25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 NİSAN 2012 CUMARTESİ [email protected] 14 KÜLTÜR ‘Müdahale’ sürçmesi ÜSTÜN AKMEN (Tiyatro Eleştirmeni) Kültür ve Turizm Bakanı Günay, ‘Sanata müdahale olmaz’ derken nelere müdahale edileceğini açıkladı ŞEHİR TİYATROLARI’NDA ATAMA Yeni sanat yönetmeni Şahin Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBBŞT) Genel Sanat Yönetmenliği’ne Hilmi Zafer Şahin atandı. Şahin, yeni yönetmeliğe tepki göstererek istifa eden Ayşenil Şamlıoğlu’nun yerine atandı. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden 1982’de mezun olan Şahin, aynı okulda başladığı yüksek lisans öğrenimini 1984’te bitirdi. Şahin’in değişik dergi ve gazetelerde tiyatro, tarih ve kitap tanıtımı konularında yazıları yayımladı. Şahin, Mimar Sinan Üniversitesi, Beykent Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tiyatro dersleri verdi. 1994’ten bu yana Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde “Oyun İncelemesi” ve “Tiyatro Tarihi” dersleri vermekte. Şahin, 1988 yılında girdiği İBB Şehir Tiyatroları’nda, farklı yıllarda Yönetim Kurulu Üyeliği, Genel Sanat Yönetmeni Yardımcılığı ve Başdramaturg görevlerinde bulundu. Şahin, İBB Şehir Tiyatroları’nda düzenlenen pek çok etkinliğin hazırlayıcısı oldu. İBBŞT’de sahnelenen “Aslolan Hayattır”, “Montserratö”, “Bir Atın Öyküsü”, “Ayrılık”, “Halay”, “Mikadonun Çöpleri”, “Bir Gece Bekçisi Daha”, “İkinci Ses”, “Kafkas Tebeşir Dairesi”, “Pembe Konağın Gelinleri”, “Schweyk İkinci Dünya Savaşı‘nda”, “Çevreci Prens”, “Yıldızlar Altında Cinayet”, “Hadi Öldürsene Canikom”, “Kafes” adlı oyunlarda dramaturg olarak çalıştı. Şahin, İBB Şehir Tiyatroları’nda Genel Sanat Yönetmenliği’ne getirilmeden önce son olarak da 20102011 Tiyatro Sezonu’nda, İBBŞT’de sahnelenen “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” adlı oyunu, Ziya Osman Saba’nın aynı adlı yapıtından tiyatroya uyarladı. ‘Tiyatronun tabiatına uygun’ Ertuğrul Günay’ın, hem de bulunduğu ortam içinde sanata müdahaleyi aklından geçirmemesi doğrusu hayli sevindirici bir haber. Umarım birileri ileride bu konuyu aklına getirmez. Bu arada: “… Ancak benim anladığım kadarıyla sahnede bazen metinde olmayan ifadeler kullanılıyor” demesi yanlış. “Metinde olmadığı halde araya laf sokuşturulması, siyasi espriler yapılması” tiyatronun tabiatına fevkalade uygun. Tiyatroda, ilk örneklerine antikçağda mimus ve pantomimus’ta rastlanılan doğaçlama diye bir olgu var. En çok da tuluat tiyatrosunda rastlanıyor doğaçlamaya. Bu bağlamda, örneğin commedia dell’arte oyuncuları, kendiliğinden doğal tepkilere dayanarak doğaçlama oynarlar. Arlecchino gibi komik tipler, izleyiciye seslenerek, yöresel ve güncel olaylara tepki verir. ? Bakan Günay’ın dün İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yeni yönetmeliği için söyledikleri, tiyatro çevrelerinde tepkiyle karşılandı. Eleştirmen Ayşegül Yüksel, “Bu sansür anlamına gelir” derken; yönetmen ve oyuncu Murat Daltaban “Sahne tatmin alanı değildir” dedi. CEREN ÇIPLAK AYŞEGÜL YÜKSEL (Tiyatro Eleştirmeni) ‘Sansür anlamına gelir’ Bizim popüler, açık biçim tiyatro geleneğimiz sanatçının seyirciyle iletişim kurmasına her zaman olanak tanır. Bu bağlamda doğaçlama da açık biçim tiyatromuzun vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Tiyatroda doğaçlama, taşlama ve yergiye karşı önlem alınması sansür uygulaması anlamına gelir. Şehir Tiyatroları’ndaki yeni yönetmelik tartışmasına dün Milliyet gazetesinde Fikret Bila’ya konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da dahil oldu. Günay, her ne kadar konunun İBBŞT’yi ilgilendirdiğini, bu nedenle tartışmaya girmek istemediğini söylese de, röportajda konuya dair “Sanata müdahaleyi aklımdan bile geçirmem” cümlesiyle başlayan uzun bir açıklama yaptı. Bu cümlenin hemen ardından ise şu sözleri sarf etti Günay: “Elbette sanat bağımsız olmalı. Ancak benim anladığım kadarıyla sahnede bazen metinde olmayan ifadeler kullanılıyor. Yine metinde olmadığı halde araya laf sokuluyor, siyasi espriler yapılıyor, Başbakan’a, bakanlara laf atılıyor. Veya doğallık anlayışı içinde sokak dili kullanılıyor veya müstehcenlik olarak algılanan bazı sahneler oluyor. Bunlar da bazı rahatsızlıklar yaratıyor. Sanıyorum bu rahatsızlık belediyeye iletiliyor. Tabii sanat çıların biriki sahne tatmini için toplumun duyarlılıkları da tümden yok sayılmamalı. Sanatçı da toplumun duyarlılıklarına özen göstermeli.” Günay’ın sözlerini bir soruya dönüştürelim: Sahnede metinde olmayan ifadelerin, sokak dilinin kullanılması, siyasi esprilerin yapılması, ‘müstehcen’ sahnelerin olması “bir iki sahne tatmini” midir, yoksa tiyatronun doğasında mı vardır? Bu soruyu bir de tiyatro sanatçıları ve eleştirmenlerine yönelttik. İskender Pala, Zaman gazetesindeki yazısında, Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği İBBŞT oyunu “Günlük Müstehcen Sırlar” için “cinsel sululuk ve müstehcenlik diz boyu” diyerek sanat adı altında bayağılıkların yutturulmaya çalışıldığını iddia etmiş, kamunun parasıyla bu tür oyunların oynanmasını da eleştirmişti. Bu eleştiri sonrası ŞT’ye yönelik bir karalama kampanyası başlamıştı. ORHAN ALKAYA (Eski İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni) ‘Bakan karıştırıyor’ Sayın Günay’ın ifade ettiği, “Sahnede bazen metinde olmayan ifadeler kullanılıyor, Başbakan’a, bakanlara laf atılıyor, bu şikâyetler belediyeye iletiliyor” ifadesi ŞT ile ilgili değil. Bakan Bey, Devlet Tiyatroları (DT) ile ŞT’yi karıştırıyor. Bakan Bey’in söz konusu ifadeleri, 2008’deki, DT’de meydana gelen bir olayı işaret ediyor. Trabzon DT’deki “Düğün ya da Davul” adlı interaktif sahnelenen bir oyunda, oyunculardan biri “Başbakanlar kimden korkar?” diye bir söz söylemiş, konu üzerine soruşturma açılmıştı. AYDIN ORAK (Yönetmen ve Oyuncu) ‘En hafifinden faşizm’ Sayın bakanın sahneden yapılan bir eleştiriye “laf atılıyor” demesi ilginçtir. Tiyatro sadece “edepliyi, güzeli, namusluyu, olumluyu, iyi insanı, eleştirmeyeni, sorgulamayanı” sahnelemez. “Kötülüğü, namussuzu, olumsuzu” her şeyi sahneye taşır. Dokunmadıkları bir tiyatromuz kalmıştı. Belediye tiyatrolarının güçlendirilmesi, farklı dil ve lehçelerin de repertuvara alınması, daha doğrusu demokratikleştirilmesi gerekirken, bürokrasinin, siyasetin gölgesinde tutulmaya çalışılıyor olması en hafif tabiriyle faşizmdir. MURAT DALTABAN (Yönetmen ve Oyuncu) ‘Sahne tatmin alanı değil’ Evet konu belediyenin konusudur elbette… Belediyeler de Kültür Bakanlığı’na bağlı değildir. Fakat 98 yıllık, şehir kültür tarihinde hatta Türkiye kültür tarihinde bir değer olmuş, önemli roller oynamış, değerler yetiştirmiş 4 nesillik bir kültür kurumu kültür bakanını neden ilgilendirmez acaba? Metin dışına çıkmak bazı tiyatro biçimlerinde kabul edilemezken, bazı biçimlerde de temsilin gereğidir. Bu söylenenler sanatın bürokratlar boyunduruğu altına girmesine geçerli bir neden midir? “Sanatçıların sahne tatmini” ne kadar tuhaf bir tanımlamadır… Sahne bir disiplin alanıdır, tatmin alanı değil. Yaratılmaya çalışılan şey illüzyondan başka bir şey değildir. TÜRK SİNEMASI CANNES’DA BEKLENEN DÜZEYDE TEMSİL EDİLMİYOR Anadil ve çevre kirliliği ? Rezan Yeşilbaş’ın, kısa film dalında yarışacak ‘Sessiz’ filmi, kimlik ve anadil sorununa yaklaşıyor. Fatih Akın’ın, Türkiye’de çevre kirliliği konusuna eğilen ‘Cenneti Kirletmek’ filmi de Özel Gösterimler’de yer alacak. MEHMET BASUTÇU PARİS Cannes’da ezber bozulmadı. Ana seçkilere bakınca, filmleri beklenen ustalarla yenilikçi genç sinemanın birkaç adı arasında kurulan zorunlu ince dengelerde herhangi bir kayma gözlemlenmiyor. Altın Palmiye’nin 22 adayı arasında David Cronenberg, Michael Haneke, Abbas Kiarostami, Ken Loach, Jeff Nichols, Alain Resnais, Carlos Reygadas gibi vazgeçilemez adlar yanında, farklı sesler getiren ya da Cannes’da ilk kez yarışacak olan yönetmenleri tek elin parmaklarıyla saymak mümkün. İlk filmlerini gerçekleştiren genç yönetmenler, “Belirli Bir Bakış” bölümünde 4, yarışma dışı “Özel Gösterimler” programında da 1 yer bulabilmişler ancak... Türk sineması açısından da ezber bozulmadı. Altın Palmiye yarışında 1980’li yıllara iki filmle damgasını vuran Yılmaz Güney’den sonra, 2000’li yılların vazgeçilmez adları Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın öncelikli yerle rini korumayı sürdürüyorlar. Fatih Akın’ın Türkiye’de çektiği, çevre kirliliği konusuna eğilen belgesel nitelikli çalışması “Cenneti Kirletmek”, ana seçkilerin “Özel Gös “The Angels Shares”, Ken Loach terimler” bölümündeki 8 film arasında yer alıyor. Ceylan da, festivalin bağımsız yan bölümü “Yönetmenlerin On Beş Günü”nü düzenleyen Fransız Yönetmenler Birliği’nin 2002’den bu yana bir yönetmene verdiği “Carrosse d’Or” ödülünü almak için Cannes yolculuğuna çıkacak... Türk sineması açısından yenilik, kısa film dalında bu yıl JeanPierre Dardenne başkanlığındaki ayrı bir jüri tarafından verilen Altın Palmiye ödülüne, 2006’dan bu yana ilk kez aday olması. Toplam 4500 aday arasından belirlenen 10 filmlik resmi yarışmalı bölüm seçkisin de yer alan Rezan Yeşilbaş’ın (1977, Diyarbakır) 14 dakikalık “SessizBe Deng” adlı çalışması, İstanbul Festivali’nde sunulan bir dizi filmde de gözlemlenen kimlik ve anadil sorununa, yasakların geçerli olduğu döneme dönerek eğilmekte. 1984’te, Diyarbakır’da tutuklu olan kocasını ziyarete giden bir Kürt kadının öyküsünü anlatan Yeşilbaş, Nuri Bilge Ceylan (1995), Ebru YapıcıCeylan (1998), Belma Baş (2006) ve Deniz Gamze Ergüven’den (2006) sonra, Cannes’da resmi kısa film seçkilerinde Türkiye’den yer alan beşinci yönetmen oluyor. Sinemamızın Cannes’da başka adlarla da yer alma umudu tümden son bulmadı. Ana seçkilere, önümüzdeki günlerde birkaç film daha eklenecek. Ayrıca festivalin ilk ve ikinci filmlere ayrılan en eski yan bölümü “Eleştirmenlerin Haftası” ile, 1969’dan bu yana koşut festival konumuyla önem kazanan bağımsız “Yönetmenlerin On Beş Günü” seçkileri gelecek hafta açıklanacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle