18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 HAZİRAN 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR ‘İleri demokrasi’miz: Bir umut, üç azar, beş ceza... 15 Büşra Ersanlı’ya mektup rı “Akademideki Hak İhlalleri” dosyasını okudukça, tanıklıkları dinledikçe tüylerim ürperdi. Her tanıklık üniversitelerde yaşanan hukuk dışılığı, engellemeleri ve baskıyı ortaya koyuyordu. Münferit olay denemez, sistematik bir baskı ve yıldırma… Üstelik çoktan süreklilik kazanmış! İşin korkunçluğu, kimi öğretim üyeleri ve dekan ve rektörlerin de buna boyun eğmesi! Ah Canım Büşra, belki de diyorum, eğitime ilk baskı, müdahale yapıldığında toplantıdaki gibi tüm öğretim üyeleri, tüm rektörler dekansenin öykünü “Dreyfus” davası diye niteledi! Doğru bir tanımlamaydı. Sen, bir bilim insanının yapması gerektiğini yaptın. Akademik yetkinliğini, bilgini, birikimini, bu ülkenin en can alıcı meselesine çözüm aramak, çözüme katkıda bulunmak için kullandın. Canım Büşra, Kürt değilsin ama bu ülkede “Kürt sorunuTürk sorunu” kanla, ölümle, silahla, katliamla, mayınla, gözyaşıyla değil, kin ve nefretle değil, şiddeti dışlayan yollarla da çözümlenebilir inancıyla yasal bir parti olan BDP’ye girdin, partinin Anayasa Komisyonu’nda çalıştın! SAVAŞ SONRASININ AVANGARD SANAT AKIMININ YAPITLARI İLK KEZ TÜRKİYE’DE Karel Appel “Vrouwen Kinderen Dieren” AVM Sepetlerinde Büyüyen Çocuklar... Özellikle hafta sonlarında, yani AVM’lerin (alışveriş merkezleri) en kalabalık olduğu günlerde, kaçırmanız neredeyse imkânsız bir manzara: AVM’lerin içindeki uçsuz bucaksız koridorlarda, malların arasından tekerlekli sepetlerini iten anababalar ve bu sepetlerin ‘ilgili bölümüne’ farklı birer mal niteliğiyle yerleştirilmiş çocuklar. AVM’ler çoğalmaya başladıktan hemen sonra, bu mağaza komplekslerinin yöneticilerince çok doğru saptanmış bir gerekliliğin karşılanışı. Küçük çocuklar, her ne kadar tükenmez gibi görünen enerjileriyle bizi şaşırtsalar da, ‘Alsak alsak ne alsak?’ hırsıyla gözleri dönmüş büyükleri kadar yürüyemiyorlar. Zaman zaman bir yere oturup dinlenmek istiyorlar. İşte bu ihtiyacı karşılamak, ‘büyüklerin’ de dolaşma ve alışveriş yapma hızlarını kesmemek için şimdi alışveriş sepetlerinde çocuk rafları da var. Çocuğun yorgun mu düştü, hemen ‘koy sepete’ ve devam et turlarına! Büyük AVM’lere ilk kez girenler, şaşkınlıklarını ve hayranlıklarını çoğunluklaw “Burası başlı başına bir dünya!” cümlesiyle dile getiriyorlar. Kanımca, anlam olarak da çok doğru bir saptama, ‘dışarılarda’ akıp giden dünyanın ve hayatın yanında, AVM’ler gerçekten de ‘başlı başına’ bir dünya – aslında dışarının ancak çok, ama çok küçük bir bölümüne, sadece malların dünyasına atıfta bulunan, ama bunu yaparken tek yol olarak baş döndürücü bir abartmayı araç olarak seçen, böylece de gerçek dünyanın ‘yanılsamalarından’ oluşma bir dünya. Burada hayat, sanki bütünüyle mala, malları edinme tutkusunun doyurulmasına ve ne pahasına olursa olsun tüketmeye indirgenmiş. Aslında çok tutarlı. Tutarlı, çünkü ‘tüketim toplumu’ modeli, kendi kitlesini ancak tüketimi –ihtiyaç olsun veya olmasın– sürekli kışkırtacak yollarla oluşturabilir. Fakat kitle psikolojisi denilen bilim dalının da öğrettiği gibi, bir amaç uğruna kitleyi yalnızca oluşturmak, o amacın gerçekleşmesi bağlamında yeterli değildir; bir defa oluşturulabilmiş bir kitle olarak koruyabilmek, dağılmamasını sağlamak ve insanlarda, zaman zaman –işleri veya özel hayatları nedeniyle geçici olarak kitleden ayrılmak zorunda kaldıklarında bile en kısa zamanda kitleye geri dönme özlemini yaratmak da kitleyi kitle olarak koruyabilmenin başlıca yollarıdır. Bundan ötürü, bugünün AVM’leri tüketim toplumu modelinin ‘pazar ayinleri’ diye de adlandırılabilir. Çünkü dünyanın belki en eski kitle yaratıcılarından olan dinler, kendi kitlelerinin sürekliliğini tapınaklar aracılığıyla sağlarlar. Toplu dualar ve ayinler, kitlelerin inancını yenilemenin ve pekiştirmenin en etkin yollarıdır. Bugünün AVM’leri, tüketim toplumunun tapınaklarıdır. O tapınaklara gelen yetişkinlerin çocuklarını tekerlekli sepetlerin bir köşesine yerleştirmeleri ise, bugünün çocuklarını geleceğin tüketicilerine dönüştürebilmenin en emin yoludur. Üstelik burada birkaç yönlü bir etkilemenin varlığı söz konusudur. Alışveriş sepetlerine yerleştirilen çocuklar, hem bu ‘Başlı başına bir dünya!’ olan sahte dünyaların karşı koyulmaz çekim gücüyle çok küçük yaşlarda tanışıp, hayatı mal edinmeyle ve tüketmeyle sınırlama yolunda ilk adımlarını atabileceklerdir, hem de –ve bu, belki de AVM’lerin çocuklara en büyük katkısıdır!– dolaşırken ‘büyüklerine’ baka baka, onları taklit ederek ‘mal istemeyi’ öğreneceklerdir! Yarın, günlerden cumartesi; çocuklarınızı ‘o dünyalara’ götürmek için bugünden başlayın hazırlanmaya! Çünkü gideceğiniz AVM evinize ne kadar uzak olursa olsun, çoluk çocuk yolculuğun zahmeti o görkemli girişlerin önünde son bulacaktır. Sonrası: Çocukları ‘koy sepete!’ KoBrA’nın 1000 günü nuşan müze müdürü Dr. Nazan Ölçer, sergiyi şöyle anlatıyor: Sabancı Üniversitesi Sakıp Saban“Türkiye ile Hollanda arasındacı Müzesi, 19481951 yılları arasında ki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kaportaya çıkan “KoBrA” akımının ön samındaki etkinlikler, yalnızca üç yıl de gelen yapıtlarından oluşan “KoB sürmesine karşın 20. yüzyıl sanat orrA Özgür Sanatın 1000 Günü” tamını şekillendiren KoBrA akıbaşlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. mının sergisiyle devam ediyor. 2. Sergi, adını, sanatçıların geldikleri Dünya Savaşı’nın ardından genç ve Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam avangard sanatçılar tarafından kukentlerinin ilk harflerinin bileşiminden rulan bu akım, yeniden yaşama sealan “KoBrA” akımının, Karel Ap vincini ve umudu yansıtan, spontan, pel, Asger Jorn, renkli, davetkâr ve zaEugène Brands gimansız eserlerin üretil? Sakıp Sabancı bi ünlü sanatçılarına mesine yol açtı. Bu serait, 60 kadar resim, gi, bizim için de rekor Müzesi’nde açılan çizim, fotoğraf, vibir sürede, 15 günde sergide Karel Apel, Asger deo, seramik, heyhazırlandı çünkü serJorn, Eugène Brands gibi ginin ruhu kadar ‘hafif’ kel, ve tekstil ürününü izleyiciyle buöncü sanatçıların bir çalışma oldu.” luşturuyor. Bunu Sergiyi ziyaret edenyapıtları yer alıyor. Müze yaparken de fonda, ler, KoBrA akımının geMüdürü Ölçer, KoBrA’nın akımın ruhuna uylişiminin yanı sıra, 1930gun caz müziğini savaş sonrasında yeniden 60 yılları arasında Avrukullanıyor. Böylece, pa ve Türkiye’deki sosyaşama sevincini Hollanda’daki KoByal, tarihsel ve kültürel yansıtan yapıtlar rA Modern Sanat gelişmelerin paralel kurürettiğini vurguladı. Müzesi ve ABN guyla anlatıldığı bir yolAMRO Bank’ın culuğa çıkma olanağı da özel koleksiyonuna bulacak. Tarihsel önem ait eserler, Türkiye’de de ilk kez ser taşıyan görüntülerden oluşan siyahgilenmiş oluyor. beyaz bir belgesel ise KoBrA akımı Sakıp Sabancı Müzesi’nde dün ya başladığında, dünyada neler olup bitpılan basın toplantısına, artık aramız tiğine ilişkin fikir verecek. “KoBrAda olmayan KoBrA sanatçılarının ba Özgür Sanatın 1000 Günü” sergisi, zı aile bireyleri de katıldı. Burada ko 16 Eylül’e kadar görülebilecek. MELTEM YILMAZ Sevgili Büşra, Bakırköy Hapishanesinden yazdığın 9 Haziran tarihli ve ‘görül müştür’ damgalı mektubun üç gün önce elime geçti. İnci gibi el yazın, kocaman kuyruklu “g”ve “y”lerin, her mektubuna mutlak eklediğin minik bir “süs”, az sözcükle çok şey anlatma becerini içeren açık mavi üç sayfayı, üç gündür cebimde dolaştırıyorum… Biliyorum, şu günlerde çok yoğunsun! Sekiz aydır tutuklusun! Ve birkaç gün sonra tutuklandığın KCK davası kapsamında ilk kez mahkemeye çıkacaksın! Diyorsun ya, “…İddianame, ek iddianame derken, savunma hazırlığı da var… Ama torbaya sokulduğum için torba dava diyorlar ya… dava ne havada seyredecek bilemiyorum…” Ve sonra patlatıyorsun beni hiç terk etmeyecek sözlerini: “Her şey sürpriz, demokrasi aslında şaşırtma ve sürpriz rejimi olarak da tanımlanabilir. Bir umut, üç azar, beş ceza…” Bu tanıma bayıldım. Üstelik bizimki “ileri demokrasi”... Ama korkarım ki, önceki günden sonra KESK, EğitimSen temsilcileri de “torba”landıktan sonra, oranları değiştirmek gerekecek: Bizim ileri demokrasimiz, bir umut, beş azar, elli beş ceza yolunda ilerliyor. ürkiye Siyasetinde Kürtler’ Sevgili Büşra, elimde yeni çıkan kitabın; “Türkiye Siyasetinde Kürtler” (İletişim Yayınları) üç bilim insanı, Nesrin Uçarlar, Günay Göksu Özdoğan ve sen birlikte hazırlamışsınız: “Öğrencilerimize, paylaşmak için…” diyerek… Henüz ilk makaleyi bitirdim, öğrenerek, yararlanarak okuyorum: Kürt siyasal ve kültürel yaşamının Türkiye’de geçirdiği evreleri… Katılım için Meclis’te, yerel yönetimlerde ve sivil toplum kuruluşlarındaki çabaları… Ah keşke, keşke bunları konuşma, yazmaya, öğrenmeye, tartışmaya yılar yıllar önce başlayabilseydik, belki o zaman bunca çocuğumuz ölmezdi… Bunca acı, bunca kan, bunca gözyaşı yaşamazdık… Benim “küçük” Büşra’m; (Boşuna uğraşma bin kez profesör de olsan benim için hep “Sırma’nın küçüğü” kalacaksın!) seni PEN olarak hapishanede ziyaret ettiğimiz o gün çektirdiğimiz fotoğraflara bir türlü ulaşamadığını söylüyordun mektubunda. Biz dışarıdakiler de ulaşamadık canım! Hem sana bir şey diyeyim mi, hapiste çektirdiğimiz fotoğrafı ne yapalım, nasılsa yakında çıkacaksın, dışarıda bin kat daha güzelini çektiririz! 2 Temmuz’da (Seçtikleri güne bakar mısın! Sivas katliamı!) siyahlar giyinip orada Silivri’de duruşmada olacağız, “küçüğüm”. [email protected] ‘T fade özgürlüğü, akademik özgürlük Canım Büşra, birkaç gün önce senin için bir aradaydık. Meslektaşların çoğunluktaydı. Öğretim üyeleri, profesörler, doçentler, asistanlar, gençler, yaşlılar, ünlüler, ünsüzler, harika bir iş çıkarmışlar. Senin tutuklanmandan sonra kurulan “Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu” (kısaca GITTürkiye) düzenlemişti toplantıyı. Hazırladıkla İ lar “İfade özgürlüğü yoksa, akademik özgürlük de yoktur” diye haykırabilseydi, bilim ve ilim uğruna dik durabilseydi… Belki o zaman ne sen ve öteki öğretim üyeleri ne de 800 öğrenci hapiste olurdu. Hiçbir öğretim görevlisi de mahkeme mahkeme sürünmezdi! Ama hayır iktidardan bağımsız davranamadılar. Ya korktuklar ya da işlerine böylesi geldi. Seni gidi Dreyfus seni! Üniversitede disiplin cezaları, maddi cezalar, kurumdan atılma veee gözaltına alınma, tutuklanma… “Hassas konular”da (Örneğin “Kürt” meselesi üzerine) bilimsel araştırma yapmak; evinde belge ve kitap bulundurmak; üniversite yönetimindeki antidemokratik uygulamaları eleştirmek, sendika üyeliği ve sendikal faaliyet, doğa kıyımına karşı halkı uyarmak yeterli olabiliyor cezalandırılmak için… Sevgili Büşra, Koray Çalışkan Çizimleri ‘müstehcen’ bulunan makalenin yazarından mektup: ‘Endişe duyulmalı’ Kültür Servisi Elazığ İl Halk Kütüphanesi’nin, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlanan tiyatro çeviri ve araştırma dergisi Mimesis’in 19. sayısını yurttaşların şikâyeti üzerine “müstehcen” bularak iade etmesini, makalenin yazarı Sarah Culpepper Stroup, yazılı bir açıklamayla kınadı. Aynı zamanda Washington Üniversitesi’nde öğretim üyeliği de yapan “Kadının Tasviri: Aristophanes’in Lysistrata’sı ve Yunan Eşlerinin ‘Hetairalaştırılması” başlıklı makalenin yazarı Stroup, Mimesis Yayın Kurulu’na yazdığı mektupta, kütüphane müdürünün sansür kararını “rahatsız edici” bulduğunu belirtti. Stroup, sansürün de ötesinde böyle bir uygulamanın tarihe yönelik revizyonist bir yaklaşım olduğuna dikkat çekerek, “Eğer Türkiye’deki insanlar bunun ülkedeki sanatın geleceğine dair olumsuz etkileri olacağı konusunda endişe duyuyorlarsa, diyeceğim odur ki: Evet, sanırım duymalılar.” Öte yandan, Elazığ Öğretmenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği de (ELOYDER) Elazığ İl Halk Kütüphanesi’nin “sansür” tutumuna destek verdi. ELOYDER tarafından Mimesis’e gönderilen bildiride; “Müstehcen çizimli makalenin umuma açık, özellikle çocuk yaşta öğrencilerin yararlandığı halk kütüphanelerine gönderilmesini eğitimciler olarak kınıyoruz” denildi. İKSV 40. yılını kutladı ? Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı, önceki akşam Hasköy Yün İplik Fabrikası’nda kuruluşunun 40. yılını kutladı. Kuruma emek verenlerin buluştuğu gecede, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Aydın Gün’ün adını yaşatma amacıyla, önümüzdeki yıldan itibaren her yıl klasik müzik veya opera alanında verilecek 15 bin liralık bursun müjdesini verdi. DÜZELTME Gazetemizin 28.06.2012 tarihli 15. sayfasında yer alan “Köy Enstitüleri ‘macerası” başlıklı haberde, Köy Enstitüleri sergisinin mekânı Pera Müzesi olarak geçmiştir. Sergi, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Sergi Salonu’nda yer almaktadır, düzeltir, özür dileriz. ABD’den ‘tarihi’ iade ? Kültür Servisi Amerika, aralarında 2 bin 300 yıllık iki seramik vazo, Roma heykeli ile Rönesans dönemine ait bir tablonun da bulunduğu, milyonlarca dolar değerindeki 7 sanat eserini İtalya’ya iade etti. İtalya’dan yasadışı yollarda ABD’ye kaçırılan bu eserler arasında ayrıca, Lelio Orsi’nin 16. yüzyıla ait, 1.5 milyon dolar (yaklaşık 2 milyon 800 bin TL) değerindeki tablosu da yer alıyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle