25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 NİSAN 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Heidi Y efsanesinden geriye kalanlar eşil çayırlar ve kıvrılarak uzanan derelerin ortasındaki küçük bir köyde dünyaya geldi. Köyün doktoru adını Johanna koydu. Doktor aynı zamanda bu küçük kızın babasıydı. Köyün tek okulunda okudu. Büyüdüğünde eğitimini tamamlamak için Zürih’e gitti. Burada tanıştığı genç avukatla evlendi. 3 yıl sonra bir erkek çocuğu oldu. Johanna kitaplara meraklıydı. Günlerini denemeler yazarak geçiriyordu. Çocukluğunda yaşadığı köyün ve tanıdığı karakterlerin hikâyelerini kocasına ve yakın arkadaşlarına okuyordu. Aldığı olumlu tepkiler onu cesaretlendirdi. Birkaç öyküsü dergilerde yayımlandığında 43 yaşındaydı. 50 yaşına geldiğinde ilk çocuk kitabı yayımlandı. 3 yıl sonra bir başka kitabıyla tekrar küçük okurlarının karşısına çıktı. Kitabın konusu 5 yaşında bir kızın mutlu sonla biten öyküsüydü. O yıllarda sadece yerel halkın tanıdığı bu küçük kahramanın adı Heidi, onu yaratan kişi de Johanna Spyri’ydi. Kitap, küçük okurlar kadar büyüklerin de ilgisini çekmişti. Heidi’nin maceraları kısa sürede efsane haline gelmiş, yazarın adını gölgede bırakmıştı. Spyri, 1901 yılında öldüğünde yarattığı kahramanı giderek büyüyen bir hayran kitlesiyle yaşamaya devam etti. Hakkında filmler çekildi, belgeseller hazırlandı. Kitapları, neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrildi. Günümüzde 50 milyondan fazla baskısının olduğu söyleniyor. İsviçre’nin milli kahramanı Heidi, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de çok sevildi. 70’lerin sonunda TRT’nin yayımladığı siyah beyaz çizgi film dizisiyle o dönemin çocuklarını ekrana kitlemişti. Nostalji dünyamızın unutulmaz bir sayfasıydı. Fazlasıyla iyimser, yeterince doğal ve en şirin haliyle masum bu küçük kız, dağlarda keçilerin peşinde koşarken çevresindeki bütün olumsuzluklara karşın mutluluğu aramaya da devam ediyordu. Gerçeğe yakın bir masal kahramanıydı o. Hayatın içindeki yansımalara ışık tutuyordu. Sakar ama dost Peter, doğrudan şaşmayan aksi ama yufka yürekli dede, gözleri görmeyen titiz bir nine, iç dünyasının yalnızlığını yansıtan zengin kız Klara, yaşadığı kötü günlerin simgesi Bayan Rottenmeier, iyi huylu doktor, köy halkı ve diğerleri… Elma yanaklı küçük kız, bembeyaz dünyasının ilk gerçekleriyle yüzleşirken bile umudunu yitirmemiş, yüzünden gülümsemeyi eksik etmemişti. En az çocuklar kadar büyüklerin gözünde de iyi ile kötünün sınırlarını belirleyen bir dünyaya kapı aralamıştı. Heidi’yi siyah beyaz ekranlarda izleyen dünün çocukları artık bugünün büyükleri oldu. Kimimiz bu siyah beyaz çizgi filmin hatırlattığı “doğru”larla büyüdü, bazılarımız da onun maceralarını çoktan unutup içine karıştığı “gerçek” dünyanın karanlık tipleri oluverdi. Heidi’nin hikâyesi mutlu sonla biter. Ama hayatın gerçek romaZÜRİH nında sayfalara yazılanlar farklıdır. Heidi efsanesinin ardında yatan gerçeğin peşine düşerseniz o sayfalarda yazılanlar sizi üzebilir. REMZİ GÖKDAĞ Hikâye ile gerçeğin izlerini aradığımız bir hafta sonu yolumuz Heidi’nin köyüne düştü. Hem Heidi’nin maceralarının hem de onu yaratan Spyri’nin gerçek yaşamöyküsünün peşindeydik. Heidi’nin evi çoktan müze olmuş. Kilisenin kulesi hâlâ yerinde ama çan seslerine yakındaki otoyolun gürültüsü karışıyor. Köyün sokakları eskisi kadar tenha olmasa da manzara aynı. Yeşil çayırlarda otlayan keçilerin çanları duyuluyor. Sanki birazdan Peter koşarak aşağı inecek ve Heidi’yi alıp keçilerin peşinden gidecekler… Eve tahta kapıyı aralayıp girmek yetmiyor, satın aldığınız bileti elektronik turnikeye okutmanız da gerekiyor. Yatak odasının camından Heidi’nin her sabah uyandığı manzaraya bakabilmeniz için önünüzdeki Japon turistlerin fotoğraf çektirme seansını bekleyeceksiniz. Küçücük mutfakta dolaşırken dikkatli olun. Sakarlık yapıp sağı solu kırmamanız için tencere, tava, kâse olduğu yerlere sabitlenmiş. Gizli kameralarla her adımınız da gözetleniyor. Her şeye karşın bu ev size o küçük kızın dünyasından bir kesit sunuyor. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış. Heidi’yi düşünürken ister istemez onun yaratıcısı Spyri’yi de hatırlıyoruz. Yazarın hayatı, Heidi’nin öyküsü gibi mutlu sonla bitmiyor. Çocuklara en güzel hediyelerden birini armağan eden Spyri, şöhretinin keyfini uzun süre yaşayamıyor. Heidi’yi yayımladıktan birkaç yıl sonra, yazarın tek çocuğu 29 yaşında veremden ölüyor. Aynı yıl eşini de yitiriyor. Hayatının geri kalan 15 yılını ünlü bir yazar ama mutsuz bir insan olarak geçiriyor. Spyri’nin hayatı 1901 yılında Zürih’te tek başına noktalanıyor. Geride milyonlarca küçük hayran ve dünya çapında bir efsane bırakan Johanna Spyri, gerçek yaşamında mutlu sona ulaşamıyor. remgok@gmail.com Kanada komünistlerini buldum derken nasıl kaybettim... anada’nın ABD’ye sınır olan bir uç noktasında, Alberta eyaletinin en güneyinde yer alan Crowsnest Pass kasabası silme komünist doluymuş, diye duyumunu aldım ya, dünyalar benim oldu. Zira ne zamandır Kanadalı komünistlerin peşindeydim! Onları aramamın nedeni Kanada’da bir vakitler bolca komünist olduğunu biliyor olmamdı. Bunca komünist buharlaşıp uçmadı ya, nerededirler diye nicedir meraka düşmüştüm. ABD’de, 195560 arasında yoğunlaşan komünist avı, Senatör McCarthy komisyonu ile kurulan insafsız yargıdışı yargı pek çok insanın hayatını yıkmış, nice K CROWSNEST Anlaşılan şu ki ocaklar söndürmüş, işte o zaman PASS “Olmaz olsun böyle ABD!” Kanada’nın diyerek komşu Kanada’ya geçen komünizm için binlerce komünist aydın, SSCB’ye emekçi, öğrenci buraya gelip başvurmasına sığınmıştı. Aslına bakarsanız, gerek yoktu, Kanada’da 1921’de kurulan MAHMUT ŞENOL hazır güneyinde Komünist Partisi bundan çok ABD’li yararlanmış, bir anda üye komünistler sayısını iki, üç katına çıkartmıştı. varken... Komünist Partisi’nin böyle Üstelik Amerikalı komünistler, güçlenmesi yüzünden Kanada nasılsa işçi sınıfının milliyeti, kapitalizmi kısa sürede ürkmeye devleti yoktur anlayışıyla gelir başlayacaktır. 1940’ların ünlü gelmez Kanada komünist hareketine Başbakanı R. Bennett, Kanadalıları coşku ve yön verecekti. McCarthy uyarıp şöyle diyordu: “Kökü döneminden evvel, bir de 1929 dışarıda bir komünizm dalgasıyla Büyük Bunalım zamanında ABD’yi karşılaşıyoruz, korkarım ki terk edip Kanada’ya yönelen bir yakında kendi topraklarımızda komünist dalga daha vardır. Sovyet tarzı bir devrim olacaktır.” Beklenen komünist devrim olmadı, zira Kanada’nın sosyaldemokrat devlet aygıtı İsveç tarzı bir demokrasiyle tarafları uzlaştırıyordu. Zaten demokrasilerde siyaset, gerilimi ortadan kaldırmak için kullanılırdı, Kanada’da siyaset böyle işliyordu. Demokratik uzlaşmaya hazır olan Kanada Komünist Partisi, bu barışçıl çabalarının yanı sıra, 1935’te patlak vermiş İspanyol İç Savaşı’nda Cumhuriyetçi tarafı desteklemek üzere militan gerilla göndermeyi de unutmadı. Bin beş yüz civarında Kanadalı komünistin, General Franco yönetimindeki faşist milislere karşı uluslararası solcu tümene katılmak üzere Nereden çıktı bu Melüş? nce insan” diyen “Sol Cephe”nin azimli, inançlı sözcüsü ve cumhurbaşkanı adayı JeanLuc Mélenchon’un (Melanşon diye okunur) özgünlüğü 60 yıl önce Fas’ın Tanca şehrinde, İspanyol kökenli öğretmen bir anne ve posta tahsildarı Fransız babadan doğmasında. “Melezliğe sevgimi geçmişimden almışım anlaşılan” diyor. “Fransa’nın büyüklüğünde melezliğin payı benzersizdir” diye ekliyor. 11 yaşındayken boşanan annesiyle Alpler’in etek kentlerinden Jura’ya yerleşir. Üniversiteyi matbaada düzeltmen, saat fabrikasında, benzin istasyonlarında ve benzeri işlerde çalışarak okur, felsefe diploması alır. Bir yanda bir teknik okulda Fransızca öğretmenliği yaparken, öte yanda yerel bir gazetede gazeteciliğe başlar. Yakınlarının soyadından hareketle “Melüş” diye çağırdıkları bu parlak genç, lise sıralarından beri siyasi anlamda çok aktiftir. Mayıs 68’de lisede öğrenci lideridir. Troçkist OCI’de (Enternasyonalist Komünist ÖrgütOrganisation Communiste Internationaliste) sorumluluklar alacaktır. SP’ye (Sosyalist Parti) katıldığı 1977’den itibaren FKP (Fransız Komünist Partisi) daha bağımsız olabilmek amacıyla SP’den ile birlik yanlısı tüm girişimlerde onu istifa edip, yakınlarıyla “Sol Parti”yi kurar. görürüz. Parti hiyerarşisinde hızla yükselir. Aynı anda FKP ile iş ve cephe birliğine Başından beri SP’nin “en aşırı solcu” önde başlayıp kıta çapında “Demokratik ve gelen kişiliğidir. 1988’de SP içinde Sosyal Bir Avrupa” için yeni Julien Dray ile kurduğu Sosyalist bir sol toparlanma PARİS Sol grubuyla bu eğilimini örgütler. seferberliğine girişir. Sol İspanyolca bilmesi Güney Amerika Parti’nin kuruluş mitinginin ve Küba’ya olan sevgi ve yakınlığını onur konuğu Die Linke’nin pekiştirir. AB’ye çok eleştirel bakan eşbaşkanı Oskar Melüş, partisinin resmi tavrının Lafontaine’dir. Mélenchon aksine Lizbon Antlaşması ve Avrupa partisinin 1 Şubat 2009’a UĞUR HÜKÜM düzenlenen 1. Kongresi’nde Anayasası’na karşı FKP ve “Hayır”cılarla ortak hareket eder. başkan seçilir. Daha önce üç Kıskançlıkla bağlı olduğu iki ilke ise dönem SP senatörlüğü, 2 yıl Lionel Jospin “Cumhuriyetçilik” ve “Laiklik”tir. SP hükümetinde Mesleki Eğitim Bakanlığı dışında kurduğu PRS (Sosyal Cumhuriyet yapan kişilik, 2009’dan beri Sol Parti İçin) çevresindeki çalışmalarla Sovyet Avrupa vekilidir. 1991’den bu yana 12 modelinin başarısızlığı ve neoliberalizmin felsefi ve siyasi mahiyette deneme ve oyuncağı gördüğü Avrupalı Sosyal araştırma kitabı yazmıştır. Demokrat partilerin deneyimlerinden dersler Birçok gözlemci General De Gaulle, André çıkartır. Melüş için bu derslerin Malraux ve de komünist Jacques somutlanması Alman Die Linke (Sol) Duclos’dan bu yana, yani 5060 yılı partisidir. 2008’de sermaye ve sağa karşı aşkındır, Fransa’nın bu kadar başarılı bir “Ö hatip görmediği noktasında hemfikir. FKP, Sol Parti ve 4 sol grubun oluşturduğu Sol Cephe Fransızları “Önce insan” deyip neoliberalizme, kapitalizme karşı “uygar ayaklanma”ya çağırıyor. Yakın vadeli hedef ise “Yurttaş Devrimi”. Bu çağrıyı olağanüstü bir entelektüel lezzet ve doğal bir kaliteyle savunan Melüş de bir rastlantı değil. Uzun yıllardır ilk kez bir lider işçi sınıfıyla seçkin aydın kesimleri aynı heyecanlarda buluşturuyor. 4 ay önce yüzde 5’lerden başlayan kamuoyu araştırmaları bugün Mélenchon’a yüzde 15’i aşan bir güven ve sempati desteği veriyorsa bunu salt Sarkozy tepkiselliğiyle açıklayamayız. O artık isyan ve düşlerin sözcüsü. Mitinglerin sonunda hep bir ağızdan Enternasyonal, La Marseillaise, Kızıl Eşarp ezgileri söylenerek dağılmazdan önce kalabalıklara aktardıklarından biri Victor Hugo’ya ait: “Evet Devrim, biz senin çocuklarınız...” ugur.hukum@gmail.com İspanya’ya gittiği de biliniyor. Crowsnest Pass yerleşim yerinin adeta bir devrimci kurtarılmış bölge olmasının nedeni ise 1933’te bölgedeki kömür ocaklarında başlayan direnişle, grevin sonucudur. O yıl, kasaba belediyesi baştan aşağı komünist yöneticilerle doldu, okuleğitim yönetimi silme komünistti. Kanada’da en yüksek asgari ücreti burada uygulamaya koydular, maden ocakları sahiplerini buna zorladılar, sokaklar devrimci liderlerin isimleriyle değişti. 1 Mayıs, 18 Mart Paris Komünü ve 1917 Ekim Devrimi resmi bayram ilan edildi, parasız sağlık hizmeti yaygınlaştı. O vakitler 5 bin civarında olan nüfus bugün de hemen hemen aynı... Zira kömür ocakları verimsizleşince, komünistlerin etkisi azaldı; demek sanayi üretimi olmayınca komünizm soluk alamıyordu. Fakat buna karşın komünist hareketi o günden sonra hep sürdü, Crowsnest Pass’da... Queens Üniversitesi’nde konuya ilişkin bir doktora tezi hazırlayan Kyle Franz’a bakılırsa, kendi aile köklerinin de bulunduğu bu komünist yerleşim yerindeki o döneme ait değişim, ülkedeki yöneticileri ve özellikle polisle, gizli servisi çok kaygılandırdı. Federal yöneticiler Crowsnest Pass’daki hareketin başka yerlere sıçramasından rahatsızlık duyuyordu, ne ki hemen ardından II. Dünya Savaşı patlak vermiş, bu kasaba komünistleri arasında “Emperyalist paylaşım savaşından bize ne?” düşüncesini yaratırken, Kanada’nın tamamında milli birlik duygusu oluşturunca, komünizm heyulası çekilip gitmişti. Crowsnest’in ülkede ilk solcu kadın belediye başkanını seçen yer olduğu, Kanada’daki son tren soygununun burada gerçekleştiği, bir grizu patlamasında 120 madencinin burada yaşamını yitirdiği, 1920’deki alkol yasağında buranın gizli bir rom imalat merkezi olduğu gibi ayrıntılar benim için yeterliydi ve bu ilginç olayların eşliğinde çıkacak bir yazı için, üstelik komünistleri bulabilmek üzere 5 saatlik araba yolculuğunu göze almaya hazırdım. Kasabaya girer girmez orak çekiçli kızıl bayrakları görmeyi bekliyordum... Ama, heyhat! Alberta eyalet hükümetinin tarım bürosunda çalışan İsveç asıllı arkadaşım, Thomas Nielsan, “Şimdi orada komünist falan bulamazsın, hepsi kereste ticaretinden zengin oldu” diye vazgeçirdi. Meğer, maden ocakları kapanınca, Rock Mountain dağlarındaki ormanlara komünistler göz dikmiş, hükümet de izin vermiş; komünist olacaklarına orman kessinler daha iyi, diye... Anlayacağınız, tam komünistleri buldum derken, yine kaybetmiş oldum. Günün birinde yolum düşer de Kargalar Yuvası Geçidi kasabasına uğrarsam, söz, oraya dair izlenimleri aktarırım. Kargalar yuvası kaçmıyor ya; Crowsnets Pass’ın Türkçesi böyle değil miydi?! msenol34@yahoo.com özlemlerine, değerlendirmelerine güvendiğim bir arkadaşım söz etti Pierre Flener’in Türkiye güncesinden. “Sizin orada yaşıyor. Görüşmek için vakit ayırırsan pişman olmazsın herhalde” dedi arkadaşım. Bunun üzerine önce internet taraması yaparak Flener’in biyografisini ve Türkiye’de bulunduğu yıllarda yazdığı notlarını okudum. Arkadaşımın belirttiği gibi Türk insanının karakterini, toplumun sosyal yapısını, kültürel dokusunu detayları yakalayarak, oldukça yalın bir dille anlatıyor Flener. Herkesin bildiği, gördüğü, sohbetlerde dile getirdiği sosyolojik olgular Flener’in güncesinde analitik bakışla toplumun karakteristik yapısına ayna tutuyor. Ama iddialı bir dille değil. İddialı değilse de, güncenin karakterinden, bilgisine, gözlemlerine güvenen bir kişinin ifade biçimi olduğu belli. Belki mesleğinin kazandırdığı bir üslup. Pierre Flener bilgisayar bilimcisi. Enformasyon teknolojisi uzmanı. Uppsala Üniversitesi’nde profesör olarak ders veriyor. Uppsala Üniversite’nden önce 19931998 G Flener’in Türkiye güncesi yılları Trafik STOCKHOLM arasında Ankara Bilkent sorununda dolmuş modeline Üniversite’nde öğretim üyesi olarak hayran. Hatta bu modeli Batı çalışmış. Türkiye güncesi de zaten ülkelerine de salık veriyor ama Ankara’dan gözlem ve izlenimlerle genel olarak Türklerin sorunlara başlıyor. “Türkiye’de Yaşayan Bir çözüm arayışının kökenini Yabancının Güncesi” yedi başlıktan araştırmak yerine pratik çözüm OSMAN İKİZ oluşuyor. Her başlığın altında tarih bulmaktan yana olduğuna sırasına göre alt başlıklar var. İlk iki dikkat çekiyor. Verdiği “kaya” bölüm 19931994 yıllarından Ankara notları. örneğinde olduğu gibi. Şöyle: Büyük bir kaya İlginç başlıklardan biri “Alaturka Türk yolu kaplarsa Türk, kayanın neden Yaşam Biçimi”, diğerleri de Türkiye’nin yuvarlandığını, tehlike yaratıp yaratmadığını değişik bölgelerinden seyahat izlenimleri. düşünmek yerine kenarından dolaşır ve bu “Alaturka Yaşam Biçimi”nde bildik zamanla yol olur. Ağaçlandırma gözlemleri okuyoruz. Trafik sorunu tabii en kampanyaları için de, Türklerin ağaçları dama başta geleni. Trafikte evrensel kurallar geçerli taşı düzeninde diktiğini yazıyor ve devam olmasına karşın, Türkiye’ye giriş yapar ediyor: “Türkler doğal olması gerekeni yapmaz yol boyunca 25 kez ölüm tehlikesi yapay hale getiriyor, planlı olması gereken atlatmış olmasını bile sempatik bir dille kentleşmede ise karmaşayı tercih ediyor.” anlatıyor. Türklerin karşılaştıkları sorunları Pierre Flener’e göre Türklerin Batı hayranlığı nasıl çözdüklerine ilişkin gözlemleri de ilginç. adeta şuursuz boyutlarda. “Batı’nın her şeyi Pierre osman.ikiz@tele2.se C MY B C MY B iyi değil ki’’ diye yazıyor. Kadınların durumu, yaşam biçimiyle Beverly Hills’i anımsatan zengin kuzey ve geri kalmış güney diye ayırıp, olanca canlılığıyla tasvir ettiği Ankara bölümünü beğeneceğinizden eminim. Severek okuduğum güncenin yazarıyla tanıştım. Uppsala Üniversite’ndeki odasında sohbet ettik. Ankara’da “rüyalarımın kadını’’ diye tanımladığı eşi Esra Bayoğlu ile evlendikten sonra, yeni bir ülke tanıyalım diyerek İsveç’e gelmişler. ODTÜ mezunu Esra Hanım da Upsala Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nde öğretim üyesi. 11 yaşındaki Deniz Isabella ve 8 yaşındaki Marc Can Uppsala’da doğmuşlar. Yaz tatillerini Türkiye’de geçiriyorlar. Emeklilik ülkesi de Türkiye olacak. Güncesini niçin kitap olarak yayımlamadığını sordum. Biraz daha genişletmek istiyormuş ama çocuklarla ilgilenmekten yazmaya pek vakit ayıramıyormuş. Türkiye hayranı, Trabzonspor taraftarı Pierre Flener’in güncesini internetten okumanızı salık veririm.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle