17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MAYIS 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Cezaevindeki tüm annelere ve çocuklara, annelerini ve çocuklarını bekleyenlere... Bahar gelmiş balam benim 197174 arasında annemi demir parmaklıkların, tel örgülerin ardından gördüm hep. Ben içerideydim, o dışarıda. Üzülürdü annem, çok üzülürdü, ama bana hissettirmemeye çalışırdı, ben hissederdim. “Yapma böyle” derdim, çıkışırdım bazen. “Peki kızım” derdi, göz pınarlarına biriken yaşları göstermemeye çalışarak. Mektuplar gelip giderdi aramızda, her mektup bir dünyaydı. Çünkü akşam erken iner mapushaneye, ejderha olsan kâr etmez… Yıl 2012. Yine demir parmaklıklar, tel örgüler… Bu kez ben dışarıdayım, kızım içeride. “Karma dedikleri buymuş meğer” diye düşünmüyor değilim zaman zaman. Annemi anıyorum sık sık, anıyorum ve anlıyorum. 20’li yaşlarıma kızıyorum o zaman. İnandıklarım, savunduklarım, uğruna mücadele ettiklerim için değil… Annemi anlamakta bu kadar eksik kaldığım için. larını aradıkları için coplanan öğrenciler, hep onların haberlerini yaptın sen. Bir yandan da tek başına örgüt kurup, tek başına devleti yıkmaya teşebbüs etmekten 3 yıl önce, 64 yaşında hapse atılan babanı ziyarete gittin her ay, ablanla birlikte. “Ne çileymiş bu” demedin, bütün haklarının gasp edilmesine aldırmadın, “Anne binlerce, on binlerce insan var bizimle aynı durumda, bir tek biz değiliz bunu çeken” diye hatırlattın bana hep. Doğrusun kızım, doğrusun da biz bu devletten alacaklıyız, bunu unutma. Ben seninle gurur duyuyorum, kızlarımla gurur duyuyorum. 40 yıl önce bir Anneler Günü’nde Adapazarı Cezaevi’nde anneme tığ işi bir gözlük kılıfı yapıp vermiştim. Şimdi de kolumda senin bana Anneler Günü için verdiğin boncuk işi bileziğe bakıyorum. Sana ve cezaevindeki tüm annelere ve çocuklara, annelerini ve çocuklarını bekleyenlere sevgili dostum Nihat Behram’ın şiirini gönderiyorum: “Bahar gelmiş/Balam benim/Bahar gelmiş dayanmış/Dalda yaprak/Bebeciğim/Suda köpük uyanmış/Kuzulara özenmiş/Kızım benim/Körpe sesler dillenmiş/Ayışığında yanmış/Yavrucuğum/Onun için beyazmış.” Bu duruma yol açanlara da Taha Akyol’un geçen gün söylediği, trajedimizin özeti olan unutulmaz bir cümleyle seslenmek istiyorum: “Hiçbir ideoloji bir çocuğun gözyaşlarına değmez.” ??? Fazıl Say’a yönelik haksız kampanyaya da değindiğim önceki yazımda Gülten Kaya’ya da bir çağrı yapmıştım. Sevgili Gülten, “Çağrını aldım” diye bir mesaj atmış. Şöyle diyor: “Bir sanatçının, tıpkı bir çiçek gibi, kendi topraklarından koparılıp başka topraklara ekildiğinde nasıl solduğunun bir tanığıyım. ‘Ben vatansızlıktan üşüyorum’ demişti eşim. Bırakalım bir sanatçıyı, bir daha asla hiç kimsenin bu duyguyu, bu hiç geçmeyen ince sızıyı yaşamasını istemem. Nâzım oratoryosundan Sivas’a, oradan Mezopotamya senfonisine uzanan Fazıl Say elbette Türkiye’dir.” [email protected] Nedim Saban, Orhan Alkaya ve Serpil Tamur’un aralarında bulunduğu isimler konuşmacı olarak katılacak. Haldun Dormen’in öğrencileri de, müzikallerden seçme bir kolaj yorumlayacaklar. Aslı Omağ’ın seslendireceği şarkılarla renklenecek etkinlikte, Nedret Güvenç’in yaşamından ve sanat hayatından kareler de gece boyunca barkovizyondan sunulacak. Enis Batur’u Sevmek 2. Uluslararası Eskişehir Şiir Festivali 1013 Mayıs tarihleri arasında yapıldı. Festivalin onur konuğu şair ve yazar Enis Batur üzerine yapılan panelde Azad Ziya Eren, Timour Muhidine, Gültekin Emre ve Merih Akoğul konuştular; ben de hem panele göz kulak oldum, hem de aşağıdaki kısa sevgi mektubumu sundum. (“Göz kulak olmak”: Yönetmek, idare etmek, moderatör ve en çok da kolaylaştırıcı yerine bunu öneriyorum. “Göz kulak olmak”ta hem bakım, hem sevgi, hem özen var, başka da ne olsun?) Yıllar önce “Ece Ayhan’ı sevmek için 10 sebep” başlıklı bir yazı yazmıştım. Enis Batur için de 10’dan çok sebep vardır kuşkusuz, fakat hepsi buraya sığmazsa başka sebep aramayın! Saygın yaygın: Adı yaygın, yapıtları yaygın, şöhreti yaygın, ama aynı zamanda da saygın: Saygın yaygın. Genellikle ikisi bir arada bulunmaz, bir arada bulunduğu nadirdir. “Kült”ün tanımında “az sayıda” tutkulu, meraklı okurdan, izleyiciden söz edilir, ama bazen çoğunluğun da “azınlık” gibi davrandığı ve o şaire, yazara “uygun” olduğu olur. Enis Batur’un okurlarının aynı zamanda hayranları da olduğunu düşünüyorum. Eh, bir şair de “kült” mertebesine vardıysa artık ona da şiirde, yazıda ölüm yoktur! Yerli Yersiz: Enis Batur’un ilk şiir kitapları Nil ve İblise Göre İncil yayımlandığında “yersiz” olduğu söylendi, ima edildi, yazıldı. 1973’ün üstünden 40 yıl geçti nerdeyse ve Batur geçen zamanda “yerli”lere özgü işler de yaptı. “Yerli yersiz” deyimini tam da bu nedenle kullandım, ama diğer ve aslında, asıl anlamıyla da, onun yaptıkları, yazdıkları için memlekette bu deyimden daha iyisinin olacağını da sanmam. Hem “yerli yersiz”ler de olmasaydı ne yapardık bu çölde? Vaat tutucu: Edebiyat ve şiir dergisi tiryakileri ve dergi çıkaranlar, bilhassa da 50 yaş üstündekilerin diyelim eski dergilerden bildiği şeyler vardır: Önümüzdeki sayı neler olacak? Çocuktum ve merakla en çok önümüzdeki sayıyı beklerdim. Çoğu kere de, söylemeye gerek yok, o vaat edilenler olmazdı; daha da kötüsü o dergi bir daha çıkmazdı. Ben Enis Batur’un çıkardığı hemen her dergiyi aldım, okudum, sevdim ve sakladım. Yazı’dan Argos’a, onlarda da çok şey vaat etti, çoğunu da gerçekleştirdi, ama daha önemlisi ben Enis’in kendisini o dergilere benzetiyorum. Bazen kendisi vaat ediyor, ama okuru o söylemese de hep vaat ettiğini ve bunları tuttuğunu biliyor. Hemşair hemşeri: Eser sahibi sözü hoştur, ama kaç eser sahibi, üstelik şairse, son tahlilde şiire sayılması gereken bir parkın da sahibidir? Eskişehir Şiir Buluşması’nı üstlenen Tepebaşı Belediyemize ve sevgili başkanımız Ahmet Ataç’a şükran borçluyuz. Odunpazarı Belediye Başkanımız Sevgili Burhan Sakallı’yı da unutamayız; çünkü bu şehrin üç parkına şairlerin adını vermiştir: İlhan Berk Parkı, Enis Batur Parkı ve onlardan daha küçük bir şiir yazarının parkı. Enis Batur’u hemşair hemşerim olduğu için ve adı bir parkta durduğu için de sevdiğimi söylemiş miydim? Dört kol sürpriz: Ben de diğer okurları gibi Enis Batur’u hem yazdıkları hem de yazacakları için seviyorum. Bunu biraz “vaat tutucu” kavramıyla da belirttim, ama insan Enis Batur gibi, hadi ben de artık Türkçeleşmiş o klişeyi kullanayım “atlet komple” bir şiir ve yazı insanından, hem bu kadar çok ve farklı yazan, Ece Ayhan’ın “Dört koldan yazıyor” dediği bir yazardan daha kim bilir neler okuyacağının sevincini duyuyor her yeni kitabını okurken. Fakat bazen de o sürprizleriyle ters köşeye yatırıyor okurunu. Tıpkı “The Kiss on the Balcony” şiirinde olduğu gibi: “Bugün 28 Nisan 2011, yarım milyon durgun/ Zekâlı Bokingam sarayının balkonuna/ Dikmiş gözlerini, iki milyar gabi ekran/ Önüne kilitlenmiş, Cambridge dükü düşesi/ Dudak ucuyla öpecekmiş. Bir balkon bulsam/ Çıkacağım dışarı ben de, gelene geçene/ Göstereceğim işe yaramaz emektar dükümü,/ Onlarınkini bilemem, ben müstakbel saray/ Şairi ya da soytarısı, budur kayıp hayatımın/ İçimi acıtan dökümü.” Okurunun yetişmekte zorlandığı ve aynı zamanda da okur yetiştiren/okurunu yetiştiren bir şair ve yazar olarak Enis Batur’u sevme sebeplerim bunlarla sınırlı değil, onları da size sonra söylerim. Cezaevi kapısı Yıl 2012. Her görüş günü, bu toplumun bir küçük kesiti, bir mikrokozmosu toplanıyor Bakırköy Kadın Cezaevi’nin kapısında. Anneler, babalar, kardeşler, kocalar, evlatlar… Herkes birbirine sarılıyor, herkes birbirine yardım etmek istiyor, çünkü dert ortak, acı ortak. Hediye Aksoy’un durumu, astım hastası Canşah Çelik’in içeride kriz geçirip kötüleşmesi, tutuksuz yargılanabilecekken bu kritik durumda hâlâ içeride tutulması, Zeyno’nun zona dökmesi, içerideki kötü beslenme koşulları, tıbbi müdahalenin yetersizliği, musluklardan akan paslı sular hepimizin ortak derdi. Açık görüşler ise hem küçük bir sevinç hem de hüzün kaynağı. Kızımı görüyorum, sarılıyorum ve sonra onu orada bırakıp dışarıya, kendi hapishaneme dönüyorum, dö nüyoruz. Cezaevine girmeyi beklerken herkesin birbirine vermeye çalıştığı destek, dayanışma, sevgi dışarı çıkıldığında da sürüyor, ama herkes biraz da kendi hüznüne, içeride bıraktığının eksikliğine gömülmüş oluyor, eksiliyoruz. Zayıflama kızım bu kadar, kendine bak biraz diyorum. Ama onun aklı fikri kendi işinde, gazeteciliğinde. Kızım sen zaten kahramansın, trajik bir kahramansın, nedir bu telaş diyorum. Doğumundan başlayarak hep mücadele içinde geçti senin yaşamın, seçmediğin, bizimle birlikte mecbur kaldığın bir yaşam. İkimiz de öteki tarafın sınırına kadar gidip döndük birlikte sen doğarken. Verilen ilaçlardan sütüm kesildi, baban besledi seni mamalarla ve sabırla, toparlandın çok geçmeden. Yıl 1978’di, Türkiye’nin sokaklarında rahat dolaşılamıyordu. Amcalarla, teyzelerle birlikte büyüdünüz hep. İçinde iki küçük çocuğun da yaşadığının pek düşünülmediği, siyasi tartışmaya ve sigara dumanına boğulmuş evlerde. Sen 1.5, ablan 3 yaşındaydı yurtdışına çıktığınızda. Ayrılırken en çok geride bıraktığım fotoğraflara üzülmüştüm, sizin bebeklik fotoğraflarınıza, kendi kişisel tarihimin belgelerine. Nereden bilebilirdim 12 Eylül’den sonra yağmalanan evimden çıkıp kim bilir hangi ellerden ge çerek sahaflara kadar ulaşan o fotoğraflardan birinin yıllar sonra bir şarkı klibinde karşıma çıkacağını? Hayat böyle bir şey işte kızım, her devrin zalimleri var, bir de mazlumları. Her devrin gerçek mağdurları var, bir de fırsatçıları. Ama bu ülke öyle tuhaf ki, devirler değişse de gerçek mazlumlar değişmiyor. Ama sen bunu zaten biliyorsun kızım, hayatın boyunca mazlumun, ezilenin yanında oldun çünkü, ötekileştirilmenin acısını yaşayarak geldin, Fransa’da horlanan Kuzey Afrikalı, kâğıdı olmayan göçmen, ırkçılığa karşı mücadele eden Fransız arkadaşın oldu senin. Sen de ablan da hayatınız boyunca en çok dışlanmaya, ötekileştirilmeye karşı hassas oldunuz, direndiniz buna. Sonra Türkiye’ye dönüp geldik, kendi memleketimizde de devam etti sürgünlüğümüz, tuhaf bir ömürdü bizimki, kabul etmek gerek. Bu yaşamı sen seçmemiştin belki, ama kendi yolunu kendin çizdin, dişlerinle, tırnaklarınla kazıya kazıya… Temel doğrundan, ezilenden, horlanandan, dışlanandan yana olmak tavrından hiç vazgeçmedin. Gazeteci oldun, ama “Ezilenin gazetecisi Zeyno” dedi arkadaşların senin için. Kürtler, Aleviler, Tuzla tersanesindeki işçiler, sokak çocukları, dövülen, öldürülen travestiler, eğitim hakma oyuncusu; rejisör, yazar ve dublaj sanatçısı Nedret Güvenç, 1948’de İzmir’de tiyatroya başlamış ve “Macbeth”, “Foto Finish”, “Constans” gibi unutulmaz oyunlardaki performansları ile hafızalara kazınmıştı. Hakan Altıner’in sunacağı etkinliği, Aliye Uzunatağan, Atilla Dorsay, Ayla Algan, Gencay Gürün, Hülya Karakaş, Lale Belkıs, Türk n u n u s o r tiyat çınarı... USTALARA SAYGI NEDRET GÜVENÇ ANISINA Kültür Servisi Beşiktaş Belediyesi tarafından yedi sezondur düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantıları, Türk tiyatrosunun çınarlarından Nedret Güvenç için yapılacak gece ile devam ediyor. Faruk Şüyün tarafından hazırlanan etkinlik, bu akşam saat 20.00’den itibaren Akatlar Kültür Merkezi’nde izlenebilir. Tiyatro ve sine ‘OTOBİYOGRAFİK KARALAMALAR’ SERGİSİ 44A SANAT GALERİSİ’NDE ‘Resim’e odaklanan bir sergi Kültür Servisi Sanat yaşamında 32 yılı geride bırakmış olan Esat Tekand’ın “Otobiyografik Karalamalar” sergisi, 44A Sanat Galerisi’nde devam ediyor. Tekand bu sergisinde rasgele karalamaların, planlamaların, not almaların üst üste bindirildiği çok renkli işlerle karşımıza çıkıyor. “Burada otobiyografik olan şey işin kendisi” diyen Tekand, sanat yaşamında özel bir noktaya geldiğini, artık sadece resme odaklandığını belirtiyor. “Biz şurada yanıldık, uzun süre, biçimle içeriği zıt şeyler olarak gördük ve her şeyi içeriğin hizmetine sunduk” diyor ve artık bu işlevselcilikten tamamen sıyrılabildiği bir yere doğru evrildiğini hissettiğini söylüyor Tekand. Büyük bir çoğunluğu son bir yıl içerisinde yapılmış 20’nin üzerinde yağlıboya tablonun yer aldığı serginin belli bir sunum ya da seçim doğrultusunda bir araya getirilmediğini de vurgulayan Tekand, işlerin tek ortak noktasının boyanın ve renklerin kullanımı olduğunu belirtiyor. Sergi 17 Mayıs’a kadar görülebilir. (www.44a.com.tr) Füruzan sözünü sakınmayacak Kültür Servisi Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen “Sözünü Sakınmadan” etkinliğinin bu ayki konuğu Füruzan. Türk edebiyatının yaşayan en önemli isimlerinden Füruzan, yarın saat 19.00’dan itibaren usta eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş’in konuğu olacak. İlk kitabı “Parasız Yatılı”yla 1972 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Füruzan, yaşamları değişikliğe uğramış kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına yaklaştı. Füruzan’ın öyküleri, bugüne kadar Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi birçok dile çevrildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle