19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 NİSAN 2012 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Sanatın yandaşı olmaz 2000’li yıllara, “Tüküreyim böyle sanatın içine” gibi söylemlerin, çağdaş “yaratıcılık” karşısında oluşturduğu “cepheleşme” girişimiyle ulaşmıştık. 2010’lu yıllara ise sevgi ve dostluk anıtı olarak tasarlanmış bir yapıtın önce “ucube” nitelemesiyle aşağılanıp sonra da yıkımının gerçekleştirilmesiyle girdik. Ulaşılması istenen hedef belli olmuştur. Türkiye’deki sanatın, “siyasal erk”i 10 yıldır elinde tutmakta olan “muhafazakâr” görüşün denetimine geçmesi... Birkaç aydır gündemde “sahne sanatları” yer alıyor. Karalama kampanyası şubat ayının ikinci yarısında başlayıp, nisan ortasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda (İBBŞT) yapılan operasyonla eşdeğerli sayılabilecek bir eylem, zaman içinde Devlet Tiyatroları (DT) ve Devlet Opera ve Balesi (DOB) bağlamında da söz konusu olabilir. (Selda Güneysu /Özerklik Tehlikede mi? /Cumhuriyet, 18 Nisan) 10 Haziran 1949 tarih ve 5441 sayılı özel yasayla kurulan Devlet Tiyatrosu “tüzel” kişiliğe sahip bir kurum olarak belirlenmiştir. Asal kadrosunu bürokratlar değil, sanatçılar oluşturmaktadır. Ne ki DT ve DOB’un yerel yönetimlere ya da özel idarelere bağlanmasını amaçlayan yasa değişikliği gerçekleşirse, bu iki kurumda da yönetim ve denetim bürokrat çoğunluğa bırakılabilecektir. Muhafazakâr yaklaşımın öngördüğü sanat anlayışını savunan siyasal erk ile sanatın kayıtsız şartsız özerkliğine inananlar arasındaki “demokratik yödeyiz. “Açık biçim”deki popüler tiyatro geleneğimizdeki en değerli özelliklerden birinin, devlet büyüklerini bile hedef alabilen, üstelik yüzyıllar öncesinde bile hoşgörüyle karşılanmış “taşlama” eylemi olduğunu ise tiyatro tarihleri yazmakta. “Lafı gediğine koyma” ustalarının doğaçlama hünerleriyle bezediği söylemlerin tadına doyum olmadığının da canlı tanığıyız. Sahne sanatları, seyirci ile sanatçılar arasındaki canlı iletişim ortamında oluşur. Her iki taraf da duyarlığını uygar davranış kuralları uyarınca özgürce dile getirme olanağına sahiptir. Seyirci çoğunluğunun, söz gelimi, müstehcen olarak nitelenebilecek bir yapımdan rahatsız olması ve olumsuz yöndeki tepkisinin izleyici sayısındaki azalmayla ortaya çıkması, söz konusu sahne olayındaki ölçütlerin yeniden gözden geçirilmesi sonucunu getirir. Tepkisini saldırganlıkla belli eden seyirci grubu ise tiyatro uzamının gerektirdiği davranış kuralları gereğincesalondan atılır. Özetle, sahne sanatları, seyirciyle sanatçılar arasındaki duyarlı dengenin sağlanmasıyla yürür ve gelişir. İşin içine siyasi erkin karışması ise sanata müdahale anlamına gelir. Tiyatro gündemdeki siyasal erkin yandaşı olamaz. Olursa, tiyatro olmaktan çıkar. Buna karşılık, devlet, genç nüfuslu bir ülkede tiyatroyu, kültür hizmeti olarak yaygınlıkla ve ucuza sunmak zorundadır. “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” hesabı bu bağlamda geçerli sayılamaz. Tiyatroya siyasi erkin karışması sanata müdahale anlamına gelir Bauhaus ve Köy Enstitüleri İki dünya savaşı arasında, 20. yüzyıl ve Avrupa öncü sanatının en önemli merkezlerinden biri olan Bauhaus Okulu, Almanya savaşın, kargaşanın içindeyken kuruldu. Yalnızca bir eğitim kurumu olmakla kalmadı, mimarlık ve endüstriyel tasarım alanında yeni açılımlar sağladı. 19191933 yılları arasında açık olan okul sanat ve teknolojiyi birleştirme, sanatçı ile toplumu bir araya getirme amacındaydı. Kurucuları ve okulda görev yapan ünlü sanatçılar araştırma ve yaratma süreçlerine rehberlik ediyorlardı. Rokoko ve barok süslemeciliğin yerine işlevselliği ön planda tutuyor, “Sanat toplum içindir” tezini savunuyorlardı. Çalışmalar geleneksel işkollarını esas alıyordu. Beceri öğrenimi sürecinde, öğrenciler her türden elişçiliğini ustaların yönetiminde pratikle öğreniyor bunun yanında tasarım eğitimi alıyorlardı. Amaç, zanaatkâr yetiştirmek olmasa da her öğrencinin, bir zanaat öğrenmesi zorunluydu. Bauhaus ile toplum ilk kez çağdaş sanatçılar tarafından hayata geçirilen sandalye, abajur, dolap gibi pratik ve estetik günlük eşyayı tanıma fırsatı buldu. Okul, 14 yıllık ömrü boyunca endüstri kültürü tarihinin kırılmalarına tanıklık etti ve çeşitli eğitim süreçlerine örnek oluşturdu. Böylece tutucu ve gerici çevreleri rahatsız etmekte gecikmedi. Bu kesimler aleyhte tavır alarak Bauhaus’u Nazi partisine şikâyet ettiler. Naziler için zaten sorun olan okulun önce finansal desteği kesildi. Ardından “Musevi ve Marksist barınağı” denilerek 1933 yılında kapatıldı. Ancak Bauhaus sistemi ardında silinmeyecek izler bıraktı ve kuruluş fikri daha sonra başka ülkelerde de nesnel yerelleştirmelerle yeniden filizlendi. ??? Bizdeki Köy Enstitüleri de bunlardan biridir. 1940’larda Türkiye’de Bauhaus sistemine çok benzer bir eğitim seferberliği başladı. Köy Enstitüleri endüstriyel ve kültürel kalkınma hedefiyle, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla 17 Nisan 1940 tarihinde hayata geçirildi. Tren yolu yakınlarına kurulan bu okullar, 21 bölgede köy okullarına öğretmen yetiştirecekti. Her ne kadar sanat temelinde kurulmuş değilseler de her öğrenci bir müzik aleti çalmayı öğreniyor, resim dersleri alıyor, okuyor, yazıyor, bir zanaat edinmeye özendiriliyordu. Köy Enstitüleri’nde de derslerin yarısı uygulamalı, yarısı teorik eğitimden oluşuyordu. Tonguç, Köy Enstitüleri’nin temel ilkesini “İş için, iş içinde, işle eğitim” olarak belirlemişti. Ona göre, uygulanmayan, işe dönüşmeyen bir bilgi geçerli değildi. Yalnız belleğe dayanan eğitim sistemi ise yararsızdı, çünkü yaşamda geçerliliği yoktu. Tonguç’un geliştirdiği sistem, UNESCO tarafından başka ülkelerde uygulanmak üzere model alındı ve çalışması örgütlendi. ??? Bauhaus, kültürel, ekonomik ve toplumsal bir yenilenme tasarısıydı. Köy Enstitüleri de aynı amaçla kurulmuştu. Toplumun çoğunluğuna ulaşacak bir yurttaş eğitimi projesi; toplumsal örgütlenme yolunda ciddi bir kültürel politikaydı. Eğitimin kademeli ve programlı bir gelişim hareketine dönüştürülmesi amaçlanıyordu. Uygulamalı sanatlarla yaratıcılığın kaynaştırılmasından beklenen ise estetik bilincin yükselmesi ve birlik içinde kalkınmaydı. Köy Enstitüleri’nin kapatılma nedenleri Bauhaus ile benzer, neredeyse aynıdır. “Komünizm propagandası yapmak” gerekçesiyle 1954 yılında tümüyle kapatılmışlardır. Haftaya, asıl kapatılma nedenleri ve kapanma süreçleri... Tiyatroları’nda yapılan operasyon zaman içinde DT ve DOB için de söz konusu olabilecek. Sahne Şehir sanatları, siyasal erkin muhafazakâr sanat anlayışının güdümüne girerken AB uyum esasları da göz önüne alınmış olacak. Böylece ülkemizde sanatın daha da demokratikleştirildiği savunulacak. netim” tartışması bir kısırdöngüye kıstırılmış durumdadır: “Sanatın sanatçıların denetiminde olmasından başka seçenek tanımayış”ın karşısına yetkinin tek bir genel sanat yönetmeninden alınıp yönetim kuruluna verilmesiyle daha demokratik bir yönetim anlayışına geçildiği savıyla çıkılabilmektedir. DT ve DOB yönetimlerinde de amaçlanan yasal değişiklik yapılabildiğinde, sahne sanatları odaklı devlet kurumları bağlamında “bir taşla iki kuş” vurulmuş olacaktır: Sahne sanatları, bir yandan siyasal erkin muhafazakâr sanat anlayışının güdümüne girerken öte yandan da devletin sanatı çokça sahiplenmesine karşı çıkan Avrupa Birliği uyum esasları da göz önüne alınmış olacak, böylece ülkemizde sanatın daha da demokratikleştirildiği savunulacaktır. Devlet ve belediye tiyatroları, tarihleri boyunca, sıkça el değiştiren siyasal erkin etkisinin bütünüyle sıfırlanamadığı bir ortamda var oldu bugüne dek. Özel idarelerin ve yerel yönetimlerin, turneye gelen özel tiyatrolar karşısında sıklıkla takındıkları tutumla, tiyatroyu desteklemekten çok kösteklediklerini bunca yıldır bu nedenle örnekleyerek belgelemeye çalışıyoruz. İster yerel yönetimlere, isterse doğrudan devlete bağlı olsun, sanat kurumlarının özerk olması gerektiğini de aynı nedenle savunuyoruz. Çünkü, muhafazakâr bir yaklaşımla üretilenin, bilineni sorgulama/yeni olanı sınama düzeyinde yaratıcılık taşımadığı için sanat sayılamayacağını görmekteyiz. Bilinenin yinelenmesiyle yapılanın ‘zenaat’ olmaktan öteye geçemeyeceğini bilmekteyiz. Tiyatronun, öncü niteliğinden ve eleştirel gücünden soyutlanıp evcilleştirildiğinde, tiyatro olmaktan çıkacağının bilincin ÖZGÜR SANAT İÇİN EYLEM Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sanatçıları, kurumda yürürlüğe giren yönetmeliğe tepki amacıyla bugün saat 11.00’de Galatasaray Lisesi önünde bir basın açıklaması yapacak. Halil Ergün, Genco Erkal, Fikret Kuşkan, Altan Erkekli, Zeliha Berksoy, Rutkay Aziz, Tarık Akan, Berkun Oya, Hasibe Eren, Sevinç Erbulak, Füsun Erbulak gibi birçok sanatçı, bu basın açıklaması ile herkesi “Özgür Sanatı Muhafaza Etmeye” çağırıyor. 12. İZMİR FİLM FESTİVALİ İDOB’da Hurrem Sultan yeniden... Kültür Servisi İstanbul Devlet Opera ve Balesi; 19, 25, 30 Mayıs 2012 tarihlerinde sahnelenecek olan “Dünden Bugüne” adlı bale eserinin, teknik nedenlerden dolayı 20122013 sezonu sergilenmesine karar verdiklerini açıkladı. Bu eserin sahneleneceğinin ilan edildiği tarihlerde de yoğun istek alan Hurrem Sultan Balesi yeniden sahnede olacak. Eser, 19 Mayıs’ta saat 16.00’da, 25 30 Mayıs’ta saat 20.00’de Kadıköy Belediyesi Süreyya Sahnesi’nde izlenebilir. 11 yıl sonra Altın Artemis’in peşinde Kültür Servisi 12. Uluslararası İzmir Film Festivali, 11 yıl aradan sonra tekrar seyircisiyle buluştu. George Melies klasiği “Ay’a Seyahat”in restore edilmiş halinin Türkiye’de ilk defa gösterilmesiyle açılan festival, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenleniyor. 28 Nisan’a kadar devam edecek festival kapsamında yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın “Sinemaskop Türkiye” başlıklı sergisinin de açılışı yapıldı. Festival kapsamında bu yıl tiyatro ve sinema oyuncusu Çolpan İlhan ile Yunan sinemasının usta yönetmeni Costa Ferris, Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne değer görüldü. Tüm gösterimlerin ücretsiz olduğu festivalde 40 ülkeden 24’ü belgesel, 25’i uzun metrajlı olmak üzere 103 film gösterilecek. Dünya sinemasından pek çok filmin de İzmirlilerle buluşacağı festivalin “Altın Artemis” ödüllü ulusal uzun metraj film yarışmasının jürisi ise yönetmen Ezel Akay, oyuncular Işık Yenersu ve Rıza Sönmez, sinema yazarı Murat Özer ve görüntü yönetmeni Uğur İçbak’tan oluşuyor. Festivalin “Anısına” bölümünde yakın zaman ‘72 Gün’ önce kaybettiğimiz yönetmenler Theo Angelopoulos ve Ö. Lütfi Akad filmleriyle anılırken “Sinema Balkan” bölümünde ise Balkan sineması, değişik film seçkileri, konukları ve etkinliklerle festivalde yer alacak. Bu bölümde gösterilecek filmler arasında Milcho Manchevski’nin “Toz”, Danilo Šerbedzija’nın “72 Gün”ü de yer alıyor. “Entelköy Efeköy’e Karşı”, “Güzel Günler Göreceğiz”, “Gelecek Uzun Sürer” gibi Türk sinemasının son dönem yapıtlarının yanı sıra Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak”, “Üç Maymun” ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmleri de gösterilecek. Jazzİst. Quartet konseri ? Kültür Servisi Halit Turgay, Ayça Kocatürk, Emir Özoğlu ve Sezin Ahmet Türkmanoğlu’ndan oluşan Jazzİst. Quartet’in konseri bugün Akbank Sanat’ta. Konserde, topluluğun solisti ve flüt sanatçısı Halit Turgay’ın “Türk Çayı Caz Suiti” adlı eserinin yanı sıra ABD’li gitarist Daniel Thomas ile R. Beaser’ın “Montain Songs” ve A. Piazolla’nın “History Of Tango” adlı eserleri seslendirilecek. UBOR METENGA EDEBİYAT BULUŞMALARI TÜM LİSELERE AÇIK Onat Kutlar ve ‘Kül Kuşları’ Kültür Servisi Ubor Metenga buluşmalarının bu ayki randevusunun konuğu Onat Kutlar. Ayfer Tunç, Yekta Kopan ve Murat Gülsoy’un Onat Kutlar’ın “Kül Kuşları” adlı öyküsünü çözümleyecekleri etkinlik, bugün saat 21.00’de İKSV Salon’da. İlk kitabı “İshak”la 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü alan Kutlar, 196365 yılları arasında Doğan Kardeş dergisinde çalıştı. Türk Sinematek Derneği ve Yeni Sinema dergisinin kurucuları arasında yer aldı ve yönetti. Ömer Kavur ile “Yusuf ile Kenan”, Ali Özgentürk ile “Hazal”, Erden Kıral ile “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmlerinin senaryolarını yazdı. Meydan, Yeni Sinema, Milliyet Sanat, Papirüs, Hürriyet Gösteri dergilerinde yazdığı sinema yazılarından bazılarını “Sinema Bir Şenliktir”de topladı. Sinematek’teki çalışmalarından dolayı 1975’te Polonya’dan kültür nişanı, 1994’te de Fransa’dan Chevalier de l’ordre des Arts et des Lettres nişanı verildi. 30 Aralık 1994’te The Marmara otelinin pastanesine koyulan bombanın patlaması sonucu yaralanan Onat Kutlar, 11 Ocak 1995’te yaşamını yitirmişti. Korsana karşı film yarışması Kültür Servisi TC Avrupa Birliği Bakanlığı, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü, İstanbul Valiliği ve TÜRSAK Vakfı’nın işbirliğiyle, korsanlıkla mücadele ve telif hakları için bu yıl “İstanbul Liseler Arası Kısa Film Yarışması” düzenleniyor. Tüm lise öğrencilerinin katılımına açık olan yarışmaya başvuracak filmler; cep telefonu, kamera veya fotoğraf makinesiyle çekilebilir. Yarışmanın son başvuru tarihi 30 Nisan, ödül töreni ise 17 Mayıs. ww.lisekisafilm.com ‘Dünya Dans Günü’ kutlaması ? Kültür Servisi UNESCO Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün Dans Komitesi tarafından 1982’de başlatılan ve klasik bale teorisyeni JeanGeorges Noverre’nin doğum günü olması nedeniyle her yıl 29 Nisan’da kutlanan “Dünya Dans Günü”, 40. sanat yılını kutlayan Çağdaş Bale Topluluğu tarafından “Dünya Dans Günü Galası” ile yarın Caddebostan Kültür Merkezi’nde izleyiciyle buluşuyor. Klasikten moderne, tangodan halk oyunlarına uzanan pek çok dansı içeren gösterimin başlama saati 20.30. Çevre için kısalar Clara Schumann’ın hikâyesi C MY B Kültür Servisi Çevre Film tarafından BASAD (Bakırköylü Sanatçılar Derneği) işbirliği ile gerçekleştirilen, Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali 10. kez izleyenlerle buluşuyor. 10 Mayıs’a kadar sürecek festival, BASAD ve üniversitelerde ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. İstanbul Cervantes Enstitüsü de bu yılki festivale, İspanya sahillerinin denizcilik kaynaklarının tanıtılmasını amaçlayan “Denizlerimizin Altında” isimli kısa metraj serisi ile katılıyor. Türkiye, İspanya, İtalya, Hollanda ve Kırgızistan’dan çevre temalı kısa filmlerin yer alacağı festivalde ayrıca bu yıl yönetmen Yılmaz Atadeniz’in belgesel filmleri özel gösterimle izleyici ile buluşacak. www.cevrefilm.org ? Kültür Servisi Dünyanın müzikal tarihçesinde derin izler bırakan isimleri konu alan çalışmalarıyla tanıdığımız Aydın Büke, yeni kitabı “Romantizmin Işığı Clara” ile kaldığı yerden devam ediyor. Robert Schumann’ın karısı olarak tanınmasına karşın çağının en önemli müzisyenleri arasında yer alan Clara Schumann’ın hayatını anlatan kitap, gölgede kalmış, yetenekli bir kadın piyanistin öyküsünü anlatıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle