17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MAYIS 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Genelkurmay, emekli astsubaylara kızdı: Tahrik etmeyin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanlığı, Emekli Astsubaylar Derneği’nin “yalnızca generallere zam” yapılmasını eleştiren açıklamalarına tepki gösterdi. Genelkurmay Başkanlığı, “Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği üyelerinin de bazı medya organlarında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız hakkında gerçeklere dayanmayan açıklamalar yaparak, kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği ve derneğin kuruluş amaç ve çalışma alanının tamamen dışında, muvazzaf personelimizi tahrik etmeye yönelik girişimlerde bulunduğu esefle izlenmektedir” dedi. Genelkurmay, astsubayların özlük haklarına ilişkin ayrıntılı bilgiler verdi. Genelkurmay Başkanlığı, muvazzaf ve emekli astsubayların özlük haklarına ilişkin bazı basın ve yayın organlarında yer alan haberlerin gerçeği yansıtmadığını bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan açıklamada, dünyanın diğer ordularında olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de statü, görev ve sorumlulukların mevzuat ile belirlendiği, personelin hiyerarşik bir emir komuta yapısı içerisinde görev yaptığı vurgulandı. Açıklamada şunlar kaydedildi: “Bu açıdan birbiri ile kıyaslanamayacak statü, görev ve sorumlulukları nedeniyle personelin sahip olduğu bazı hak ve yetkilerin eşitsizlik veya adaletsizlik olarak nitelendirilmesi asker ve sivil kurum ve kuruluşların doğasına aykırıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin özlük haklarına yönelik iyileştirmeler; yüce devletimizin sağladığı imkânlar, ülkemizin şartları ve askerlik mesleğinin kuralları dikkate alınarak, bir sistem bütünlüğü içinde incelenmekte; Genelkurmay Başkanlığı yetkisindeki düzenlemeler hayata geçirilmekte, diğer konular ilgili makamlara teklif edilmektedir.” İki Ayrı Türkiye Yıllar önce televizyondaki bir tartışma programında genç sayılacak iki akademisyeni izlemiş ve nasıl olup da böyle farklı iki dünyayı aynı anda aynı okullarda yetiştirmiş olduğumuzu düşünmüştüm. Malum, bizde ister sağ ister sol olsun entelektüeller yabancı sözcüklerle konuşmayı, kavramları başka dillerden seçmeyi pek severler. Programda izlediğim akademisyenlerden biri daha çok Fransızca ve İngilizce kavramlarla konuşuyor, bol bol Avrupalı düşünürlerden alıntılar yapıyordu. Öteki ise Farsça ve Arapça kavramlar kullanıyor, daha çok din içerikli referanslara yaslanıyordu. Her ikisi de aslında felsefi bir sorun tartıştıkları halde birbirlerini anlayamaz haldeydiler. Bu tartışmayı izleyen öğrencileri düşünmüştüm o akşam. Eğer akademisyenler böyleyse öğrenciler nasıldı? ??? Başbakan’ın geçen gün imam hatip liselerini gözbebeği olarak açıklamasını dinlerken o tartışma programını hatırladım. Türkiye yıllar boyunca kendi Milli Eğitim müfredatıyla birbirinden tamamen farklı, iki ayrı gençlik yetiştirmişti. Bu iki gençlik birbirine yabancıydı. Referansları farklı, hayata bakışları farklı, zevkleri, beğenileri, kültürel alışkanlıkları, sanat anlayışları, hatta giyim kuşamları bile farklıydı. Aslında birbirlerine bakışları da farklı ve çoğu zaman ciddi biçimde önyargılıydı. Yıllar önce gerçekte “iki Türkiye” ayrımının yoksullar ve zenginler arasında değil, bu iki farklı eğitim tarzından gelişmekte olduğunu yazmıştım. ??? Oysa ister Kuran kursuna ve imam hatiplere gitsin, ister İngiliz anaokuluyla başlayıp kolejleri bitirsin, ister farklı ülkelerde yüksek eğitim yapsın, bu çocukların hepsi bu ülkenin zenginlikleriydi. Bir ülke aynı bakış açısına sahip gençlerle hiçbir yere varamayacağına göre farklı bakış açıları ve yorumları öğrenen gençlerin bir araya gelerek yaratacağı ortak fayda önemliydi. Ama görüldüğü gibi pek öyle olmadı. İki Türkiye, aynı Milli Eğitim’in okullarında ayrı diller, aynı kavramların farklı yorumları, ayrı referans noktalarıyla yetişmiş ve çok küçük yaşlardan beri böyle eğitildiği için de değişmesi oldukça zor önyargılara ve kesin kanaatlere sahip iki farklı yapı yarattı. Bu ayrımı ortadan kaldırıp birleştirmek yerine ayrımı keskinleştirmek, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük olur. İlker Başbuğ mektubunda ‘Adalet zaman zaman yanıltılsa da hiçbir zaman aldatılamaz’ dedi Susmadığım için buradayım BALYOZ’DA PROTESTO SÜRÜYOR HATİCE TUNCER Tutuklandıktan sonra hakkında çok şeylerin söylenip yazıldığını dile getiren Başbuğ, yazılanların kendisi için en anlamlısının, Feride Esen Bilgin’in Cumhuriyet’te yayımlanan, “Artık O Bir Suskun Komutan” başlıklı yazısı olduğunu söyledi. Başbuğ şöyle devam etti: “Yazıdaki suskun komutan ben değilim. Zaten büyük olasılıkla haksızlıklar karşısında suskun kalmadığımdan dolayı bugün Silivri’deyim. Yazıdaki suskun komutan, Sayın Bilgin’in 9 Mart 2012’de vefat eden 85 yaşındaki eniştesi, emekli Kurmay Binbaşı Sabahattin Altınok idi. Kore Gazisi Sayın Altınok’un yaşamının son günleri yazıda şöyle anlatılıyordu: ‘Ergenekon, Balyoz adlı tuzaklarla yaşanan acıları, içi sızlayarak, kükreyerek, ağlayarak, bazen de susarak isyanla karşılardı. Başbuğ tutuklandığında sanki her şey onunla tükenmişti, sustu.’ Rahmetli ve değerli büyüğüm, komutanım Sayın Altınok, belki de Türkiye’deki bir Amaç suçlu yaratmak Pekşen: Fıkra gibi iddianame Balyoz davasında sanık avukatları talepleri kabul edilene kadar duruşmalara girmeme protestosunu dün de sürdürdü. İddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı 14 sanık adına savunma sunan avukat Haluk Pekşen, “Fıkra gibi iddianame” değerlendirmesi yaptı. Mahkeme heyeti, savcılığın talebi doğrultusunda 250 sanığın tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Dava 7 Mayıs’a ertelendi. Davanın dünkü 93. duruşmasında oturumu açan Başkan Ömer Diken tarafından yapılan yoklamada 146 sanığın duruşmaya gelmediği tespit edildi. Söz alan eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, dün bir gazetede yayımlanan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, başvurusunu kabul etmediğine ilişkin haberin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Doğan, “AİHM’nin 18 Nisan’da verdiği cevapta adil yargılama konusundaki talebimizin kabul edildiği açıklanıyor. AİHM’nin yargılama usullerinin uluslararası kurallara uymadığına ilişkin şüpheleri var. Bu nedenle hükümete soru gönderdi. Soruların cevabını bekliyor” dedi. Karadeniz fıkrası Avukatların duruşmaya yine girmediğini belirten Başkan Diken, salonda hiçbir avukat bulunmadığına dikkat çekti. 14 sanığı temsilen avukatı Haluk Pekşen iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı savunmasında, “İddia makamı eylemden yola çıkılacak yerde, öngörülen amacından yola çıkarak eylemlerin kanıtlandığını farz ederek görüş ileri sürmekte, ceza hukukunun temel kurallarını çiğneyerek ağır bir hukuk yanılgısına zemin hazırlamaktadır” dedi. “Fıkra gibi iddianame” diyen Pekşen, bir fıkra anlatarak şu değerlendirmede bulundu: “İstanbullu Trabzon’a gitmiş. Yolda ‘Temel liman nerede’ diye seslenmiş. Temel ‘Benim Temel olduğumu nereden bildin’ deyince İstanbullu ‘Tahmin ettim’ demiş. Temel de ‘O zaman limanın da yerini tahmin et’ demiş. Bu davada zannetme, öyle sanma ve ön yargıların hâkim olduğu vehimlerden kurtulmanın tek yolu; hukuku ve yasaları duruşma gündemine taşıyabilmektir. ‘Muhtemelen, ya da, galiba’ gibi ihtimaller ceza yargılamasında söz konusu olamaz.” İstanbul Haber Servisi İnternet Andıcı davasında tutuklu yargılanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, sivil ve asker, başta yetki ve sorumluluk taşıyanlar olmak üzere vicdan sahibi herkesin, yaşanan haksızlıklar karşısında derin bir sessizliğe bürünmesinin nedenini anlayabilmenin çok güç olduğunu ifade ederek “Olay benim şahsi sorunum değildir. Karşı karşıya bırakıldığım durum, uzun süredir, ülkemde hukuk vasıta kılınarak yaşanan acı olaylara yalnızca kötü bir örnektir. Danıştay davasından dolayı haklarında hüküm verilenlerle ve Cumhuriyet gazetesini bombalayanlarla aynı potaya konularak itibarımız ve onurumuz zedeleniyor” dedi. Başbuğ “Adalet zaman zaman yanıltılsa da hiçbir zaman aldatılamaz” diye konuştu. Başbuğ, gazetemize, dava süresince yaşadıklarını anlatan 6 sayfalık mektup gönderdi. Başbuğ, “Benim ve benim gibilerin yaşadıkları haksızlıklar Türkiye’ye ne kazandırdı? Bu yaşananlar, Türk demokrasisinin gelişimine katkı mı sağladı? Türkiye’nin iç ve dış itibarının artmasına mı neden oldu? Adalete duyulan güven mi arttı” diye sordu. Araştırmalara göre toplumun yüzde 67.6’sının yargıya güvenmediğine dikkat çekerek, Avrupa Parlamentosu’nun Hollandalı üyesi Marietje Schaake’nin, “NATO’nun ikinci büyük ordusu teröristler tarafından yönetilebilir mi?” diye sorduğunu belirtti. Mehmet Tezkan’ın, hakkındaki iddianameyi hukuk açısından sorunlu bulurken, Ergun Babahan’ın da Başbuğ’un “terör örgütü liderliği” ile suçlanmasına karşı çıktığını dile getirdi. Nazlı Ilıcak’ın ise “İnternet Andıcı diye yargıya intikal eden belge, 4 sitenin kurulmasına ilişkin. O 4 site de faaliyete geçmedi. Bu durumda Başbuğ; neden suçlanıyorum diye sorabilir” diye yazdığını anımsattı. ‘CİDDİYETTEN UZAK İDDİANAME’ çok kişi gibi, artık her şeyin bittiğini düşünmüştü... Onun bu unutulmayacak asil davranışına sadece saygı duyulur. Ancak günümüzde, sivil ve asker, yetki ve sorumluluk taşıyanlar başta olmak üzere vicdan sahibi herkesin, yaşanan haksızlıklar karşısında derin bir sessizliğe bürünmelerinin nedenlerini anlayabilmek gerçekten çok zordur. Olay benim şahsi sorumun değildir. Karşı karşıya bırakıldığım durum uzun süredir ülkemde hukuk vasıta kılınarak yaşanan acı olaylara yalnızca kötü bir örnektir. Olay, Türk yargısının bugün içinde bulunduğu durumdur. Birçok kişinin daha önce yaşadığı haksızlıkları ben de yaşadım. Hayatın kendisi ve içinde yaşananlar aslında bir oyun değil mi? Kimileri için dram, kimileri için komedi, kimileri içinse trajikomik bir oyun. Birileri oyuncu, birileri seyirci. Bu kez yaşanılan, emekli bir Genelkurmay Başkanı’ndan, ‘bir suçlu yaratmak’...” Mahkemenin, hakkında beklenmedik bir anda “İnternet Andıcı” soruşturmasına dayandırılarak suç duyurusunda bulunduğuna değinen Başbuğ, savcılığın, maddi gerçekleri araştırmaya gerek duymadan, varsayımlar üzerinden, önyargı ile ciddiyetten uzak bir iddianame hazırladığını kaydetti. Emile Zola’nın Dreyfus için hazırlanan iddianameyi okuyunca, “Bu iddialar ve suçlamalar yersizdir. Böyle bir iddianameyle bir kişinin suçlanmaya çalışılması, sadece yetersizliğin komedisidir” dediğine dikkat çekti. Mehmet Ali Birand’ın da “İddianameyi sağdan okudum olmadı. Soldan okudum olmadı. Varsayımlar dışında somut bir yere varamadım” diye yazdığını belirtti. İddianamede, “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs”, “silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak”la suçlandığını anımsattı. Taha Akyol’un, bir yazısında, “Başbuğ’un yalnızca şahsen değil, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemde, kurumsal olarak da hükümete karşı askeri nitelikte cebir ve şiddet tavrı olmamıştır. Bir kimseye, terör örgütü yöneticisi diyebilmek için, o kimsenin, bizzat şiddet yapmasa da, şiddetle yoğun ilişkisinin olması şarttır. Başbuğ hakkında bu yönde bir iddia bile yoktur. Ceza hukukunda yorum yoluyla suç tanımı genişletilemez” yorumunu yaptığını ifade etti. İSTANBUL BAROSU’NDAN TSK’YE YANIT TSK’ye yönelik niteleme değildi İstanbul Haber Servisi İstanbul Barosu Yönetim Kurulu, bugüne dek TSK’nin kurumsal kimliği ve cumhuriyetin değerleri ile ilgili olarak baronun ve baro başkanının yaklaşım ve tutumunun açık olduğunu belirterek, “Başkan konuşmasında, yurttaşların cumhuriyete halkın sahip çıkması gerektiğini vurgularken, bir teşbih olarak halkı, ‘silahsız kuvvetler’ olarak nitelendirmiştir. Benzetmede Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bir niteleme söz konusu değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı açıklama eğer İstanbul Barosu Başkanı’na yönelik ise haksız ve üzüntü vericidir” dedi. İstanbul Barosu’ndan yapılan yazılı açıklamada, TSK’nin internet sitesinde önceki gün yapılan açıklamanın gazetemiz köşe yazarı Bekir Coşkun ile İstanbul Barosu hakkında olduğu yönünde yorumlar yapıldığı anımsatıldı. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’nun da bu nedenle konuya açıklık getirme zorunluluğu hissettiğinin anlatıldığı açıklamada, İstanbul Barosu Başkanı avukat Doç. Dr. Kocasakal’ın da 29 Nisan 2012 tarihinde Atatürkçü Düşünce Topluluğu tarafından Eskişehir’de düzenenlenen bir panele katılarak görüşlerini açıkladığı vurgulandı. “Silahsız kuvvetler” benzetmesi ile cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin halka ait olduğunun anlatılmak istendiğine dikkat çekilen açıklamada, “Kısaca ‘silahsız kuvvetler’ benzetmesinin asıl amacı demokrasidir. Bu nedenle baro başkanının konuşmasından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bir ‘çağrı’ veya ‘itham’ sonucu çıkartmak, zorlama ve maksatlı bir yorumdur. (...) İstanbul Barosu her türlü çarpıtmaya ve tahrike karşın, cumhuriyete, onun temel değerlerine, demokrasiye sahip çıkma kararlılığını sürdürecektir” ifadeleri kullanıldı. sustum çünkü... Mahkemede “Böylesine mesnetsiz bir suçlama karşısında, mahkemede savunma yapmak, işgal etmiş olduğum makama ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan haksızlıkları kabul etmiş olacaktı. Bu nedenle mahkemede susma hakkımı kullanmaya karar verdim” diyen Başbuğ, ilk duruşmada kendisine mahkemece yöneltilen ilk sorunun, Ağlama Duvarı’nda çekilen bir resimle ilgili olduğunu ifade etti. Hâlâ bu sorunun yargılama konusu iddialarla olabilecek irtibatını anlamadığını belirterek, “Hükümete karşı kara propaganda yapmakla suçlanan şahsıma acaba bir karşı propaganda mı yapılmak isteniyor” diye sordu. Umut Oran’ın soru önergesi Mahkemenin, Oraj Hava Harekât Planı adlı bir bilgisayar çıktısına ilişkin araştırma yapmaktan kaçındığını savunan Pekşen, CHP Milletvekili Umut Oran’ın, TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesine, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın verdiği cevaba dikkat çekti. Avukat Pekşen, Bakan Yılmaz’ın, Oran’a verdiği cevapta “İstanbul’da bir hava harekât merkezi bulunmadığını, harekât merkezlerinin Eskişehir, Diyarbakır ve Ankara’da olduğunu, Ege, Akdeniz ve diğer uluslararası suların da hava harekât merkezlerinden takip edilmekte olduğunu, gizli ve örtülü bir uçuşun planlanması imkânının bulunmadığını” belirttiğinin altını çizdi. Pekşen’in Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’ni eleştirmesi üzerine Başkan Diken “Siz müvekkilinizin hukuki durumuyla ilgilenin, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla değil” diye konuştu. KOMİSYON BAŞKANI AYDIN Fotoğraf: AAMEHMET KAMAN OYAK raporu ay sonunda Ekonomi Servisi TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde kurulan Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) Alt Komisyonu’nun Başkanı ve AKP’li İsmail Aydın, OYAK’a ilişkin şikâyetler üzerine başlatılan çalışmalarla ilgili komisyon raporunun ay sonuna kadar tamamlanacağını söyledi. Reuters’in sorularını yanıtlayan Aydın, astsubaylardan, sayıları ve ödenen prim oranında yönetimde temsil edilmediği, kurumun zarara uğratıldığı, suiistimaller olduğu, prime göre değil, rütbe esaslı emekli ikramiyesi verildiği yönünde şikâyet mektupları geldiğini belirtti. Maliye ve Çalışma bakanlıkları ile Hazine ve SPK’den 12 uzmanın komisyona gelen şikâyetlere ilişkin olarak çarşamba gününe dek rapor hazırlayacaklarını belirterek “O rapordan sonra biz de komisyon olarak raporumuzu hazırlayacağız. Ay sonuna kadar raporumuzu tamamlarız” dedi. Zihinsel engelli çocukların uçuş heyecanı Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı (ZİÇEV) ile Türk Hava Kurumu’nun işbirliğinde Vakıf’ın 30. kuruluş yıldönümü ve Engelliler Haftası dolayısıyla düzenlenen etkinlik sayesinde, çeşitli illerden yaklaşık 100 zihinsel engelli Ankara’da buluştu. Sabah saatlerinde Türkkuşu tesislerine gelen çocuklar, 5’er kişilik gruplar halinde Türk Hava Kurumu uçaklarına bindirilerek, Ankara semalarında tur attı. İlk uçağa binenler arasında bulunan CHP İstanbul Milletvekili Müslim Sarı, çocuklara emniyet kemerlerini takmalarında yardımcı oldu. Uçaklar havalandığında duydukları heyecan artan çocuklar, uçağa binmenin güzel bir duygu olduğunu belirterek, yaşadıkları heyecanlı anları dile getirdiler. Dondurma satışı durduruldu Duruşma binasının kafeteryasındaki paket dondurma ve kuru pasta satışı dün durduruldu. Sanık yakınlarının, önceki gün tutuklu askerlere çok sayıda dondurma atması üzerine uyarıda bulunan jandarma görevlileri ile aralarında gerginlik yaşanmıştı. ‘Basın özgürlüğüne saygılı olun’ Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay, TSK’nin gazetemiz yazarı Bekir Coşkun’un yazılarını hedef aldığı öne sürülen açıklamasına, “Basın ve ifade özgürlüğüne saygılı olun. Gazetecilerin görevleri arasında ordunun onurunu koruma diye bir ilke yoktur” sözleriyle tepki gösterdi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle