17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 MAYIS 2012 PAZARTESİ [email protected] 10 EKONOMİ ‘Sıfır sorun’ politikası ile kısmen canlanan ekonomik ilişkiler siyasal gerginliğin ardından durma noktasında Suriye ile ‘sıfır ticaret’ ? Türkiye ile Suriye arasında resmi ilişkilerden kaynaklanan gerginlik en çok Hatay, Adana ve Mersin’i vurdu. Transit ticaretin maliyeti çok arttı. Sınır ticareti sıfıra indi. Turist girişi durdu. İlişkiler gelişiyor diye yatırım yapanlar zarara uğradı. Hükümetin alternatif çözümler üretmesi isteniyor. SAVAŞ KÜRKLÜ/ M.ALİ SOLAK BEKİR ŞAHİN ABİDİN YAĞMUR Ticaret daha da daralacak Sadi Sürenkök (Adana Sanayi Odası Başkanı): “Mısır ve Libya gibi ülkelerde işler tam rayına oturmadı. Suriye ile ticaret, bölgemizde daha çok Hatay, Kilis ve Gaziantep ile yapılmakta ise de, özellikle Adana’dan gıda, inşaat malzemesi ve mobilya başta olmak üzere önemli ölçüde ihracat yapılmaktaydı. Son iç karışıklık ve buna bağlı ikili ilişkilerdeki farklı gelişmeler nedeniyle Suriye’ye de mal satamıyoruz. Önümüzdeki süreçte Suriye ile ticaret daha da azalacak. Bu nedenle mutlaka bu yıl hiç ticari bağımız olmayan veya az ihracat yaptığımız ülkelerle ilişkileri güçlendirmemiz gerekiyor.” Hükümet alternatif üretmeli Selahattin Kaplan (Güneydoğu Anadolu Halı İhracatçıları Birliği Başkanı): “Halı ihracatının yüzde 40’ını Ortadoğu’ya yapıyoruz. Bunun yüzde 30’unu Suriye üzerinden transit Suudi Arabistan, Kuveyt ve Ürdün’e gönderiyorduk. Şu anda TIR başına bin 500 dolar geçiş ücreti verenler geçiyor. Şu sıralar mecburen ihracatımızı deniz yoluna yönlendirdik. Önceden 10 günde müşterinin deposuna malı indiriyorduk. Şimdi deniz konteyneri ile 20 gün, 1 ay sürecek. Teslimat süresi uzayacağı için bunun maliyetleri bize yansıyacak. Hükümet yeni alternatif yollar bulmalı.” İnşaatçı AKP’nin ‘Dönüşüm’ Hinlikleri… İnşaat, AKP’yi tanımlayan bir sektör. On yıllık iktidarları, hatta belediyecilik yıllarını da katarsanız, 15 yıllık icraatları inşaatla dolu. Eski TOKİ Başkanı, şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, geride kalan 10 yılda 500 bini kamu, 4.5 milyonu özel sektör eliyle olmak üzere, 5 milyon konut yapıldığını söylüyor. Doğrudur da. Geriye baktığınızda yeni açılmış büyük, akılda yer edecek doğru dürüst bir sanayi tesisinden söz edemezsiniz ama, çoğu İstanbul gibi kent rantı emsalsiz bir metropolde olmak üzere, onlarca gökdelenden, AVM’den, villa sitesinden, TOKİ mamulü birbirinin kopyası binlerce beton yığınından, otel inşaatından söz edebilirsiniz rahatlıkla. Salt konutofis, rezidans, otel filan değil… Bakın kamu yatırımlarına; kamu sanayi yatırımı, kamu enerji yatırımı yoktur ama kamu eliyle duble yollar, hava meydanları, kamu binaları, kamu eliyle kentsel altyapı inşaatları, viyadükler, tüneller, altgeçitüstgeçitlerden yüzlerce örnek vardır. İnşaat, AKP’nin dayandığı sermaye kesimini de ifade ediyor. İrili ufaklı muhafazakâr müteahhitlerin, onların taşeronlarının partisidir AKP desek, yanlış söylemiş olmayız. Özellikle büyüme, işgücü gibi göstergelerde sadece “inşaat”a bakarsanız, bu tezi doğrulayan dolgun sayılar çıkmaz. Ama inşaata lokomotif sektör olarak bakarsanız, son 1015 yılın inşaat odaklı büyüme olduğunu fark edebilirsiniz. İnşaat, beraberinde sektöre girdi üreten çimento, tuğla, seramik, plastik, cam, ağaç, demirçelik, metal, ısıtma, aydınlatma, boya, kimyasallar ve daha birçok sanayi sektörünün çarklarını çeviren sektör demektir. Ulaştırma, depolama, bankacılık, sigortacılık, emlakçilik için de rüzgârdır inşaat. Tamamlanan konutların donanımı, ev tekstili, dayanıklı tüketim eşyaları, beyaz eşyası, elektroniği, kapısının önüne otomobili ile ilgili harcamayı da yaptıran, ağırlıkla inşaattır… ??? Bu inşaat odaklı büyümenin iç pazara dönük, ihracat yapmayan, malzeme ve iş makinesi ithalatı ile döviz harcamayı körükleyen, devamında da cari açığı büyüttüğü de ortada. Gayrimenkul satışından yılda sadece 3 milyar dolarlık bir döviz girişi var. İnşaat ve emlak, dış kredi kullanan birinci sektör. Sıcak paranın ‘Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları’nın kâğıtlarına borsadaki ilgisi zaten malum. İç talebe dönük bu büyümeye konut kredileri ile, kamu harcamaları ile ve dış kaynak girişi ile destek veren süreç, son 10 yılda ortalama yüzde 67’yi bulan bir büyümeyi getirdi. Bunu hazırlayan bir iç talep, potansiyel vardı elbette. Kent nüfusu bir ülkede yüzde 75’i, belediye nüfusu yüzde 85’i bulmuşsa, 20 milyon hanehalkının yüzde 3540’ının kiralık konut talebi varsa, konut bir tasarruf aracı haline gelmişse, İstanbul rantı böylesine cilalanmışsa, o ülkede elbette inşaat patlardı. ??? Peki sonra? Bundan sonra ne olacak? Hele ki kriz koşullarında çarkı çeviren dinamik ne olacak? Şunu belirtelim ki, krizli yılların, bundan sonraki 1015 yılın da odağında inşaat olacağa benzer. İhracata dönük sanayi gibi yönelimlerin adı var ama karşılığı yok. Çünkü o konuda tren kaçtı. İnşaatla oyalanırken, sanayi, hem de ihracata dönük sanayi arka planda kaldı ve Asyalılar iç pazara nüfuz edip, dışarıda da duman attırır oldular. Bundan sonraki inşaat lokomotifinin yakıtı ise “kentsel dönüşüm”. Türkiye’nin deprem ülkesi olma gerçeğinin altı çizilerek, zoraki bir inşaat faaliyetinin düğmesine basıldı. “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”, inşaat odaklı birikim modelini sürdürmenin yeni yolu ve onu taşıyabildiği yere kadar taşıyacak. Yani, inşaat faaliyeti, depremi bahane ederek talebin oluşmasına bağlı kalmaksızın, şimdi de “ekonomi dışı zor” sürdürülecek. Riskli yapılar saptanacak, yıkılacak ve yaptırılacak. Bunun için bina sahipleri para harcamaya zorlanacak, kamu kaynaklarını daha çok kullanma, “afet riski” gibi bir gerekçeyle meşruiyet kazanacak. Aileler, parası varsa, yeni inşaat için harcamaya mecbur tutulacak, olmayanlar borçlandırılacak. Tahminen 15 yıl boyunca 7 milyon konut üretilecek. Ortalama 500 milyar dolarlık bir iş potansiyeli demek bu. Donatılar, altyapılarla 700 milyar dolarlık “kentsel dönüşüm” gibi fiyakalı bir ismin yarattığı birikim alanından söz ediyoruz. “Dönüşüm”, çoğu ortaalt sınıftan riskli konut sahiplerini harcamaya zorlarken yeni rant alanları ve paylaşım imkânları da yaratacak ve bu faaliyet yine iç pazar esaslı, yine dış kaynak bağımlısı olacağı için bir ayağı çukurda. Üçte birinden fazlası kiracı olan halka yeni bir şey getirmediği için sosyal değil. Eviniz riskli, diye haklı haksız para harcatacağı için, sorunlu. Ödeme gücü olmayanın elinden başını soktuğu ev alınıp eline arsa payı parası tutuşturulup mülksüzleştirilecek. Buna karşılık, parası olanlara, özellikle İstanbul’da yeni rantlar edinme imkânları yaratılmış olacak. Yasa, bakanlığı inanılmaz yetkilerle donatıyor, otoriter sisteme yeni güç katıyor. “Dönüşüm”ün muhtemel mağdurlarına ise hiç söz hakkı tanınmıyor, bütün savunma mekanizmaları işletilmez durumda. Çok yönlü bir savunma ve mücadele hattını yeniden tasarlamak gerekiyor. Suriye’deki iç karışıklıklar nedeniyle Türkiye’nin ihracatında düşüş yaşanıyor. Bunun etkileri Suriye ile ticari ilişkilerde önemli paya sahip Hatay, Gaziantep, Kilis, Adana, ve Mersin’de daha da belirgin olarak ortaya çıkmaya başladı. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Faik Burakgazi’nin tespitiyle, “Sıfır sorun politikasıyla canlanma belirtisi gösteren Suriye ile ilişkiler, tam anlamıyla ‘sıfır ticaret’e dönmeye başladı.” Ticaret tamamen durdu Durumdan en çok etkilenen illerden biri Kilis. Kilis Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Özçiloğlu, “Bizim ticaretimiz tamamen Suriye’ye bağlıydı. Küçük esnafın tek geçim kaynağı Suriye’den alışverişe gelenlerdi. İşadamlarımız zaten resmi olarak sınır ticareti yapıyor, çoğu pamuk ipliği ve elyaf getiriyordu. İlişkiler kopunca hepsi kesildi. Ayrıca Suriye’de çok akrabamız, bir tarafı Suriye’de bir tarafı Kilis’te kalmış sınır köylerimiz var. Birbirimizden kopmadık ama ticaretimiz durdu. Bu süreç inşallah böyle devam etmez. Kaybımız çok” dedi. Sınır ticareti sıfıra indi Mehmet Aslan (Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı): “2010’da gümrük kapılarından Gaziantep’e 1 milyon 33 bin 571 kişi giriş yapmıştı. 2011’de bu sayı 804 bin 343’e düştü. Özellikle Suriye, İran ve Irak’ta yaşanan gelişmeler endişe verici. Bu mücadeleyi Suriye halkı kendisi verecek, kendi problemini kendi çözecek. Bunu saygıyla karşılıyoruz. Ama herhangi bir dış müdahale doğru bir yaklaşım olamaz. Neticede Suriye’yle komşu olarak yaşayacağız. Bu mücadele ne kadar kısa sürede sonuçlanırsa karşılıklı ilişkilerimiz de o kadar kısa sürede tekrar gelişir.” Nakliye sektörü can çekişiyor Hikmet Çinçin (Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı): “Hatay’da ciddi ekonomik kayıplar yaşandı. Asıl kaygılandıracak durum, Cilvegözü Sınır Kapısı’nın bozulan ilişkilerden dolayı işlerliğini yitirmesidir. Zira, İstanbul’dan sonra en çok araç sayısını bulunduran nakliye sektörü Hatay’dadır. Nakliyeciler Suriye’ye olan iyi ilişkilerimiz döneminde araçlarını yenilediler. Birçok nakliyeci finans kuruluşlarına borçlandı. Gelinen noktada, nakliye sektörümüz can çekişiyor. Hatay’da 14 otel inşaatı başlayacaktı. Suriye ile olan ilişkiler bozulunca bugün sadece 2 otel inşaatı devam ediyor.” Mersin’de turizmi vurdu İlişkilerdeki bozulmadan turizm de etkilendi. Örneğin Mersin 20062010 arasında Arap turist patlaması yaşamıştı. 2010’da 50 bin 178 turistin gecelediği Mersin’de bu rakam, 2011’de 8 bin 774’e geriledi. Suriyeli, Ürdünlü ve Lübnanlı turist sayısı hızla düştü. Turizm şirketleri de esnaf da bu durumdan zararlı çıktı. Yaklaşık 15 yıldır Suriye, Ürdün ve Lübnan’la çalışan Vane Tour turizm acentası işletmecisi Nusret Kanatlı, “Bu bölgeye her mevsim gelen turistler hem sahillerde, hem şehir otellerinde konaklıyordu. Devamı gelecek diye yatırım yapan oteller şimdi zararda. Her turist otobüsü şehre 35 ila 40 bin dolar para bırakıyordu. Şimdi bu neredeyse sıfıra indi” diye konuştu. Sorunu aşmak için yeni arayışlar içinde olduklarını belirten Kanatlı, haziran sonu itibarıyla LübnanTropoli ve MersinTaşucu arasında deniz otobüsü seferleri ile AdanaBeyrut uçak seferlerine başlayacaklarını söyledi. Dünya ekonomisinden yine “yavaşlama işaretleri” gelmeye başladı. Ancak bu kez veriler ekonomik kriz içinde olağan, sıradan bir “genel olarak yavaşlama” olgusundan öte bir duruma işaret ediyor. Dünyanın önde gelen ekonomileri “senkronize” (eşzamanlı) olarak yavaşlıyor. Bu tehlikeli bir konjonktürün varlığına işaret ediyor. IMF, bu yıl dünya ekonomisinin toplam büyüme hızının, 2011 yılında gerçekleşen yüzde 3.9’un altında kalacağını düşünüyor. Ancak bu sıradan, bazı ekonomiler büyürken bazılarının yavaşladığı bir ortalama yavaşlama hızı değil. Dünya ekonomisinin performansını belirleyen ABD, Çin, AB (Almanya dahil), Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Avustralya gibi ülkelerin ekonomilerinin hepsi yavaşlıyor (BBC, Wall Street Journal, 24/05/12). Bu yavaşlamanın, özellikle üretim, yatırımlar alanında odaklandığı, AB bölgesi Satınalma Müdürleri Endeksi’ndeki son değişimlerin gösterdiği gibi, talep ve kâr beklentilerindeki kötümserlikten kaynaklandığı görülüyor. BBC ve WSJ, verileri aktarırken gelen verilerin 3 yıl öncesi düzeye, krizin 2009 yılındaki en sert noktasına geri dönmekte olmasından söz ediyorlar. Bu ortamda MSCI’nın (global borsa endeksi) mart ortasından bu yana yüzde 9 düştüğü görülüyor. Küresel tüketim talebinin düzeyini gösteren bir diğer ölçüt olarak petrol fiyatlarının da bu ayın başından bu yana yüzde 15 gerilediğine dikkat çekiliyor. The Economist Avrupa’da kredi piyasalarındaki daralmanın daha da kötüleştiğini aktarıyor. Foreign Policy dergisinde Arthur Kroeber, Çin’de nisan ayında yıllık yüzde 12 olarak gerçekleşmesi beklenen sanayi üretimi büyüme hızının yüzde 9.3’te kaldığına, 2012’nin ilk üç ayında yıllık reel büyüme oranının yüzde 7’ye gerilediğine, perakende satışlardaki, banka kredilerindeki ani gerilemelerin Çin yönetimini de şaşırttığına, kaygılandırdığına dikkat çekiyor. (Foreign Policy 22/05/2012) Wall Street Journal, bu “senkronize” yavaşlamanın, dünya ekonomisinde “kendi kendini besleyen, kı ‘Yunanlılar sempati beklemesin, vergisini ödesin’ Ekonomi Servisi Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, IMF’nin Atina’ya verdiği borcun şartlarını yumuşatmayacağını belirterek, Yunanlıların sempati beklememesi gerektiğini söyledi. Lagarde, The Guardian’a verdiği röportajda, “Yunanlı ebeveynler sorumluluk almalı, eğer çocukları harcama kesintilerinden etkileniyorsa vergilerini ödemeliler” dedi. Yunanistan’da kriz nedeniyle doktora ve ilaca erişemeyen hastaların kendisini rahatsız edip etmediğinin sorulması üzerine Lagarde, “Atina denince aklıma vergi ödemeyen insanlar da geliyor. Kendi sorunlarını kendileri çözmeye çalışmalılar. Nijer’in küçük bir köyünde, üç kişi oturdukları sıralarında günde iki saat eğitim gören okuma heveslisi çocukları daha çok düşünüyorum” diye konuştu. Rumlar, Yunan borçlarını soruşturuyor Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, hükümetin, Rum bankalarının Yunanistan’ın devlet borçlarına haddinden fazla bağlı olmasına neden olan hataları araştıracağını söyledi. Öte yandan, Kıbrıs Rum basınında, Kıbrıs Rum Kesimi’nin, borçları konusunda çıkış yolu bulamaması nedeniyle AB Destek Mekanizması’na başvurmaya hazırlandığı değerlendirmeleri yapılıyor. Yine Yavaşlama İşaretleri, Ama Bir Farkla... ‘Senkronize’ bir yavaşlama rılması zor bir kısırdöngü yaratmaya başlamasından korkuyor”. Wall Street Journal korkularında haklı. Kapitalizmin krizlerinin tarihi üzerine doktora tezimi yazarken bu “senkronizasyon” (eşzamanlık) benim de dikkatimi çekmişti; Büyük Depresyon olarak anılan döneme girerken, gelişmiş kapitalist ekonomilerin büyüme hızları arasında 19234’ten itibaren başlayan senkronizasyonun, ’27’29 arasında en yüksek düzeye ulaştığını, ’29’30 arasında kısmen azaldıktan sonra ’33’37 arasında yeniden yüksek düzeylere çıktığını gözlemlemiştim. Ondan sonra zaten II. Dünya Savaşı’na açılan döneme girilmişti. Bu gözlemlerin, daha önce aktardığım “23 yıllık depresyon” senaryosunu (Market Watch, 14/12/2011) da desteklediğini ne yazık ki vurgulamam gerekiyor. Diğer taraftan, senkronize bir gerileme lokomotifini kaybetmiş bir dünya ekonomisi anlamına geliyor. Bu koşullarda, ülkeler arasında rekabet, anlaşmazlıklar iki yoldan giderek artıyor: Ülke ekonomileri sorunlarını uluslararası alana yansıtmaya, kaynaklara, pazarlara ulaşmaya çalışırken kendi pazarlarını koruma eğilimi güçleniyor. İkincisi, bu ülkelerin hükümetleri, başarısızlıklarını, yükselen toplumsal muhalefeti, dış politika sorunlarından yararlanarak milliyetçilik, yabancı düşmanlığı vb. duyguları körükleyerek etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Geçen hafta kimi tartışmalar, yaşanan olaylar, bu beklentileri destekleyen, kaygı verici gelişmelere ışık tutuyordu. Örneğin, Avrupa Birliği’nde çok kritik bir dönemde, yapılan G8 zirvesinden, basiretsizlikten, belirsizlikten öte bir sonuç çıkmadı. Öyle ki Financial Times’ın uluslararası ilişkiler yorumcusu Philip Stephens’e göre, “Kısa süre öncesine kadar Batılı güçlerin bu tip toplantıları dünyanın ilgisini çekerdi. Bu günlerde bu toplantılar, Batı’nın ne kadar hızla, ne derecede düşmüş olduğuna dikkat çekiyor”. Uluslararası ilişkiler Stephens, “unutmayalım ki” diyor “bu yüzyıl başlarken, US ebedi bir hegemon rolündeydi. AB, postmodern, ulus devlet sonrası çok yanlı ilişkilerin modeliydi. NATO Balkanlar’da Miloşeviç’e haddini bildirdikten sonra, kendini yeni küresel düzenin askeri bekçisi olarak yeniden icat etmişti. On yıl sonra, G8 karar alamıyor, devletlerin mali krizi AB’yi dizlerinin üzerine çökertti... Dünyanın en büyük askeri gücü NATO, Afganistan’dan çıkma telaşı içinde”. Halbuki Stephens’e göre, “AB ve Avrupa’nın, küresel ortak alanlarını koruyabilmek için hâlâ birbirlerine gereksinimi var. Ama liderlik, amaç ortaklığı, AB’de de bu ittifakı sürdürmek için üzerine düşen harcamaları yapacak niyet ve kaynak yok.” Stephens haklı, ABD ve AB’nin “küresel ortak alanlarını koruyabilmek için” birbirlerine gereksinimi var. Çünkü bu mali kriz ve “senkronize gerileme” içinde, sahada yeni oyuncular var. C MY B C MY B ...yeni gelişmeler... Geride kalan 30 yılda ortalama yüzde 10 dolayında bir büyüme hızıyla dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükselen Çin, şimdi bu hızlı büyümenin kaçınılmaz olarak getirdiği, kapasite fazlası, inşaat piyasaları balonu, gittikçe artan kaynak gereksinimi, hızlı kentleşme, yeni ve ücretlerini arttırmaya başlayan işçi sınıfı, dış piyasalarda özellikle AB’den gelen talepte daralma gibi sosyoekonomik sorularla yüzleşmeye başlıyor. Bu koşullarda Çin’in, bu köşede de aktarılmış olduğu gibi Afrika, Latin Amerika, Orta Asya, Ortadoğu gibi kaynak alanlarına sermaye akıtarak nüfus transferi yaparak girmeye başladığını görüyoruz. Geçen hafta üç haber bu bağlamda anlamlıydı. Birinci haberde Fabiana Frayssinet, Çin ile Brezilya arasında özellikle enerji alanında hızla artmakta olan işbirliğine, Çin enerji şirketlerinin Brezilya’daki etkinliklerine dikkat çekiyordu (IPS News 23/05). İkincisinde, National Interest, NATO Afganistan’dan çıkarken Çin’in, bu ülkedeki, dünyanın ikinci büyük bakır rezervlerini işlemek, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Batı Çin bölgeleri arasında demir yolları ağları kurmak üzere uzun süreli yerleşmeye başladığını aktarıyordu. Üçüncüsü, Financial Times’ın Asya uzmanı Kahrine Hille Pekin’den, son dönemde, Çin’in, tüm başarılarına karşın dünyanın geri kalanında gereken saygıyı görmediğine ilişkin bir kızgınlığın, yabancı düşmanlığının hızla artmakta olduğunu aktarıyordu. Japonya’da önceki hükümetin, Savunma Bakanı Yuriki Koike, Project Syndicat sitesine konan yorumunda, Çin’in, “çekirdek ulusal çıkar” olarak tanımladığı konuları, alanları son dönemde, Güney Çin Denizi’ndeki tüm komşularını tedirgin edecek biçimde genişletmeye başladığından yakınıyordu. Bu resmi tamamlayacak bir gözleme de “AntiWar.com” sitesindeki Conn Hallinan imzalı, “Asya’nın çılgın silahlanma yarışı” başlıklı yorumunda rastladım. Bu yorumda aktarılan veriler, Çin’in bu milliyetçi, komşularında kaygı yayan refleksleri, hızla artmakta olan askeri harcamaları karşısında, bölge ülkelerinin hızla silahlanmaya başladıklarını gösteriyordu... İstanbul, dünyanın ilk 10 kongre şehrinden biri İstanbul, kongre sayısında dünya sıralamasında ilk 10’daki yerini korudu. İTO’dan yapılan açıklamaya göre 2010’da 109 kongre ile dünya 7’nciliğine yükselen İstanbul, kongre sayısını 113’e çıkartarak bu yıl da listede 9’uncu oldu. Dünya kongre şehirleri sıralamasında Antalya 23 kongre ile 92. sırada yer alırken, Ankara 7 kongre ile 273. oldu. Ülke sıralamasında Türkiye, 159 kongreyle dünya 23’üncüsü oldu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle