18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 HAZİRAN 2012 PAZAR [email protected] 10 PAZAR KONUĞU American Turkish Council Direktörü Büyükelçi James Holmes’a göre Ankara iyi yolda ama çekinceler var: Çoğunluk azınlığa baskı yapmasın SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU American Turkish Council’ın (ATC) her yıl düzenlediği büyük konferans bu sefer 1013 Haziran’da Washington’da yapılıyor. Konferansın konusu ABD Türkiye ilişkilerinin aldığı yön. Otuz yıldır ATC’nin düzenlediği bu konferanslar zincirinin son halkasının konusunun neden ABD Türkiye ilişkileri olduğu sorusunun cevabına gelince... Ön açıklamaya göre Türkiye dünyanın 18. büyük ekonomisi. Türkiye’nin ayrıca 201117 arası, OECD’nin ekonomisi en hızlı büyüyen ülkesi olacağı hesaplanıyor. Üstelik Türkiye, Avrupa, Orta Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, gelişmekte olan pazarlara coğrafi yakınlığıyla da çok avantajlı. Her şeyden önemlisi de ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ABD ilişkilerini “model ortaklık” olarak tanımlaması. Bu açıklamanın ışığında ATC Direktörü Büyükelçi James Holmes’la konseyin Washington’daki merkezinde bir araya gelip konuşuyoruz. Model ortaklık iyi de, Türkiye’nin bugün askeri vesayetten kurtulduğu, ancak bu sefer de sivil vesayet altına girdiği eleştirileri var. Bunlara ne diyorsunuz? J.H. Bence bu Türkiye’deki siyasi yaşamda kararlı bir geçiş ve değişim dönemini gösteriyor. Daha açık söylemek gerekirse onlarca yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) anayasal sorumluluğunun artık değişime uğradığı anlamına geliyor. Bir demokrat olarak ordunun hükümete hesap verme ve hükümetin sorumluluğu altında olma durumunu olumlu karşılıyorum. Ancak bu geçiş ve değişim döneminde Türkiye’nin önünde çok net engeller olduğu anlaşılıyor. Şöyle soru işaretleri var: Türkiye, yenilenmiş bir siyasi sistem içinde adalet unsurlarını da barındıran bir liberal demokrasiyi nasıl gerçekleştirebilir? Çok açık bir şekilde ülkede, Türkiye’nin siyasi, etnik, dinsel, kültürel bütün farklılıkları, kimliklerini kucaklayacak yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu kesindir. Bunun Türkiye için çok heyecan verici bir dönem olacağını söyleyebilirim. Türkiye bu süreci başarıyla geçerse bölgesinde lider, iç bünyesinde de yönetim ve halkına dağıttığı adaletin niteliği bakımından gurur vesilesi olacaktır. Y argının olması gerektiği gibi işlemediği, adaletin yerini bulmadığı, uzun tutukluluk süreleri yüzünden insanların hayatlarının mahvedildiği, Başbakan’ın sürekli öfke hali gündemde. T ürkiye’yi son derece dinamik ve çekici bir ülke olarak izliyorum. Ancak ülkenizin günün birinde bir şeriat devleti haline geleceği fikri konusunda ikna olmuş değilim. P O R T R JAMES HOLMES E Johns Hopkins University School of International Studies’den (uluslararası ilişkiler Bölümü) lisansüstü derecesini aldı. 37 yıl ABD Dışişleri Bakanlığı’nda üst düzey görevlerde bulundu. 1968’de PakistanHindistan Savaşı sırasında Pakistan’da, 1990’lı yıllarda Ankara’da, Norveç, Yeni Zelanda, Letonya ve Kosova’da dış görev yaptı. Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduktan sonra American Turkish Council (AmerikanTürk İş Konseyi ATC) direktörlüğü teklif edildiğinde Türkiye’yle bağları yenilemek için görevi kabul etti. Yedi yıldır ATC Başkanı. Büyük resme iyi bakın İçte ve dışta bizim hükümetin Türkiye’yi bir İslam devleti haline getirmek ve sırtını Batı’ya çevirmeye çalışma eleştirileri gittikçe artıyor. Siz bu görüşleri nasıl değerlendiriyorsunuz? J.H. Bu eleştirilerden haberim var. Ama Türkiye’de işlerin böyle olduğuna inanmıyorum. Gerçek bir demokrasinin en güzel yanı, bir hükümetin icraatlarıyla ilgili fikir ayrılıklarına düşebilmeniz, kavga edebilmenizdir. Bunları yaparken de büyük resmi göz ardı etmemelisiniz. İnsanların hükümetin icraatlarında ya da siyasette kimi durumları hatalı görmeleri beni hiç de rahatsız etmiyor. Ta ki bu insanlar Türkiye’nin olumlu yönde evrildiğini göz ardı etmesinler...Yargının olması gerektiği gibi işlemediği, adaletin yerini bulmadığı, uzun tutukluluk süreleri yüzünden insanların hayatlarının mahvedildiği, Başbakan’ın sürekli öfke hali gündemde. Eleştiriler giderek artıyor. Demokrasinin zor yanları budur. Siyasi kavgalar mutlaka olacaktır. Olmaması gereken, çoğunluğun azınlığın sesini kesmek istemesidir. Sanıyorum, kimi durumlarda Türkiye’de böyle oluyor. AKP içinde de çoğunluğun demokratik süreci sürdürürken azınlığın anayasal haklarına da saygı gösterilmesi isteği beni sevindiriyor. Bütün bu söylediklerim ABD’ye yabancı konular değil. Bizimki çoğulcu bir anayasa. ABD Anayasası yapılır yapılmaz ilk hayata geçirilen İnsan Hakları Beyannamesi (Bill of Rights) oldu. Bunun amacı azınlık haklarını korumaktı. Türkiye Batı’ya çıpalı Ülkeniz pek çok değişimden geçiyor. Türkiye’nin bu değişimle, Batılı ve NATO bağlantıları sayesinde ufukları genişliyor. Bugün Türkiye’de Gülen Hareketi’nin yargı, Emniyet güçleri, devletin pek çok kademesine sızdığı ve hâkimiyet kurduğu herkesin bildiği bir gerçek. Demokratik sistemlerde bir dini cemaat devlet yönetimini ele geçirebilir mi? J.H. Öncelikle Türkiye dışından birisi olduğumu söylemeliyim. Türkiye’de ne olup bittiğini yakından izliyorum. Ülkenizde olanları bildiğimi sanıyorum. Ama hiç kuşkusuz her şeyi biliyor değilim. Bütün bu söylediklerinizden haberim var. Ama elimde şu ya da bu yönde bir karar almamı sağlayacak somut bir veri yok. O zaman kendi kendime somut kanıt nedir sorusunu yöneltiyorum. O da şu: Burada (ABD) çok başarılı bir hareket var. Ama bu noktada bu hareketin zamanı geldiğinde Türkiye’yi laik bir ülkeden şeriat devletine çevirme gibi gizli bir gündemi olduğunu görmüyorum. Demokrasi zaten bu tür kuşkular ve kaygıların dile getirilmesi, açıkça ifade edilmesi demektir. Türkiye bugün bunu yapıyor. Dolayısıyla ben Türkiye’yi son derece dinamik ve ilgi çekici bir ülke olarak izliyorum. Ancak ben bu aşamada, Türkiye’nin günün birinde bir şeriat devleti olacağı fikri konusunda ikna olmuş değilim. Türkiye’nin sırtını Batı’ya dönüp Doğu’ya yönelmesi eleştirilerine de katılmıyorum. Ben Türkiye’nin Batı’ya çıpalandığını düşünüyorum. Ülkeniz pek çok değişimden geçiyor. Sizinle bir yıl önce yaptığımız söyleşide de aynı görüşleri dile getirmiştim. Türkiye’nin bu değişimle, Batılı ve NATO bağlantıları sayesinde ufukları da genişliyor. Ülkeniz 1923’ten beri olmadığı kadar bölgesinde ve bölgesinin dışında parasal ve ekonomik güce sahip oluyor. 1923’ten 1950’lere kadar Türkiye içe dönük bir ülkeydi. 1953’te NATO’ya üyeliğiyle birlikte rahatladı. Sadece ilgisini Batı’ya yönlendirip bilinçli olarak kendi bölgesinde, güneyi ve doğusunda olan bitene ilgisiz kaldı. Bugün Türkiye ufuklarını genişleterek çevresinde kendisine nasıl fırsatlar olduğunu fark etti. Bunun Batı’dan uzaklaşmaya başladığı anlamına geldiğine kesinlikle katılmıyorum. Türkiye vizyonunu değiştirerek muazzam fırsatlar yakaladı; önemli ölçüde de başarılı oldu. ilişkilerimiz zirvede. Bu durumun epey bir zaman devam edeceğini düşünüyorum. Evet, tarihte ilişkiler inişli çıkışlı olmuştur. Ben bir iş konseyinin direktörüyüm. Dolayısıyla benim görevim ve sorumluluğum Türkiye’yle ABD arasındaki iş ilişkilerini genişletmek ve geliştirmektir. Hatta bu ilişkilerin çok daha yükseklere ulaşarak Türkiye’yle ABD’yi birbirine çok daha yakın bağlarla bağlayacağını düşünüyorum. İş ve ticaret ilişkileri çok önemlidir. Günün birinde ikili bağlarda bir gevşeme tehlikesi baş gösterdiğinde her iki ülkedeki iş kadınları ve erkekleri kalkıp şöyle diyeceklerdir: “Durun bakalım, siz ne yapıyorsunuz? ABD tarafı olarak bizim Bolu’da, Eskişehir’de yatırımlarımız, çıkarlarımız var.” Ya da Türk iş insanları şöyle tepki vereceklerdir: “Ben Teksas’ta yatırım yaptım. Bu ilişkilerin bu hale gelmesine izin veremem.” Onlarca yıl iki ülke arasında iş bağlantılarının yetersizliği, ilişkilerde denetim görevi yapamadı. Ama artık bunun böyle olmayacağından eminim. Dolayısıyla iki ülke iş dünyası arasındaki bağların sıkılaşması, siyasi ilişkilerin de sağlamlaşmasını sağlayacaktır. İkili ilişkiler zirvede Peki, önümüzdeki birkaç yıl için ABDTürkiye ilişkilerinin alacağı yönü nasıl değerlendiriyorsunuz? J.H. Her zaman iyimser bir insanım. Dolayısıyla ikili ilişkilerin geleceği konusunda da iyimserim. Şu anda Esad konusunda Ankara’yla paralel düşünüyoruz Türkiye, Arap Baharı ya da kalkışması, ardından da Suriye’de olanlarla birlikte elini ateşe soktuğunu gördü. Bu arada ABD yönetimi de Suriye’de Esad rejiminin ısrarla değişmesi gerektiğini savunuyor. Sizce bu bağlamda yakın gelecekte neler olur? Bir de ABD yönetimi bugüne kadar göz yummasına rağmen neden şimdi Esad rejiminin gitmesinde bu kadar ısrarlı? J.H. Bence ABD açısından Suriye konusunda Türkiye’yle paralel bir evrilme oldu. ABD yönetimi dokuz ay kadar önce Esad’ın reformlar konusunda verdiği sözlerin sadece zaman kazanmak için yapılmış konuşmalar olduğunu algıladı. Esad’ın reform yapma gibi bir amacı olmadığı anlaşılmıştı. Burada yapılacak iki şey vardı. Ya hiç ilgilenmeyip ne haliniz varsa görün diyecektiniz ya da ülkenin liderliğini değiştirmesi gereğinde ısrar edecektiniz. Suriye Türkiye’ye sınırdaş bir ülke. Ankara orada neler olup bittiğine kayıtsız kalamaz. Başbakan’ınız da Esad’ın kendisine gerçek niyetleri konusunda yalan söylediğini kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşıldığı kadarıyla bu tür bir ilişkinin değişmesi gerektiğini algıladı. Sanıyorum, benzer bir siyaset değişikliği Washington’da da oldu. Başlangıçta Esad’ın gitmesi ve halihazırdaki rejimden daha güvenilir başka bir liderliğin Suriye’ye gelmesi konusunda belirgin istek yoktu. Öte yandan Suriye’de Hizbullah gibi son derece militan gruplar da Washington’da ciddi kaygılara yol açıyor. Dolayısıyla Beşşar Esad’ın yerine kimin geçeceği konusunda önemli soru işaretleri var. Sonuç olarak Türkiye ve ABD’nin Esad’la ilgili olarak paralel düşünceler içinde olduğunu söyleyebiliriz. Yani bütün ulusu kendisine başkaldırıp silah kuşanmış olan bir lider de olduğu yerde uzun süre kalamaz. Gerçekçi olmak lazım. Suriye’deki kalkışmalar kesinlikle yerli Bir süre önce bir grup Türk gazeteci Şam’a gidip neler olup bittiğini yerinde görmek istedi. Verdikleri haberlerde, başta El Cezire televizyonu olmak üzere kimi Batılı medya organlarının geçtikleri haberlerin aksine Şam’ın son derece güvenli ve sakin bir kent olduğunu bildirdiler. Hatta Şam’dayken şehir dışında iki arabada yüzlerce insanın ölümüne yol açan patlamalara da hiçbir anlam veremediler. Bazı güçlerin Suriye’de kışkırtıcılık yaptıkları görüşlerini dile getirdiler. Siz buna ne diyorsunuz? J.H. Burada Türk gazetecilerin varmak istedikleri sonuç Suriye’deki kalkışmaları dış güçlerin kışkırttığı ise bence bu doğru değil. Kalkışmalar tamamıyla Suriye içinden kaynaklanıyor. İşte bu durum Şam yönetimini çileden çıkardı. O noktada da göstericilere kaba kuvvet kullanmaya başladı. Oysa yapılanlar gayet barışçı gösterilerdi. Başkaldırılar tamamıyla yerli ve ülkenin içinden kaynaklanıyor dememin nedeni şu: Otuz yıldır ne zaman Şam grip olsa Beyrut aksırırdı. Bugün de aynı şey oluyor. Suriye’deki olaylar Lübnan’ın siyasi ve ekonomik sistemini etkilemeye başladı. Suriye’de ne zaman bir şey olsa bu Lübnan’a sıçramıştır ve dediğim gibi bu durum otuz yıldır sürmektedir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle