23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 NİSAN 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 DİSKAR’ın araştırmasına göre Türkiye’de 517 yaş arası toplam çalışan çocukların oranı yüzde 49’a ulaştı Onlara bayram yok Ekonomi Servisi Çocuk işçiliği, insani gelişim açısından ciddi bir sorun olarak görünürken, istatistikler çalışan çocukların önemli oranda eğitim hakkının gasp edildiğini ortaya koyuyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSKAR), Türkiye İstatistik Kurumu Çocuk İşçiliği İstatistikleri 1994, 1999, 2007 ve Uluslararası Çalışma Örgütü 20002004 ve 20042008 eğilim araştırması sonuçlarını kullanarak yaptığı hesaplamaya göre, ev içi çalışan çocuk sayısındaki devasa artış çocuk emeğinin azalmadığını, aksine ev içine çekilerek artışını sürdürdüğünü ortaya koydu. En kötü şartlarda çalışan çocukların, toplam çocuk istihdamındaki payı arttı. Çocuk istihdamındaki düşüş bir önceki döneme göre hız kesti. Araştırmada şu tespitlere yer verildi: L Türkiye istihdamdaki çocuk işçiliği ile mücadelede ivmesini kaybediyor. 19941999 arasında istihdamdan çekilen çocuk işçi sayısı yıllık ortalamada 128 bin iken, 19992006 arasında yıllık ortalama 74 bin olarak gerçekleşti. ? 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocuk işçiliğinin Türkiye’de ulaştığı tablo içler acısı. En kötü şartlarda çalışan çocukların, toplam çocuk istihdamındaki payı artıyor. Dünyada her 5 çocuktan biri çalışmak zorunda bırakılırken bu çocuklar temel özgürlüklerden de mahrum kalıyor, fiziksel, sosyal, duygusal ve eğitsel gelişime zarar veren koşullarda çalıştırılıyor. L Türkiye’de ev işlerinde çalışan çocukların sayısında olağanüstü artış var. İstihdam içinde değerlendirilmeyen ev işlerinde çalışan çocukların sayısı 1999’da 4 milyon 447 bin iken, 2006’da bu sayı 7 milyona ulaştı. Böylelikle 517 yaş arası toplam çalışan çocukların (istihdama katılan ve ev içinde çalışan) oranı yüzde 49 oldu. L Çocuk emeği ev içine kayarken, çalışma yaşamındaki çocuk istihdamı tarımdaki çözülmeye bağlı olarak sanayi ve ticaret alanlarına yöneliyor. Çocuk istihdamında sanayinin payı 1994’te yüzde 16 iken bu oran 2006’da yüzde 28’e yükseldi. 614 yaş grubu için bu oran yüzde 16. Ticaretin payı ise yüzde 8’den yüzde 22’ye çıktı. İstihdamın sanayi gibi ağır ve ticaret gibi informel ilişkilerin yaygın olduğu iki alana kayması en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin arttığına dair bir işaret olarak görülebilir. L Geçen günlerde yasalaşan 4+4+4 yasası ile zorunlu ilköğretim yaşı 613 yaş aralığına çekilmiş durumda. Bu durumda ortaokulun bitiş yaşı çocuk işçilik yaşını fiilen 13’e düşürecek. Bunun olumsuz sonuçları yakın dönemde görülecektir. Yine esneklik başlığı altında evden ve uzaktan çalışmayı yasal hale getirme çabası ev içinde çalışan 7 milyon çocuğu ilgilendiriyor. L Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i, doğu illerini Türkiye’nin Çin’i yapma çabası, çocuk işçiliği açısından, çıraklık, stajyerlik gibi uygulamalar ile kuralsızlık, güvencesizlik ekseninde ağır sonuçlar yaratacak. L Çocuk işçiler ücretsiz işçi ya da ucuz işgücü olarak en çok sömürülen kesimi oluşturmaya devam ediyor. Kalıcı adım ların atılması için emekten yana programlara ihtiyaç duyuluyor. L Dünya genelinde 2008 itibaryla 517 yaş arasındaki çocuk sayısı 1 milyar 586 milyon iken çalışan çocuk sayısı (517 yaş) 306 milyon düzeyinde. 1517 yaşındaki her 100 erkek çocuktan 16’sı istihdamda sayıldı. L Çocuk emeğinin en kötü biçimleri için ise istihdam 2008’de 115 milyon oldu. Erkek çocuklarının 74 milyonu, kız çocuklarının 41 milyonu bu tip çalışma biçimlerine muhatap kaldı. Bu tip çalışma biçimlerinde 1517 yaş için artış oldu. Bu yaş grubu için en kötü çalışma koşullarında çalışan çocuk sayısı 4 yılda 52 milyondan 62 milyona çıktı. MeclisEgemenlikMilli İrade... Meclis’in 92. yıldönümü kutlamalarına sadece tutuklu milletvekillerimizin gölgesi düşmedi.. Kurtuluş Savaşı, bağımsızlık savaşımı, Cumhuriyet, Atatürk devrimlerin yaratıcısı 1. Meclis’in manifestosu, toplumla sözleşmesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi.. bugün 92 yıl öncesinin Meclisi koşullarının çok daha gerisinde, sorgulanır konumda.. Meclis Başkanı, Başbakan, parti liderlerinin 92. yıldönümü tören konuşmalarının içerikleri ile de sabit.. Öncelikle hâlâ en kolay çözümlenebilecek, iktidar, belki de Başbakan iradesi ile çözümlenmemesinde diretilen, halkın oyları ile seçilmiş ancak tutuklu oldukları için milli iradenin gerçekleştirilmediği 8 milletvekili sorunuyla söze girelim.. 23 Nisan öncesi tutuklu milletvekillerinin duyguları ile alay edilircesine, halkın iradesinin yok sayılmaması, Meclis’e gelebilmelerine yönelik formül arayışı haberleri bir kez daha gündemimize düştü. Haberin kaynağı Meclis Başkanı ile Başbakan arasında yapılan görüşme idi. Meclis Başkanı haberi yalanlamamış, ancak işler kotarılmadan, uzlaşma sağlanamadan sızdırılmasının kasıtlı olduğunun altını çizen, her zamanki benzer durumlarda yapıldığı üzere medyayı suçlayan öfkeli bir açıklama yapmıştı.. 23 Nisan Bayramı öncesi bu haberin tutuklu milletvekilleri üzerinde yaratmış olabileceği duygu dalgalanmasını düşünmek bile istemiyorum.. Çünkü çok hızlı bir akışla, önce Başbakan Erdoğan’ın, Meclis çoğunluğunu da elinde tutan, çözüm üretmekle de sorumlu iktidarın başı değilmiş gibi, “Bizden çözüm beklemeyin, milletvekili seçtiren partiler düşünsünler, uzlaşma formülü üretsinler, biz karışmayız..” anlamına gelen buz gibi açıklaması geldi. Sonrasında hapiste milletvekilleri olan partilerin bildik farklı çözüm önerileri, uzlaşma olamadığı haberi ile sil baştan çözümsüzlüğe dönmüş gibi olduk.. Yasal olarak seçilmelerinin önünde engel olmayan, yargı denetiminde yapılan seçimlerde aday olup seçilen 8 milletvekilimiz için, milletin iradesi, halkın oyları bir kez daha yok sayıldı.. ??? Meclis Başkanı 92. kuruluş yıldönümünde, simgesel oturumda yaptığı açış konuşmasında, günümüz koşullarında yeni anayasa çalışmalarının yaşamsal gereği üzerinde durdu. Tarafsız, Meclis, halk iradesinin temsilcisi olarak, çağın gereği anayasa çalışmalarının, “MeclisEgemenlikMillli İrade..” üzerinden olmazsa olmaz ilkelerine ilişkin, anlamlı tek bir söz söylemedi. Meclis iradesine, temsil edilen siyasi partiler, milletin vekillerinin görüşlerine, Meclis’te varılacak uzlaşmalara bir işaret sayabilsek belki çok mutlu olabilirdik.. Sandık, milletvekili çoğunluğunu elinde tutan, Erdoğan hükümetlerinin anayasa değişiklikleri kapsamında öncelikli amaçlarının parlamenter düzenden başkanlık sistemine geçiş olduğu ilan edilmemiş olsa.. Anayasal düzenimize göre seçildikten sonra partiler üstü, tarafsız olsa da.. Geldiği iktidardaki parti ile bağlarını koparmak niyetinde olmadığını yaşanmış pek çok örnekte olduğu gibi, son tutuklu milletvekilleri sorununda yetkisi varken çözüm üretmede pasif tavrı ile ortaya koymuşken de, Meclis Başkanı’nın yaşamsal önemde gördüğü anayasa değişikliği ile muradı ne olabilir? Üçüncü dönem iktidarda büyüyen AKP’nin, 12 Eylül darbe anayasasından kurtulma, ileri demokrasi arayışının inandırıcılığında, en küçük bir kırıntı bulunabilir mi? İktidarda üçüncü dönem milletvekilleri 12 Eylül’ün yasaklı düzeninden çok daha yasaklı, geri bir Siyasi Partiler Yasası, icraatları ile Başbakan buyruğunda yapılan listelerden olmuşken. Meclis’teki muhalefet milletvekilleri için de, halkın iradesi ile seçilmiş kimlikten söz edilemezken. Bakanlar Kurulu’ndan habersiz sayısız yasayı, padişahvari buyrukla niçin kalktığı bilinmeyen parmaklarla Meclis’ten geçirmiş bir iktidar iradesi söz konusu iken 12 Eylül’ün sayısız yasakçı yasaları, tüzükleri, icraatlarının aynen korunmalarının ötesinde daha antidemokratik dönüşümler geçirmelerinin hangi demokratik açıklaması olabilir? ??? AKP’nin 12 Eylülü’nün de katkıları ile hukuk devleti düzeninin, insan hakları ihlallerinde, darbe hukuku düzenlerine dudak uçuklatacak özel yargı icraatları ortada, uç örnekler diyelim.. YÖK düzenini, AKP iktidarında bilim kurumlarının aldığı halleri, bilim insanlarının, öğrencilerin başlarına yeni gelenleri nasıl açıklayabiliriz? Egemenliğin ulusun olması ilkesinin alfabesi, halk iradesinin Meclis’e yansıması, Meclis’in yasama gücü ile iktidar icraat gücünün önünde olması, iki iradenin üst irade yargı tarafından tarafsız denetimi.. Yasamayürütmeyargı bağımsızlığı ilkeleri tepetaklak.. Meclis iradesinin egemenliğinden; yakın tarihin yaşamsal bir ülke çıkarı, dış politika kararını unutun, bilgi sahibi olduğundan söz edilebilir mi? Başbakan Erdoğan’ın 92. yıldönümü konuşmasından anlamlı saptama, olsa olsa askeri darbeler tehdidinin ortadan kaldırılmasından söz edilebilir. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “Egemenlik hangi ölçülerde ulusundur?” sorgulaması çok daha gerçekçi, bir o kadar da kaygı uyandırıyor... Almanya’dan 50 su şirketi Türkiye’deki belediyelerle işbirliği için fırsat kolluyor TL’nin simgesi solda olacak Ekonomi Servisi Merkez Bankası, uluslararası uygulamalara paralel olarak TL’nin simgesinin, parasal tutarın solunda ve boşluk bırakılmadan kullanılacakğını duyurdu. Bankanın internet sitesinde yer alan açıklamada şöyle denildi: “TL, Türk lirasının kısaltması, diğeri ise Türk lirasının simgesi olarak ifade edildiğinden Türk lirasını ifade edebilmek amacıyla kullanıldığı yere göre, aynı anda kullanmamak koşuluyla ya simge ya da kısaltma kullanılabilecek.” Almanlar su işine talip PELİN ÜNKER İMKB’yi ipten çocuklar aldı Ekonomi Servisi Avrupa’da piyasalar Hollanda ve Fransa’da yaşanan siyasi kargaşa ve politik belirsizlikler nedeniyle tepetaklak oldu. Türkiye borsası 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle kapalı olduğundan bu olumsuz rüzgardan kıl payı kurtuldu. Kötü gelen küresel ekonomik veriler dışarıda düşüşü hızlandırdı. Banka hisseleri düşüşte başı çekti, hisseler yüzde 3’ye yakın değer kaybetti. Almanya borsası yüzde 3, Fransa yüzde 2.36, İspanya yüzde 2.74, İtalya yüzde 2.56, Hollanda yüzde 2.55’e varan düşüşler yaşadı. Su ve atıksu ekonomisi alanında 337 kuruluşun üye olduğu Alman Su İşbirliği (German Water PartnershipGWP), geçen hafta İstanbul’da düzenlenen “TürkAlman Su İşbirliği” gününde 50 üyesiyle birlikte Türkiye’deki belediyeler ve sektör kuruluşlarıyla işbirliği görüşmelerinde bulundu. Türkiye’nin çevre alanındaki yatırım ihtiyacının 2023’e kadar 60 milyar Avro olarak tahmin edildiğini belirten GWP Genel Müdürü Stefan Girod, bu meblağın dağılımının atık su arındırma için 34 milyar Avro, katı atıklar için 9.5 milyar Avro ve sanayi atıkları için 15 milyar Avro civarında olduğunu söyledi. Girod, “Türkiye Belediyeler Bir50 liği ile işbirliği için iyi niyet proüyesiyle tokolü aşamasındayız. AntalTürkiye’ye ya, İzmir, Bursa atık su işbirlikleri şu an mevcut. 337 gelen Alman üyemiz var. Bunların 50’si Su İşbirliği Türkiye ile işbirliği halinde ve platformu, Türhalihazırda projeler yürütükiye’de su ve yor Türkiye’ye ilgili” dedi. altyapı projeleTürkiye’de son yıllarda ekonorinde söz sahibi mik ve siyasi istikrar açısından olmayı amaçlıönemli gelişmeler kaydedildiğine yor. Birlik, Türişaret eden Girod, “Türkiye’nin kiye’den OrArap dünyası ve Ortadoğu ile ilişkileri bizim için önemli. Türkiye’yi tadoğu’ya bir köprü olarak görüyoruz. Buradan açılacak. Ortadoğu’ya açılacağız” derdi. Daha önce İzmit’te başarısız olan TürkFransız işbirliklerine de değinen Girad, kendi konseptlerinin farklı olduğunu, özel sektörü öne çıkarmak yerine yerel yönetimlerle göz hizasında dengeli bir çalışma yürüttüklerini söyledi. Girad, su hizmetlerinin özelleştirilmesinin fiyat artışlarına yol açtığı tartışmalarına yönelik şöyle konuştu: “Yerel yönetimler bazı görevleri özel sektöre devretmeli ama özellikle hayati konularda yetkiyi ellerinde tutmalı. Bu yetkilerden birisi de yurttaşlardan alınan su ücretlerinin belirlenmesi. Öyle bir dengeyle yürütülmeli ki hem dar gelirliler tarafından bu ücretler ödenebilsin hem de yerel yönetimler bunu taşıyabilsin. Belli bir su düzenleme kurulu oluşturulabilir.” izzeti nefsmize yöneltilmiş bir hakarettir.” Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ancak kapitülasyonlardan arındırılarak kurulabileceğine inanmıştı. Bu nedenle ya kapitülasyonlar kalkacak ya da ateş ve kan devam edecekti. İktisat Kongresi’nde de şunları vurguluyordu: “Büyük devletler Türkiye’yi yabancı sermaye ve tercihlerine sahip bağımsız bir ülke, bir siyasal varlık gibi değil kapitülasyonlar koleksiyonu yapılan bir arazi parçası olarak görmektedir.” Atatürk şunu çok iyi biliyordu: Türkiye ekonomide egemenliğini temin ederse ülkeyi yerinden kımıldatmak mümkün olamayacaktı. Emperyal ülkelerin ekonomik düşünce tarzları gereği Türkiye muhtaç bir ülke olarak kalmalıydı. Ancak başta Atatürk olmak üzere tam bağımsızlığın kapitülasyonların kaldırılmasından geçmek olduğuna inanan Türk ulusunun direnci ve İnönü’nün Lozan’daki büyük başarısı ile 24 GWP, yerel yönetimlerle işbirliği, eğitim alanında üniversiteler arası bilimsel işbirliği ve şirketler arası ekonomik işbirliği olmak üzere üç alanda çalışıyor. Üyelerin bir kısmı ürün, inşaat, mühendislik bir kısmı beyinsel hizmet danışmanlık hizmetleri sunuyor. Belediyeler tarafından yapılan yatırımlara ortaklıklar gerçekleştiriliyor. HANGİ FİRMALAR İŞBİRLİĞİNE GELDİ? Alman Su İşbirliği üyesi şirketlerin bir kısmı Türkiye’de faal. AVK Mittelmann, Siemens, Mitsubishi Electiric, Barthauer Software, CDM, CONSALAQUA Hamburg, Dornier Consulting, Dorsch Group, EnviroChemie, TALIS, Festo, GELSENWASSER, HOCHTIEF Solutions, Grünbeck, WTE Group, Piomak, WEConsult şu ana kadar Türkiye’de projeler yürütmüş ve işbirliği geliştirmeyi amaçlayan firmalardan bazıları. CONSALAQUA Hamburg’un Tuzla’daki biyolojik atık su tesisi projesi devam ediyor. HOCHTIEF Solutions, yıl başında Ankara’daki HGG İnşaat ve Leipzig’deki Sachsenwasser şirketiyle birlikte Erzurum’da yeni bir atık su tesisinin yapımını üstlendi. WTE grubu İstanbulAtaköy atık su arıtma tesisinin planlanmasında, WEConsult; Antalya, İzmir, Bursa atık su projelerinde çalışıyor. Alman su sektörünün dünya ihracat piyasasının yüzde 10’una sahip olduğunu belirten Girod, “Birliğimiz 4 yıl önce kuruldu. GWP’nin şu an 17 ülke için forumu var. Türkiye en önemlilerinden biri. Bu nedenle ikinci kez işbirliklerimizi derinleştirmek için İstanbul’dayız” dedi. geldi. Bismarck’ın, “Toplumun ve devletin büyük ve yaşamsal zorluklarla karşı karşıya kalması halinde bunların lafla değil, demirle ve kanla aşılmasından başka yol yoktur” sözündeki demir ve kanın Türkiye Cumhuriyeti’nin her tarafında tam bağımsızlık için görülebileceğini Atatürk Türkiyesi’ni inceleyecek her vefalı yurttaş idrak edebilir. Atatürk 1933’te geri kalmışlığı aşma davasının ardından başlayan zorlu sürecin sonunda çağdaş uygarlık düzeyine çıkma hedefini göstererek Türk ulusuna yeni bir ışık saçıyordu… Bu ışık hiçbir zaman sönmeyecek. Ülkemizin tam bağımsızlığı için ateş, demir ve kandan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda bunları idrak edecek çağdaş uygarlık seviyesine, bulunduğu seviyesi ne ise o seviyeye bilimle ve inançla ülkemizi taşıyacak bir gençliğin geldiğine inanıyor ve umutlanıyoruz... Ateşle, demirle ve kanla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923 yılı Atatürk dönemi ekonomisinin başlangıç yılıdır. Bundan öncesinde büyük zorluklar, yokluklar ve kıtlıklarla geçen bir savaş ekonomisi vardı. Üstüne üstlük emperyal devletlerin kaldırmayı düşünmedikleri kapitülasyonlar büyük bir sorundu. Bu nedenle geçmişle hesaplaşmanın en önemli unsuru Lozan’da kapitülasyonların kaldırılmasıydı. Bu olmazsa olmaz bir şarttı. Oysa İngiltere, Fransa ve Amerika gibi güçlü kapitalist ve emperyal ülkelerin dokusunda Türkiye geri kalmış bir ülke değil muhtaç bir ülke idi; bu nedenle muhtaç ile güçlü eşit olamazdı ve kapitülasyonlar kaldırılmamalıydı. Lozan’da görüşmelerde kapitülasyonların bu denli işgal etmesini anlayamadığını Atatürk bakın yabancı gazetecilere nasıl söylüyordu: “Kapitülasyonların konferansta birçok toplantıyı işgal etmiş olmasının sebebini bir türlü anlayamıyorum. Bu meselenin söz konusu ve müzakere edilmesi bile Tam Bağımsızlık ve Ulusal Egemenlik Temmuz 1923’te antlaşmanın 28. maddesinde yer alan “Bağıtlı yüksek taraflar, her biri kendi yönünden, Türkiye’de kapitülasyonlarının her bakımdan kaldırıldığını kabul ettiklerini bildirirler” cümlesi ile tam bağımsızlık yolundaki temel engel ortadan kaldırılmıştır. Bundan sonra Atatürk’ün temel amacı “geri kalmışlıktan kurtulmaktı”. Sınıf çelişkilerini bir tarafa bırakıp kurtuluş ve bağımsızlık için yapılan mücadeleyi bu amaca oturtmak gerekmekte idi. Çünkü sınıflar meselesini, çelişkileriyle değil geri kalmışlığın elbirliğiyle aşma davası olarak görüyordu. Oysa 1917’den sonra dünya siyasetine sınıf çelişkileri damgasını vurmuştu. Sadece Rusya’da değil, kapitalizmin en fazla geliştiği İngiltere ve Almanya’da da siyaset tarafından sınıfların dile getirildiği bir dönemde Atatürk “geri kalmışlığın” yok edilmesini ekonomik mücadelenin amacı yapıyordu. Bunun için ekonomi, milli eğitim, bayındırlık öncelikli olmalıydı. Tarıma büyük önem verilmeliydi. Harap olan memleketin hızla onarılması ve canlandırılması konusunda “devlet” önemli işlev görecekti. İşte karma ekonomi anlayışı bu noktadan hareketle oluşmuştur. Devlet ve özel girişimin birlikteliği yeni ekonomi politikası haline ŞİRKETLERDEN Şişecam’a bağlı Paşabahçe Mağazaları, Türkiye’deki 35. mağazası Trump Towers Alışveriş Merkezi’nde açtı. 720 metrekarelik alana kurulu olan mağazada; ‘Yaşam’ ve ‘Butik’ konseptleri altında 3500 farklı ürün müşterilerin beğenisine sunuldu. Tetra Pak, 2011 yılında net satışlarını bir önceki yıla göre yüzde 5 arttırarak toplamda 10.36 milyar Avro’ya ulaştı. 2011’de 76 milyar litrenin üzerinde süt, meyve suyu, nektar ve diğer ürünleri tüketicilere sunan Tetra Pak, müşterilerine toplam 167 milyar paket sağladı. Tariş Zeytin (TAZE) mağazaları, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle bir hafta boyunca gelen her çocuğa hem Türk bayrağı, hem özel tasarım zeytinyağlı kurabiyeler hem de 50 mililitrelik zeytinyağları armağan ediyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle