19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 HAZİRAN 2012 PAZAR [email protected] 16 FAZIL SAY SES’İ ŞAİRLER İÇİN ÇALDI KÜLTÜR Mel Bochner’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisi, Karaköy’de açılan Egeran Galeri’nin de açılış sergisi Kuşkuyla güzelleşen tuvaller EVRİM ALTUĞ Metin Altıok ödülü Alkan’a Kültür Servisi Kırmızı Yayınları tarafından bu yıl 5.’si düzenlenen “Metin Altıok Şiir Ödülü” dün Kadıköy Süreyya Operası’ndaki törenle Tozan Alkan’a sunuldu. Törende piyanist, besteci Fazıl Say’ın Sivas katliamında yitirdiğimiz iki şair, Metin Altıok ve Behçet Aysan anısına bestelediği “SES Opus 40” eseri İstanbul’da ilk kez seslendirildi. Törene başta Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok olmak üzere aralarında Bülent Emin Yarar, Bennu Yıldırımlar, Edip Akbayram, gazetemiz yazarı Ümit Zileli, Genco Erkal, Hilmi Yavuz, Enver Aysever, CHP Milletvekili Süleyman Çelebi, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, BDP Milletvekili Sabahat Tuncel ve gazeteci Nedim Şener’in aralarında bulunduğu davetliler katıldı. “Metin Altıok Şiir Ödülü” jürisi başkanı Doğan Hızlan “Anmalar güzeldir, ama bu anmalar iç burkar ve can yakar. Altıok ve Aysan Türk şiirinin iyi şairlerindendi. İyi şair, iyi insan, iyi aydın oldukları için anıyoruz. Sivas davasının zamanaşımına uğramasına biz de üzülüyoruz” dedi. İstanbul güncel sanat ortamına, Karaköy üzerinden yeni bir soluk getiren Egeran Galeri açılış sergisini, yapıtları MoMA, Centre Pompidou ve Tate Londra gibi koleksiyonlarda yer alan Amerikalı kavramsal sanatçı Mel Bochner’a ayırdı. Kariyerinin 46. yılında, Türkiye’deki ilk kişisel sergisini açan Bochner, metin ve imge arasındaki “danışıklı dövüş”ü görselleştirdiği “Thesaurus Resimleri” dizisi üzerinden temellenen 10 tuvalini bizlerle buluşturuyor. Bochner’in sanatında kariyerinin erken döneminde, arkadaşlarına ithafen kâğıt üzerine mürekkeple ürettiği Eva Hesse ve Sol Le Witt gibi kavramsal portreler önemli bir yer ediniyor. İlk “Thesaurus Portreleri”ni 1960’larda oluşturan sanatçı, “Roget’s Thesaurus”un yeni baskısıyla karşılaştığında ise, güncellenmiş konuşma dilinin yanı sıra müstehcen bir dilin de kitaba eklendiğini fark etmiş. Bochner’ın bu kültürel değişikliğe gösterdiği ilgi, bir tu ? Eserleri MoMA ve Centre Pompidou gibi kurumların koleksiyonunda bulunan Bochner sergide, metin ve imge arasındaki ‘danışıklı dövüş’ü görselleştiriyor. Hep, bir sonraki işiyle ilgili olan sanatçı, eserlere bakmanın türlü biçimleri olduğunu, sanat yapıtının kendine özgü bir yaşam sürdüğünü düşünüyor. val boyunca virgülle ayrılan eşanlamlı kelimeleri sıraladığı yeni bir eser grubunun doğuşuna sebep olmuş. Bochner’ın, 16 Haziran’a dek izlenecek yapıtları Two Palms Press işbirliğiyle ortaya konmuş. Sanatçı, hidrolik baskı makinası kullanarak boyayı beyaz kadife zeminin üzerine uyguluyor. Böylece rastgele boya yıkamaları ve belirli harflerin biçimi de belirginleşiyor. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Bochner, yapıcı kuşkunun eserlerindeki kavramsal kıymetini gizlemiyor. Dijital çağda işlerin, imgelerin ömrü gittikçe kısalıyor mu? İmgenin kavramsal çoraklaşma riskine nasıl yaklaşıyorsunuz? Bana kalırsa, temel yaklaşım olarak dili baz alan sanat eserleri, izleyicinin algısına görece daha açık durumdalar. Tuvalin ‘hava durumu’ Bu, onları daha etkileşimli ve demokratik mi kılıyor ? Evet, keza sanal uzayda salınan hareketli imgelerle de bir alıp veremediğim yok. Benim de kimi işlerim, bu tür bir bulaşıcı varoluşa dahiller. Bunda işler açısından bir yanlış görmüyorum. Çünkü bana göre işlerim, bağımsız nesneler. İki tür manifesto içerirler: Biri kavramsal, öteki fiziksel. Bunda seçtiğiniz renklerin, işlerin bo yutunun da payı olmalı… Ve yüzeyin... Bu işleri dijital ekranda olduğundan çok farklı tecrübe edebilirsiniz. Çünkü farklı birer iklime dairler… Evet, bu çok iyi bir tarif. Bir tuvalin kendi “hava durumu” olduğunu hep vurgularım zaten. Bu nedenle işlerim, dijital ekranlarda tam olarak anlaşılamayabilir. Bana kalırsa bu işlerin varlık alanına dair ilginç bir ayrıma da tekabül ediyor. Kariyerinizin mihenk taşı saydığınız bir proje, dizi veya iş var mı? Hep, yaptığım bir sonraki şeyle ilgiliyim. Geçmişi geçmişe bırakıyorum. Kendi kendimin sanat tarihçisi olduğumu da düşünmüyorum. Sanat tarihine ne kadar güveniyorsunuz? Yapılabilecek en pozitif şey, bugün birçok sanat eleştirmeni ve tarihçisinin olduğunun, hepsinin kendine özgü bir ses ortaya koyduğunun bilincinde olmak. Çoklu yorumlamalar fikrine sıcak bakıyorum. Gençliğimde, işlerime bakmanın yalnızca tek bir yolu olduğuna inanıyordum. Daha sonra işlerime bakmanın türlü biçimleri olabileceğini öğrendim ve sanat yapıtının kendine özgü bir yaşam sürdüğünün ayırdına vardım. luslararası değerimiz Fazıl Say gözden çıkarılıyor’ Ödülünü alan Tozan Alkan ise “Nice değerli halk ozanları yetiştiren Sivas’ın alnına kara bir leke çalındı. Sadece Sivas’ın değil bütün Türkiye’nin... Zamanaşımı da acımızı katmerledi. Bugünlerde de Fazıl Say gibi uluslararası değerimiz kolaylıkla gözden çıkarılabiliyor. Böyle bir zorlu bir dönemden geçiyoruz” diye konuştu. Tören sonrası Altıok şiirleri Fazıl Say’ın piyanosu eşliğinde oyuncu Tülay Günal tarafından okundu. Say daha sonra “SES Opus 40” eseri İstanbul’da ilk kez seslendirdi. Eserde, Aysan, Altıok ve Aziz Nesin’in şiirleri yer alıyor. ‘U Korhan Futacı ve Kara Orkestra ‘Pavurya’ (Dokuz Sekiz Müzik) Yetenekli saksofoncu Korhan Futacı’nın Kara Orkestra’sı, kalabalıklara hitap etme iddiasında ve niyetinde bulunmayan marjinal bir topluluk. Kara Orkestra, ilkinden iki yıl sonra çıkan “Pavurya” adlı ikinci albümde, grotesk ses manzaraları boyamaya, karmaşık ritimler, sıra dışı melodiler ve canhıraş sololarla etkileyici bir atmosfer yaratmaya devam ediyor. Dandadadan, Tamburada ve Konstruct gibi sıra dışı projelerle boy veren Korhan’ın topluluğu, saykodelik cazrock ile senfonik progresif asitrock ve postrock arasında bir çizgiye ayak basıyor. Kökleri yetmişli yılların Van Der Graaf Generator, Soft Machine, Colosseum gibi topluluklarında bulunan; bunun yanı sıra doksanların Morphine’ine selam Trabzon’da açılış rötarı AHMET ŞEFİK TRABZON Trabzon Sanatevi tarafından düzenlenen Trabzon Sanat Günleri’nin 4.’sünün açılışında, törene geç gelen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, alkışlarla protesto edildi. Törene 40 dakika geç kalan Bakan, katılımcılardan özür diledi. Ardından ünlü çizer Turhan Selçuk’un kızı Yrd. Doç. Dr. Aslı Selçuk ve eski Bakan Nafiz Özak’la birlikte heykeltıraş Hasan Fehmi Hızal’ın “Turhan Selçuk Çizgi Kahramanları” ile “Turhan Selçuk Özgün Baskı Karikatür Sergisi”nin açılışını yaptı. duran karanlık bir müzik. İnsana kaçıp sığınma isteği veren hipnotik bir karanlık bu. Ve tabii ki, bir de Lounge Lizard, Red Snapper, Tom Waits etkili romantizm… Benzerlikler (bir geleneğe işaret etmekle birlikte), Kara Orkestra’yı özgün olmaktan alıkoymuyor. Doğaçlamalara yer bulunsa da, şarkı formatında ayrılmıyor topluluk; modern hayatın insanı içine sürüklediği cinnetleri, kakafoninin ve noise’un estetiği aracılığıyla hikâyeleştiriyor. Albümdeki tek cover, sözleri Sabahattin Ali’den alınan “Ben Sana Vurgunum”, ticari emellerin uzağında, topluluğun özgün tezgâhında dokunuyor. “Ayin” ve “Merdiven”, bu tuhaf ses aleminin en tehlikeli kapıları; insanı içine biteviye çekiveren. Tuhaflığına aldırış etmeyin, aslında “Pavurya” yaşadığımız dünyanın gerçeğini anlatıyor. [email protected] The Walkmen Heaven (Fat Possum Records) Her albümle birlikte daha oturmuş bir sound elde etmeyi başardı The Walkmen ve 2010’da çıkan Lisbon en güzel albümleri oldu. İlk albümünü yayımladığı günden bu yana 10 yıl geçen bir grup için her adımı hazmedilerek tamamlanan bir süreç geçirdiler. Birçok grup gibi kendilerini tekrar etmeleri beklenebilirdi ama öyle olmadı; Heaven’la birlikte gelişimin hiçbir noktada sona ermeyeceğini kanıtladılar. Yıllar içinde çoluk çocuğa karışmanın da etkisiyle olsa gerek, The Walkmen’in müziğine daha olumlu ve sıcak bir hava gelmiş, sound hafiflemiş. Burada “hafifleme” fiiline olumsuz bir anlam yüklemedim; sadece The Walkmen’in müziğini dinlediğimde hissettiğim derin hüznü bu albümde fazla hissedemediğimi belirtmek istedim. Heaven’da da dokunaklı sözler var; ama umutsuzluktan ya da yalnızlıktan dem vurulsa da gitarlar ve davul duraklayarak, soluklanarak ses veriyor, vokal daha umursamaz bir tavır içinde. Belli ki The Walkmen artık daha dingin bir atmosfere girmiş. Bunun en belirgin olduğu parça, Hamilton Leithause’un sadece akustik gitar eşliğinde seslendirdiği “Southern Heart”. Yalınlığıyla büyüleyen, çok içten bir şarkı. Bana göre albümün en güzel anları, “ The Love You Love”da yakalanmış. Albümün ruhuna uygun bir şekilde öfkenin dozu azaltılmış olsa da, The Walkmen’in konserlerinde herkesin hep bir ağızdan söyleyip içindeki acıyla sallanacağı şarkı bu. Kusursuz bir albüm değil Heaven ama sürekli ilerleyerek olgunlaşan The Walkmen, geldiği bu noktada da alkışı hak ediyor. www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle