Esad’a yöneltiyoruz, ama Beşşar Esad aslında bir kukla. Altındaki kadroya baktığımızda eski Baas rejiminin insanlarını görüyoruz. Bu çekirdek kadro Suriye’yi gerçek anlamda yönetiyor. Beşşar Esad’ı da görüntüde muhafaza ediyor. İktidar Esad’da değil Baas’ta İyi de düne kadar diktatör olduğunu bildikleri halde can ciğer kuzu sarması oldukları Esad’ın gitmesinde neden ısrarlılar? E.Ç. Rejimi sembolize eden Esad’ın kendisi. Eleştiri oklarınızı ona yönelttiğiniz zaman bir anlamda onun üzerinden rejime karşı duruşunuzu da belli etmiş oluyorsunuz. Ama burada bir hesap hatası yapılmasından endişe ettiğim için bunu söylüyorum. Bugün Beşşar Esad, “Ben görevimden çekiliyorum” dese ve bir üçüncü ülkeye gitse büyük ihtimalle Rusya, Çin, İran kendisini kabul edecektir. Ama Suriye’de hiçbir şey değişmez. Baas ideolojisini ayakta tutan, o sistemi kuran ve koruyan kadrolar tasfiye edilmediği sürece Beşşar Esad’ın gitmesinin çok da fazla bir şey değiştirmeyeceğini bilmek ve politikalarımızı buna göre ayarlamanın daha rasyonel olacağını düşünüyorum. ‘Uçağınızın orada ne işi var’ demek yanlıştır Türkiye uçak düşürülmesi olayından sonra NATO’ya başvurarak sözleşmenin beşinci maddesinin gereğinin yapılmasını istedi. Ama NATO, yaptığı toplantıda sözleşmenin dördüncü maddesini ele alarak Suriye’ye herhangi bir yaptırım yapmayacağını ama olayı kınadığını açıkladı. Siz bu gelişmeyi nasıl karşıladınız? E.Ç. Bir kere canımı çok sıkan şu saptamadan başlayayım. Siyaset dünyamızın bir bölümünde şöyle bir tartışma var: “Uçağımızın orada ne işi vardı?” Bunun açılımı şu: Sen uçağını oraya gönderirsen adam da seni düşürür. Bu çok tehlikeli. Bir ülkeye karşı bazı yaptırımlarda bulunacaksanız kendinize yaptırımlarınızla ilgili uluslararası arenada bir meşruiyet alanı açmak ve arkanızda güçlü bir koalisyon sağlamak durumundasınız. “Bizim uçağımızın orada ne işi vardı” sorularını seslendirirseniz, başka örnekler vererek Türkiye’nin bu olayda gereken tavrı koyabileceği konusunda yeterli irade ve kararlılığın olmadığı imalarında bulunursanız o zaman ülkenizi zayıf duruma düşürürsünüz ve bu koalisyonu sağlayamazsınız. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle