17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Haklarını Kolay Ödeyemeyeceğimiz Sanatçılar Donatanlara Fırsatlar DENİZCİLİK kuruluşlarımızı şu haber de aşka getirmezse başka hiçbir şey de getirmeyecek demektir: Yunan armatörlerden Gerasimos Agudimos İstanbul’da İngilizce çıkan “Daily News” gazetesiyle Türk yatırımcılara çağrıda bulunmuş ve ülkesindeki denizcilik şirketlerinin her biri 80100 milyon Avro eden gemilerinden çoğunu yarı fiyatına satışa çıkardıklarını duyurmuş. Kriz yüzünden kredi taksitlerini ödemekte sıkıntı çekenler ellerindeki yolcu gemileriyle feribotları satıyorlarmış. Limanlar arası tarifeli sefer yapan şirketler de satılıkmış. “Üç tarafı…” diye nutuk atmaya bayılan, ama üç tarafın kıyısını yolcu gemisiz bırakan denizcilik dünyamız için müthiş fırsat değil mi? kıyıların insanları ki, başta Karadenizliler olmak üzere, kendi yörelerine özgü bir deniz yolculuğu kültürü geliştirmiş ve neredeyse bütün yaşamlarını o yolculukların anılarıyla süslemişlerdir. Aksu, Güneysu, Ege, İzmir, Ankara, Tarı, Cumhuriyet gibi vapur adları kolay unutulur mu? Marmara ve Ege’den ta İskenderun’a kadar Akdeniz seferlerinin iç turizme katkısı da unutulmaz. Ama şimdi o insanlar, yanı başlarındaki deniz dururken her yana otobüsle gitmek zorunda kalmış durumdalar. Yunanların satış furyası yeniden denize dönmek için değerlendirilemez mi? ma, Yunan donatanlarından alınabilecek olan, sade ucuz gemilerden ibaret olmamalı. Onların adalar arasını dantel örer gibi yolcu seferleriyle nasıl ördüklerini, kıyılara uygun ne gibi gemi tipleri bulduklarını, iskeleleri işgal etmemek ve yolcuya vakit kazandırmak için ne tür yanaşma kolaylıkları sağladıklarını öğrenmek de yararlıdır. Kullanamadığımız bir denizde başkalarının gidip gelişine tatil köylerinden bakmakla yetinmek utanç verici bir uyuşukluk değil mi? ıyı yolculuğu ve taşımacılığında geri kalışımızın nedenini yalnız denizcilik kuruluşlarımızın ve donatanlarımızın hatalarında aramak, bir başka eksikliği göz ardı etmek olur. Gemi yapım mühendislerimiz yabancıların siparişleri istenen biçimde karşılamakta gösterdikleri başarıyı ne yazık ki bu ülkeye uygun yerli gemi tipleri bulmakta göstermiş sayılmazlar. Bunu başarırlarsa deniz yolculuğunu benimsetmeye büyük katkıları olacağını bilmelidirler. Görülüyor ki bugün tiyatro sanatının önünü kesip, uygarlığa açılan son pencereleri de kapamaya çalışıyoruz... Oysa bir okul kadar önemli olan tiyatro, tarihin her döneminde haksızlıklara ve olumsuzluklara direnen bir sanat kolu olmuştur. Sofokles, ‘Antigone’si ve ‘Elektra’sı ile; Shakespeare ‘Hamlet’i; ve Molier ‘Tartüf’ü ile bilime ve sanata düşman fanatiklere karşı durmuşlardır. Yard. Doç. Dr. Çetin KAYA laylı ya da konservatuvarlı, siz tiyatro sanatçıları coşku dolu kalplerinizle, bugün küçücük bir rol için veya üstlendiğiniz her role göre bir kişiliğe girmek için ya da ses tonunuzu ve vücut dilinizi rolünüze koşut olarak ayarlamak için onlarca, belki de yüzlerce kez prova yapıyorsunuz. Oyunun bitiminde sizleri onurlandıran alkışlarla ve seyircilerinizi mutlu etmenin huzuruyla, gecenin geç saatlerinde evin yolunu tutuyorsunuz. Fakat son birkaç gün içinde ortalık birden karardı. Gök gürlemesi gibi “Demek öyle!.. O zaman böyle!..” mesajı, küçücük mutluluğunuzu ve huzurunuzu birden alıp götürmüş olmalı. Bu patlamanın bir nedeni, sahne ile seyirci iletişiminizde sergilenen hatalar ve otokontrol alanındaki boşluk ise; diğer neden, önce iletişim sağlayıp ikna gücünüzü kullanmadan başlattığınız protesto gösterileriyle ipleri daha da gerip, tarihten gelen sanata karşı menfi öğretileri tetiklemeniz olmuştur. Bu noktada, ülkemizde yüzyıllar boyu tökezlenen sanatın tarihi süreçlerine kısaca değinmemiz gerekiyor. Bugün devlet ve tiyatro sanatçıları arasında vuku bulan çatışmanın nedeni, bin yıl önce oluşan uygarlık dışı zincire, günümüzde de yeni halkaların eklenmiş olmasıdır. Halkayı ilk takanlardan biri sanata karşı olan ve kadınların sünnet edilmesini isteyen ve akıl dışı öğretileriyle Anadolu halkını algısızlaştıran İmam Gazali’dir (12). İkinci kırılma noktası ise, babası Fatih’in Bellini’ye yaptırdığı portreleri “Resim günahtır” söylemiyle saraydan dışarı attıran II. Bayezid’in dönemidir (3). Bu çerçevede Muhteşem Süleyman da dedesini aratmayacak ve Saray’ındaki orkestrasını kovacak, bütün müzik aletlerini kırdırıp yaktıracak (4); ve daha sonra da Fransa saraylarında müzik eşliğinde yapılan dansın, ayakta yapılan fuhuş olduğunu ileri sürerek Fransa’ya savaş açmaya kalkışacaktı (5). Oysa, çağdaşı I. Fransuva, ‘Monalisa’ tablosunu İtal A O ya’dan beraberinde Paris’e itinayla götürecek; ve daha sonra Büyük Frederick saray orkastrasının şefi Emanuel Bach’ı onurlandırmak için, ziyarete gelen babası Bach’ı bahçe kapısına kadar giderek karşılayacak; ve İngiltere Kralı II. George, Almanya ile düşman olmasına karşın Londra’da Handel’in konserinde Mesih oratoryosunun, “Hallelujah” koro bölümünü dinlerken heyecandan ayağa kalkacaktı. Ölümünde ise, Handel’in cenazesi binlerce Londralının katıldığı bir törenle Westminster Abbey’e defnedilecekti. Osmanlıümmet aşkı Her nasılsa, Osmanlı’nın çökmesine neden olan, bu uygar dünyadan kopuk öğretiler, son zamanlarda ülkemizde depreşen Osmanlıümmet aşkı ve cihan devleti olma hayalleriyle günümüzde yeniden gündeme oturdu. Şöyle ki, Sayın Başbakanımızın İstanbul Belediye Başkanı olduğu sırada “Baleyi ahlaki bulmuyorum” şeklindeki açıklamaları olmuş (6); ve Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül de, RP Genel Başkan Yardımcısı görevindeyken, “Devlet Opera ve Bale Genel Müdürlüğü’nün özelleştirilmesi gereklidir” demişti (7). Görülüyor ki özelleştirmenin önem sırasında da bir karmaşa yaşanmaktadır. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2003’te 771 milyon iken, 2012’de 3.8 milyar liraya fırlamış ve yedi bakanlığın bütçeleri toplamından daha fazla bir konuma gelmiştir. Oysa bugün ülkemizde Diyanet’in işlerini yüklenmeye hazır binlerce dini vakıf bulunmaktadır… Görülüyor ki bugün tiyatro sanatının önünü kesip, uygarlığa açılan son pencereleri de kapamaya çalışıyoruz... Oysa bir okul kadar önemli olan tiyatro, tarihin her döneminde haksızlıklara ve olumsuzluklara direnen bir sanat kolu olmuştur. Sofokles, ‘Antigone’si ve ‘Elektra’sı ile; Shakespeare ‘Hamlet’i; ve Molier ‘Tartüf’ü ile bilime ve sanata düşman fanatiklere karşı durmuşlardır. A K Bugün insanlığın refahına sunulan tüm icatlar, bilimsanat sarmalının yarattığı sinerjide saklıdır. Eğer Sayın Başbakanımız, 60 milyon üst düzey piyanisti bulunan (8) Çin’e yaptığı ziyaretinde, bir de Beethoven’in 9. senfonisinin koral bölümünü on bin kişilik bir Çinli koroyla nasıl icra edildiğini izleyebilseydi, inanıyorum ki düşünce denizlerinde bir paradigmal sıçrayışla, güler yüzlü çağdaş kıvılcımlar etrafa saçılabilirdi. Böylece de, tiyatro, çok sesli müzik, piyano ve tenisin toplumun sadece elit grupların tekelinde olmadığını, fakat yurdumun mütedeyyin insanları ve dindar gençliğin de doğal hakları olduğunu fark edebilir ve ilk atılımda, ülke çapında tüm okullara birer piyano ve tiyatro salonu sağlayarak çoksesli koroların kurulmasına ve tiyatro oyunlarının halka götürülerek, yani ülkemizin uygarlığı yakalamasına önderlik ederek tarihe geçebilir; ve benim Cumhurbaşkanı’mı sakız çiğneyerek karşılayanlara, sakız çiğneyerek karşılık vermek yerine, evrensel çizgilerde boy gösterecek gençliğe yatırım yapmayı tercih ederdi. Bugün günlük kısır çekişmelerle vaktini boşa harcayan Türk toplumu, kendi kendini yiyen bir organizma görüntüsü arz etmektedir. Unutmayalım ki bugün “Bach” deyince, “Nereye bahim?” diyen, ciddi sanattan kopmuş, okuma alışkanlıklarını yitirmiş bir gençlikle karşı karşıya bulunmaktayız… Buna, aşırılığa itilen dindar gençlik de dahildir, sadece Tanrısına ve peygamberine inanan gençlik de dahildir… Kaynakça: 1. (Jorga Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt 1. Yeditepe Yayınevi, 2005, s. 6568). 2 (Ruhat Mengi, Vatan, 17.05.2009); & (İlhan Arsel, Aydın ve Aydın, Kaynak Yayınları 1997, s:3536). 3. Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayıncılık, 2005, 9. baskı. s. 104105). 4. John Freely, Osmanlı Sarayı. Remzi Kitabevi, 2002. s. 8384); 5. Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Askerler. Sistem Matbaacılık, 2008, s. 168169. 6. Kılıçbay Ali Mehmet, Biz Zaten Avrupalıyız, İmge Kitabevi, s. 226. 7. Muammer Kaylan, Kemalistler, İslamcı Hareket ve Laik Türkiye’nin Geleceği, Remzi Kitabevi, 2006. s.397. 8. Zeynep Göğüş, Hürriyet. Bambaşkanlık Sistemine Geçiyoruz... Şimdi de “Başkan” olmak istiyor dediler... ? Yeryüzündeki hiçbir rejime, modele, sisteme benzemiyor zaten... Demokrasi desen, işlev padişahlık... Padişahlık desen, içerik krallık... Krallık desen, uygulama faşistlik... Bambaşka... Olsa olsa “Bambaşkan” hadi... ? Örnek olarak “ABD’nin başkanlık sistemini” gösteriyorlar, yersen... Diyelim ki ABD’de Başkan tüm senatörleri seçer, senatörler de kendisini seçer, sonra Başkan senatörlerin ne zaman ağızlarını açacağını seçebilir mi?.. Ne gezer... ? ABD Başkanı; yargıçları savcıları atadığı gibi... Sendika başkanlarını da kendisi bulur... Sivil toplum örgütlerini kendisi kurar... Hadi yetmedi; köşe yazarı ile karikatüristi kendisi belirler... Manşete, haberlere karar verir mi? Sonra sıra gelir mesela; gece faaliyetlerine müdahaleye... Bakalım kaç çocuk?.. ? ABD’de Başkan; kafasına göre mahkemeler kurarak, genelkurmay başkanlarını, ordu komutanlarını tutuklatabilir... Ordusunun yarısını içeri atar... Önünde ayağa kalkmayanı, elini sıkmayanı, selam çakmayanı, arkasını döneni hücrelere kapatabilir mi?.. ? ABD’de Başkan’ın partisi en yüksek mahkeme tarafından gericiliğin merkezi olmaktan mahkum edilir... Kendisi hakkında da “kalpazanlık ve sahtecilik” iddiası vardır da... Orada bir saat dahi oturabilir mi?.. Asla... ? ABD’de Başkan; her seçim öncesi kürsüden halkın zenginleştiğini söyler... Sonra o muhtaçlara kömür, nohut, makarna dağıtarak oy alabilir... O oy’larla kendi ailesini ve yandaşlarını böylesine zengin edebilir mi?.. Hadi... ? ABD’de Başkan; üniversitelerin başına birer yandaşını getirir... Okulları kolejleri papaz okuluna çevirir... Sonra “Katolik nesil istiyorum” der... Heykelleri yıkar, tiyatroları siler, sanatı aşağılar... Önüne gelene savurur... Kin, nefret, intikamla ülkesini paramparça eder... Yine de o koltuğa kurulabilir mi?.. ? Yetmedi demek... Çıtlattılar iki gündür; başkanlık sistemi istiyor... Az gelmesin sonra?.. Fazıl Say ve Japonlar ‘Her sabah küçük bir müzik parçası dinleyin, bir şiir okuyun, bir çiçek koklayın ve mümkünse birkaç mantıklı laf edin.’ Köklü bilgi birikimi ve yaratıcılığı ile ülkemize ve dünyaya zenginlik kazandıran Fazıl Say hepimizin gururudur. Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar G eçen yıl (2011) Aralık ayında Japonya’da tsunami felaketinde yaşamlarını yitirenleri anmak için düzenlenen konseri ve bu konserde Japon şef Yutaka Sado’nun yönettiği Beethoven’in ölmez yapıtlarından biri olan Dokuzuncu Senfoni’sinin üçüncü bölümünü dinlediğim geceyi unutamıyorum. ARTE televizyonu aracılığıyla tüm dünyada yayınlanan bu görkemli konserde koro ve solistlerle birlikte 10 bin Japon’dan oluşan topluluğun yarattığı coşku ve heyecan görülmeye değerdi. Sanki Beethoven yeniden dünyaya gelmişti o gece... Belleklerden kolay kolay silinmeyecek bu konseri dinlerken Fazıl Say’ın geleceği için neden Japonya’yı seçtiğini daha iyi anladım. Türkiye’nin üzerine karanlığın çöktüğü, kültür ve sanatın hiçe sayıldığı, gerçek sanatçıların aşağılandığı bu günlerde Japon müzisyenlerin bu görkemli ve duygu yüklü konserini dinlerken Fazıl Say’ın “Türkiye’de yaşanan çağ, kültürün yok edilme çağıdır” sözlerini acı duyarak anımsamaktan kendimi alamadım. Bir dönemde, “Dokuzuncu senfoni ile çağdaş olunmaz” diyebilen bir milletvekilinin temsil ettiği görüşü savunanlarla Atatürk’ün bizlere emanet ettiği çağdaş uygarlık düzeyine nasıl ulaşacağız? Klasik müziğin evrensel bir dil olduğunu bu kişilere nasıl anlatacağız? Bir ülke çağdaş dünyada sanatçıları ile saygınlık kazanır. Dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say Türkiye’nin yüz akıdır. Ülkemizdeki çağdışılığa, kültür kirlenmesine karşı savaş açan Fazıl Say’ı düşünürken Goethe’nin bir sözü aklımdan çıkmıyor: “Her sabah küçük bir müzik parçası dinleyin, bir şiir okuyun, bir çiçek koklayın ve mümkünse birkaç mantıklı laf edin.” Köklü bilgi birikimi ve yaratıcılığı ile ülkemize ve dünyaya zenginlik kazandıran Fazıl Say hepimizin gururudur. Fazıl Say bizimdir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle