19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 NİSAN 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA HABERLER Çocuk sayısını arttırdı: 3’ten 5’e çıktı en azı... ? Başbakan değil, sanki ebe... ? Bir fotoğraf vardı gazetelerde; İstanbul’da bir üstgeçit... Bir yol kadar geniş, ama üzerinden geçmek isteyen insanlardan köprü gözükmüyor... Mahşeri bir kalabalık, birbirlerini ite ite, üst üste... Karşıya geçmek istiyorlar sadece... Geçemiyorlar... Birisi iki kere geçecekmiş gibi olmuş, geri gelmiş... ? Zaten Başbakan’ın kendisi de Kasımpaşa’dan geçemedi önceki gün... Arabalara kızdı... O arabalar sanki kendiliğinden gelip doluştu oraya... ? 3 çocuktan 5 çocuğa çıkmasının nedeni ise açılan işyerleri, yatırımlar, fabrikalar değil... Çamaşır makineleri... Biçer... Döver... ? O çirkin ve zevksiz, yüksek TOKİ binaları ile insanları üst üste oturtuyorsunuz, yer gök dağ tepe yetmiyor... Bir de Batılılar gibi yan yana otursalar... ? Aşırı artan nüfusa geçit, yol, okul, hastane, işyeri, hapishane bile yetmiyor... Sokaklar işsiz ve eğitimsiz genç dolu... Sevgisiz, bakımsız, özensiz büyüdükleri için içlerinde kin ve nefret var... Aç ve muhtaç bir toplum, ki kömür ve nohut dağıtıyorsun... Eğitilebilecek kadar, bakılabilecek kadar, sevilebilecek kadar çocuk yerine, en az 5, sakıncalı ve sağlıksız bir zihniyet.... ? O zaman “cumhuriyet kuşağı”, “68 kuşağı” gibi bir şey bu: “Çamaşır makinesi kuşağı...” 9 Aydın Sıra Dışıdır “Sıradan biri olmamaya uğraşan, ya da, sıradan biri olmak istemeyen kişiye aydın denir.” Prof. Dr. Nusret Hızır’ın bu sözlerini okuyunca başlamıştım düşünmeye... Sıradan biri olmak mı? Ne anlama gelir sıradan olmak ya da olmamak?.. O sıra dediğin milyonlarca insan!.. “Yığın” demek belki daha doğru! Kişilikten, belirli bir nitelikten yoksun olan, iyiyi kötüyü ayırt edemeyen, gerçek özgürlük nedir bilmeyen... Sen, ben, o hepimiz o sıradayız. Yanlış yasaların çizgisinden kopmayı düşünmeyen, o yasaları yanlış bulmayan, yönetimin başındakilerin bir çeşit kulluğunu benimseyen!.. Kopmak, ayrılmak, “ben” olabilmek... Prof. Nusret Hızır şöyle yazmış: “İnsanlar kendilerini sıradan biri saymadıkları halde yine de sıradanların arasına katılmış olabilirler.” Kişiyi, sürüden ayırmak, kolay iş sanılmasın. Nice kazanımlara, öğretimlere, başarılara karşın, yine de kopabilmek güçtür sürüden... ??? Nerden daldım Nusret Hızır’ın sözlerine! Durup dururken yaşadığım günlerin anlamsızlığına beni götürsün diye mi? Ben de, o sırada bekleyenlerden biri oldum mu? Sıranın başında, ya da ortasında, belki de sonundaki yerde... Farkında bile olmadan!.. Ama yazarak, konuşarak, okuyarak, bir şeyler yaratmaya heveslenerek, o upuzun sıradan çıkabilmek umuduyla. Kendiliğinden oluşmuyor o sıralama, birileri bilerek yaratıyor. İnsanlara da sıra veriyor, sen öne, sen arkaya, sen ortaya!.. Toplumlarda hep bir güçlü çıkar, görevi düzenlemektir toplumu. Düzenleme ise sıralamaktır, kişileri sıradan biri yapmaktır. Pek azı düşünür o sıradakilerin, biri çıksın da şu sıralamayı bozsun diye!.. Kimi zaman suç olur sırayı bozmaya kalkışmak. Devrim deriz ona... Son yıllarda halkımızın seçimlerde kendilerine sunulan sıradanlığı bozmadığını gördük, görüyoruz. Biz yazanlara çizenlere, düşünebilenlere düşen, o sıralamadan çıkmak, elden geldiğince o sıralamayı altüst edebilmektir. Prof. Nusret Hızır boşuna mı demiş: “Sıradanlığı yok etmek, büyük bir kültür ve insanlık sorunudur.” Çocuk Sayısı Zamlandı... “Artık çamaşır makinesi var, bez yıkamak kolay, beş çocuk da olur” gibi bir mantık... Çamaşır makinesini bulan; Alva John Fisher... Katolik... ? Hadi çamaşır makinesi sahibi olmakla çocuk sayısı artıyorsa, o zaman birer de biçerdöver makineleri olsa köylülerin; 10 çocuk... Birer tohum ekme makinesi; 15... Genlerinde var zaten babanın: Eker... Bir 12 Eylül Hikâyesi (*) Günlerden 6 Nisan 2012 Cuma. Sanatçılar Girişimi’ndeki yazar, çizer, tiyatrocu, oyuncu, ressam, şair, müzikçi arkadaşlar, hep birlikte Silivri Cezaevi’nin tellerle çevrili yollarında yürüyoruz. Derdimiz hukuka aykırı, gördüğümüz her davaya katılmak. Benimse aklımda tek bir şey var, Balbay’la şöyle bir kucaklaşmak. Bu arada belleğin önlenemez unutkanlıklarına rağmen anılar gelip beni buluyor. Oysa aradan tam otuz üç yıl geçmiş, o yıl doğan çocuklar şimdilerde internette sörf yapıyor ve dışarıda büyüleyici bir ilkbahar ışığı. Ve ben 12 Eylül sonrası Davutpaşa Kışlası’nın önündeki bir kış gününü anımsıyorum. Kar insafsızca, hiç durmadan yağıyor. Geçici tutukevi yapılan Davutpaşa Kışlası’nın aşağı giriş kapısındayız. Tutukevi olarak kullanılan ana bina tepede; girişten oraya en az üç kilometrelik bir yol var. Okulların yarıyıl tatili üç gün önce başlamış. Bu nedenle görüş yerinde adlarını yazdırmak için bekleyenler arasında çocukların sayısı artmış. Her yaştan çocuk, insafsızca yağan karın altında, apaçık, rüzgârlı bir arazide saatlerdir bekliyor. Bekliyoruz. Kadınlar ve çocuklar saatlerdir bekliyoruz. Mahkum yakınlarını yukarı, tutukevinin oraya götürecek üç cemseden ikisi cezalandırılmış. Bu nedenle gidiş geliş tek cemseyle yapılıyor. Bu saatler süren bekleme ondan. Çocukların ayakları, elleri buz kesti. Annelerin, bacıların, anneannelerin sözleri, hikâyeleri onları avutmuyor artık. Sıcak bir yer özlüyorlar. Aylardır göremedikleri babalarını, ağabeylerini çok özlediler ama şimdi görmeseler de olur, yeter ki, sıcak bir yere kavuşsunlar. Karın altında çaresizlik diz boyu. En fazla yirmi beş kişi alan tek cemse tepeden usul usul iniyor. Vakit iyice ilerlemiş. Saatlerdir bekleyen mahkum yakınlarının büyük bir kısmına sıra gelmeden “görüş saati bitti” denilecek ve bekleyenler özlem dolu yürekleri bir kez daha acımasızca burulmuş, evlerinin yolunu tutacaklar. İçimizde biri var ki, o mutlaka babasını görmeli. Henüz on beş günlük. Mavi gözleri hâlâ yumuk, ellerini güç açıyor ve hiç sesini çıkarmadan o da saatlerdir bekliyor. Babası, onu bugün ilk kez görecek. O henüz ana karnında üç aylıkken babayı tutukladılar. İşkencelerden geçirdiler. Baba bütün aşağılanmalara, bütün fizik acılara onu düşünerek katlandı. Şimdi tepede, tutukevinde en iyi giysilerini giymiş, saçlarını taramış ve elinde kendi ördüğü yeşilli, allı bir bere küçük kızını bekliyor. On beş günlük küçük kızını. Ama böyle giderse baba küçük kızını göremeyecek. Dayanamıyorum, ben saatlerdir eşimi görmek için bekledikten sonra görmeden dönebilirim ama bu on beş günlük küçük kız babasıyla mutlaka buluşmalı. Çünkü babasının belki de yıllarca sürecek mahpusluğunda bugünün önemi büyük. Baba bunca işkenceye bu nedenle dayanabildi, küçük kızının yüzünü görebilmek için dayanabildi. Dış kapıda adlarımızı yazan yüzbaşıya cemselerin neden cezalı olduğunu soruyorum. Yüzbaşı, gayet net bir biçimde, gece mahkumların fazlasıyla gürültü yaptıklarını, iki cemsenin de bu nedenle cezalı olduğunu söylüyor. Cemseler, az ötede ağaçların altında duruyor ve biz bekliyoruz. Yüksek sesle, “cemseleri cezalandırmanın bizi cezalandırmak olduğunu, görüş hakkımızın açıkça gasp edildiğini” söylüyorum. Yüzbaşı şaşırıyor. “Bağırmadan konuşun lütfen” diyor. “Verilen emir değiştirilmez, o cemseler cezalı ve siz bekleyeceksiniz.” “Başka bir araç bulun” diyorum, “cezalı olmayan bir araç. Aramızda çocuklar var, hiç olmazsa onlar babalarını görsün!” Sesim mutlaka yüksek çıkıyor ama artık ip koptu. Bu arada arkamda, yanımda, sağımda, solumda sesler duyuyorum. “Aman sakin ol. Adamları kızdırma.” “Ne yapalım biz de önümüzdeki hafta görüşürüz.” “Sana mı düştü, cemselerin hesabını sormak. Şimdi hepimizi cezalandıracaklar.” Evet çok iyi anımsıyorum, bu sözleri duyduğumu çok iyi anımsıyorum. Önce şaşkınlık gelip buluyor beni, ardından derin bir hayal kırıklığı. Herkes sessizce beklemek yanlısı. Sessizce beklemek. Ne yapalım bu böyle, on beş günlük kız çocuğu babasını göremeyecek. Birden bir şey oluyor, cezalı iki cemse hareket ediyor ve bulunduğumuz yere gelip duruyor. Çoluk çocuk sevinç içinde cemselere binip tepeye yollanıyoruz. Herkes gülüyor, herkeste inanılmaz bir sevinç. Ben suskunum. Birden bir el omzuma vuruyor. On beş günlük kız çocuğunun annesi. “Sağol” diyor, “iyi ki, sen susmadın. İyi ki, susmadın.” Ve cemseler tutukevinin kapısında bizleri bırakıyor. Dün Silivri Cezaevi’nin önünde görüş için bekleyen analar, babalar, kardeşler ve çocuklar vardı, değişen tek şey cemseler yoktu. (*) Bu hikâye 12 Eylül 2004 yılında gazetemizde yayımlanmıştır. Daha iyisini yazamam. Kuran kurslarında yaş sınırı kalktı, siyasi nitelikteki etkinlikler serbest bırakıldı MEB devre dışı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeniden düzenlediği Kuran Kursları Yönetmeliği’ne göre kursların açılması ve denetiminde Milli Eğitim Bakanlığı devre dışı bırakıldı. Kurslar, Diyanet’in teklifi üzerine mülki idare amirinin izniyle açılacak. Kurslara kayıt yaptırmak için yaş şartı kaldırılırken, siyasi nitelikteki etkinlikler serbest bırakıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. Kuran kursları ile yaz Kuran kursları, Kuran kurslarında, camilerde ve müftülüklerce uygun görülecek yerlerde, mülki amirin onayıyla açılacak. Mevcut yönetmelikte, kursların Milli Eğitim DİNDAR GENÇLİĞE İLK ADIM KAYHAN AYHAN CHP’DEN BAŞAKŞEHİR İDDİASI: Konya’da valilik onayıyla ilköğretim öğrencilerinin “okuma alışkanlıklarını arttırmak” amacıyla düzenlenecek okuma yarışmasında, öğrenciler Fethullah Gülen’in “Sonsuz Nur” adlı kitabından sorumlu tutuldu. Birinci olacak öğrencilere umre seyahati ve 5 bin TL ödül verileceği kaydedildi. Gaye Eğitim Gönüllüleri Derneği, Karatay ilçesindeki Türk Telekom Erol Güngör Sosyal Bilimler Lisesi ile Meram ilçesindeki Hatip Öğretmen Mahide Bahadır Türk İlköğretim Okulu işbirliğinde 5, 6, 7, 8. sınıf ve 14 yaş üstü öğrencilere yönelik “Kitap Okuma Yarışması” düzenlemek istedi. Valiliğin onayıyla yarışma 20 Mayıs’ta düzenleme kararı alındı. Yarışmada, öğrenciler Gülen’in “Sonsuz Nur” adlı kitabının 1 ile 5 arasındaki ciltlerinden sorumlu tutuldu. Sınavda, kategorilerde dereceye gireceklere ödülün Kutlu Doğum Haftası’nda verileceği belirtildi. Bakanlığı’nın denetim ve gözetiminde açılması hükmü yer alıyordu. Yönetmeliğe göre Kuran kurslarındaki kurs yöneticisi, müftünün teklifi ve mülki amirin onayıyla; kurs yöneticisinin Afet durumu ihalesiyle çiçek alındı İstanbul Haber Servisi AKP’li Başakşehir Belediyesi’nin doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi istisnai durumlarda uygulanan 4734 sayılı Kanun’un 21/b maddesi uyarınca yaptığı birçok ihalenin amacına uygun olmadığı tespit edildi. Afet durumlarında uygulanan 21/b maddesine işletilerek Bahçeşehir Kültür ve Sanat Merkezi açılış programı düzenlenmesi, 2011 yılı yaz spor etkinlikleri organizasyonu, yol çizgisi boya alımı, bitkisel materyal alımı ihaleleri gerçekleştirildi. 2011 yılı faaliyetleri incelemek üzere Başakşehir Belediye Meclisi bünyesinde oluşturulan Denetim Komisyonu’nun CHP’li üyesi Serdar Bayraktar’ın ihalelerle ilgili muhalefet şerhi de raporlara sokulmadı. CHP Başakşehir İlçe Başkanı Özgür Karabat ve Serdar Bayraktar dün konu ile ilgili basın toplantısı düzenledi. Bayraktar, 21/b maddesinin istisnai bir alım yöntemi olduğunu belirterek düzenlemede “ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması halinde idarenin davet edeceği en az üç firma ile ilansız ihale olarak yapılması öngörüldüğüne” dikkat çekti. Bayraktar’ın verdiği bilgilere göre Başakşehir’de bu şekilde yapılan ihalelerden bazıları şunlar: açılış programı için yapılan ihale 638.500 TL bedelle sonuçlandı. 1219 koltuk için hesap yapıldığında koltuk başına maliyetin 500 lirayı aştığı ortaya çıkıyor. Derneği İktisadi İşletmesi aldı. Ancak hem bu iktisadi işletmenin yönetim kurulunda hem de derneğin yönetim kurulunda Başakşehir Belediyesi meclis üyeleri bulunuyor. Yol Çizgi Boyası Alımı İhalesi: 3 firma teklif vermeye davet edildi, ihaleyi en düşük teklifi veren Trafik Dizayn aldı. Aynı firma ile 2010 yılında aynı nitelikte alım yapılması amacıyla gerçekleştirilen ihaleyi de aldı. Şirketin yönetim kurulu üyelerinin bazıları AKP’nin Başakşehir İlçe Yönetim Kurulu üyeleri. Bitkisel materyal alımı: Başakşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından yapılan ihaleyi Savaş Bayraktar aldı. İstanbul’daki başka belediyelerce 19 kuruşa alınan bir çiçek fidesi bu ihale kapsamında 30 kuruşa alındığı ve fide alımının bu ihalenin önemli bir kısmını oluşturduğu görüldü. 2011 Yılı Yaz Spor Etkinlikleri Organizasyonu: İhaleyi Başakşehir Spor Kulübü Bahçeşehir Kültür ve Sanat Merkezi Açılış Programı Düzenlenmesi: Merkezin nitelikleri ile öğretici, nöbetçi öğretici ve diğer personelin görevleri, başkanlığın internet adresinde yayımlanacak bir yönergeyle belirlenecek. Kurslarda öğretici ihtiyacının kadrolu veya sözleşmeli öğreticilerle karşılanması esas olacak. Çeşitli nedenlerle Kuran kurslarına gelemeyen veya bu hizmetlerden yararlanamayan vatandaşlar için uygun görülen yerlerde müftülüğün teklifi, mülki amirin onayıyla kurs açılabilecek. Kurslarda Kuran eğitim ve öğretiminin yanı sıra dini içerikli sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenebilecek. Mevcut yönetmelikte yer alan “Kursta siyasi nitelikte etkinliklere izin verilmez” hükmü ise yeni yönetmelikle kaldırıldı. Yönetmeliğe göre Kuran Eğitim ve Öğretimi Kurulu oluşturulacak. İçişleri Bakanı Şahin polisin hoyratça kullandığı göz yaşartıcı gazı savundu Gaz zararlı değilmiş ‘Bakan Şahin kendi üzerinde denesin’ CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, “Sayın bakan yine coşmuştur. Bakan acaba Metin Lokumcu’nun ölüm nedenini biliyor mu? Sayın Bakan bu açıklamasını acilen geri çekmeli ve kamuoyundan özür dilemelidir. Buradaki gelişigüzel ve hoyratça kullanım birçok insanın hayatına mal olmuş ve çoğu insanı zehirlenmiştir. Önerim gazın ne kadar zehirli olup olmadığı laboratuvarda değil, İçişleri Bakanı üzerinde test edilmelidir. Belki bakanın zihni bu şekilde açılır ve yaptığı açıklamanın ne kadar korkunç olduğunun farkına varır” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, son dönemde demokratik kitle örgütlerinin eylemlerinde polisin yoğun olarak kullandığı göz yaşartıcı gazları tuhaf gerekçelerle savundu. Şahin, polis tarafından, laboratuvar sonucunda insan sağlığı üzerinde kalıcı etki bırakmayan göz yaşartıcı mühimmatın kullanıldığını söyledi. BDP’li Altan Tan’ın, göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin yazılı soru önergesini yanıtlayan Şahin, gaz silahlarının, “Göz Yaşartıcı Gazlar ile Gaz Maskelerinin Kullanımı Kursu” alan personel tarafın dan, “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na uygun olarak kullanıldığını ifade etti. Türkiye’nin 1997 yılında taraf olduğu Kimyasal Silahlar Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde “göz yaşartıcı gaz mühimmatının insan sağlığı üzerinde kalıcı bir etki bırakmama” şartı arandığını belirten Şahin, yapılan laboratuvar testleri sonucunda insan sağlığı üzerinde kalıcı etki bırakmayan gaz mühimmatının kullanıldığını anlattı. Emekli öğretmen Metin Lokumcu, geçen yıl Hopa’da gaz nedeniyle yaşamını yitirmişti. Metin Lokumcu İzmirli gazetecilerle görüşen Balbay hâlâ neyle suçlandıklarını bilmediklerini söyledi ‘Dava mesafe aldıkça uzuyor’ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Gazetecilere Özgürlük Platformu Dönem Başkanı ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Atilla Sertel, tutuklu sanıklar CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın yanında olduklarını belirterek, “Gazeteciler sahipsiz değildir. Türkiye’de düşünen, yazan gazetecilerin yazdıkları nedeniyle tutuklanmasını, yargılanmasını son derece haksız buluyoruz” dedi. İzmirli 40 gazeteci, Silivri’de görülen 2. Ergenekon duruşmasında tutuklu Balbay’la Özkan’a destek vermek için duruşmayı yerinde izledi. Duruşma aralarında İzmirli meslektaşlarıyla konuşan Balbay çok iyi olduğunu belirterek “Özgürlük geldiği gün onu sapasağlam karşılamamız lazım. Çok iyiyim. Maç devam ediyor ve ben her an takıma alınacakmış gibi hazırlıklıyım. Burada 2 2 7 taktiğini uyguluyorum. Günde 2 saat spor, 2 saat gazete okuma, 7 saat kitap okuma ve yazma” dedi. Tutukluluğunun dördüncü yılında üyesi oldukları iddia edilen terör örgütünün hâlâ bulunamadığını belirten Balbay, “Böyle bir örgütün varlığından haberdar olanların insaniyet namına bize de bildirmesini istiyoruz ki neyle suçlandığımızı bilelim. Yargılanmakta olduğumuz 2. Ergenekon davası mesafe aldıkça uzuyor! 6. iddianame eklendi. Bize eklenen iddianame de daha önce iki iddianamenin birleştirilmesiyle oluşmuştu. Şimdi İzmir’e gidiyorsunuz ve yolda ‘İzmir 250 km’ yazıyor. Bir süre daha devam ettikten sonra ‘İzmir 300 km’ yazıyor. Bu dava da tıpkı buna benziyor” diye konuştu. Başbakan’ın yengesi toprağa verildi ? İstanbul Haber Servisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün yaşamını yitiren yengesi Bedriye Erdoğan’ın cenazesi Kulaksız Mezarlığı’nda toprağa verildi. Başbakan Erdoğan’ın ölen ağabeyi Mehmet Erdoğan’ın eşi olan Bedriye Erdoğan için Kasımpaşa Merkez Camisi’nde öğle vakti cenaze namazı kılındı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle