23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 NİSAN 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Samimiyete Çağrı Hapishane Romanları Şu anda hapislerde yatanların sayısını biliyor musunuz? Bin mi, on bin mi daha da fazla mı? Askerler var, general, albay, kimi hâlâ görevde, kimi de emekli. Bilim adamları var, gazeteciler, yazarlar var. Öğrenciler var, öğretmenler, Prof’lar var... Örneğin Balbay kaç yıldır hücresinde, tıpkı Özkan gibi. Daha niceleri gibi... Bu böyle sürüp gitmez! Mantığa da, insan gerçeğine de aykırıdır, mahkum bile olmayan bir insanın iki üç yıl “içerde” yaşaması... Gün gelecek hepsi yazılacak! Bir bakacağız karşımızda yüzlerce anılar, romanlaşmış! Hepsi gerçek, hepsi yaşanmış... Gelecek kuşakları bol bol hapishane öyküleri ile aydınlatmak gerekecek. Bıktıracak kadar! Hepsinin ortak özelliği mahkemeler daha sürüp giderken, bir tek mahkumiyet kararı alınmadan, yıllar süren hapislikler! Onların gizli açık yaşantılarını yazacak o kadar çok yazar olacak ki!.. Belki şimdiden yazmışlardır, başlarına gelen acı olayları? Bugün değilse yarınlarda sayısız Ergenekon, Balyoz gibi adlarla realist mi realist, kimi de sürrealist öyküler, romanlar... Ben bile Evren Paşa’nın günlerinde kısa bir hapis cezası çekmiştim. “Ey Gece Kapını Üstüme Kapat” adlı bir kitap bile yazdım. Balbay’ın, Özkan’ın, Perinçek’lerin, bunca generalin, albayın yazacakları ya da yazmakta oldukları yaşamöykülerinin zaman içinde çok daha değer kazanacağını şimdiden bilmeliyiz. Mustafa Balbay’ın, Özkan’ın kitapları sergilerdeki imza günlerinde satış rekorları kırıyor. Baskı üstüne baskı, binlerce, on binlerce... Bütün yazılanlar yarınlar için eşsiz bir hazinedir. Bir iktidar döneminin insanlara nasıl acılar çektirdiğinin uzunlu kısalı öyküleri, sonsuza kadar insanlığın malı olacak. Şöyle on, on beş yıl geçsin, ortalık hapishane anıları ve öyküleriyle dolup taşacak. Kitaplara sığmayacak kadar hapishane edebiyatı... Bu da bir kazanç mı diyorsunuz? Bunca acıları karşılar mı kitaplar? Bir avuntu, bir teselli, hepsi o kadar... Hiç hoşlanmadığım bir yazı oldu bu! Ama yaşanmış acı gerçeklerin unutulmaması için... Tek çözüm, anayasanın 83. maddesinde değişiklik yapılmasıdır. İlk seçenek 83/2. maddede yer alan ve 14. maddeyle bağlantı kuran bölümü tümüyle ortadan kaldırmaktır. Sabih KANADOĞLU / Yargıtay Onursal Başsavcısı nayasanın 83/2. maddesi uyarınca, seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla, anayasanın 14. maddesindeki durumlar halinde dokunulmazlık kazanılamaz. 14. madde “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” tanımını koymaktadır. O halde seçimden önce başlayan soruşturma veya kovuşturma sırasında tutuklanan ve sonrasında milletvekili seçilen sanıkların durumlarının ve görevlerine başlayamamalarının çözümü kuşkusuz önem kazanmakta ve giderek, kamuoyunu üzen, yaralayan bir konuma girmektedir. İşlerine gelen her konuda sanal “milli irade” deyimini kullanagelenlerin suskun kalmaları, muhalefetin herhangi bir yasal veya anayasal değişikliğe gerek olmadığını ileri sür A meleri sorunu çözümsüz hale getirmektedir. Oysaki, çözüm vardır. Öncelikle yasal değişikliklerle sorun çözülemez. Anayasanın 83. maddesi olduğu biçimde kaldıkça yasalarda yapılacak değişiklikler anayasaya aykırı olacaktır. Tutukluluk sürelerinin kısaltılması, bu süre kadar yapılacak tutuklamalara onay verme anlamına gelecektir. Anayasanın 83/3. maddesi yanlış değerlendirilmektedir. Anayasanın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76/2 ve milletvekilliğinin düşmesini düzenleyen 84/2. maddeleri birlikte değerlendirilmeli ve 83/3. maddenin yerine getirilmesinin, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılması, seçilme yeterliliğini ortadan kaldırmayan suçlar ve cezalar olarak anlaşılmalıdır. Belirtilen nedenlerle tek çözüm ve iki seçenek vardır. Tek çözüm, anayasanın 83. maddesinde değişiklik yapılmasıdır. İlk seçenek 83/2. maddede yer alan ve 14. maddeyle bağlantı kuran bölümü tümüyle or tadan kaldırmaktır. Devletin bütünlüğünün korunması ve demokratik laik Cumhuriyet’in korunması ilkesi, her türlü saldırıdan korunmak isteniyorsa ikinci seçenek, amacı ve korumayı sağlamaya yeterlidir. 83/2. maddeye iki kelimenin eklenmesiyle sorun çözümlenecektir. Fıkranın ikinci cümlesinin ... kaydıyla kelimesinin sonrasında eklenecek “tutuklanmaları hariç” ibaresi, tutuklu milletvekillerinin bu yönden dokunulmazlık kazanmasını sağlayacak, salıverilmeleri zorunlu olacaktır. Bu milletvekillerinin tutulabilmeleri, sorguya çekilmeleri ve yargılanmaları olanaklı kılacak hükümlülükler halinde milletvekillikleri düşecek ve buna ilişkin çekinceleri ve kuşkuları ortadan kaldıracaktır. Anayasa değişikliği için en az 330 oya ihtiyaç vardır. Değişiklik teklifine gerekli 184 oy, tek başına hiçbir muhalefet partisinde bulunmamaktadır. Ancak tutuklu 8 milletvekiline sahip üç partinin güçlerini birleştirmeleri ortak amaca ulaşmalarını sağlayacaktır.Önerimiz muhalefet partilerini ortak teklife, siyasi iktidarı ise samimiyete, teklifi yasalaştırma ve konuyu sürüncemeye bırakmamaya yapılan bir çağrı niteliği taşımaktadır. Cadı Avı!.. Şimdi tek gözünüzü kısın... Alt dudağınızı ısırın... Sağ elinizi yumruk yapın... Neye benzediniz bilmiyorum... Ama böylece, 28 Şubat günlerindeki Başbakan ve arkadaşlarının “pozisyonunu” almış oldunuz... ? Öyle dedi çünkü: “Yumruğumuzu sıkar, dudağımızı ısırır beklerdik...” ? Bunda kin, intikam, nefret var mı?.. Yok... Sevgi, hoşgörü, barış var... Dudak ısırılı, yumruk sıkılı çünkü... Belli ki sevecen... (!) ? Biz anlıyoruz aslında... 30 yıl, 20 yıl, 15 yıl sonra neden darbelerin hesabının şimdi sorulduğunun yanıtını hepimiz çok iyi biliyoruz... Ya da bu insan yakmalarının... Biz “Cadı” olduk çünkü... ? Sıkılmış yumruk inip kalkarken, ısırılmış dudak açıkça söyledi zaten: “Bu işi cadı avına çevirmek yanlış” dedikten hemen sonra, cadı avını yapacaklara hedeflerini gösterdi: “Cadı avına çevirmek yanlış ama... Nereye kadar gidiyorsa oraya kadar gitmeli... İş dünyası, medya, sivil toplum, rektörler...” Emir verildi... “Cadılar” belirlendi... Hadi o zaman... Cadı avına... ? Nasıl olsa Cumhuriyetin kendini savunma refleksleri çökertildi... Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlandı misal; askeri bando stadyumda Can Bonomo’nun şarkısını çaldı... İngilizce... “Gemimi umarım yaparım... Seni uçuracağım... Diyorum ki na na na...” Cumhuriyet şarkısını söylemek, ne yapsın Japon çocuğa düştü: “Dağ başını duman almış...” ? Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı değildi sanki... Hüzünlüydü... Endişe, kuşku, korku, tedirginlik vardı... “Cadı avı” dolanıp durdu zihinlerde... Bu bayram da bir bakıma “Cadılar Bayramı’dır” çünkü... Madalyonun Diğer Yüzü İbrahim TÜRKEŞ / Hukukçu, Felsefeci “Üst kavram olarak İslamın iki alt öğesi vardır. Bunlardan birincisi kültürel öncelikli İslami hareketlerdir, siyasi yönü yoktur, İslamın yüceliğini vurgular. Nurculuk, Süleymancılık, Fethullah Gülen hareketi buna örnektir. İkinci alt öğe, siyasi öncelikli İslami hareketlerdir ki, bunlar devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumda değişiklik sağlamaya yönelik hareketlerdir, örnek Refah Partisi’dir.” Bu sözler şimdi Milli Eğitim Bakanı olan önceki Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer’e aittir. 1995 yılında Başbakanlık Müsteşarı iken bir sempozyuma sunduğu ve “21. yüzyıla girerken dünya ve Türkiye’nin gündemindeki İslamın durumu” başlıklı bu bildiride İslamı bir hayat tarzı ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistem olarak tanımlamakta ve “üst kavram” olarak İslamın iki alt öğesi bulunduğunu belirterek yazımın başına aldığım analizi yapmaktadır. Sayın bakanın bu irdelemesinde “siyasal İslam”ın temsilcisi dediği RP, 28 Şubat sürecinde iktidar ortağıdır, bir bakıma iktidardır. Siyasal İslam, aynı analize göre, devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumda değişiklik sağlamaya yönelik hareketlerdir. Bu hareketlerin neler olduğu, neyi içerdiği, aynı bildirinin bir başka bölümünde gayet açık ve net olarak ifade edilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha katılımcı, daha ademi merkezci, daha Müslüman bir yapıya devretmesi”ne yönelik hareketler. İşte 28 Şubat madalyonunun diğer yüzü budur. Madalyonun bu yüzü görülmeden, ters tutularak, görmezden gelinerek 28 Şubat olayı objektif olarak değerlendirilemez. 28 Şubat’ta sayın bakanın kültürel İslamın değil, siyasal İslamın temsilcisi saydığı Refah Partisi iktidardadır. Siyasal İslamın hedefinin ise devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumu dönüştürmek olduğu bakan tarafından sunulan bu bildiride açık ve seçik olarak ifade edilmiştir. 28 Şubat sürecinde iktidarda olan Refah Partisi’nin devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumu dönüştürme amacı güden siyasal İslamın temsilcisi olduğu hem de en yetkili ağızdan bir kez kabul edilmişse, artık o süreçte demokrasinin başına gelenleri yalnız askeri girişimler açısından değil, sivil siyasetin demokrasiyi erozyona uğratan söylem ve uygulamaları açısından da ele almak, siyaset ve fikir ahlakının bir gereğidir. dıktan çıkmayı demokrasi için yeterli sayan sandık siyasetçileri neler söylemiştir: “Bu parti (yani Refah Partisi) İslami cihat ordusudur. Müslümansan bu orduya asker olmaya mecbursun. Sen Refah’a hizmet etmezsen, hiçbir ibadetin kabul olmaz, Refah bir ordudur, bu ordunun büyümesi için çalışmazsan, patates dinindensin.” Bu sözler, partinin genel başkanına aittir. “Laik, demokratik cumhuriyet, küfür düzenidir.” “Sapına kadar şeriatçıyım, kan dökülmesini istiyorum, demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.” Demokrasiyi şeriata indirgeyen ve onun da kan dökülerek geleceğini savunan bu sözler aynı partinin en yetkili kişilerinin sözleridir. “Vatan bizim, rejim ve Kemalizm başkalarının” diyen milletvekili, aynı “siyasal aforizma”nın bir başka temsilcisidir. O yıllara ait gazete arşivlerini karıştıranlar demokrasiye çok da yakışan bu sözlerin sekiz sütuna kara puntolarla yüzlerine haykırdığını göreceklerdir. Sorun din değil Hemen belirtmek gerekir ki, Türk toplumunun dinle bir sorunu yoktur. Türk ulusu dindardır. Dindar olmayanı da “profan”dır. Latince “fanum” kelimesi “mabet” anlamına gelip profan insan, mabedin dışında fakat mabede karşı olmayandır. Türk ulusu siyasetçi karışıp karıştırmadıkça dinini bütün sadeliği ile bütün açıklık ve arıklığı ile gönlünde yaşar. Dini gösteriş aracı yapmaz. Sorun, dindarlığın sınırlarını zorlayan, İslamı bir hayat tarzı olarak hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistem olarak gören ve sonuçta “devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumu dönüştürme”ye yönelik bir güç olarak algılayan siyasetçidedir. Şimdi, 28 Şubat sürecinde iktidar ortağı olan RP’nin İslamın alt öğesi olan “siyasal İslam” ı temsil ettiği, siyasal İslamın ise “devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumu dönüştürme” hareketi olduğu MEB ve önceki Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer tarafından da kabul edildiğine göre, o günlerde demokrasi adına ortaya konulan söylem ve uygulamalarla demokrasinin değerlerinin nasıl erozyona uğratıldığını hatırlamakta, sağlıklı düşünebilmek ve objektif sonuçlara varabilmek için yarar vardır. Bakalım o günlerde san Hırsızın hiç mi suçu yok? Şimdi vicdanı kararmamış, sağduyusu yosun tutmamış, aklını ihtiraslarına ipotek etmemiş herkese sormak gerekir: Demokrasi bu mudur? Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru sayılan siyasi parti olmak bu mudur? Kandan, cihattan, Müslüman ordusundan söz edilen çok partili rejime Batı demokrasisi anlamında demokrasi denilebilir mi? 28 Şubat sürecinde Türkiye bunları yaşamış, bunları görmüştür. “Ancak hafızai beşer nisyan ile maluldür.” Demokrasinin değerleri yalnız topla, tüfekle değil, “milli irade” efsanesi ile de aşındırılabilmekte, ama ilginçtir, Türkiye’de onlar “demokrasi kahramanı” sayılmaktadır. Hem evi soyulup hem de insafsızca eleştirilen hoca sonunda dayanamayıp “İyi analadık, hırsızın hiç mi suçu yok” demek zorunda kalmıştır. Bütün bu olup bitenler karşısında Türk halkı, “İyi anladık, peki, milli irade goygoycusunun hiç mi suçu yok” sorusunu sorma noktasına gelmedikçe, hoca misali daha çok nasihatlar, nutuklar dinleyecektir. Ama Şinasi Nahit’in dediği gibi “bu memleket uzun laftan batmıştır.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle