25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Yabancı işçilerin kayıt dışı ekonomi nedeniyle işverenlere sağladığı haksız kazanç 15 yılda 22 milyar TL’yi geçiyor Patron kaçaktan kazandı Ekonomi Servisi Son yıllarda yabancı kaçak işçi ve göç hareketlerinde “transit ülke konumundan hedef ülke” konumuna gelen Türkiye, denetimlerin yetersizliği ve sınırlarına bütünüyle hâkim olamamanın yarattığı tablonun yanı sıra ağır bir mali faturayla da karşı karşıya kaldı. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “Yabancı Kaçak İşçiler ve Türkiye’ye Göç Hareketi” raporuna göre, Türkiye’de bir yılda kaçak olarak çalışan yabancı işçi sayısı yaklaşık 200 bini buluyor. Bu işçilerin kayıtdışı ekonomi nede Kürtajın Nüfus Boyutu Başbakan, ülke nüfusunun daha hızlı artması gerektiğine olan inancını, neredeyse her gün yineliyor. Üçle başlayan, sonra beşe çıkarılan aile başına üretilecek çocuk sayısını, sezaryen ve kürtaj sınırlama ve yasaklarıyla tamamlamaya uğraşıyor. Başbakan’ın nüfus artışıyla ilgili anlayışının hiç kuşkusuz etnik ve dinsel boyutları var. Tek bir kürtajı Uludere’de öldürülen 34 yurttaşa eşitleyen veya muhafazakâr dünya görüşümüz böyle gerektirir türü söylemleri, nüfus konusuna Başbakan’ın bakışının çok boyutlu olduğunun kanıtlarıdır. Toplumda yıllardır fısıldanan Kürtler Türklerden daha hızlı çoğalıyor önyargısının ve buna dayalı anlayışların Başbakan’ın nüfus politikasının oluşumuna yansımadığını söylemek kolay değildir. Açık ve katı biçimiyle Hıristiyanlığın yalnızca Katolik mezhebince savunulan kürtaj yasağının Başbakan tarafından birdenbire nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkenin gündemine taşınmasında, açıkça söylenmese de Birleşmiş Milletler Raporu’nun bulgularında yer aldığı gibi Ortadoğu’daki Müslüman nüfusun artış oranının azalmakta olduğu da etkili olabilir (New York Times, 3 Nisan 2009). ??? Başbakan’ın öngördüğü nüfus politikasının asıl belirleyici nedenleri ekonomiktir; ancak yanlıştır. Fazla nüfus, özellikle kentlerde büyük bir işsizler ordusu demektir. İşsizler ordusu ne kadar büyük olursa, işçilerin ücret artışı istekleri o ölçüde kolay törpülenir. Sendikacılık baskı altına alınır ve sermayenin karşısında emekçiler örgütsüz bırakılır; ülke ucuz işçi ve kârlı sermaye cenneti olur. Nüfus artışının ekonomiye etkilerinin ikinci demeti tüketime ilişkindir. Nüfus arttıkça, beslenme, giyim ve konut başta olmak üzere, tüketim artar. Bunlara, eğitim, eğlence, ulaştırma ve sağlık gereksinmeleri de eklenmelidir. Özetle, nüfus artışı ekonominin talep tarafını körükler; sermayenin iç pazarının genişlemesini sağlar ve ekonominin büyümesinin motoru işlevini görür. Türkiye halkı tüketiyor! Toplam yıllık ulusal gelirin ortalama yalnızca yüzde 14’ü tasarruf edilmekte; kalan yüzde 86’sı tüketime gitmektedir. Bu tasarruf oranı, OECD ülkeleri arasında en az olanıdır. Çin’de ise ulusal gelirden tasarruf oranı yüzde 50’lere çıkıyor. Türkiye, iç tasarruflarını arttırarak, onları üretken yatırımlara dönüştürerek, yani üreterek değil, başkalarının ürettiğini tüketerek büyüyor! ??? Tarihsel olarak bakıldığında da görülen o ki, aslında ülke ekonomisinin büyümesi, büyük ölçüde, nüfus artışıyla sağlanıyor. Türkiye ile İspanya’nın nüfusu 1960’ların başında yaklaşık 27 milyon olarak eşitti; bugün Türkiye’nin nüfusu 75 milyonla İspanya nüfusunun iki katı dolayındadır. Türkiye ekonomisi artan nüfusun gereksinmelerinin tetiklemesiyle de büyüyor. Başbakan, nüfusun sayısal ya da nicel artışını var gücüyle isterken, niteliksel yönünü de unutmuyor. Dindar nesiller yetiştirilmesi gerektiği vurgusuyla, artan nüfusun kalite sorunu da çözüme bağlanmış oluyor! Eğer uygulanırsa, Başbakan’ın nüfus politikası uzun dönemde ekonomiyi batırır! Çünkü, insan kalitesini bu ölçüde önemsiz tuttuktan sonra, çağın bilimsel ve teknolojik gelişmelerine ayak uydurma; küresel yarışa beyin gücüyle girme olanağı yakalanamaz. Brezilya’da Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma toplantılarına katılan Başbakan’ın, bu ülkede uyguladığı, hızlı nüfus artışı; işgücünün kalitesizliği ve iç tasarrufyatırımüretim yetersizliğiyle, büyüme daha bir süre olsa da kalkınma olmaz; hele de bunun sürdürülebilir olması beklenemez. ? İSMMMO’nun raporuna göre, Türkiye’de bir yılda kaçak olarak çalışan yabancı işçi sayısı yaklaşık 200 bin civarında. Göçmen işçiler düşük ücretlerin yanı sıra herhangi bir sosyal ve sağlık güvencesine de sahip değiller. İşçiler ev hizmetlerinden tekstile, eğlence sektöründen madenciliğe kadar çok geniş bir yelpazede istihdam ediliyor. niyle işverenlere sağladığı haksız kazanç ise 15 yılda 22 milyar TL’yi geçti. Raporda şu tespitlere yer verildi: L Türkiye sınırları dahilinde 2011 itibarıyla legal ve illegal yollardan ülkeye girmiş 350 bin civarında kaçak göçmen bulunuyor. Bu göçmenlerin 150 bin kadarı Türkiye’yi transit yol olarak kullandı. L Bu işçiler ev hizmetlerinden tekstile, eğlence sektöründen madenciliğe kadar çok geniş bir yelpazede istihdam ediliyor. Kaçak yabancı işçiler bulundukları sektörlere göre yerli işçilerin yüzde 5560’ı düzeyinde bir ücret alıyor. Ücret düzeyindeki bu düşüklük yanında kayıt dışı istihdam nedeniyle devletten kaçırılan vergi ve SSK primleri bu tür istihdamı tercih eden işverenlerin çok büyük miktarlarda haksız kazanç elde etmesine neden oluyor. L 200 bin işçi üzerinden asgari ücret baz alınarak yapılan hesaplamada bile kayıt dışı işçi istihdam eden işverenlerin SGK primi ve gelir vergisinden elde ettikleri haksız kazanç ayda 90 milyon liradan, yılda 1 milyar lirayı aşıyor. Bu işçiler vergi ve SGK priminin yanı sıra ücret olarak da ortalama 250 dolar civarında bir aylıkla çalışıyor. Net asgari ücretin yaklaşık 180 lirasının işverenin cebine kaldığı yıllık ekstra kazanca 432 milyon li ra daha ekleniyor. Böylece işverenin vergi ve ücret üzerinden sağladığı toplam kazanç aylık 124 milyon liraya, yıllık 1.5 milyar liraya kadar ulaşıyor. L Türkiye’deki en büyük işgücü grubunu, Gürcistan vatandaşları oluşturuyor. Onu Azerbaycan, Rusya ve Türkmenistan vatandaşları izliyor. İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, yabancı işçilerin Türkiye’de kayıt dışı ekonomi ve haksız rekabetin önemli ayaklarından biri haline getirildiğini bu konudaki denetimlerin ise yetersiz kaldığını belirtti. ‘Dünyada lider yok’ ? Rahmi Koç, bir dönemin en büyük ekonomilerinin bile bugün ayakta durma sıkıntısı çektiğini belirterek “Dünya liderliğine soyunacak tek ülke yok” dedi. Ekonomi Servisi Koç Holding Şeref Başkanı ve Koç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Bakanı Rahmi M. Koç, dünyanın 70 yıldan beri ilk kez liderlik sıkıntısı çektiğini belirterek “Herhangi bir ülke ya da ülkeler grubu dünya liderliğine soyunacak durumda değil. Lidersiz bir globalizm çalkalanıyor. Bir taraftan global dünya diyoruz, diğer taraftan her ülke kendi bacağından asılmak, kendi kendine ayakta durmak zorunda kalıyor” dedi. Koç Üniversitesi’nin 20112012 akademik yılı mezuniyet töreninde konuşan Rahmi Koç, küresel ekonomik krizi değerlendirdi. Koç, büyümenin motorunu üstlenen ülkelerde yavaşlama belirtilerinin başladığını ifade ederek “Avrupa, kendi kendine açtığı yaraları sarmaya çalışıyor. İşsizlik başını alıp gitmiş. Amerika paralize edilmiş bir iç politika ve bozuk bir bilanço ile bocalıyor. Bir dönem serbest piyasa ekonomisinin itici gücü olan Amerika, Avrupa ve Japonya bugün ayakta durma sıkıntısı çekiyor” dedi. Üniversitenin mezun sayısına da değinen Koç, bu yıl 950 lisans ve lisansüstü öğrenci mezun ettiklerini ve toplamda 8450 mezuna ulaştıklarını söyledi. abancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi’nin MIT Sloan SchoS ol of Management ile ortak çalışmalarının sonuç vermeye başladığını ifade eden Sabancı, Alman Mercator Vakfı ile yaptıkları işbirliği ile de bu yaz iklim değişikliği, TürkiyeAlmanya AB İlişkileri alanlarında 100’ün üzerinde Alman öğrencinin Türkiye’de eğitim göreceğini söyledi. Sabancı “MIT Enerji Girişimi ile de yeni projelerimiz olacak” dedi. AKP, 2B’de rantı itiraf etti İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Orman vasfını kaybetmiş arazilerin hak sahiplerine satışını öngören yasanın TBMM’de kabul edilmesinin ardından AKP’li milletvekilinden rant itirafı geldi. AKP İzmir Milletvekili Rifat Sait, gittiği her yerde kendisine araziler ile ilgili şikâyetlerin geldiğini haritaların rant kazanmak isteyen kişilerin eline geçtiği yönünde duyumlar aldığını söyledi. İzmir’de, 2B arazilerinin en yoğun olduğu Menderes, Menemen, Bornova, Kemalpaşa, Torbalı ve Buca Kaynaklar’da inceleme yapan Sait, 2B yasasının çıkmasının ardından birçok şikâyet gelmeye başladığını belirterek “Bazı rantçılar ‘ne kaparsam kâr ederim’ mantığı ile hareket ederek arazileri çevirmeye başlamış. Konuyla ilgili valilik, belediyeler ve Emniyet yetkilileri ortak çalışmalar yapacaktır. Gittiğimiz yerlerde enteresan şikâyetler alıyoruz. Kişi ya da kişiler orman vasfını kaybetmiş yeri sanki kendi yerleri gibi çevirmişler. Bunu da neredeyse metre hesabı yaparak uygulamışlar. Demek ki bu işi yapan kurumlarda çalışanlardan bilgi alabiliyorlar. Devletin kendisinde olması gereken haritaların el altından rantçının, çıkarcının ve yasadışı iş yapanın eline geçtiği bilgilerini alıyoruz” dedi. ‘Ön yargısız düşünün farklı görüşlere açık olun’ Ekonomi Servisi Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Sabancı Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde öğrencilere seslenerek önyargısız ve özgür düşüncenin önemine dikkat çekti. Güler Sabancı, “Karşınıza çıkan fırsatlara sahip çıkın; değişimden korkmayın; özgür ve önyargısız düşünme, farklı düşünce ve görüşlere açık olma, üniversitemizin kazandırdığı en önemli özelliklerdir. Hedeflerinizi iyi belirleyin. Zorluklardan fırsatlar yaratmayı düşünün; buradan kazandıklarınızla değişimi yaratın” dedi. Mezuniyet töreninde, 12 doktora, 118 yüksek lisans ve 472 lisans olmak üzere toplam 602 öğrenci diplomasını aldı. Sabancı Üniversitesi bu yıl; ABD, Almanya, Arnavutluk, Filistin, İran, İspanya, Kazakistan, Ukrayna, Ürdün ve KKTC olmak üzere 10 ülkeden öğrenci mezun etti. Mezunların son derslerinde, CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey konuşmacı oldu. Pavey “İnsanlar ve Buluşlar” başlıklı bir konferans verdi. Mısır’da Anayasa Mahkemesi önce Mübarek döneminin son başbakanı Şefik’in, başkanlık seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in (MK) adayı Morsi’nin karşında aday olmasının önünü açtı. Sonra genel seçimleri iptal ederek meclisin yetkilerini Askeri Konsey’e devretti. Geçen hafta başkanlık seçimlerinin sonuçları beklenirken Konsey yeni bir kararnameyle başkanlık kurumunun yetkilerini büyük ölçüde sınırladı. Mısır’da Tahrir Meydanı da geçen hafta sonunda yeniden “rejim karşıtı” kalabalıklarla doldu. Ama bu kez önemli, hatta ibret verici bir fark var. Tahrir Meydanı ilk kez dolduğunda devrimci dalgaya katılmayarak meydandakileri son ana kadar yalnız bırakan, sonra da eski rejimle anlaşarak, onlara ihanet eden siyasal İslam (MK ve Selefi akım), şimdi eski rejime karşı onların desteğini istiyor. erçekçi olmayan bir iyimserlik... Bu ibret verici gelişme, beni pek gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, “Mısır Devrimi’nde yeni bir dönem mi başlıyor” sorusunu sormaya itti. Mısır Devrimi ilk başladığında 1848 devrimlerine benzetiyordum: Avrupa’da 1848 demokratik halk devrimlerinde, mülk sahibi sınıflar “eski rejimle” anlaşarak devrimin halkçı, hatta emekçi ruhuna, bu ruhun destekçilerine ihanet ettiler, devrimi öldürdüler. İki haftadır MK’nin başına gelenleri, Tahrir Meydanı ruhunu canlandırma çabalarını izlerken aklıma belki de gerçekçi olmayan bir iyimserlikle, 1789 Fransız Devrimi’nin uzun, dolambaçlı süreçleri geldi. Fransız Devrimi 1789’da başladı. Uzun bir belirsizlik döneminden sonra, Ağustos 1792’de Tuileries G Sarayı basıldı, XVI. Louis tutuklandı, monarşi yıkılarak, 1. Cumhuriyet ilan edildi. 1793’te de Ulusal Halk Meclisi, Kamu Güvenliği Komitesi’ni kurdu, belirsizliklerini ortadan kaldıracak olan Jacobin dönem başladı. Devrimin Robespierre’in liderliğindeki, halkçı (hatta protokomünist) Jacobin fraksiyonu eski rejimi imha etti. Devrimin burjuva kanadı da Jacobinleri imha ederek süreci tamamladı. Mısır’da karşımızdaki, feodal rejime karşı bir burjuva devrimi değil. Baskıcı, kapitalist, Mübarek rejimine karşı başlayan halk hareketinde başı proletaryanın en yeni kesimi (yeni “ortasınıf proletarya”, işsiz, eğitimli gençlik) çekiyordu. Yıllardır Mübarek rejimiyle hem mücadele eden hem de onun düzeninden yararlanarak şekillenen bir başka mülk sahibi sınıfı hareketi, MK, dinci taleplerle değil demokratik özgürlükçü, hatta antikapitalist renkleri de barındırarak başlayan bu harekete katılmadı. MK, proletaryanın geleneksel kesimi, sendikalarıyla meydana inerek Mübarek’i istifaya zorladıktan sonra, devrime “katıldı”, örgütlü gücüne yaslanarak liderliği ele geçirdi, ama eski rejimle anlaşarak, Mısır kapitalizmini, mülk sahipleri adına denetim altına alarak, devrimi bitirmek için... Gelinen aşamada MK’in tüm toplumsal desteğine, yaygın örgütlenmesine karşın sürece egemen olamadığı, giderek eski rejimle kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklendiği görülüyor. Üstelik, artık MK toplumun, güvenini de kaybetmeye başlamıştır. Dün MK’yi demokratik bir güç olarak Yeniden Tahrir Meydanı Ama... görenlerin önemli bir kesimi, asıl amacının dinci totaliter bir rejim kurmak olduğunu düşünmeye başlamıştır. Ne yazık ki “gerçeklik”, şimdilik bu iki kanadın kavgasını aşarak inisiyatifi alacak bir devrimci iradenin henüz ortada olmadığını gösteriyor. Acaba bu iki kanadın birbirini yeme süreci içinde bu irade oluşabilir, devrimi yeni bir yola sokabilir mi? Bugünlerde, Mısır’da siyasi dinamiğin denklemi, baskıcı, darbeci orduyla, demokratik Müslüman Kardeşler ikilemine dayanarak kuruluyor. Halbuki “ordu” denen şey, üç beş zorba generalden oluşmuyor. Başkanlık seçimlerinde Morsi ile Şefik’in başa baş gitmesi, ordunun toplumsal desteğinin boyutunu gösteriyor. “Ordu” aslında, Mısır ekonomisinin, en az yüzde kırkına sahip bir yapılanma, devlet mülkiyeti üzerinde, üstelik uluslararası sermaye ile yakın ilişki içinde şekillenmiş, özellikle kadın hakları konusunda seküler damarı olan, güçlü bir kapitalisti sınıf fraksiyonu. Karşısında devlet dışında şekillenmiş, ama devlet Sabotörler ve salaklar MK, bir taraftan “Devrimin yeni aşaması daha az barışçıl, daha çok kanlı olabilir” diyerek, halkı Cezayir iç savaşı senaryosuyla MK’nin yalanları C MY B C MY B kontratlarından, olanaklarından da yararlanarak büyümüş, daha da büyümek, uluslararası sermaye ile bütünleşmek isteyen bir başka kapitalist sınıf var. Müslüman Kardeşler’in liderliğine egemen olan da işte bu kesim. Tahrir “olayı” bu iki kesimin dışında başladı. Bu iki mülk sahibi kesim, bölgede devrimci bir dalganın yayılmasından korkan “emperyalizmin” de teşvikiyle, tehdidi algılayarak “düzen ve istikrar” zemininde yakınlaşmaya başladı. Ancak devrimci dalga yorularak geri çekilirken bu iki kapitalist kanadın arasındaki kavga yeniden alevlendi. Şimdi uluslararası sermayenin sesi The Economist’ten, sol içindeki kimi (“evet ama yetmez” tipi) grupçuklara kadar uzanan bir yelpaze, Mısır Devrimi’ni “Ya darbe ya MK” ikilemine hapsetmeye, “devrimci” olasılığı dışlamaya çalışıyor. Bu bilinçli sabotörlerle, “yararlı salaklar” MK’nin asker olmadığı için demokrasiyi temsil ettiği iddiasında birleşiyorlar. Böylece Tahrir Meydanı “olayı”nda ortaya çıkan, Tunus’tan Wisconsin işçi eylemlerinden, işgal hareketine, New York’tan Atina’ya yükselmekte olan toplumsal muhalefetle birçok evrensel özelliği paylaşan bir devrimci olasılık arka plana itiliyor, halkın karşısına da bir tür “Kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemi konuyor. korkutmaya çalışıyor. Diğer taraftan, çeşitli vaatlerde, devrimci güçleri hegemonya altına almaya çalışıyor. Devrimci güçlerinse, MK’nin bu güne kadar söylediği yalanları unutmaması gerekiyor. MK, cuntayla uzlaşarak devrimi fiilen sabote etmeye, geçen yıl mart ayında, devrimin enerjisiyle oluşacak bir kurucu meclis yoluyla bir yeni anayasa hazırlamak yerine, rejimin anayasasında yapılacak, kendine uygun birkaç düzenlemeyle yetinmeyi kabul ederek başladı. MK, cuntayla anlaşarak, genel seçimlerin, yeni devrimci güçlerin örgütlenmesine olanak vermeyecek kadar kısa bir sürede yapılmasını sağladı. MK ve Selefilerin partileri seçimlerden meclise egemen olarak çıktılar. MK meclis komisyonlarında muhalefetle birlikte davranmaya söz vermişti. Meclise girince Selefilerle anlaşarak komisyonlara egemen oldu. MK, yeni hükümette, ordunun adamı Kemal Ganzuri’nin, başbakan olmasını destekledi. Ondan sonra meclisi yalnızca siyasal İslamı güçlendirecek yasaları çıkarmakta kullandı, “devrimin” ekonomik siyasal özgürlüklerin genişletilmesi talebiyle ilgilenmedi. Nihayet, başkanlık seçimlerinde aday çıkarmayacağına söz vermişken, iki aday gösterdi. Kısacası MK Mısır halkına verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı, her aşamada devrimci dalgaya karşı cuntayla uzlaştı. Devrimci güçlerin, yeni bir adım atmadan, İran’da Humeyni’nin iktidara gelmeden önceki yalanlarını da anımsamaları gerekiyor. Yoksa, onları da İranlı sosyalistlerin, demokratların ve kadınlarınkine benzer bir gelecek bekliyor. Troyka, Atina ziyaretini iptal etti Ekonomi Servisi Bugün Atina’ya gitmesi beklenen Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Avrupa Komisyonu’ndan uzmanlar, ülkenin yeni başbakanı Antonis Samaras ile yeni maliye bakanı Vassilis Rapanos’un hastanede olması nedeniyle Yunanistan ziyaretini iptal etti. Yunanistan’ın reform sürecini gözden geçirme ve mali yardım koşullarının güncelleştirilmesine katkıda bulunmak için ülkeyi ziyaret etmesi beklenen üçlü troyka, ülkeye gidiş için yeni tarihin birkaç gün içinde duyurulacağını açıkladı. Rekabet için dar bölge önerisi Ekonomi Servisi Rekabet ve regülasyon alanında danışmanlık yapan ACTECON, akaryakıtta yaşanan fiyat sorunlarının önlenmesi için Rekabet Kurumu’na “dar coğrafi bölge” uygulamasını önerdi. Öneriye göre uygulama ile şehir içinde 30 dakika, şehir dışında 60 dakika mesafede çok sayıda bayisi olan akaryakıt dağıtım şirketlerinin, yeni istasyon açması zorlaşacak. ACTECON ortaklarından Şahin Ardıyok, akaryakıt fiyatları ile ilgili yaşanan sorunlarla ilgili yeni bir yaklaşım ortaya koydu. Ardıyok, “Rekabet Kurumu ‘dar coğrafi bölge uygulaması’ adını verdiğimiz önerimizin üzerinde durmalı. Avrupa ve özellikle de Almanya’da örnekleri olan bu uygulama, şehir içinde 30 dakika, şehir dışında ise 60 dakika mesafe içerisinde yoğunlaşan akaryakıt firmalarına yeni istasyon açma izni vermiyor. Amaç, bu alanları farklı akaryakıt firmalarına açmak ve TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi sırasında kaçırılan fırsatın ardından en azından dağıtım düzeyinde rekabeti arttırmak” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle