19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 HAZİRAN 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Kendine yabancılaşan Almhög lmhög uydu kenti, 40 yıl kadar önce, Malmö’nün dışında, Rosengård’un birkaç kilometre ötesinde, kırmızı gül ve kuşburnu çalılarıyla kaplı ıssız bir alandı. İsveç’te yabancıların en büyük yerleşim merkezlerinden biri olan Rosengård’un kuruluş hazırlıkları sürdürülürken, Almhög’de de 1000 konutluk başka bir kent projesi başlatıldı. Etrafı parklarla süslendi, ağaçlandırıldı, önüne yapay bir göl açıldı. Almhög, İsveç kültür ve dilinin yaşatılıp geliştirileceği bir elit merkez olacaktı. Öyle her isteyen, elini kolunu sallayarak gidip orada konut edinemeyecekti. Stockholm’den, Göteborg’dan seçkin aileler gelip yerleşti, İsveçli olmayana, İsveçliyi referans göstermeyene ev verilmedi. O yıllar, İsveç’in yeni yeni göç almaya başladığı yıllardı. Almhög, yabancı akınlarından etkilenmeyecek, İsveçlilerin dil ve kültürel özelliklerini koruyarak varlığını sürdürecekti. Ancak toplumların gelişiminde, sosyoloji kuralları bazen beklenenin aksine sonuçlar da verebiliyor. Siz, kafanızda istediğiniz planı yapın, toplum öngördüğünüzden farklı bir yöne doğru gidebiliyor. İsveçlilerin özgün yaşam alanı olarak kurgulanan Almhög, zamanla İsveçlilerin “gettosu” haline geldi. Zaten yalnız olan İsveçli, Almhög’de daha da yalnızlaştı, kendine yabancılaştı, mahalleden dışarıya adım atamaz oldu. Çocuklarını başka mahallelerin okullarına göndermediler, başka mahallelerden okullarına öğrenci gelmesini istemediler, yerli ve yabancı kültürlerin kaynaşmasının önüne set çekmeye çalıştılar. Edilgen İsveçli içine kapandıkça daha da yalnızlaştı, kültürünü geliştirecek alanları kuruttu, dilini unuttu... Geçen günlerde, Güney İsveç’in en büyük günlük gazetelerinden SYD Svesnska, tartışma yaratan bir araştırmanın sonuçlarını yayımladı. Sosyologların, dil uzmanlarının uzun süredir yürüttükleri araştırmaya göre, Almhög’de yaşayanlar hızla kendi dillerini unutuyor, düzgün İsveçce yerini küfürlerle, argo sözcüklerle dolu sokak İsveççesine bırakıyor. Almhög, yabancıların Rosengård’un hemen yanında, kendi Rosengård’unun temellerini atıyordu. İsveçlilerin her geçen gün kendi kültürlerine, dillerine yabancılaşmalarının nedeni ise sanıldığı gibi “kara kafalı yabancılar” MALMÖ değildi. Toplumbilim kuralları, bu geriye gidişin nedenlerini açıklamakta zorlanıyor. Yüzde 70’i İsveçli anne ALİ HAYDAR babadan doğma NERGİS Almhöglülerin önemli bir bölümü İsveççeyi yabancılar kadar dahi konuşamıyor. Çocuklar, gençler, birbirleriyle, aileleriyle, okulda öğretmenleriyle kuralsız ve bol argolu İsveççe ile konuşuyor. Gençler arasında başgösteren şiddet eğilimleri her geçen gün daha da tırmanıyor. Şiddetin kapsamı, huzurevlerinde yaşayanlara dek uzanmış. Geceleri, evlerin, işyerlerinin camları kırılıyor, sokakta insanlar dövülüyor, soyuluyor. Almhöglü gençler, bu saldırıların gece Rosengård’dan gelen yabancı gençler tarafından düzenlendiğini öne sürüyor. Polis ve ev kurumunun kayıtları ise olayların Almhöglü gençler tarafından çıkarıldığını kanıtlıyor. Almhög’de oturan her 4 kişiden 3’ü işsiz. Çoğu ailenin yaşam düzeyleri, yabancıların oturduğu Rosengård’un çok gerisinde. 2010 seçimlerinde ırkçı parti, Malmö ve çevresindeki en yüksek oyu (yüzde 34) Almhög bölgesinde almış... Son zamanlarda gazeteler Almhög’deki çocuk yuvalarındaki çocuk bezlerinin eksilmesini haber haline getirdi. “Kel alaka” demeyip haberin derinine indiğinizde ortaya sosyal bir travma çıkıyor. Çocuk yuvalarında yapılan bir soruşturmanın sonunda, geçim sıkıntısı çeken bazı ailelerin çocuklarını yuvaya getirip götürürken çocuk bezlerini çaldıkları belirlendi. Almhög okullarındaki bazı çocuklarda ve gençlerde ruhsal ve bedensel gelişim bozuklukları saptanmış. Aileleriyle yaşamaktan mutlu olamayan çocuklar, okuldan sonra evlerine dönmek istemiyor. SYD Svenska gazetesinde yayımlanan rapor, İsveç radyo ve televizyonlarında büyük yankı uyandırdı. Almhög deneyiminin sonuçları İsveçlilerde şaşkınlık yarattı. Yıllar önce, üç beş aklıevvelin kuyuya attığı taşı, şimdi kırk akıllı çıkaramıyor. Belediye, okullar genel müdürlüğü ve sağlık kuruluşları benzeri durumlarda görüldüğü gibi yine harekete geçti. Hemen “Almhög’ü kurtarma projesi” başlatıldı. Psikologlar, sosyologlar, aile danışmanları da çalışmalara destek veriyor. Almhög’den kırsal alanlara, hayvanat bahçelerine terapi amaçlı bedava otobüs seferleri düzenlendi. Almhög, 40 yıllık deneyiminin sonunda ne kendisi ne de başkası olmayı başarabildi. Öz dilini, kültürünü unuttu; yerine başka bir şey de koyamadı. Yalıtılmışlık, iletişimsizlik, içten içe çürümeyi ve kurumayı getirdi. Almhög, şimdi dışa açılarak, başka kültürlerle iletişim kurarak yaşama tutunmanın yollarını arıyor. [email protected] Bollate ve Hemingway’in notları ollate, Milano’nun yanı başında, Çizme’nin dört bir yanından gelen antikacıların her pazar günü kurduğu Avrupa’nın en büyük antika pazarı, birçok Avrupa ülkesinin örnek aldığı, çocuk mahkumları uzman bahçıvanlık, rugby takımı, grafikerlik gibi çeşitli eğitimlerle yeniden yaşama hazırlayan projelere imza atan cezaevi, farklı mesleklerden bir grup amatör cazseverin çabasıyla profesyonel bir nitelikte yoluna yıllardır devam eden caz festivali, bugünlerde şair ve sinemaci Pier Paolo Pasolini’nin retrospektif sergisine ev sahipliği yapan İtalyan yazar ve Pasolini’nin dostu yazar Giovanni Testori’nin müzeeviyle ünlü. Ancak Bollate bugünlerde son birkaç yıldır çağdaş sanat sergilerine ev sahipliği yapan Fabbrica Borroni’de önceki gün ziyarete açılan “Unutulan Fabrika B A ambulans şoförüydü. Genç Sutter&Thevenot” başlıklı bir MİLANO Ernest’ten o zamanlar tarım sergiyle kültür gündeminde. alanlarıyla çevrili Bollate’deki İsviçrelilerin geçen yüzyılın fabrikaya gitmesi istendi. Ernest başında Bollate’ye bağlı Hemingway Sutter&Thevenot’a Castellazzo’da kurucusu olduğu ulaştığında dramatik bir Sutter&Thevenot, Birinci manzaraya tanıklık etti. Genç Dünya Savaşı döneminde savaş ASLI KAYABAL kadın işçilerin yanmış bedenleri, malzemeleri üretiyordu. fabrikanın iskeleti ile karşı Milano’nun kuzeyindeki karşıya kaldı. Genç Hemingway’in bu banliyö semtlerinden Bollate’de yabancı büyük patlamada tanıklık ettiği dramatik sermayenin girişimiyle kurulmuştu. Tarih tablo, on dört yıl sonra kaleme alacağı, 49 7 Haziran 1918’i gösteriyordu ve öğle öyküden oluşan “Ölülerin Doğal Tarihi” üzeri 13.50’de fabrikada korkunç bir (1935) adlı bir kitaba malzeme oldu. patlama oldu. Yaşları 14 ila 30 arasında İtalyan fotoğrafçı ve sinemacı Luca değişen 60 kadın işçi bu korkunç patlamada yaşamını yitirdi. Kaza bölgesine Comerio, 1918’deki kazadan birkaç yıl önce İsviçre fabrikası yardım ulaştırmaya çalışan gönüllü Sutter&Thevenot’taki iş yaşamını ve kuruluşlar arasında Amerikan Kızılhaçı da işçileri belgelemek amacıyla çekim vardı. O günlerde henüz 19 yaşında olan yapmıştı. 60 kadın işçinin ölümüyle Amerikan edebiyatının ünlü yazarı Ernest noktalanan bu kazanın 94. yıldönümünde Hemingway, Amerikan Kızılhaçı’nda yerel tarih çalışmasına ev sahipliği yapan Bollate’de bir grup tarihçi, arşivde Comerio’nun geçen yüzyılın başında kaza öncesi ve sonrasında çektiği fotoğraflara ulaştı. Bir dönemin fabrika yaşamına, Ernest Hemingway’in gelecekte kaleme alacağı çeşitli öykülere temel olusturan Sutter&Thevenot’ten arda kalan siyah beyaz kareler, gencecik yaşamları bu fabrikanın yıkıntıları arasında son bulan genç kadınlar, onların yaşamöyküleri, bu karanlık tablo karşısındaki izlenimlerini gazeteci yazar kimliğiyle not alan Hemingway’in öykülerinden alıntılar, Fabbrica Borroni’deki sergide bugünkü genç kuşaklara Sutter&Thevenot ve çalışanlarını tarihten silen patlamanın öyküsünü belgelerle anlatıyor. (www.fabbricaborroni.it) [email protected] Uyuyan dev uyanıyor A vrupa’da “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” atasözü gerçekleşiyor. Ahı çıkmış vahı kalmış vahşi kapitalizm artık direnmekte zorlanıyor. Uyuyan dev uyanıyor ve Avrupa’da sol umut tekrar yeşeriyor. 6 Mayıs seçimlerinde Yunan halkından esaslı bir darbe yiyen vahşi kapitalizm savunucularına karşı Yunanistan halkı, “sosyal kazanımlardan geri adım atmak istemediğini” sola selam vererek haykırdı. Kamuoyu yoklamaları bu ay yapılacak olan yeni seçimlerde SYRIZA’nın birinci parti olacağını öngörüyor. Fransa sosyalistlerinin adayı François Hollande’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini Eyaleti’nde büyük oy kaybetti, en kötü kazanması da Avrupa’da esecek olan sol sonucu aldı. Seçimlerde Sosyal Demokrat rüzgârın belirtilerinden. Tek yanlı Parti açık bir zafer kazandı. Eğilimin tasarruflar ve sağın yönettiği Avrupa devam etmesi ve sonucun 2013 Birliği’nin dayattığı bütçe önlemleri canlı sonbaharındaki genel seçimlere yansıması canlı mezara gömülmek istenen solun bekleniyor. Almanya, İngiltere ve hatırlanmasına ve tekrar umut olmasına devamında diğer ülkeler! Sol partiler ya yol açtı. Gözler şimdi 1017 Haziran’da tek başına iktidar olurlarsa ya da yapılacak olan Fransa genel seçimlerine ülkelerindeki koalisyonlarda etkili rol çevrildi. Senato’da çoğunluğu sağladıktan oynarlarsa Avrupa vahşi kapitalizm sonra başkanlığı da alan sosyalistler tuzağına düşmekten mecliste oluşturacakları hâkimiyetle kurtulabilir. BRÜKSEL hem Fransa’da hem de Avrupa Solun bir ülkede etkili Birliği’nde etkili hale gelecekler. olması için illa tek başına Fransa önemli bir ülke olmasına karşın iktidar olması da AB düzeyinde cılız ve aykırı bir ses gerekmiyor. Bunun en olmaktan öteye gidebilecek mi, hep son örneği ise Belçika! birlikte göreceğiz. Alınan kararların Flaman Sosyalistleri yeniden tartışmaya açılması kolay ERDİNÇ UTKU SPA ve koalisyon olmayacak anlaşılan. Ancak Fransa’da hükümetinde yer alan esen sol rüzgârın diğer Avrupa Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı ülkelerine de yansıması neoliberallerin Johan Vande Lanotte buna verilecek en tüm hesaplarını altüst edebilir. Umutların güzel örnek. Gazelektrik fiyatlarını yeşermesine yol açan bir gelişme de donduran; tüketicileri, önlemlerine direnen Almanya’da gözlendi. Tek taraflı tasarrufların sorgusuz savunucusu elektrik şirketlerini dava etmeye çağıran ve konumundaki Almanya Başbakanı tüketicilerin desteği ile şirketleri dize Merkel’in partisi, Kuzey Ren Vestfalya getirmeyi başaran bakan şimdi de telekom Baku’da muhteşem gece İ şirketlerinin fiyatlarını düzenlemeyi sıraya aldı. Binlerce tüketiciyi yanına alarak adil olmadığını düşündüğü fiyatlara savaş açan bakanın koalisyondaki liberallere rağmen sonuç alması “ciddi çalışıldığında ve çaba harcandığında küçük partilerin bile halk yararına bazı sonuçlar alabileceğini” kanıtladı. Yunanistan’da olduğu gibi sadece vahşi kapitalizme olan tepkiyi oya çevirmek yetmiyor. Solun “sadece laf kalabalığı yapmadığını”, “attığı somut adımlarla halkın yararına çalıştığını” göstermesi gerekiyor. Faturayı halka kesmek isteyen egemen sınıflara “faturayı tek taraflı değil ama paylaşarak ve dengeli bir şekilde ödemek gerektiğini” anlatmak için sandıklar Avrupalıları bekliyor. Fransa’da esen rüzgâra Fransız kalmayacak olan Avrupalılara güveniyorum. Avrupa Sosyal Modeli’nin altını oymaya çalışan neoliberallere verilecek olan en iyi yanıt da bu olur! Yoksa fazla mı iyimserim? Canlı canlı mezara gömülmek istenen solun fark edilmesinden heyecanlanmamak elde mi! [email protected] İ nce ince bahar yağmurlarının çiselediği balkonumda kuş sesleriyle uyanıp evimin önünden çekerek götürülen valiz tıkırtılarıyla ve tatile çıkanların keyifli mırıltılarıyla güne başlıyorum. Havaalanları, otoyollar ve tren garları haziran günlerinin keyfini çıkarmak isteyenlerle dolup taşmakta bugünlerde. Münih’te bugünlerin esas tadını ise en çok bisikletleriyle dolaşanlar çıkarıyorlar... Kâh İsar Nehri boylarında kâh Englisher Garden’ın incecik patika yollarında pedal çeviren binlerce bisikletlinin mutlulukları yüzlerinden okunuyor. Çoluk çocuk herkes “şeytan arabası”nın büyüsünü ve keyfini yaşamakta... En çarpıcı yenilik ise elektrikli bisiklet satışlarındaki patlama. Mart ayının satış rakamlarına göre Almanya’da elektrikli motor desteğiyle çalışan bisiklet sayısı bir milyona ulaştı. Almanya’da iyi bir elektrikli bisiklete sahip olmak için 2 bin Avro’yu gözden çıkarmak gerek. Amortisörlü sele, hidrolik diskli fren düzeni ve güçlü bir aküye sahip bu yeni model bisikletlerle saatte 45 km. hızla bile gidilebiliniyor. Kimilerinin “mega trend” olarak adlandırdığı bu elektrikli bisikletlerde gelecekte lityum aküler bile kullanılacakmış. Kentte sürekli yenileştirilen bisiklet yollarında çocuklarıyla bir arada bisiklet süren aileleri Bisiklet üstünde, düşler içinde... de görüyorum pazar günleri... kampanyalarının düzenlendiği Sonunda dayanamayıp ben de günümüzde kent plancıları, sanat yer yer boyası dökülmüş, tarihçileri ve mimarlar ellerinde paslanmış bisikletimle onların planlarla harıl harıl Münih’i daha peşine takılıyorum... Yağmurun sevimli ve canlı kılmak için ardından toprak kokan incecik uğraşıyor... Her şeyin hızlı bir patika yollarda çok değişik değişime uğradığı günümüzde modeller birbiriyle yarışıyor... Münih gibi 850 yıllık bir şehirde Trekking bisikletleri, dağ “nostaljik doku” özenle korunuyor gerçekten. Özellikle bisikletleri ve katlanabilir ilginç modeller içinde en fiyakalı yeşil alanlarını çoğaltıp, her şeyi olanlar kuşkusuz kontrol ettiklerini elektro bisikletler. yıllardır izliyorum. Ve MÜNİH Münih, bisiklet aklıma ister istemez bizim hızla betonlaşan tutkunları için ideal bir kent. Şehirdeki kıyılarımızın bisiklet yolları görüntüleri geliveriyor. 1989’dan beri Bir dünya cenneti olan çoğaltılıyor... 2005 kıyıların içimizi acıtan EROL ÖZKAN görüntülerini bilmeyen yılında 700 km.’yi bulan bisiklet yol mi kaldı! Çevre için ağı günümüzde neredeyse iki yırtınan, yaşam alanlarını katına çıktı. Keşke bu ülkedeki savunan aydınlarımızın gibi yaygın bisiklet sevdası bizde çaresizliğini ve direnen köylülerin haklılığını gözümün de artsa ve bisiklet yolları planlanabilse! Bisiklet bu ülkede önüne getiriyorum... Son olarak neredeyse yaşamın bir parçası altın madencilerinin Kaz olup çıkmış halde ve tabii Dağı’nın ardından Madra Dağı akaryakıt fiyatlarının 7 yılda eteklerinde, Burhaniye’nin burnunun dibindeki Dutluca yüzde 40 artması da bir başka neden olarak gösterilebilir!.. köyü civarındaki prehistorik Bisiklet fuarlarının peş peşe alanlar içinde çalışmaya açıldığı ve “işe bisikletle git” başlayacağını ve kaşla göz [email protected] C MY B C MY B arasında Deliktaş Anıtı gibi bir kutsal sunağın yok olabileceği gerçeğini bizim Cumhuriyet Ege’de çıkan bir haberden öğrenip şaşırıyorum uzaklarda olsam da!.. Bisiklet bir özgürlüktür deyimine kesin inanıyorum. İlkyaz sabahlarında o da ancak hafta sonları eski bisikletimin üstünde, taze biçilmiş çimen kokan parklarda turlarken insan düşler kurmaktan da kurtulamıyor nedense. İnsana mutluluk veren çiçek kokularına ne denir... Bu arada yasemin, hanımeli kokan harikulade bir bahçe içindeki sarı boyalı evinin basamaklarına ilişmiş klasik müzikle yaşayan cılız bir kemancı kızın gülümseyişi aklımdan çıkmazken iskelede döküntü bir tekne içinde engelli oğluyla birlikte denizden para kazanma sevincini yaşayan yoksul bir balıkçı kadının gururunu ve çocuğunun bisiklet özlemini hatırlıyorum bir anda uzaklarda... Her şey üst üste çekilmiş eski film kareleri gibi... Maalesef bir tarafta düşler, bir tarafta gerçekler iç içe sanki. Yaşananlara sadece bakıyoruz. Ve incecik ahmak ıslatan bir yağmurun ardından gülümseyen bir güneşle birlikte tekrar külüstür bisikletime atlayıp kulağımda Vivaldi, İsar kıyılarına doğru pedal basıyorum. İyi pazarlar... lk kez geldiğimde bu kent beni çarpmıştı. 21 yıl önce Baku’ya ayak bastığımda “Burası bir mücevher şehir” diye düşünmekten kendimi alamamıştım. 21 yıl sonra yine buradayım. Arada kaç kez gelip gittiğimi saymam zor. Bu sefer Baku’ya Eurovision 2012 şarkı yarışmasını izlemek için çok sevgili Azeri dostların davetiyle geliyorum. Akşam bulutlu. Karanlık Hazar Denizi’nin üzerini perdeliyor. Hazar’dan sert esen rüzgâra karşı, ışıl ışıl yanan kristal kulelere doğru hızla yürüyoruz. Birazdan “Eurovision”u bu Crystal Hall ya da Türkçe adıyla Kristal Arena’da izleyeceğiz. Muhteşem bir hazırlık yapılmış. 23 bin kişilik Kristal Arena hıncahınç dolu. Sürekli lazer ışıklarıyla inanılmaz gösteriler yapılıyor. Arada havai fişekler patlıyor. Gökyüzünden sanki gümüş tanecikleri yağıyor. Kristal Arena’yı 6 milyon Azeri Manat’ına (yaklaşık 6 milyon Avro) bir Alman şirketi yapmış. Bunu yapmak için de deniz doldurulmuş. Yanı başında yine yeni yapılan Azerbaycan Devleti Bayrak Meydanı var. Bir başka Alman şirketi de Kristal Arena’nın ışıklandırma sistemini üstlenmiş. Ama yabancılara bırakılan iş o kadar. Bütün organizasyon Azeri tarafına ait. Deniz Sahili’nden yol kesilmiş. Arabalardan iniyoruz. Deniz kenarına doğru yürümeye başlıyoruz. Yol git git bitmiyor. Neredeyse bir kilometreye yakın mesafe. Ama yönünüzü kaybetmeniz mümkün değil. Adım başı Azeri görevliler size yol gösteriyor. Piramit biçimi yan yana dikilmiş kristal kulelerin süslediği arenaya nihayet varıyoruz. İnanılmaz bir ışıklandırma. Dakikada bir BAKÛ ışıkların rengi değişiyor. Bir mavi, bir kırmızı, bir yeşil, bir mor. Salondan içeri giriyoruz. İlgiyle çevreme bakıyorum. KaLEYLA TAVŞANOĞLU dınlı erkekli kalabalıkta müthiş bir şıklık. İnsanlar baloya gider gibi üstlerine başlarına özen göstermişler. Burada kültür böyle. Yanımdan gencecik kızlar geçiyor. Hepsinin omuzunda renk renk marka çantalar. Yanımdaki arkadaşımın kulağına eğilip “Bu gençler bu kadar pahalı çantaları nereden buluyor? Bunlar çakma mı yoksa?” diye soruyorum. Arkadaşım tuhaf tuhaf yüzüme bakıyor: “Olur mu canım? Bunların babaları Karun kadar zengin” derken biraz ayrıntı veriyor. Böylece Baku’da son yıllarda inanılmaz bir alışveriş çılgınlığının alıp yürüdüğünü öğrenmiş oluyorum. Her neyse... Eurovision yarışması başlıyor. Yine havai fişekler patlıyor. Sahnede üç sunucu. Mükemmel İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşuyorlar. Sabaha karşı dörde kadar süren yarışma boyunca da bu mükemmel sunumlarını hiç aksatmadan sürdürüyorlar. Bütün dünyaya da duyurulduğu gibi yarışma boyunca şimdiye kadar böylesine mükemmel bir organizasyona tanık olunmadığı çeşitli ülkelerin temsilcileri tarafından dile getiriliyor. Birkaç not da yarışmada İsveç adına “Euphoria” isimli şarkısıyla birinci olan Fas asıllı şarkıcı Laureen’la ilgili... Laureen yarışmadan önce verdiği birtakım demeçlerle Azeri tarafını fena halde kızdırmış. Baku’da düzenlediği basın toplantısında Azerbaycan’da demokrasi olmadığı, insan haklarına saygı gösterilmediği, bu durumun bir an önce düzelmesi gerektiği gibi ileri geri sözler söylemiş. Çevremdeki arkadaşlar, “Laureen buraya sanatçı mı yoksa siyasi kimlikle mi geldi?” diye sorup duruyorlar. İleri sürülen bir iddia da Laureen’ın çok önceden birinci olması kararının birileri tarafından alınmış olduğu. Bu ne kadar doğru bilinmez. Sonuçta mükemmel bir gösteri ve mükemmel bir organizasyonun damağımda bıraktığı tatla sabahı buluyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle